Nicesi unuttu bile olanları ve ölenleri.
Çoraktaki hayallerim iyice karıştı.
Masallaştı yaşamlarımız.
Umut yerine birbirimize anlattığımız efsaneler kaldı,
doğaya ve sanata dair.
Kimisi hiç bilmezdi,
kimisi oradaydı.
Nasıldı ki olanlar,
kimdi ki onlar?
Hiç kimse yok muydu yoksa.
Uğultulu bir tepenin üzerinde,
kollarını havaya kaldırmış,
başını mavinin derinliklerine daldırmıştı.
Asasının yanında uzanmıştı iti.
Tepede durup mavinin ötesini düşlüyordu.
Çıplak ayaklarını yaran toprağa aldırmadan,
sallanarak yürüyordu.
Başını havaya tekrar kaldırdı.
Rüzgarın önünde,
hızla giden bulutlar için yapılacak birşey yoktu artık.
Başlamak üzereydi fırtına.
Bulutlar kapladı gökyüzünü,
hiç gölge kalmadı.
Soluğu,
bütün patikada tekti önce.
Sonra diğerleri de çıktı tepeye.
Çevresinde kalkan diğer başlara baktı.
O da baktı maviye,
artık griydi sadece aslında.
Belki de sarı,
hatta siyah.
Korktu bir çocuk,
annesinin yanına koştu.
Kafasını kaldıranlar gittikçe arttı.
Hepsi onlara bakıyor,
onların oyunlarını hayranlıkla seyredip,
mavinin ötesini düşlüyorlardı.
Gözlerini bulutlara dikenler günlerce dalıp gidiyor,
güneşi zorluyorlardı,
bulutların üstlerinden geçip giden.
Günlerdir aralıksız yağıyordu yağmur.
Herşeyi yutuyordu,
yavaş yavaş.
Bulutlar genişliyordu.
Dağlar ayaklarının altında eriyip,
çamur olup akıyordu.
Güneş artık doğmaz olmuştu.
Su,
her şeyi yutuyordu.
Başını aşağı düşürenler evler,
bağlar ve bahçeler için sızlanıyordu.
Tek güvenli yer bu kayalık tepeydi.
Düşenler kimsesizlikleriyle kucaklaşıp,
suda yokolup gidiyordu.
Ay,
bulutların ardında aslında kocamandı,
ama oda umursamıyordu artık bizi.
Çocuklar sıkılıyordu yinede.
Genç kızlar kirlenmiş yüzlerine aldırmadan,
kikirdiyorlardı yinede.
Solukça bir nine, yıldız falı bakıyordu onlara, yıldızsız
gecelere inat.
Dedeler ise,
gökyüzünde yıldızların kayboluşuna hayıflanarak,
ve yüzlerini buruşturarak izliyorlardı olanları,
eski göğe olan özlemle.
Ayakları,
çamura gömülmüş bir nine,
şemsiyesinin altından buruşuk dudaklarıyla neşeli neşeli gülümsüyordu,
sobanın yanındaki bir kedinin mırıltılı edasıyla.
Gözlerini mavi bürüdü birden.
Neşesinin yerini buruk bir özlem kapladı,
uzaktan ve yaşamdan yana.
Dedim ya!
nicesi neler olduğunu unutmuştu.
O günlerden hatırlananlar oldukça azdır,
hiç kimse yazmadı.
Yitip gitti,
yağmur da bütün hayaller.
Gözlerini yukarı kaldıran herkes,
ellerini açıp,
damlalarla beraber dönüyordu.
Ve bağırıyorlardı!
Bu kadarmı sadece,
Bu kadar mı diye.
Anlamsızca,
delirmişcesine,
gülüyorlardı.
Aslında,
hiçbiri normal sayılmazdı.
Bir taraftan,
ölülerini gelen yağmurla yıkıyorlar,
bir taraftan,
dua ederek, ağlayarak dönüyorlardı.
Her taraf ıslak,
her taraf çamurdu,
kimse garipsemedi sonrasını.
Her şey dönüyordü oysa.
Her adımlarında,
bastıkları yer kayıyordu.
Bir sokak iti,
su birinkintilerinin arasında,
zıplaya zıplaya dolaşıyordu.
İt iyice kokmaya başlamıştı.
İt dönenleri ilk garipsiyenlerdendi.
Tatlı kokuntusunu yanına almayı ihmal etmeyip,
arkasına bakmadan,
haflayarak suya attı kendini birden,
sahibinin akıp giden bedenini,
suda görünce.
Fırtına dinmişti,
ama Olanlar,
zar zor hatırlanan garip bir düş gibiydi.
Kayıt Tarihi : 21.1.2012 15:14:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!