Genel planda,bileşenler
Româna /Böl. 1 – Şehirde, ve Jetgiller’in.. kubbe ev’e gidiş
Româna /Böl. 2 – Krugera’nın salonunda…
Româna /Böl. 3 – Efkar ve Yolculuk
Româna /Böl. 4 – İstasyon,ve Krugera’yla konuşma
Româna /Böl. 5 – İstasyonda, vagonarası cinnet
Româna /Böl. 6 – Yolculukarası
Româna /Böl. 7 - Mars, ve Wells faktörü
Româna /Böl. 8 - Ötelenenin B.C. 18.500'ler gerisi'nde Mars'a başka sistemlerden gelenler ve 'KNÜ Yıldızfa'
(Ötelenenin B.C. 18.500'ler gerisi'nde Mars'a başka sistemlerden gelenler ve 'Karalama notlar üzeri
Yıldızfazı İstasyonu) '
Româna /Böl. 1
Adam yataktan kalkmış, çevresine bakınıyordu.
‘Gene anlamsız bir gün.’
diye düşündü. Yıllardır istediği gibi bir iş bulamamanın verdiği baskı ile ağır ağır, isteksizce, banyoya yöneldi. Yüzünü yıkadı. Çabucak giyinip kendini dışarı attığında, çoğu, iş güç sahibi olan bireyler gibi sirenlerle uyandırılmamış olduğunun farkına vardı: Her ne kadar bu sirenler sokaktan sokağa bir benzerlik taşısa ve bulunduğu bölgeye oldukça homojen dağılmış olsa da, insan biraz rahat oldu mu uykusunda bile duymuyor herhalde. Şaşkın bir yüz ifadesiyle, tepkisiz suratlı ve aldırışsız tavırlı insanları geçmeye çalıştığı caddenin ortasından yarmaya çalıştı. Hızla bir pike! Ve devamını getirdi… Koşarak yürüyen şerite ulaştı. Şehrin ana şalteri, bir bakıma bu şerit ağıydı. Şeritin üstündeki fanus biçimli yapışık kabinin şeffaf kapağını açarak içerdeki iki koltuktan sağdakine oturdu: Giderken manzarası yola karşı olacaktı. Soldaki koltukları genelde hiç sevmezdi çünkü hemen yandaki diğer şerit ve onun ardındaki şeritlerdeki hareketi görmek midesini bulandırır, uyuklatırdı.
5 dakika olmamıştı ki şerit hareket etmeye başladı. Hafiften hız aldı ve roket gibi fırladı!
*
İki gün önce, eski bir yakın arkadaşından şans eseri, iyi bir iş imkanı müjdesini aldığında kulaklarına inanamayan kendisi; bu gün tam da bu yola niyet, şehrin ulaşım güzergahındaki yerini almıştı gene. Raylı sistem, ağır ağır yukarı doğru yönelen bir sapağa vardığında, adam yavaşladığını hissetti. Böyle bir dakika kadar geçmişti ki gacırtılarla tekrar hızlandı şerit Ve yeniden bir roketteymişçesine! Artık göğe fırlatılan bir rokette gibiydi: ‘İlk kez yukarı çıkıyorum.’ diye düşündü. Arkadaşı tarafından ona oldukça pohpohlanmış bir işveren olan ve uzun yıllar yörüngede yaşamış, 288 yaşında yeryüzüne dönmüş olan ‘Krugera Richison, TT 1B –C’ kodluyu görmeye gidiyordu. Aldığı kısa bilgiye göre 305 yaşında olmalıydı. Bu yaşta birisini daha önce görmemiş kendisi, kentin önemli bir işvereninden görüşme koparabilmenin heyecanıyla, sarsıntılı rayda, iki üç aynaya baktı, saçlarını düzeltmeye çalıştı, üstüne başına biraz çeki düzen verdi. Sonra da, ne kadar ilkel bir içgüdüye kapıldığını hatırlayarak irkildi. Evet, dünya artık çok değişmişti ama kendisi neden hala pek adapte olamıyordu …
*
Raylı sistem çok yükseklerde bir kubbe sistemin önünde birden durduğunda çıkarmamak için kendini zor tuttu. İlk kez bu kadar yukarılara çıkmıştı. Çoğu kimse hayatı boyunca böyle fırsat bulamayabiliyordu. Aniden toparlandı ve kararlı bir şekil takınarak kapıyı açarak dışarı çıktı. Üstü başı biraz paspaldı ama hoş pek parası da yoktu. Ulaşım şeridinden ve şerit üzerine monte, yapışık kendi aracından atlayarak ilerideki yarı şeffaf, perdeli duvarlı kubbeye yollandı.
“Lütfen bekleyiniz…”
Onu uyaran sesten sonra bir kapı belirdi açılmasıyla birlikte gözleri önünde. İçinden çıkan tekerlekli, eski püskü bir robot, elini tutarak onu çekiştirmeye başladı. Beraberce içeri girdiler.
‘Çok geniş bir malikanenin içi gibi’
diye içinden geçirdi…
“Beyefendi birazdan burada olacak. İçecek bir şey ister misiniz? ”
diyen robot
‘Bir çay olsa iyi giderdi..’
yanıtını aldıktan sonra, küçük tekerlekleriyle feveranla içeri odalardan birine dalması muhtemel koridorda koşarcasına gözden kayboldu.
‘Oldukça ilginç. Yüzü gözü insana ne kadar benziyor. Ama yine de tekerlekli sistemli…’
Kendi kendine söylendikten sonra az ileride yanmakta olan şömineye doğru yanaştı. Şöminenin az yukarısındaki resimlere gözü ilişti. Bazı fotoğraflar, sanırım aile albümünden … Güzel, alımlı bir eş ve mutlu iki tane çocuk…
*
“Evet. Merhaba dostum! Nasılsın? ”
Birden irkildi bu sesle, ve.. yerinde sıçradı.
