Otobüste yalnız seyahat eden kadın yolcu olmanın avantajıyla iki koltuğa birden yayılma şansı bulduğum bir yolculuktu. Yastık şekline getirilmiş bir yelek uzatıldı birden. Baktım; muavin çocuk uzatıyordu. Gülümseyerek aldım.
Otobüsümüz kendiliğinden gidermiş edasında yol alırken pencereye başımı dayamış, tüm dikkatimi titreyen cama vermiştim. Gökyüzü, binbir çeşit rengi, içinde harmanlaya harmanlaya karanlığından soyunurken uyuyakaldığım için otobüsün mola verdiğini fark etmemişim. Açık kapıdan gelen soğuğa bakılırsa dışarısı oldukça serindi. Baktım, yelek bende kalmış. Aşağı indim ve üşürsün, diyerek yeleği kendisine uzattım. Olsun, dedi yalnızca.
“Olsun…”
Ne çok şeyi anlatıveren bir sözcük. İnsanların saatlerce konuşa konuşa birbirine meramını anlatamadıkları dünyada, tam tersinin hiç umulmayan bir anda yaşanabildiği gerçeği, nasıl da karşımıza çıkıveriyor. Kendimizi bu denli karmaşık hale getirmemize rağmen, ihtiyaçlarımız konusunda çok da çeşitlilik göstermiyoruz aslında. Özde, hepimiz üşüyor, acıkıyor, susuyor ve ilgiye ihtiyaç duyuyoruz.
Ağaçların, dağların, bulutların, birbirine eklenen elektrik direklerinin içinde yol alırken bir yerlerde durmak iyi oluyor. Rüzgârı iliklerinizde hissedip geldiğiniz ve gideceğiniz yöne doğru şöyle kaçamak tarafından bakıvermek. Mola yerlerinde söylenen türküler gibi tütsülü bakışları anımsıyorum birden. Bir bakışın peşinden çıkılan yolculukları. Boşlukta yankılanan anons koyuyor ağırlığını:
-Sayın yolcular, otobüsünüz hareket etmek üzeredir.
aynur uluç
"az gittim çok döndüm" kibele yayınları-2013
Kayıt Tarihi : 30.9.2007 09:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Aynur Uluç](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/09/30/ruzgara-cengelli-otobus.jpg)
ne hoş!..hayat,otobüs içinde de gülümser bize demek ki!.yolları kısaltan hoş anıların anlatımı da keyifle okunuyor..hele iyi bir kalemse yazıya döken,yok diyecek keyfinize..işte onlardan biri!.
kutluyorum sevgi ve saygılarımla...muavini de öpüyorum yanağından,bana ne,öpüyorum işte!.:))))
Mola yerlerinde aç olmanıza rağmen bir türlü güvenemediğiniz ve yolcular gelip geçici diye kazık atmaya hazır, pek hezzetli olmayan yiyecekler (artık iyi yerler de var) yüz ifadeleri sömürücü göbekli patronlar, özensiz garsonlar.
Rüzgara Çengelli Otübüsteki insan bunun zıddını anlatıyor. Öyle bir güzel yaşam keyfini ruha ataçlıyor uçmasın diye.
'Otobüste yalnız seyahat eden kadın yolcu olmanın avantajıyla iki koltuğa birden yayılma şansı bulduğum bir yolculuktu, köye gidişim de. Yastık şekline getirilmiş bir yelek uzatıldı birden. Gülümseyerek aldım. Benimle özel olarak hiç konuşmayan muavin çocuk, yolculuk boyunca üşüdüğümde üstümü örttü, bunaldığımda bir sıcak kahve uzattı. Uyuyakalmış olduğum için otobüsün mola verdiğini fark etmemiştim. Gözümü açtığımda açık kapıdan gelen soğuğa bakılırsa dışarısı oldukça serindi. Baktım, yelek bende kalmış. Aşağı indim ve “sen, üşürsün” diyerek yeleği kendisine uzattım. “Olsun.” dedi yalnızca.
“Olsun…”
İşte yolculukta insanı mutluluktan rüzgara çengelleyen neden.
Canım bir an yolculuğa çıkmak istedi. Mola yerinde otobüsten inince üşümemek için ellerini kavuşturan insanlar düştü akla.
Bir kelime işte, 'olsun' yeter ki sen üşüme, ben dayanırım.
Ne güzel bir insanlık. Paylaşıldığı için teşekkürler Uluc.
Bütün otobüsler rüzgara çengelli olsa böyle.
Varsın olsun..
Yazıda anlattığınız gibi olsa da ne çıkar yaşam..
Yani rüzgarın eki olarak algılanmasında ne mahzur olabilir ki hayatın.., Rüzgara ataç'lamış, kanatlı pegasusvari bir otobüste yolculuk edenin içlenmeleri olsa hayatın tanımı ne yazar..
Örneğin bir misal nümunesi olarak söylersem;
Bizzat bir gün ben kendim şahsen,
Tıklım tıklım bir dolmuşun otomatik kapısının sırtımda baskısını hissederken dinlediğim bir şarkının içine yuvarlanmış olarak görmüştüm hayatımı..
İstanbulun baskısı, minübüsün kapı baskısı olarak somutlaşmışken .., haydddi ramiden topkapı aksray akssssssssssrayy sesleri arasından yükselen ve alçalan bir sese bırakmıştım hayatımı gözlerimi kapayarak..
Esasen bütün istanbul bırakmıştı o sese kendisini cızırdayan plaklarda..
0302 mercedesler çıkmamıştı henüz, bütün şehirlerarası havalı apollo servis otobüsleri bu sesin yandan fotoğrafını asmıştı arka camlarına..
Yazıklar olsun, yazıklar olsun,
Kaderin böylesine yazıklar olsun.
Herşey karanlık, nerde insanlık ?
Kula kulluk edene yazıklar olsun.
Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Ağlatıp da gülene yazıklar olsun,
Doğmamış çileler, yaşanmamış dertler,
Hasret çeken gönül benim mi olsun ?
Ben ne yaptım kader sana ?
Mahkum ettin beni bana,
Her nefeste bin sitem var
Şikayetim yaradana,
Şikayetim yaradana
Şaşıran sen mi yoksa ben miyim, bilemedim,
Öyle bir dert verdin ki kendime gelemedim,
Çıkmaz bir sokaktayım, yolumu bulamadım,
oof off off.....
Ben mi yarattım ? Ben mi yarattım ?
Derdi, ıstırabı ben mi yarattım ?
Günah zevk olmuşsa, vefa yorulmuşsa,
Düzen bozulmuşsa ben mi yarattım ?
Batsın bu dünya, bitsin bu rüya
Aşksız geçen ömrüme yazıklar olsun
Doğmamış çileler, yaşanmamış dertler,
Not : Bir yazıda duygulandım mı böyle yükseliyor saçmalama katsayım..Aşağıdaki satırlardır sebebim
Aşağı indim ve “sen, üşürsün” diyerek yeleği kendisine uzattım. “Olsun.” dedi yalnızca.
“Olsun…”
Ne çok şeyi anlatıveren bir sözcük
-hımm
TÜM YORUMLAR (5)