Tanımsız zamanların, bilinmeyen coğrafyaların bir yerinde tanımıştım seni… böğürtlen toplayan çocukların o yarım sevinci vardı gözlerinde, eksik bıraktıklarını hissettiren bakışlarını gördüm, kör değildim. Bilmediğin yerlerin, gidemediğin yolların, yarım kalmış aşkların o iç burkan acıları taşıyordu gözlerinden.
Yağmurlu bir sağanak gecesiydi ilk buluşmamız, yağmura tutulmuş saçlarımızdan damlayan yağmur damlaları gözlerimize, ordan burnumuza akıyor, dudaklarımızı ıslattıktan sonra çenemizden yere düşüyordu, içimizdeki acıları da siliyordu, kim bilir farkında değildik. O gece en çok İsadora Duncan-Sergey Yesenin’in aşklarından söz ettin. İklimsiz bir aşkın, zamansız savrulmaların insanı nasıl peygamberleştirdiğini anlattı hep.
Sonra, istediğin her zaman görüştük. Bilinmeyen, konuşulmayan, kıyıda köşede kalmış ayrıntılara girdik hep. Farkında olmadan ayrıntılarda aslında bütünün içine aktığımızı fark ettik. Yesenin’le Bolşevik devrimini, Lorca ile İspanya iç savaşını, Memu-Zin’le Cizre’yi, Kürt tarihini, Sudaki Bıçak filmi ile Polonya’yı ve Avrupa Sinemasını konuşurduk. Bir şeyler anlatmanın, yıllardır suskunluğunun verdiği isyanla durmadan konuşmanın yarattığı o haz, sözcüklerinin arasında seni ele veriyordu.
Gitme isteği, yeni yerlere iz sürme, yeni yollara kendini vurma düşüncesi, hep içini kemiriyordu. Anlamıştım kalıcı olmadığını. Yerleşik bir yürek yoktu içinde. Çingene hüznüydü seni ötelere sürükleyen. Bir gün gidecektin hiç haberim olmadan, belki veda bile etmeyecektin. Bunun için kurtulmak istiyordum senden, eksikliğine alışmak korkutuyordu beni. Ve böyle giderse bana, senin eksikliğini büyütmek dışında bir şey kalmayacaktı.
Uzun geceler sürdü, konuşmalarımız, sevişmelerimiz… yüzünün yarısı benleydi, diğer yarısı sahipsiz, gideceğin yerlere dönüktü. Küçük bir radyomuz vardı anımsarsın, yabancı bir istasyona ayarlı eski Fransız Şansonları çalardı hep. İçinden bir şarkıyı seçmiştik, sözlerini bilmesek bile, kederli bir şeyler sızıyordu şarkıyı söyleyen kadının sesinden. Ve keder bize ne kadar çok yakışıyordu.
Yine böyle bir gecenin şafağında, seni uyandırmadan sessizce kalkıp elbiselerimi giydim. Dışarıda, ilk buluşmamızdaki gibi yağmur yağıyordu. Bu sefer tek başıma sağanağa tutulacaktım. Eksikliğini büyütmek değil, seni unutmak için gidiyordum… gitmeden, senin hala sakladığını yıllar sonra bana telefon ederken söylediğin şu notu bırakmıştım başucuna:
Rüzgarın savurdukların geriye ne kaldı, kanayan şiirlerden başka…
Kayıt Tarihi : 17.8.2006 20:40:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

yüzünün yarısı benleydi, diğer yarısı sahipsiz, gideceğin yerlere dönüktü.....
rüzgarın savurduklarından geriye ne kaldı aslında bu cümle herşeyi anlatmaya yetiyo....tebrik ederim.
dönüşebilsin sevgiye.'( Neruda)
ne güzel anlatmışsın yağmuru ve sevdayı yüzümde gülümseme içimde hüzünle okudum yazını....
TÜM YORUMLAR (7)