“Hahaha. Korkma. Korkuttuysam özür dilerim. Nasılsınız Chris, bay.. bay Christopher Cice? Sizi biraz yordum buralara kadar…”
Koşar adımlarla koridordan çıkan Krugera, konuğunun boynuna atladı. Sanki eski bir dost özlemi gibi…
‘Merhaba’
diyen Chris
‘Oturabilir miyim’ diye devam etti.
“Evet, evet dostum otur tabi. Sormak ne kelime.
Yolunuzu çok gözledim ve titiz bir araştırmadan sonra, yani sekreterlerim arkadaşınızla temas sağladıktan sonra, doğru seçim olduğunuz konusunda kuşkularım yok denecek kadar azaldı.”
‘Hakkımda araştırdığınız belli oluyor. Bunu neye borçluyum? ’
‘Dostum, lütfen, lütfen…
Hemen samimi olabiliriz. Yukarıda geçirdiğim yıllardan sonra…
Hala alışamadım desem yalan demem, buralara…”
“R2 gelmedi mi hala? ”
‘R2.. o kim? ’
“Robotum canım. Demin sizi içeri alan..”
‘Ha evet. Hayır çay istemiştim, henüz dönmedi.
“Lafa şöyle girmek isterim bay Cice.. Cice, doğru telaffuz ediyorum değil mi? ”
‘Evet, yanlışınız yok.’
“Güzel. Şöyle başlamalıyım bay Cice. Kent Veri Bankası’na göz atmış olmalısınız. Hakkımdaki bilgilere eksiksiz olmasa bile vakıf olmuş olmanız lazım. Fazla dolambaçlı konuşmayı sevmem ama yeterince kısa anlatmaya çalışacağım. Ben,işlerimin gösterdiği yalınlıkta gözüken ama hiç de buna uymayan biriyim aslında..”
‘Nasıl? Anlayamadım…’
“Yani,.. demek istiyorum ki… bakın; ben burada değilken, yani yörüngedeyken…”
Birden koşarak içeri giren robot, çay servisine başladı.
“Bana da bir çay getirsene R2”
diyen Krugera, robotu yolladı. Robot yine fişek gibi koridora daldı…
‘Neden robotunuza ‘Ar too’ diyorsunuz? Demin merak etmiştim.’
“Evet. Eskiden bir film vardı adı Star Wars olan. Bir anı. Ben de ona bu adı koydum. Ve onun bedenini de o filmdeki robota uygun dizayn ettirdim. Ama bir çehresi olsun da istedim: Malum, artık çok geliştik.”
‘Evet. Lütfen devam edebilir miyiz…’
diyerek koltuğuna daha bir gömülen Chris; bir yandan çayını içmeye çalıştı. ‘Bir an önce bitse de, gitsem’ der gibi düşünüyordu…
Mart 6, 2007
Româna /Böl. 2
“Bay Cice, ben yörüngedeki günlerimi, yıllarımı boşa geçirmedim. Genel hayat gidişatımdaki görünür çizgi her ne kadar farklı da gözükse dıştan, benim iç dünyam biraz değişiktir. Ordayken bazı araştırmalarım oldu, yerçekimsizliğin üzerime getirdiği rahatlamanın etkisi de tabi bunda inkar edilemez bence. Çeşitli şeyler okuyordum tarihe dair ve çeşitli araştırmalarım da oluyordu. Sonra bir ara Mars’a gitmeye karar verdim, ama tabi kısa bir süreliğine. Malum, yaşım belli: genç hiç sayılmam..”
‘Ama enerjiksiniz hala, beni kucaklamanıza bakılırsa…’
“Dostum, öyle değil. Çok yorgunum artık. Ama senin için yeni başlıyor.
Lütfen lafımı bölmeden dinleyiniz.”
“Dünyada insanlarda merak kıtlığı var artık. Merak ve hatta istek ve şevk kıtlığı da…
Sizi derinlemesine araştırdım,ve kendimle benzerlikler gördüm.
Tabii, size gelene kadar çok kişiyi elemiştim uygun görürsünüz ki…
Sonuç olarak, tüm araştırmalarımın bir noktaya gideceğinden eminim, bunun için buradasınız..”
İçeri üçüncü kez dalan robot Krugera’ya çayını iletti.
“..Demek istediğim, şeyy..
Orda bir şey keşfettim ben”
‘Ne keşfettiniz? Ne demek tüm bunlar,
ben buraya sade.. bir iş aramaya gelmiştim bay Krugera.’
“Lütfen dinleyin…
Mars’ta Batı Uygarlığı’nın ve hatta tabi, yerkürenin, Atlantis ve Lemurya’dan beri ikinci kez tükenişinin bazı kanıtlarını buldum; yani ben ve bazı çalışma arkadaşlarım: Belki de, o 2. Tükeniş’ten on sekiz bin yıl öncesine dek gidebilecek bazı kanıtlar, bundan söz ediyorum …”
‘Anlıyorum. Ama çok ilginç…
Peki neyle ilgili? Açar mısınız. İlgiyle dinliyorum…’
“Dünya’nın; o eski 2. Tükeniş zamanlarına ve tabi mağara insanlarını çıkarma davranışını gösterebildiği antik taş devri çağlarının çok daha öncelerine, bitkilerin yeryüzüne serpilmesine, ilk canlılık moleküllerinin çıkmasından önce atmosfersiz dünyada güneşin mor ötesi ışınlarınca su birikintilerindeki zerreciklerin bomba edilip bölünüp bölünüp kendine başkalık getirme çabalarına değin Mars, yerküremize benzeyen bir yerdi, nehirlerin aktığı …
Ama sonra yine döngüsüne girdi. Tıpkı bizim şu an girdiğimiz gibi. Bu sürece biz 21. yüzyıl başlarında başladık. Çeşitli yenilenme arayışlarıyla birlikte, enerjide ve algılayışlarda çalkalanmalar görüldü.
