Rüzgâr !..
Haydi es...
Fısılda kulaklarıma.
Âdem'i gördün sen, anlat bana... sevinçlerini de hüzünlerini de...
Hâbil'i tarif et bana.
Nasıldı güzelliği, ne renkti gözleri. Saçlarında gezindin sen...
Dur ! esme başka yöne, burada eylen biraz.
Şit'i anlat biraz. Hani Hâbil gitmişti.
Şit, Adem'e bahşişti, Hâbil'in yerine verilmişti... anlat, durma...
İdris'ten bahset meselâ.
Bulutlarla olan sohbetini, yağmuru nasıl istediğini anlat.
Sen de duydun mu İdris'ten; meleklerin isimlerini ?
Sorsam söyler misin ki ?
Ya Nûh.. Hadi söyle. Kaç yıl eziyet gördü, kaç kez zulmedildi. Cibril kaç kez iyi etti yaralarını... bıkmadı değil mi, vazgeçmedi, usanmadı değil mi ?
Ey Nûh ! Kaç asır çektiğini insan kaç saat çeker...? Tûfânda da sen vardın, bir de su...! Vaktini alıyorum.
Kim bilir nerelere, kimlere gideceksin, kimlere cefâ, kimlere sefâ olacaksın daha. Ama anlat ne olur.
Hûd'dan haber ver meselâ.
İrem bağlarında da esmişsindir. O vakitler sen Âd kavmine SARSAR oldun. Yaktın kavurdun. Anlat durma...
Salih'i unutma haa !
Kayanın çatlayıp devenin çıkışını bir bir söyle, devenin yine eşsiz, erkek devesiz doğurduğunu anlat.
Esme başka yöne, vakit ayır biraz ne olur. Ya İbrâhîm, Ya İsmâîl, Ya İshak... bunları anlatmadan terketme beni...
İbrâhîm'in karanlık mağarasının kapısından bakmadın mı içeriye.
Yalnız değildi biliyorum. Rabbi her dâim yanındaydı. Putları kırarken de , ateşe doğru giderken de...
Sen de hep oralardaydın.
Anlat ... Sâre anneyi, Hâcer anneyi anlat. İsmâîl'in doğumunu, büyümesini, kurban olmaya gidişini , Mekke de yalnız kalmalarını, Zemzem'i anlat, metanetlerini anlat.
Sonra Sare annenin sevinci İshak'ı söyle bana...
Bir de Lût vardı ya. Ah zâlim kavim. Sen de şahitsin değil mi o gazâba, o ateşe, o helâka...?
Ya'kub'u anlat biraz. Yûsûf'a yanmasını, Yûsûf'un yanmasını...
Sen değil miydin, Yûsûf'un kokusunu 10 günlük yoldan Ya'kub'a getiren.
Nasıldı o koku, hadi târif et...
Ya Yûsûf'un cemâli ! Ay mıydı, güneş miydi ? Zindanı nûra çeviren, Koca Mısır 'a sultan olan aaahhh Yûsûf.
Züleyha'ya sabredip, Züleyha'ya da kavuşan, Züleyha'yı da imâna kavuşturan...
Bazen anlamıyorum seni ey rüzgâr, sesin kısılıyor, biliyorum zor bu gördüklerin. Ağır...!
Ağlamaklı oluyorsun bazen. Sesini anlamak zor o zaman...
Kaç çileye şahit oldun kim bilir...
Hele de Eyyub !..
Ah Sabır ! Hakk yolunda ne güzel azıksın.
Evlâtlar alındı, mal-mülk alındı Eyyub'dan. Düçâr oldu bir belâya da sabrı bırakmadı hiç...
Demek hepsine şahitsin... demek öyle...
Şuayb'den, Mûsâ'dan, Hârûn'dan...
Hadi anlat Yû'şâ'dan, Hızır'dan...
Kızıldeniz'den, Tûr-i Sînâ'dan, boş ver firavunu, haber ver o muderris yolculuktan.
Anlat bir bir balığın canlanmasını, geminin delinmesini, duvarın düzelmesini...
