Hiç kimseyi aramıyorum,
Kendimden başka
Hiç kimseden kaçmıyorum,
Kendimden başka.
*
Ankara'da ikamet ediyordu. Eskişehir'de Sosyal Bilimler Enstitüsünün bilmem ne ana bilim dalının bilmem ne kürsüsünde yüksek lisansı kazanmış, dersinin olduğu günler kimi zaman hızlı trenle, kimi zaman AŞTİ'den otobüsle Eskişhir' e gidiyor, ders sonrası Ankara'ya o an mutat olan araçla geri dönüyordu.
Gözleri yine Rodin'e ilişti. Bu adı o takmıştı. Kimdi bu adam? Temiz, ütülü kıyafeti genelde kahverengi, sakalı kirli, saçı dağınık. Kıyafetine tezat görüntüsü. Avadanlığı cebinden hiç çıkarmadığı bir gazete, ispirto ocağı, kahve cezvesi ve sigara. Hiç banklara uzanıp, uyurken görmediği bu adam tez konusuydu.
Artık dayanacak gücü kalmamıştı, bilet kesen gence işaret etti.
-Afedersiniz şu karşı bankta oturan beyefendi,
-Ha o mu, kafayı sıyırmış. Fransızca öğretmeniymiş. Akıl sağlığı yerinde değil diye zorunlu emekli etmiş devlet. Kışları burada pinekler, uyumaz ha, kahve pişirir, sigara içer, izmaritini özenle saklar, çöpe artar. Onun gibilerini bırak senden, benden temizdir, afedersin.
-Hiç mi,
hiç kimseyle mi konuşmaz?
-Gören olmadı, ara sıra bilet alırken nereye gideceğini söyler, biner gider, kaybolur, yine döner, alıştık artık. Yemeği nerede yer, gözlerini nerede dinlendirir kimse bilmez. Parası, maaşı var, belki de izbe bir pansiyonda ya da tek göz oda bir yerde, belki de dışarıda açıkta bir yerde uyuyordur. Uçuran kaçıran yok değil, neymiş efendim Doğu Eksperse biner, Kars'ta iner, yol boyu uyurmuş. Kars'ta Harakani Hazretlerini ziyaret edermiş. Bu yüzden esnaf ilişmez, hatta korur.
*
Kadın, çekine çekine Rodin dediği adamın yakınına oturdu.
Rodin'in bir şeyler mırıldandığını duyan kadının dudakları uçukladı.
Bilet kesen gence sorusunu hatırladı.
-Hiç mi,
hiç kimseyle mi konuşmaz?
...
-Hiç kimseyi aramıyorum,
Kendimden başka
Hiç kimseden kaçmıyorum,
Kendimden başka.
Kadın bu sözü kendine bir mesaj saydı yanına yanaştı.
Sokuldu adama, dizini dizine değdirdi. Gerçekten de adam tepkisizdi. Anlamsız sözler söylüyordu.
-Ne dünün hüznünü ne yarının kaygısını bugün dediğim valize koymam. Doya doya yaşarım, güne inat.
Kadın adamın cebindeki gazeteye baktı. Fransızcaydı. Kaç tekrardan geçmişti, tarihi neydi?
Adam sözler, aforizmalar sıralıyordu.
Öyle böyle değildi.
Çenesinin altında eli, kimi düşünceye biat ediyor, kimi kabul görmüşlere ise reddiyeler sıralıyordu.
Fenerim yok,
Hiç kimseyi aramıyorum,
Truvam yok kimseden saklanmıyorum,
Kimseden de kaçmıyorum.
Bir yığın düşüncede minval alıyor ve bu düşünceye geri dönüyordu.
Kadın akademik hayatında tüm öğrendiklerini süzüyor, bir sonuca varamıyordu.
Sonunda Erasmus dedi.
Adam deliliği övüyordu.
Rodin'e adamakıllı sözle yaklaşsam, benden kaçmaz düşündü. Değer bulsun yeter ki, soruyu.