Ama tabiatın gördüğü zararın geri dönüşümü için acilen rahat bırakmanız gerek onu. Ve bunu, ancak, insanlık, çok sonraları tam anlamıyla yapabildi. Ve şimdi bulunduğumuz konuma geldik 2. Tükeniş döneminden…”
‘1. Tükeniş ne zaman bayım? ’
“Bay Cice, 1. Tükeniş Nuh Tufanıdır”
‘Anlıyorum …
Okumuştum.’
*
İster istemez daha samimi davranmaya itilen Krugera:
“..Demek istediğim şudur Chris, size Chris dememin mahsuru yok ya? ”
‘Hiç de değil. Lütfen devam edin…’
“Yani, ben deli değilim. Bu anlattıklarımın çok makul açıklamaları var.
Eğer razı gelirseniz sizin için bir araç hazırlatacağım yörüngeye gitmeniz için.
Bazı eski belgelerim uzay istasyonunda kaldı. Onları incelemenizi istiyorum, incelemenizi ve sonra da doğruca Mars’a gitmenizi… Çünkü kaybedecek bir anımız bile yok. Kanımca, bizi bekleyenler var. Ve bizden tepki bekliyor olabilirler…”
‘Anlayamıyorum bay Krugera. Bunları anlamakta biraz zorlanıyorum. Ama, dedikleriniz oldukça heyecan verici.
Fakat biliyorsunuz, kendinizden aşağı tabakadaki insanları aşağılayamazsınız. Yani tam bunu demek istemiyorum ancak, benim de bir hayatım var. Sadece iş bulmaya gelmiştim…’
“Dostum, dostum! Bırakın bunları. İyi dinleyin beni. Dünya’nın kurtuluşundan söz ediyoruz burada.
Ve.. şansımız yaver giderse, bundan çok olumlu sonuçlar alabileceğimizden şahsen ben, kesinlikle eminim.”
“Size belirli bir ücret bağlayabilirim ama sırf sizin beceri, yetenek, yaratıcılığınızdaki hayalgücüne ve merakınızdaki arzuya güvendiğim için…”
‘Ücret almam zaten…’
“Nasıl yani? ”
‘Normal bir iş olsaydı belki… Ama bu koşullarda…’
7 Mart sabaha karşı, hem de 2007 senesinde ;)
Româna /Böl. 3
Hükumetin bu işten bir haberi yoktu. Aşırı zengin Krugera için servetin bir önemi yoktu. Hayatı boyunca yalnız yaşamış bu adam, Chris’i bir kısa zaman diliminde bir astronot programına dahil etti. Gelişmiş sistemler ve yeni anlayışlardaki esnek uygulama alanları sayesinde kısa zamanda eğitimini tamamladı.
Artık gün gelip çatmıştı. Önce yörüngeye, sonra da Mars’a gönderileceği günün akşamında eve dönerken:
‘Şu eşyalarımı bırakıp da bir bar yapayım’ diye içinden geçirdi.
Bir itfaiye merkezi için bile kocaman denebilecek bir mezra olan evine sırt çantasını attıktan sonra doğru,çıktı kapıdan.
Barmenden bir bardak şarap istedi. Sonra bir tane daha. Derken, üçüncü… Saatler akıyordu. Ama duygular?
“Dozunu kaçırmayın bayım. Gecenin bu saatlerinde ilginç insanlar dadanır şehrin bu kesimine.
Bir olay çıkmasını istemiyorum.”
‘Uzun süredir bir damla koymuyordum.’
dedi.
Neden sonra,
‘Peki.’
dedi barmene.
Şişesi elinde, ordan ayrıldı Chris.
Biraz dolaştı.
Parlak ışıklı, renkli, cafcaflı panolar. Gene aynı. Her şey.
Ama sevgilisi aklına düştü …
Bir süre yürüdü.
Gitti evine, koydu kafayı yastığa.
*
Ertesi gün, kapı çaldığında yorgun argın ve son derece dağınık, kapıyı açtı.
“Bu ne hal?
Bugün yolculuğun vardı, unuttun mu? ”
dedi şöför görevli.
Kapıyı açtı, Chris’e yol verdi.
Chris, özel eşyalarını iki gün önceden topladığı çantasını kaptığı gibi arabaya atladı.
Krugera, onu rampaya az uzak bir mesafede, gene açık alanda, bekliyordu:
“Hoş geldin dostum.
Vakit tamam.”
‘Giysilerin içerde’ der gibi bir kafa işaretiyle arkadaki şantiye gibi bir alanı göstererek oraya girmesini işaret etti.
Özel kumaştan elbiselerini giyerek çıkan Chris, neşesinden biraz sıyrık gibi görünen adamı görünce;
‘Rahatsız mısınız?
Biraz solgun görünüyorsunuz.”
dedi.
“Chris, ben kanserim.”
“Astronot giysilerin roketin içinde.
Öğrendiğin bilgilerle ve diğer yardımcı arkadaşla oraya gideceksiniz ve sonra sizle iletişime geçeceğim, anlaşıldı mı? ” “Diğer bazı yardımcı prosedürleri zaten aracın ana bilgisayarı halledecek.”
Şaşırıp kalan Chris,
‘Tamam’
diye cevap verdi.
*
Uzaya çıkarken, pencereden dağlık ve düzlük alanları gördü. Sınırlar hiç belli değil, ama kıtalar ve coğrafi oluşumlar olanca netti. Artık iyice sırt sırta yan yaşayan dünyalılar için çok alışıldık hale gelen ama üstün eforla, önceki ataların çabasıyla yeni enerjilerin yolu açılmış olan hava kirliliği bazı şehirlerin üzerinde yine de büyük katmanlar teşkil ediyor görünüyordu. Bir elma dişlemeye başladı dünyanın atmosferine bakarken, ince bir elma kabuğuvari …
“Yakında uzay istasyonunda olacağız” diye uyardı eğitimli astronot:
Artık böyle eğitimli insanlar az kalmıştı. Sinclair, bunlardan biriydi ve astronotluk konusunda uzun yıllara dayanan bir tecrübesi vardı. Saçı sakalına karışmış bir adam gibi görünen Sinclair, üstüne düşen her görevi kusursuz yerine getiriyordu. Eline çabuk ve çok bilgiliydi bu konularda.
