Rıhtımdaydı,
Derin yalnızlığın içinde,
Elleri ceplerinde.
Rüzgar savuruyordu saçlarını,
Gömleğinden bedenine giren rüzgara aldırmadan,
Dolaşıyordu rıhtımda…
Rıhtımın demir parmaklıkları sürgün yeri
Fırça tutmuyordu aylardır elleri.
Tuvale bakmıyordu gözleri
Son tasarısı olacaktı kendi gölgesi.
Uzundu iskele,
Bir aşağı, bir yukarı voltalandı
Gözler silik,
Düşünceler karmaşık,
Kelimeler anlamsız.
Sustu. Hep sustu.
Bir hafta geçti aradan
Bir ay,
Bir yıl
Bin yıl geçse de bekleyecekti.
Bu dünyada olmazsa,
Öteki dünyada yapacaktı o resmi.
Odasından denize bakıyordu.
Ölümdü hasretine yalnızlık zinciri vuran,
Dünyaya sığmıyordu.
Ağacın yaprağını yere düşerken gördü.
Sessizce izledi.
Bir rüzgar çıktı ardından,
Sonbahar yapraklarını savurdu gitti çoktan.
Dalgalar kıyıya vurdu.
Sanki iskeleyi yıkıyordu.
Çağırıyordu ressamı bilinmezlere,
Ressam sadece susuyordu.
Cezasından çeken mahkumun,
Sonsuz bir kaçağıydı.
Atölyesi koğuşu,
Boyalar cezasıydı.
Fırçalar dağınıktı yerlerde,
Ressamın son arzusuydu resmi.
Resim bitecek,
Tablo yaşayacak,
Ve ressam ölecekti.
Oturdu tuvalin başına,
Ortada kırık bir resim,
Kurumuş bir hazan yaprağı yanında,
Aldı fırçayı eline, sürdü tuvale delice,
Çıkan her renk, aşkı anlatıyordu.
Kaybolup giden hayatın boy aynasını,
Özlemleriydi, hasretine karışan,
Sıcak bir kadının ince kollarında,
Resim gülümsedi.
Ressam,
Fırçanın son darbesiyle,
Ölümü seçiyordu,
Bitmiş resmin ayakları dibinde…
14 Ağustos 2005 (Pazar, 15:15)
Musa KarademirKayıt Tarihi : 25.6.2013 23:54:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!