Kadın düşündü. Buldu söyleyeceği sözü. Adamın omuzuna dokundu,
Kesin kanaatini adamın yüzüne vurdu.
-Senin burada ne yaptığını biliyorum.
Adam sustu, gözleri parladı ve kadına sadece - delice- güldü.
Kadın tekrar etti, vurgusu bir başkaydı, cümle hecelere ayrılmıştı.
-Ne yap-tı-ğı-nı bi-li-yo-rum.
Adamın konuşmaya ya niyeti yoktu ya da kadın henüz damarını bulamamış, bam teline dokunamamıştı.
-Sen burada hep kafa dinliyorsun ama anlamadığım neden bu kez sesli dinliyorsun,
Adam güldü, döndü kadına.
-Sen de duy istedim, kafamdaki sesleri. Aklımın kapısını dinliyorum. Hele hele es geçtiklerini. Kapının ardındalar. Üzerlerine kitli ben. Sen de senden sana kaçıyorsun. Hem de kendine yakalanmadan. Sen de kafanı dinliyorsun, sesini hiç kimseye duyurmadan. Duydun işte bu gönlümün mukaddimesi. Aklım yetmiyor işte. İki gönlün bir olup, samanlığın seyran olmasına. İki gönül bir olmadı da samanlık seyran oldu.
İki gönül bir olmadı da samanlık seyran oldu. Kadın bunu kronik melankoli saydı, hikayesini sıradan kavuşamayan sayrılı yürekler bildi.
-Ya o gazete?
-Charles Baudelaire'in Elem Çiçekleri var, koklamak ister misin? Koklar dururum ama bir ozanın basit bir cümlesindeki genişliği, derinliği bulamam. Gel vefasız biraz merhamet eyle / Senin için ben aklımı yitirdim. Vefasızdan hiç merhamet bekler mi akıl, ancak aklını yitiren vefasızdan merhamet bekler. Ya aklını yitiren neyi bulur?
-?
-Benim gibi delileri düşün
Bulduğumuz,
Hiç kimseyi aramamak,
Kendimizden başka
Taşlansak da hiç kimseden kaçmamak,
Kendimizden başka.
Türküye dönersek, gelenin sıfatı yoktur. Gelmişse vefasızlığını soyunmuştur da gelmiştir. Senin gibi.
-Otobüsüm gelmek üzere,
-Benim de,
-Sen de mi yolcusun?
-Evet
-Yolculuk nereye?
-Bursa'ya.
-Aynı otobüste Eskişehir'e kadar gideceğim.
*
-Neden Bursa,
-Deli Ayten'in heykelini dikmişler, karanfil bırakacağım.
*
Kadının şimdiye kadar okuduğu en güzel risaleydi Rodin. Sadece gönlünün mukaddimesi dahi huzur vermişti.
İnsan bir kitap, sayfasını açmaya gör dedi ve arama motorunda hiç sevmediği müzik türü olan Rodin'in bahsettiği türküyü aradı, buldu ve dinledi. Türkü'yü döngüye alıp, Deli Ayten'in hikayesini okudu.
Hostes geldi, ikram için tercihini sordu.
-Kara Tren dedi.
Devam etti, pardon kafamı dinlerken, siz duyun istemezdim dedi. Karamelli kek, kahve lütfen dedi.
-?
Taş İskeleKayıt Tarihi : 6.6.2023 00:05:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Dağ sustu,
Gideninin kendine gelişine,
Gelenin kendinde kalışına çığlıklar, çığ gibi büyüttü serkeş arazını Nirvanasındaki abdal sevdanın..
Ah deli Ayten,
Ezelinde,
Vefayı senden öğrendi ölüm... Aşk olsun ki.
Ben mi?! her şeye çoktan boş verdim...
Boşvermişlikle başlamıştı her şey.
İnanmadılar,
Hoş inandırmak mı,
Boş vermiştim çoktan.
Rumuzuna gizlenmiş kalemin peşine takılmıştı, kendi yoktu.
Sevgiyle...
TÜM YORUMLAR (3)