*
İstasyona girince, şaşkın gözlerle etrafını süzüyordu. Hayata bazen anlam veremiyordu. O nelerle uğraşmıştı, sevgilisi nerdeydi; bir de şu geldiği yerler neresiydi. Dünyayı mı gerçekten kurtarmaya çalışıyordu. Hayatın götürdüğü, sürüklediği durumlar; hep bir enayilik damgası mı bahşede midir ki…
Sinclair’i odasına uğurladıktan sonra; çeşitli şeyler düşünerek, karmakarışık, gitti kamarasına yattı. Çok yorgundu. Garip rüyalar gördü.
2 saat geçmemişti ki kalktı ve tabüldotun verildiği mavkiye doğru seğirtti.
“Ne haber yakışıklı” diyen kızıl saçlı, 35’lerinde görünen bir kadın, yampirice gülerek tabağına bir tas sıcak tarhanayı bocaladı.
Birden eli yandı:
‘Dikkat etsene biraz! ’
“Afedersin.”
dedi gülümseyerek kadın…
Köşedeki bir masaya giderek, çöktü. Kaşıklamaya başladı.
Sanki içtiği çorbanın haddi hesabı yoktu; içtikçe, bitmiyor gibiydi çorba.
Yakında Mars’a doğru yola çıkacaklardı…
7 mart, yine sabaha karşı
Bir link:
http://www.ogretmenler.com/haberDetayMiddle.asp? ID=34975
Româna /Böl. 4
2. gün
…”Telomer iplikçiğinin kısalmasına karşı yeni köksel önlemler ve kök hücreleri araştırmalarında gelinen son noktayla bile, bir dereceye kadar Chris…”
‘Kanser oluğunuzu ilk öğrendiğimde çok şaşırdım ama bir şey söyleyemedim giderayak.’
“Önemli değil. Zaten, bir yüz sene daha belki yaşayabilirdim şansım varsa. Ama bu gidişle buna gerek kalmayacak”
“Jedilerin jedisi Yoda bile 900 yaşında ölmüştü.
400 yaşımı göremeyeceğim için fazla bir üzüntüm yok dünyanın içinde bulunduğu ilkel standartları düşündüğümde”
dedi ve yeri göğü sarsan o büyük kahkahalarla gülmeye başladı.”
“Kafamı bazı önemli konular meşgul ediyor:
Yüzlerce yıl önce Tesla adında bir bilim adamı yaşamış. Günde 22 saat çalışır ve formülleri beyninde taşırmış. 20 bin volt elektriği vücudu ve saçlarında gezdirir bana mısın demezmiş. Keşfi, elektriğin dengede tutulursa; uygunca, kontrol edilebileceği. Diğer taraftan, atom çekirdeği çevresindeki elektron hızlandırması işlemi, görünmezliğimiz hatta kütleden yoksun hale gelebileceğimiz anlamına geliyor –Philadelphia Project Rainbow Deneyinin de ötesinde. Elektrik bu ölçüde dengede tutulabildiyse, ki yapmış Tesla zamanında; e bizde dengede kalan şeyi elektron hızlandırma işlemiyle aktive edebilirsek ne gibi bir sonuç çıkar ortaya?
:Uzun yıllar önce bir hipnoz seansına izleyici olarak katılmıştım. Geçmişinin reenkarne olasılıklarında dolaşan o kadın, elektron hızlandırma yönteminden söz etmişti başka yaşam formlarının …
“Schrodinger bilim adamını bilmen lazım senin..”
diyerek Chris’in nabzını yokladı. Olumlu bir tavır karşılığı alınca, devam etti:
“..Schrodinger’in Kedisi için, biz insanlar olaya katılmaksızın kedi canlı ya da ölü olmayı başarabilir mi ya da yoksa bunların bir önemi var mı?
Bu olayları Mars’ta bulacağın şeyin yanına kattığımızda peki bütün bunların tüm bir anlamı olabilir mi? Bu sebeple bunları düşündüm dün gece.”
Lafını sonlandırdı, odanın içindeki sallanan koltuk görüntüsünden sıyrılarak… Chris’in onu ilk görmeye gittiği evindeki salonunda..kulaçlar gibi çaba sarfederek yürüyerek, piposunun durduğu özel bir bölmenin kapağına ulaştı, tütün çıkınını da aynı bölmede özenle saklıyordu.
“Görüşmek üzere. Biraz dinleneceğim. Dinleneceğim ve konu üzerinde düşüneceğim…” diyerek, Kent Ana Şalteri’nin bile Özel hat’tından yaptığı konuşmayı sona erdirdi.
İstasyondaki kamarasında ortalıklarda kıpır kıpır dolaşan hologramın yokolmasından sonra, kibrit kutusundan büyük olmayan küçük çelik kutunun kapağını kapayan Chris, onu cebine yerleştirdi.
3. gün
“Mars’a gideceğin gün Prof. Letw Hertacryannanwich seni Mars’a götüren ekibe katılacak. Yani Sinclair, sen ve o. Sinclair uzayda eksik kaldığın noktalarda sana nasıl yardımcıysa, Mars’ta bulacağın şey konusunda da bn. Hertacryananwich sana yardımcı olacak.
Orda bulacağın şeye çok şaşıracaksın Chris. Senin merakının bu konuyu çözeceğine inanmak istiyorum çünkü başka bir şans aramak için belli sınırları zorlamıştık …”
‘Niki ne? Bayan Hertacryannanwich’in niki ne? Şey yani, kod numarası? ’
Onun bu tutumlarına anlam verebilen Krugera, yanıtlamakta geçikmedi:
“RM 1A -D”
“Alay etmeye çalışıyorsun sanırım?
Sen aslında çağının ötesinde düşünüyorsun Chris, biliyorsun, ama kodlamalara karşı pek sıcak olmadığını biliyorum.”
