“Karıncayı bile incitmem” deme!
Bile’den incinir karınca;
Söz söylemek irfan gerektirir,
Karınca kararınca…
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de Şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar...
Geçti istemem gelmeni,
Gam çekmeye gelmedin, dert etme hiçbir şeyi;
Bu dünyanın yükünün İmandır tek bineği.
Yükle her şeyi ona, sen taşıma evladım;
Eşref-i mahlukatsın, hayvanlık nene lâzım.
Bu dünyaya kalmayalım,
Fanidür aldanmayalım.
İkimiz ayrılmayalım,
Gel dosta gidelim gönül...
Ölüm haberi gelmeden,
Bahardaki şu neş’e, Hay’dan bir selam mıdır?
Gönüllerdeki bu aşk, Nur’dan bir kelam mıdır?
Hakkı gökte arayan âmâ rıdvan için bu;
Aşikâr görsün diye, yoksa bir burhan mıdır?
Burhan: Delil, kanıt
Bir şeyi bilmek yetmez, birde idrâk edebilmeli. Hatta idrâk etmemiz gerektiğini de idrâk edebilmeli
İdrâk edebilmeli, doğduğumuzda kulağımıza okunan ezanın namazının cenazemizde kılınacağını ve geçireceğimiz Dünya hayatının, ezanla namaz arası kadar kısa olduğunun mesajını…
Kağıda basılmış Kurân’ı öpüp koklarken, vurup kırdığımız insanın da bir Kuran olduğunu idrâk edebilmeli.
Doğduğumda okudular kulağıma ezanı;
Dedim, nerede bunun namazı?
Dediler: “Pek yakında olacak;
Bu ezanın namazı, cenazende kılınacak! ”…
Ora gittim bura gittim,
Sabit kadem olmadım hiç.
Kısa ömür geldi geçti;
Elde kalan koca bir hiç...
Ah iderek dövündüm hep;
Baskıyla söz bitti, yine dil sürçtü;
Haysiyet itibar yere düştü.
Koymuşlar başımıza bir şizofren,
Hapı yutmak yine bize düştü.
etkileyici siir yaziyorum diye önümüze
anlasilmaz agdali karmasalar sunanlara ders olarak okutmak lazim bu siiri
belki ögrenirler