Bir çift gözdü beni benden alan.
Bir de al giymiş ki haspa,
Şu karşı dağları ben yarattım der gibi.
Saçlar kara,
Gözler ela.
Bir salınışı var: Bela
Yürüyorum ardı sıra,
Bir kot giymiş: Bende yara.
Deli gönül dürtüyor:
Git, şu ince beli dola.
Endamına mı kapıldım,
Bahtımın rüzgarına mı?
Arada bir geriye bakışı var ki...
Saçlar kara,
Gözler ela.
Bir salınışı var: Bela
Deli gönüle uydum,
Birden üçe saydım,
Elimi beline koydum.
Dudaklarında hafif bir gülümseme.
Yürüyoruz,
Diller lal,
Gözler konuşuyor.
Saçlar kara,
Gözler ela.
Bir salınışı var: Bela
Bu ana dünyalar değer,
Diyordum ki...
Gözlerimi açtım.
Rüyaymış meğer.
05.08.06 18:00
Kenan AydınKayıt Tarihi : 5.8.2006 20:53:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
'Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda' demiş Nazım Hikmet. Bizim Gülhane Parkımız yok. Değil ceviz ağacı, orda ısırgan otu bile olamayız. Ammaaaa Karatekin Parkımız var. İşten çıkınca soluğu orda alıyorum. Orası bana iyi geldi. Nerdeyse her akşam bir şiir çıkıyor o parktan. Ben de Karatekin Parkı'nda kestane ağacı oldum. Yabani kestane. Sahi, siz hiç yabani kestane yediniz mi? Acıdır. Zehir gibi... ama ilaçtır. Yine bir akşam, Karatekin Parkı'nda kestane ağacı olmuştum. İçimde bir şeyler var. Sanki bir şiir gelecek gibi. Arka cebimden dörde katlanmış A4 kağıdı çıkardım. Zaten o hep orda olurdu. Gömleğimin cebindeki kalemi de aldım elime. Yazacağım ama ilk mısra kaçmış. Havada, karşıda, sağda, solda ilk mısrayı arıyorum. Sanki ordaymış gibi... ordaymıştı: Karatekin Parkı'nda bir 'aileye mahsustur' bölümü, bir de benim gibi serserilerin oturduğu bölüm var. Ben mısramı ararken, benden yaklaşık 20 m. uzaktaki masada oturan üç bayan dikkatimi çekti. Tam karşımda esmer bir bayan, onun karşısında, sırtı bana dönük sarışın bir bayan ve sarışın bayanın solunda, bana göre yan oturan bir başka sarışın bayan. Benim o tarafa baktığımı görünce, esmer bayan, karşısındaki bayana beni başıyla işaret ederek, dudak hareketinden anladığım kadarıyla 'bakıyor' dedi. Arkası bana dönük sarışın bayan, koltuğunun altından bana doğru bakarak, diğer eliyle, sırtında bir dört işareti yaptı. 'Yok canım bana değildir' dedim. Çaktırmadan soluma baktım, kimse yok. Sağıma baktım, kimse yok. Olamazdı da zaten. Çünkü orda havuz vardı. Arkama baktım, orda da kimse yok. İşaret bana. Bana da... ben işaretlerden anlamam ki... Bir reklamda, işte şöyle yaparsam arkamı kontrol et, böyle yaparsam şu çocuk şahane diyordu ama o işaretleri de şimdi hatırlamıyordum ki... Yoksa beni tanıyorlar mıydı? İyi de ben onları tanımıyordum. Neyse biz şiirimize dönelim. Yahu nereye gitti bu mısra? Yine başımı kaldırdım. Tam mısrayı arayacaktım ki... Gözüm yine o masaya takıldı. Daha doğrusu masaya takılmak zorunda kaldı. Çünkü, bana yan oturan sarışın bayan ısrarla bana bakıyordu. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Ancak ben diyeyim onbeş, siz deyin onaltı yaşlarında. Gerçi ben de onsekiz buçuk yaşındayım ama, ne de olsa, aramızda koskoca üç buçuk yaş vardı. Şiirle bayanlar arasında gidip gelirken, bir 'Selam-ün Aleyküm' duydum. Baktım, bizim kurumdan emekli bir vatandaş. Kendisiyle çalışmadım ama, onun bana karşı bir sevgi, saygısı var. Serde şairlik var ya, sevgi varsa, başımızın üzerinde yeri var. 'Aleyküm Selam' dedim. Buyur ettim. İki çay söyledim. Zaten garsonlarla, parkı işletenle ahbap olmuştuk. Şairliğin faydasını gördüğüm tek yer de burasıydı. Arada sırada bana çay ısmarlıyorlardı. 'Abi, bu bizden' diyorlardı. Biz, kareyi dörtlemiştik: Ben; kağıt, kalem; misafirim; üç bayan. Arada bir aklım gidip geliyor: Yahu şu mısra nerdeydi? Misafirimle bir taraftan çaylarımızı yudumlarken, bir taraftan sohbet ediyorduk. Bayanlar kalktılar. Kasaya doğru yürümeye başladılar. Kasa da benim sağ çarprazımda. Ben de merak ediyorum, acaba o işaret bana mıydı diye. Eğer bana idiyse, ya kasaya gelirken, ya da içtiklerini öderken bana doğru bir nazar fırlatırlardı şeklinde düşünüyorum. Bana arkası dönük sarışın bayan, kasanın olduğu yerden bana dönüp gülümsemeye başladı. Hatta, bana doğru da bir kaç adım attı. Bakın, işte bu bayanın yaşı bana uygun gibiydi. Hani, ben onsekiz buçuk yaşındaydım ya, işte o da onsekizinde falan. İyi de, ben o taraklara bez sermiyorum ki. Bayan ısrarlı gülümsemesini sürdürüyor. Ben de şaşkın şaşkın ona bakıyorum. İyiki de bu bayan bana gülümsüyor diye, ben de ona pişmiş kelle gibi sırıtmamışım. Yoksa rezil olacakmışımdı. 'Baba, biz gidiyoruz' dedi. Meğer misafirimin kızıymış. Bayanlar gitti. Az sonra misafirim de gitti. Kağıt, kalem ve ben başbaşa kaldık. Baktım ki, uzuuunca bir zamandır kayıp olan mısralar, bana bakıp bakıp gülüyorlar. Hemen kalemi aldım elime, bir daha kaçmalarına fırsat vermeden bağlayıverdim. Diyceksiniz ki, 'anlattığın hikayeyle şiir arasında kırmızı elbise ve bir çift gözden başka benzerlik yok'. Canım, o kadarcık ta hayal gücüm olsun. Sevgilerimle. Kenan Aydın

ve
hoş bir hikaye.
ikisi alt-alta olmamış ama.
sevgili Kenan alttaki hikayeyi ordan al. başka yerde yayınla derim ben.
yanaklarından öpüyorum
saygılar
i.durmuş
Mürsel Adıgüzel
Çokkk güzeldiiii.
Eyvallah.
Çok hoş olmuş arkadaşım,
kutlanır bu kalem.
TÜM YORUMLAR (5)