‘Bu tip şeylere alışmam biraz zor..’
‘Hem.. sizin de pipo ve bir köstekli saatiniz var…’
‘Peki bay Richison. Şimdi bir şeyler yiyeceğim.’
“Tamam. Seni sonra ararım.”
İçeri yemek bölümüne geçen Chris, ortadaki ana yemek masasına oturdu. Ve etrafından, pek de koşturmuyor gözüken ama rahat da denemeyecek olan haki kostümlü insan görüntülerine baktı.
Kalkarak,
‘Bayan Hertacryannanwich aranızdan kim acaba? ’
diye uluorta seslendi.
Sonra bir kadın çıkageldi. Asker kepini çıkardığında uzun kızıl saçları omuzlarına düştü. Kocaman bir kahkaha ortamı sarstı!
‘Olamaz! ’
Sert bir hareketle bir sandalye çeken kadın, oturup postallarını masaya uzattı:
“Bana bir çay getir asker! ”
‘ne? ’
“Şaka şaka
Hahaha..”
7 mart
Româna /Böl. 5
5. gün
Ertesi sabah nakliye kapsülünün saat 5.20’de orda olacağını tembihleyen profesör; Chris’e, saat beş’te kamarasının kapısında buluşmalarını, aksi halde olayların başından rayından çıkabileceğini söylemişti.
Dakik kadın tam dediği zaman kapıda belirmiş, kapıyı yumruklamaya başlamıştı bile. Yanında oralara getirdiği eski püskü, yanından ayırmadığı çalarsaatinin de gonglamasıyla havaya fırlayan Chris, tepetaklak biçimde toparlandı hemen. Çalar saatini; diğer, istasyona geldiğinden beri zaten hiç çıkarmamış olduğu diğer eşyalarının yanına sırt çantasının içine attı. Koridordan nakliye aracının bağlanacağı bölüme doğru geçerlerken, içi, trenlerdeki vagonlar arası geçiş bölmelerinde duyumsanabilecek bir hisle bir garip oldu. Ama bölünmediler. Olacak şey değildi. Bacakları kendisini götürüyordu. Bu rüya gibi geçen bir dakikanın sonunda düşlerinden uyandı. Koridorun sonuna geldiklerinde, önlerinde beliren duvardaki priz gibi küçük bir cihazın çakacağı sinyali beklemeye başladılar. Kırmızı ışık yanıp sönmeye başladığında, profesör yine aynı tabladaki bir düğmeye bastı. Büyük kapı aniden açıldı. Ardından, bir ikinci –daha kalın- kapı, ağır ağır açıldı. Kapsül çoktan bağlanmış, onları almaya gelen gri üniformalı emireri beş metre kadar ilerilerinde, el sallıyor gibi hareketlerle onları içeri davet ediyordu. Vakit kaybetmeden içeri girdiler. Ana kontrol panelindeki elektronik cihazlar ile bir büyük ekrandan başka üç eğreti sandalyeye sahip olan kapsülün, pek insan rahatı için tasarlandığı söylenemezdi. Kapsülün tabanına çakılı sandalyelerden biri arkada, demin girdikleri eşiğin hemen yanı başında; diğer ikisi, aracın ön tarafına doğru ikiz olarak yerleştirilmişti.
Bir gölge gibi bir hayal hissetmişlerdi ki; ön sandalyelere, fecrin mahmurucasına yığılan Hertacryannanwich ve Chris, sert bir sesle daha bir irkildi! Onları almaya gelmiş görevli yerde sessiz yatıyordu. Her yer kan gölü olmuştu.
‘Sinclair, senin ne işin var burada? Bu olanların anlamı ne?
Çabuk bırak elindeki o demir çubuğu! ’
“Hayır!
Bıktım artık buradan. İstasyonlardan ve yeryüzünden sıkıldım. Anlıyor musun!
Yıllardır böyle çalışıyorum.
Mars’taki eğlence merkezine gelip oralarda yaşamak istiyorum artık. Eğer buralarda kalırsam, zamanı geldiğinde tekrar beni yeryüzüne gönderecekler ve bir daha asla ordan çıkma şansım olmayacak. Anca Krugera gibi, birkaç densiz tarafından seçilmişlerin birkaç yüz yaşlarında bile olsalar istediği gibi dolaşma lüksleri var. Ama ben yaşlanmayı beklersem …”
‘Kes şamatayı! Yaptığının hesabını ver.’
diye devam etti, Chris.
‘Az önce bir Mars nakliye aracı görevlisinin demir çubukla kafasını yardın.
Ve muhtemelen, ölmüştür.’
“Asıl siz kesin.”
“Derhal bana İkincil Kimlik Belgeleri’nizi verin! ”
Gayesi, bu elektronik kartlar üzerindeki; onların, ‘doğum şifreleri’, ‘araç katsayıları’, ‘amaç dereceleri’ ve ‘şimdiye kadarki puanlamaları’ idi.
2. Tükeniş sonraki devirlerde uygulanmaya başlanan bu yöntemlerde; doğan her küçük çocuğa rakamlardan oluşan ‘doğum şifreleri’ verilirdi. ‘Araç katsayıları’; kişinin işindeki üst düzey yöneticisinden aldığı özel ikonlarla temsil edilip, ‘araç’ denmesinin sebebi ise kişinin işinin anca bir araç olarak görülmesi sebebiyleydi: Asıl amacı para’nın temsil ettiği bir yönelişte çalkalanan yeryüzü, ‘amaç dereceleri’ ile de kişi’yi 2. Kimlik Belgeleri’nde’ki bir dizi rakam ve harf topluluğu simge ile kontrol altında tutmayı hedeflemişti. Puanlamalar ise, kişinin işteki başarısına göre kazandığı dereceler ve rütbeler demek oluyordu.
Sinclair, belli ki, onlardan bu bilgilerin işlenirliği kartları’nı alarak Mars’taki tek ve ana-büyük bankadan onların verilerine girmeyi hedeflemiş, planlamış olmalıydı.
