Keşke” dedi “ dalgaların sesini, deniz üzerinde yıldızların göz kırpmalarını, vücudu okşayan meltemin şefkatini yazmak mümkün olsaydı.”
Fransızca tadına doyulmaz şarkılar eşliğinde öyle güzel anlardı ki, biryandan gözlerini kapatma isteği, bir yandan bir şeyler kaçırma korkusuyla hiç görmeden yazmaya çalışıyordu. Belki de üst üste geliyordu yazılar hepsi küçücük bir not defteri idi yazma alanı. Belki de okunamayan karalamadan öteye geçemeyecekti fakat olsundu… Yaşam da zaten bu değil miydi? “ üst üste karalamalar, okuduklarımız, okumadıklarımız, okumak istemediklerimiz ve okuyamadıklarımız.”
Olağanüstü güzel anlardı,yıldız batımı başlamıştı.. Bir yandan batmakta olan yıldızları birer birer uğurlarken bir yandan kapkara ve ürkütücü görünen dalgaların beyaz köpüklere dönüşmesini izliyor, hiçbir anı bir soluğu kaçırmamak için deli oluyordu. En çok da güneşin ilk bakışını ilk nefesini görmeyi istiyordu. İnsanın -tüm yetenekleriyle birlikte de olsa- doğada olup biten her şeyi aynı anda görme konusunda ne kadar da umarsız kaldığını düşündü. Bu işi hiç kaçırmadan gözleyebilmek için kaç insan gerekirdi acaba?
Bu sırada plajın bitiminde sınır çizen ağaçlar da yavaş yavaş seçilmeye başlamıştı. Zaman daralıyordu, ha doğdu ha doğacak… Karar vermek ne kadar da zordu: Yazarak mı yoksa yüzerek mi karşılamalıydı güneşi… Daha fazla dayanamadı işte dalgaların kollarındaydı bedeni ve anlatılması olanaksız bir duygu selinde sürükleniyordu ruhu da. Koskoca sahil kimsecikler yoktu, ne kıyıda ne suda, adeta Akdeniz onundu. Güneş ona doğuyordu. Yazarın dediği gibi” erken kalkardı, güneş doğmadan dünyaya hakim olurdu”
Bir süre denizde kaldı, güneş inatla doğmuyordu.Geleceği yollara güller dökülmüştü, kızarmış güllerle bezeli, onu bekliyordu bütün dünya,uyuyan,uyanan, uyuyamayan,uyanamayanıyla..
Uzun gece yolculuklarından sonra kavuşup uzanıp yattığı kendi yatağı kendi yatağı kadar cazip ve rahattı su. Güçlükle ayrıldı, sahili bir baştan bir başa Fransızca şarkılar eşliğinde yürüdü birkaç kez. Severdi Fransızca şiirleri şarkıları, belki de anadilinden sonra en iyi anladığı dil olmasındandı.
Güneşe kızamadı, severdi isyanı, başkaldırıyı, inadı. Kendisi de öyleydi, öğrencilik yıllarındaki kadar olmasa da, fazla eğilip bükülmüşlüğü yoktu. Belki de kızının özgür kararlarına ve zaman zaman asiliğine hoşgörüyle bakabilmesi, bir yandan anne olmanın kaygıları, bir yandan kendisi gibi olanın özgürlük tutkusu arasında kaldığında da içten içe sevinmesi de ondandı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...