İlyâs'ı tarif et biraz da... kıtlıktan haber vermiş haa ! tuz ektirip, nohut biçtirmiş demek.
Ama nâfile demek...
O yaşlı kadının iyileşemeyen oğluydu demek Elyesa..?
İlyâs vesile oldu şifâsına ve Tevratı öğretti diyorsun. Kendisinden sonra da peygamber olduğunu söylüyorsun.
Metta Hâtun'un oğlu Yunus'un haberi de vardır sende..
Ne oldu da terketti kavmini, nasıl girdi o balığın karnına, kaç gün kaldı, nasıl çıktı.
Uzun uzun anlat...
O güzel sesli Dâvûd'u, Zebur okurken mahlukatın kendisini dinlemeye gelmesini anlat.
Demiri elleriyle hamur gibi işlemesini anlat. Oğlu Suleymân'ı da eksik bırakma.
Her şeyi kısa da olsa haber ver.
Hüdhüd ne derdi, ne ederdi, karınca ne yapardı... hep mi bilirdi ...
Şüphesiz...
Ya Lukmân köle iken vardın mı hiç yanına ?
Kölelikten azâda, azâd dan hikmete erdiğinde oradaydın değil mi ?
Peki Zekeriyya, Meryem'i muhafaza ederken, zalimlerin elinden, ağaç içerisinde can verirken...
kendisinin yaşlılığında Yahya doğarken... Peki zindanda başı alınırken.
Aaahhh zulmet... Ahhh zalim kavim...
Demek hepsini gördün...
İsâ 'yı serinleten de sendin. O'nu da anlat biraz...
Uzun ıslak saçlarını, pembe simâsını... Göğe çıkarılmasını anlat..
En son Habîb'i ( Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ) anlat artık.
Ama vakit ayır haaa !!!
Kısa kısa geçme...
Es şimdi kuvvetle. Her kes , her şey duysun seni. Biraz kuş sesi kat esintine. Ebâbil sesi ola bilir meselâ.
Doğduğu an ♡ Ümmeti Ümmeti ♡ diye duâsını sen de duydun.
Anlat...!
Babası görmeyi ne kadar dilemişti.
Annesi ne çok özlemişti Benî Sa'd yurduna gittiğinde.
Halime ne bereketlere kavuşmuştu. Hepsini ince ince anlat.
Ebva'da öksüz kalışı bize rahat rahat ' anne ' bile dedirtmedi.
Dedesini anlat,
Mekkenin Ulusu Abdulmuttalib'i...
8 yaşında dedesiz kalıp, Ebu Tâlib'in yaptığı amcalığı anlat.
Dağın, taşın, ağacın, kuşun kendisine selam vermesini anlat.
Hepsini gördün ey rüzgâr. Anlat da birlikte ağlayalım.
Gözyaşlarımız Hira 'ya dolsun, Uhud'u ıslatsın. Bulutla gölgelendiğini, kimlerce tasdiklendiğini anlatıver hele...
40 yaşına girişini, Kâ'be'ye gelişini, Hicretini...
Sıcak, uçsuz bucaksız çölde yalnız bırakmadın O'nu değil mi ?
Anlat !.. Esme başka yöne, bekle biraz daha.
Ensâr'ı, Muhâcir'i kardeş edişinden haber ver.
Bedir'in etrafında tozu dumana katan sen değil miydin ?
Hepsini gördün...
Anlat ince ince.
Uhud'un acısını... Sultân'ın yarasını... Hamza'ya uzanan mızrağı...
Hep gördün demek !
Mekke'nin fethinde, Mekke semâlarında gezinen de sendin ha !?
Ah Mekke...!
Ah Medîne..!
Tamam, yeter ey rüzgâr. Dayanamayacaksın...!
Dayanamayacağım...!
O günü anlatma...!
O gün ki; Cibril son kez gelmişti
Azrâîl izin alarak vazife etmişti...
Tamam es artık başka yönlere...
Silelim gözyaşlarımızı da helâlleşelim.
Teşekkür ederim rüzgâr.
Kayıt Tarihi : 17.10.2022 22:42:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bir akşam sessizliğinde esen rüzgârın, kulaklarıma fısıldadığı hisler...
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!