“Bilmediğimi sanmayın sakın neler peşinde olduğunuzu! ”
diye bağırmaya başladı:
“Krugera, diğer on ya da yirmi büyük Global İşveren türevlerinden neden farklı olsun ki! ?
Ben her şeyi uzun zamandır izliyorum. Niye çağırtıldığını da tahmin edebiliyorum Krugera’yı az çok tanıyor olmam dolayısıyla, Chris.”
dedi adam
“ilginç biridir.
Mutlaka bir giz peşine yollamıştır seni... Aslında bunun da peşine düşebilirdim ama bana para yeter artık bundan sonraki yaşamımda.”
Sinclair cinnet geçiriyordu.
“Hah, tam zamanında! ”
diye bağırdı Hertacryannanwich
Sinclair arkasına döndü bakındı, ama görünürde kimse yoktu.
Tam, yine dönmüştü ki; az önce kendi ellerinden bir hayata son vermiş olan demir çubuk şimdi onun kafasına, ama daha hafif bir darbe şeklinde inmişti.
Kapsülün kapı eşiğinden, az önce gelmiş oldukları yöne doğru adamı sürükleyen kadın, koridora yakın bir mevkide onu bıraktı. İçeri koştu ve bazı görevlileri uyandırdı. Gelip adamı ordan toparlamalarını istedi. Tekrar içeri, kapsüle dönmüştü ki,
‘ Doğrusu, çok zekice. Hem de hazırcevapça atikçe..’
diyen Chris, derin bir oh çekti.
‘Gemiyi indirmek artık bana, ve aldığım kısa eğitime kaldı…’
Româna /Böl. 6
Karbon ve su yönünden olcukça bol, organik kimya temelli.. bir hayata rastlanılmayan Mars; onlar güzergahta ilerledikçe, göz kırpmaya devam ediyordu.
‘Giderek büyüyen bir dev kızıl küre, aslında göründüğü kadar da büyük değil.’
diye aklından geçiren Chris; her şey sona erdiğinde, bir yolunu bulup da Neptün’e gitmenin hesaplarını kurar olmuştu ütopya-zihin kıvrımları’nda: Neptün yörüngesinde sadece bir uzay istasyonunun olduğunu bilmesine rağmen; hazır böyle fırsat ele geçmişken, bir ziyaretçi olarak bile olsa oraya gidip görmek istiyordu.
“Birkaç büyük kubbenin altında, yapay hayatla donatılan biyosferlerde birkaç on bin kişinin birkaçyüz seçilmiş insanlara yamak olarak çalıştığı…”
..”Tüm bunların ötesinde iki alan’ın da ötesinde bir olgu var bay Cice.”
dedi Hertacryannanwich
“İlginç bir keşif. Bir araç…
Krugera’dan biz’e hediye.
Yani,..şey;
biz insanlığa …”
kısa bir süre için yanaklarına kan oturdu.
“Görüntü ve mikrobiyoloji verilerinde organik temelli bir hayata rastlanılmamıştı. Çok önceleri, hayat bulunmayan denilen önemli iki bölge olan Chryse ve Utopia bölgelerinde bile kuşkularımız yoğunlaştı.”
“Biz, Chryse bölgesindeki bakir alanlardan birine yöneleceğiz…”
‘Pardon, ama..
Hala tam olarak bilmiyorum sizin uzmanlık alanınız neydi profesör? ...’
“Edebiyatla nörofarmakoloji ilişkisinde, denizaltı mikrobiyolojisinin en teorik bazlı kozmolojisi ve bunların kuantuma yansımaları diyebiliriz …”
‘Çok açıklayıcı, çokk! ...
Sağolun…’
Kadın birden gülmeye başladı gene …
*
Yılbaşı beyazı renkten sırıtan Mars kutup takkeleri, gezegenin büyük çoğunluğunun kırmızı olmasına engel sanki olamamışçasına, bir buzuluna daha fazla ayrıcalık tanımış bir görüntüyle, kuzey takkesinde az miktar su buzu saklar şekilde her yaklaştıkları mesafe aralığında onlara daha büyük selamlar vermekteydi. Her iki kutup takkesindeki donmuş karbondioksit nokrasallığı ve kızıl gizemiliği Mars’ın Aries…
‘Bir ölü düşünme çekilme.
Bir ölü düşüne çalkalan. Bir ölü düşüne çekilme…
Bir ölü düşü’ne çalkalan! ’
“Bu neydi şimdi? ”
diye sordu Hertacryannanwich.
‘Hiç…’
‘Bir şiir geçti içimden… Onu söyledim’
Bir link:
http://www.akat.org/sizin_icin/gunes_ve_sistemi/marsdosyasi.html
Româna /Böl. 7
A Kubbesi’nden Mars’a indiklerinde, en yakın bir kantine yöneldiler ve biraz tıkındıktan sonra sokağa bakan bir cafede çay içmeye koyuldular. İnsanların koşturmacası, anlamsız ve anlamlı yüzler, aceleci ya da sakin haleti ruhiyeler, hep aynı…
Kalkıp bir taksi aradılar. Fazla beklememişlerdi ki, hemen bir tane geldi. Çalçene bir şöföre düştüklerini anlamakta gecikmediler. Spnsuzluk gibi geçen bir azap süresi sonunda, adam onları özel bir uğrak noktasına bıraktı:
“Buradan sonrasında, şu karşıdaki hanlardan birine girecek ve oralarda yoğunlukla bulunan paletli taksi şöförlerinden biriyle anlaşacaksınız”
diye onları uyardı.
dediğini yaptılar adamın.
İçeri girip barmenden etrafın en güvenilir ve usta paletli taksi şöförünün kim olduğu hakkında biraz malumat edinmenin ardından bir masada bittiler:
“Olur ama dediğiniz bölgeye hemen hiç kimse gitmez. Turistik geziye mi geldiniz?
Size biraz tuzluya patlar.”
“Ne kadarsa veririz.”
