Resko II Şiiri - Sargon Yéhunda

Sargon Yéhunda
22

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Resko II

Bana şerh alan, bana binaen bir bina, bir binek ve bir inek çizen benim en banal, bana en sanal, fırçası küçük bir dal, paleti hakikatten doğal, sakallı, püsküllü, milli ressam parçası hemşerim Resko Bey boşalan beline tiner sürerken, ben kumarda seni kaybediyordum.
Masa, bir savaşın tek dengesiydi. Dört ve tek. Üç ve bir. İki ve birer yada diğer olasılıkların oluşturduğu ittifaklar ve kara meleklerin ve ak meleklerin terden sırılsıklam oluşu, denge döngüsünün masaya kattığı derinlikti.
Bir savaşın ortasında seni bana yeğleyen benin bana kazandırdığı ikinci el, bozuk ve camı kırık bir hayatın bataryasını sende bıraktığını ve bunun sana geçen bir ganimet olduğunu kulağıma fısıldayan Resko’dan öğrenince, kendi üzerime bir oyun daha istedim. İlk elde, ilk on yılımı kaybettim. Meleklerimden biri öldü. Kalktım. Resko’nun çantasından biraz leblebi aldım. Dolaptan bir bardak pich aldım. Tekrar masaya oturdum.
Çocukluğunun hafızasını yitiren birinin olgun davranışlarının kaçta kaçının çocukluk sayılacağı evrime yeni bir teori ve boyut kazandırırken, dünyanın güneyini mesken edinen bilim adamları ve kadınları durmadan bir yerleri kazıyorlardı. İnatla ve sabırla kazıyorlardı. Bu yıllarca sürdü. Ve bir gün kayıp bir kente ulaştılar. hep aşağı doğru indiler. Kentin kalbine vardılar. Birden sırtım yarıldı. Bütün inenler oradan çıktılar. Bir meleğim daha öldü. İkinci elin sonuydu. Kanıma oynamıştık, kaybettim.
Sana kuduz olduğumu söylememiştim, değil mi? Yedi yaşımdaydım. Aşk ısırmıştı beni. Mesafeler için henüz bir aşı bulunamamıştı. Uzaklığın vücuduma yayılan virüsü enfeksiyonel bir hal alırken, bende ten korkusu baş göstermişti. O zamanki süt kokulu düşlerimi başımı dayadığım annemin dizlerine bırakırdım. Şimdi ise hüzünlerimi. Annemin dizi kangren, benim dizim ise daha ikinci bölümde en az izlenen program olduğu anlaşılıp, sabaha karşı, herkesin uykuda olduğu anlarda yayınlanır olmuştu. O an resim yaptığından uyanık kalan Resko, diziyi izlerdi. Gün içinde de bana anlatırdı. Hatırlamazdım. Dünümü hatırlamazdım. Hatırlayamıyordum. Resko, kumarda dünümü kaybettiğimi söyledi. Bu, üçüncü elin sonunda olmuş. Bir meleğim daha öldü.
Bir ara Resko’yu tanıyamadım. ‘’ pastel boya kullandığımdandır,’’ dedi. Yanıma oturdu. Bana beni anlattı. Bende kalmayıp sana geçen beni anlattı.
Ganimeti alıp gerdanına dizmişsin. Eminim ki yakışmıştır. İyi bak ona, çünkü ben çabuk pas tutarım! !
Ayrıca, bahisleri belirleyen de senmişsin. Sanırım daha oyuna başlamadan görme duyumu vestiyere bırakmışım da elimdeki kağıtları karşı tarafa gidip söyleyen seni görememişim. Hey dilber, beni şakağımdaki damarlarımdan ger! Bu kurt mantığı, bu derin sefalet, bu adamın kıçına batan ihanet Haşim’i sazlıkta kamış, Nedim’i lalezarda camış, beni de Reis-i Komar’ın kadehinde kımız yapar da bir su içirtmez.
‘’ ozanlardan patent hakkımı isterim.’’ Resko’ydu konuşan. O da, bir sigara yakmıştı. Gri rengini, gittikçe daha çok kullanır olmuştu. Sebebini söylemiyordu. Tuval ile kendi arasında kurduğu ilişkiden olsa gerek, sırrını saklıyordu.
Son eldi. Resko’nun sırrına oynamaya karar vermiştik. Kaybeden, Resko’dan sırrını isteyecek, masaya dahil edecekti. Resko, sırrını vermeyecek olursa, işkence yapacak, renklerini, tuvalini, paletini ve fırçalarını alacak, onu, varoluşunun anlamından uzaklaştıracaktı. Gerekirse onu yaralayacak, ölümün sınırlarında volta atacak, sırrı öğrenmeden dönmeyecekti. İlk kez tedirgin olmuştum. Terlemiş, nefessiz kalmıştım. Başıma ağrı girmiş, kara derili bir Patnos çıkmıştı. Kaybedersem, Resko’ya dokunur muydum? ! İnadını kırabilir miydim? Direnirse, sırrını vermezse ona işkence yaparken gözlerine bakabilir miydim? Resko, buna inat daha da direnmez miydi?
Ellerim havalandı. Parkinson hastalığına yakalandım. Kağıtlarım düştü. Sen, gülüyordun. Ben, alnımdan akıp gelen teri ince bir sızı gibi dudaklarımdan yalayıp, yuttum. Resko, saçlarını döküyordu. Son elin verdiği hazdan olsa gerek sen, bir koltuğa sinmiş kasıklarını ovuyordun.
Bir kağıt daha istedim. Resko, resimlerini aydınlatacak flüoresanların sayılarını artırdı. Sen, ışıyıp kamaşan teninde bir Eskimo gezdiriyordun. Masada, ölü melekler çoğalmaya başlamıştı.
Oda daraldı. Soluğumda, Resko’nun fırça izlerinin bıraktığı ağır bir koku vardı. Bir davul gümbürdedi. Sen, oturduğun koltukta bir şiir okumak istediğini söyledin. ‘’ melankoli/ kayıp kentin lanetidir/ah o adamlar ve kadınlar ki/ kendi uzaklarına düştüler.’’ ve şiirden sonra, bir dua gibi:’’ umarım melekleri ve renkleri solmaz onların.’’dedin ve ağladın. Kalkıp yanına geldim. Başını omzuma bırakıp; ‘’niye? ’’ diye sordun.
Ah dilber! Kuş öğretileri aşkına, senden başka sebep ne olabilir ki masaya esir, renklere kul olayım! ..
Kentin lanetini taşıdığımı söyledin. Yüzümde elini gezdirdin. Bir ölünün gözlerini kapar gibi gözlerimi kapadın ve kulağıma; ‘’ gözlerini yavaşça aç ve masaya bak ‘’ dedin. Açıkçası korkmuştum. Ama bu korku, masada ne bulacağım diye değildi; seninle alakalıydı. İlk kez bu kadar uzak, gizemli, yabancı ve şeytanımsı geldin bana. Korktum. Gözlerimi yavaşça açtım. Kararmış gözlerimin ışığa alışana kadar geçen süresinde gördükleri her siluet bir Resko’ydu. Bunu söyleyemedim. Biraz daha bekledim. Ve masa ışıdı. Masada üç sandalye, sandalyelerin birinde Resko, birinde kaybettiklerim, ötekinde sırtımdan akan terin bıraktığı izler vardı.
Bir aborgine oku gelip beynime saplandı. Bir akbaba gölgesi masaya düştü. Kalkıp,kapıyı kilitledin. Kapı uçurum oldu. Resko, uçurtmamı uçuruma bıraktı. Ardından baka kaldım. Masaya oturup oyuna devam ettim. Resko’ya baktım. Gözlerini sakladı. ‘’ başka türlü olamazdı ‘’ dedi.
‘’ne? ’’ diye sordum.
‘’ böyle olmasaydı, resmi bitiremezdim’’ dedi.
‘’ ya o? ’’ diyerek seni gösterdim.
‘’ o, yok! ’’ dedi.
‘’ ama gördüklerim’’ dedim.
‘’ yani görmeni istediklerim! ’’ dedi.
‘’ şimdi ne olacak? ’’diye sordum,
‘’ sadece oyunu bitir’’ dedi.
Devam ettim ve bir kağıt daha istedim. Grileşti Resko, fırçasını kırdı. Paletinden akan boyaları, mücadele tınısının esrik notaları oldu. Kazandım. Sırını istedim, verdi. Seni istedim, bana bağışladı. Artık vardın….
Ve gri, esirgeyen bir gerçekti. Bağışlayan bir tazelikti.
Ve biz, yedi günün kutsalıydık. İyiydik. Kötüydük. Resko’nun giziydik.
Ve Resko, LORD OF WARS & PEACE’di…