“Hemfikiriz.”
diyerek olayı sonlandırdı Hertacryannanwich
A Kubbesi yaklaşık on bin kişiyi yaşatıyordu. Kubbeden çıkmadan önce adam onlara iki giysi temin etti. Giyinip kuşanıp hazır oldular. Ve ıssız Chryse bölgesine doğru yollandılar.
*
Tam mevkiye varmadan daha önce bir güzergahta aracı durdurdular.
“Biraz etrafı dolaşacağız biz.
Biraz bekler misiniz” diye, Profesör şöföre onaylayıp onaylamadığını sordu.
“Olur, ama fazla uzaklaşmayın. Buralar Dünya’ya benzemez.”
Belli bir mesafeyi yürüyerek ilerleyeceklerdi, şöförü de bu işe bulaştırmayı hiç istemezlerdi. Hertacryannanwich taksiye geri dönmesini işaret etti. Ama şöför buna pek anlam veremedi, zaten uzakta kalmıştı.
Yürüdüler…
Bir geniş yarık gibi bir alanı yarım saklayan çukurca ama fazla derin olmayan kraterimcil bir noktadan aşağı doğru, sanki hafifçe koşarcasına, yan yan süzülerek inmeye başladılar. Mağra ağzı gibi bir yarıktı bu –içeri davet eden…
Önlerinde özel bir kapı belirdi. Çelikten gibiydi.
Astronot giysisinin metalik sesiyle konuşan prof Chris’e hologram kutusunu çıkarması gerektiğini anlatmaya başladı kalın eldivenleriyle …
Kutu açıldı ve bu anı bekleyen Krugera yine kendi salonunda ortaya çıktı. Evin içinde bir sağa bir sola dört dönüyor gözüküyordu.
Onları fark edince,
“Ne oldu. Vardınız mı? ”
Kafasını sallayan Hertacryannanwich, olumlu yanıtı verdi.
Chris ise, biraz anlamsızcasına, kollarını ovuşturur gibi bir şeyler yaparak sanki ısınmaya çalışıyordu.
“Sol duvara..
Sol duvara doğru gidin. Orda bir küçük çentik var. Düğme orada. Kapı açılacak.
Büyük bir kapı. Biraz sabredin …”
Krugera’nın dediğini yaptılar. Hakkaten düğme ordaydı.
İçeri girince kapıyı içten kapadılar. Ölçüm kol saatlerinden bakarak, basınç, hava, tüm dengelerin kendiyle eşitlendiğini anlayınca güvenle kasklarını, astronot giysilerini çıkardılar.
Chris, yeniden hologramı açtı.
*
“Merhaba Chris. Tekrar merhaba Profesör …
Şimdi beni dinlemeye başla Chris.
Zamanımız kısıtlı…
“Seçilmiş olanları çoğu zaman genetik işlemlere tabi tutarlar Chris.”
“Genetik olarak oynadılar benle. Hem de çok”
‘Evet de.. konumuzla ilgisi ne? ’
‘Evet, söylentileri duymuştum ama pek bir fikrim de yok. Şehir efsanesi sanmıştım’
“Her şeyin bir bedeli var”
“Sadece kök hücresi ve ‘insan hayatı sonunda ölüme sebep a-kıstası devamlı kısalan telomer iplikçiğindeki kısalma’yı bir yere kadar durduran yeni gelişmelere rağmen, yüksek doz antioksidan hapları yutmama rağmen, ve hatta kanser oluşuma rağmen neden şimdi pek umut bağlanmamam gerektiğini de anlıyorsundur.
‘Peki..
Neden izin verdiniz ama? ’
“Ah Chris, o zamanlar senin gibiydim..
Yani bir zamanlar.
Ama sana destek çıkan gibi bir destek çıkanım hiç olmadı…
Kızımı büyütmek zorundaydım.”
“Bu yolla kazandığım olanaklarla sokulduğum Global işverenler dergahı’nda hızla yükseldim ki biliyorsun yeryüzünde yirmi otuz tane böyle kişi var. Ve,.. velhasıl, böylece, yeni yeni olanakların kapısını araladım.”
‘Kızınız?
O şimdi nerde? ’
Yani..
desteğim sizsiniz. Siz misiniz demek? ’
“O..
şimdi burada.
Tam karşında…”
“O benim Chris”
diye yanıtladı Hertacryannanwich
‘Letw; siz, siz misiniz? ? ’
‘Ama nasıl olur, anlayamıyorum…’
“Ama Sinclair olayıyla bir ilgim yok Chris.”
diyerek devam etti Krugera.
“Onun cinnet geçireceği hesapta yoktu.
Yeterince güçlü değilmiş.”
“Anlamayacak bir şey yok Chris.
O araca bineceksin ve merakınızla uygun işlemleri gerçekleştireceksiniz, siz ikiniz! !
Kızımla birlikte.
Onun senle gelmesini istiyorum.
Ben artık tükeniyorum.”
“Size yeterince erzak hazırladım. Gerekirse uzun zaman anlamaya gereksinim duyacaksınız ama diğer yerlerde kalıp amaçsız yaşamaktan iyidir. Ve uzun uzadıya yaptığım hesaplamalara göre, buradan birlikte o araçla çıkacaksınız…”
“Burada bu tuhaf makinayı, uzun zaman önce Mars’a yörüngeden geldim dediğim zaman bulmuştum Chris. Ve, benimsediğin üzere senin de, imkanlarım’ı kullanarak burayı bir duvarla ördürdüm ve Devletler Birliği mührü ile de bu kapıyı mühürlettim.
“Şimdi beni dikkatlice dinle! .
Hayat enerjim tükeniyor…”
“Bu konular hakkında yeterli bilgin olduğunu seni incelemelerim sırasında gördüm ancak titiz çalışmalısınız.”
“Kaynakları oldukça zengin ve mühendislikte çok ileri bir uygarlığın bunu yaptığını düşünüyoruz. Neyi? Şimdi diyeceklerimi.
Eski zamanlarda, 300 yıl kadar önce, ve bu ölçütün daha da ötelerinde, yani 2. Tükeniş zamanları başlangıcının da öncesi yıllarda atomik saatlerle de ispatlanmış olduğu üzere; dünyayla izafi devinimde bir izleyici, Einstein’ın öngörüsü Görelilik Kuramı’na göre, dünyanın geleceğine sıçrama yapabilir. Etkili zaman bükülmelerini gerçekleştirmiş ve ışık hızına yakın hızlara ulaşmayı başarabilmiş kişiler ya da formlar bırakmış olmalı bu aracı buraya. Nasıl bir açıklama yapılabilir ki başka, sence?
Geçmişe gitmek ise teoride bir derece daha zor. Temelde, görelilik buna karşı değil. Ancak zamanda geriye gitmenin yolu uzayda delikler bulmak gerekliliği. İçinden doğru geçilecek bir tünel! ! Düşünmesi bile güzel… Bunu başarabilirsek, zamanda ve hatta mekanda farklı noktalara ulaşabileceğiz.
Ancak,etkileri nasıl olur bilemem. Fakat denemeden öğrenilecek bir şey gibi de durmuyor.
Böyle bir deliği bulmamız koşulunda zaman makinesi de yapabiliriz. Ama zamanda geçmişe gitmekle,demin dediğim üzere, çeşitli paradoksları da acaba tetikleyebilir miyiz? Yoksa neden-sonuç olgusuna hiçbir koşul dayatma yapamaz mı? Böyle bir durumda paradoksal etkiler de gerçel bir düzlemde yadsınmış olur hatta sıfırlanabilir bile.
Geçmişe dair gidilecek bir delik oluşturursak, deliğin hemen önünde oluşası bir kuantum vakum enerjisinin mevzu bahis olmasına engel olmak için olayı tam dengelemeliyiz. –ki, bu tür zorluklar olağan, çünkü fiziksel bedene sahip her nesne için belirli bir güçlük sabit…”
“Bu araçta, anladığımız kadarıyla açıklarsam; aracın içinde helezonik bir iyon (elektron) tüpü var, yani gövde kısmın tam içinde, bu da gerekli manyetik alan frekansı üreteci. Bu sayede zaman gereci boyut atlıyor olmalı. Bu manyetik tüp içinde de elektron plazmasının akışı sağlanması gerekir.”
“Lemurya’nın ve Atlantis’in bin ya da iki bin yıl önceleri’nde ne olduğunu biliyor musun Chris? Yani M.Ö. 17500-19000 yılları zamanları,takriben…
Dünya’nın, en son 300 yıl önceleri gibi bir hayata sahip bir Mars hayatını işaret etmeye çalışıyorum.
Çok daha önceleri, belki de Lemurya ve Atlantis gibi uygarlıkların en eski ataları Mars’tan gelmiştir.
1. Tufan’ın yeryüzünde batırdığı uygarlıklar -ki aslında kendi sonlarından sorumlu olmalı idiler- - onların bu aracı bıraktığından kuşkulanıyorum.
‘Planları bu araçta gerçekleştirenler çok ileri bir uygarlık olmalı ve durum buysa, neden taş devri insanının taş tabletlere ‘astronot’ figür ve ‘basbaya.. resimleri’ kazımış oldukları yine de.. bir şekilde açıklığa kavuşabiliyor.. nedense:
Sizin evinizdeki o robot vardı ya. Onun hem yüzü var hem de tekerlekliydi…’
“Eklemem gereken bir nokta daha var. Dinliyor musun beni…”
“Dünya’da, laboratuvarlarda oluşturulan antimadde hala sınırlı ve zor koşullarda, antimaddeyi evrenden de toplamamız lazım ki …
ki bu da şu anki teknolojimizle zor, çok zor…
O halde, bu gereci dünyalılar yapıp buraya bırakmış olamaz çünkü aracın içinde antimadde ile çalışan warp cihazına dair bazı ibareler gördüğümü sanıyorum. Doğru anlayabildimse eğer. Senin de araştırman gerekecek.
Hem de hepsini! Dediklerimi harfiyen dinledin, değil mi?
Matematik olarak, uzay-zaman geometrisinde yaratılabilecek bir çarpıklık ile, ilintide bir dalga etkisiyle kayacak uzay gemisi, bir güneş sisteminden diğerine yüzlerce ışık yılı hızla gidebilir.
Eğer bu araçta negatif kütleleri bir dinamo gibi üreten bir warp etkisi varsa; işte, yani, bulmalısınız birlikte bunu da…”
*
İki adres:
http://www.ucandaire.org/yazi/zamanda-yolculuk
http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/ZAMANHAKEKBIL.html
Româna /Böl. 8
İşte,! !
bu yıldız kapısı.
Hayatımda değer verdiğim her şey için.
En güzel bir nokta:
O,
bir nokta evet;
her zaman bir geçiş periyodunda değiliz...
En güzelimiz'le de tam'lanabiliriz çok defa pekala.
En güzel bir şey,
sarf geçiş olmadığı için
bitemeyebilecektir de...
Sadece,
olasılıklara güvenmeli
ve yolumuzda ilerlemeliyiz
ki iyi olsun
olasılıklarımız...
İşleyerek yıldızın ışığını,
elde ettikleri;
mor ötesi enerjik yapısını,
hızla uzaklaşan kızılötesine
nakil etmeyi başardılar -
makinalarda.
Ufak bir sus payı,
onların kahve ve çay molaları.
Mart 8, 2007
Akın AkçaKayıt Tarihi : 8.3.2007 16:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
öyküdeki bilgiler, bilimsel temellere dayanmaktadır. Ve, küçük de görünebilse de, bir olasılık; ileride gerçekleşebilesi… bu dizinin orijinal şekli için blogcu/cii, ve bazı zaman yolculuğu tasvir resimleriyle ilgili adres vereceğim ya da buraya koyacağım Son bitiş tarihi Mart 8, 2007 15:43 BB.1 sonu(“Büyük Bölüm 1” sonu)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!