Sargon Yéhunda
Kayıt Tarihi : 10.12.2006 15:17:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Sertac Gezici
    Sertac Gezici

    kelimelerin hayat bulduğu ve sonsuz imgelemelerin olduğu tek bir şeyi hatırlattı bana RÜYALARI ancak insan rüyada o kadar özgür ve kelimelerde sınırsız olabilir. kutlarım

    Cevap Yaz
  • Gülay Bulut
    Gülay Bulut

    Ey hayal kırıklığı/hoş mu geldin diyeyim sana! /
    Anlamadığım sandığım şey/
    neyse boşverdim. /
    anladıklarımla yetinemedim./
    anlamadım.
    /neyi?/
    anlamamayı sevmedim./
    yazdıklarınla mıydın, yazdıklarında mı acaba, başka?/
    yazmadıkların neden sevgisiz?
    aradığın neydi ise sende bile değil.../
    ve hiç bir yerde belki.../
    içine baktım, kapalı, buradan görünmüyor, şiirden ya da neydi ise yazdığın/
    hiç... /
    çünkü anlatmadın.bana değil sadece, hiç kimseye... /
    şiire kaçtın,
    seni şiire saçtın, şiirse amacın, başardın../
    ölen melekler, hayat, hayasız hayat, arsız acı/tamlık/olamamak, yaratı, incelen sınırlar, ayrılıklar, ayrılamamaklar, süzülen kartal kanadında tutunamamaklar, dikenli dallara bile, düşmek gagasından yırtıcı kuşun, kurtulalamamak ama, oy dağlar dağlar, başımda duman var:

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Sargon Yéhunda