derelerin ve çayların
ve dağlardaki karların
akması gibi
süzüldük geldik sana
pare pare köylerden
ey genç düşlerimin ilk büyük şehri
önce seyrederdik
oturup çevre tepelerden seni
sırtımız çam ağaçlarında
beyaz beyaz evlerin
gözlerimizi kamaştırırdı
nazlı bir gelin gibi
akıp giderdi vadisinde kelkit
hayran kalırdık
ama utanırdık
elimizde yularını tuttuğumuz eşeğimizle
geçerken caddelerinden
utanırdık
bir kız arkadaşımıza rastlasak
omzumuzda heybe elimizde file
ve her yeni gelişimizde ürkerdik
ve her defasında yabancıydık sana
Mümin’in otobüsü
göründü mü Soğukpınar altındaki boğazda
dokunurdu kornaya
dali dili-dali dili-dali dili
tanıdığımız bir sesti bu
haftanın belli günleri
ve koşardık çarşıdaki küçük garaja
gerçi gurbette kimsemiz yoktu
olsundu
bizim olmasa da tanıdıkların olurdu
inenlere bakılırdı birer birer
Ankara ve İstanbul kokardı giysileri
ve giderilirdi meraklar
Faruk’un sinemasında oynayan her film
her nedense
yılın en muazzam filmi olurdu
olsundu
olmasa da biz giderdik zaten
bulduk mu elli kuruşu
öğleden sonra çarşamba
öğleden sonra cumartesi
ve pazar
sinema için özgürlük günümüz
bulduk mu elli kuruşu
akşamları yayılırdı hoparlörden
rüzgarın eşliğinde
“dağlar kızı Reyhan...”
“beyaz atlı...”
“bir fincan kahve...”
ve “sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer.”
aslında
hiç geçmezdi kapımızdan
sevda yüklü kervanlar
ama kervan olurduk
sevdalı arkadaşlarımıza
ve gömülürdük hayallere
gaz lambasının ışığında
borç da olsa bulurduk artık
elli kuruşu
ve kurulurduk tahta sandalyelerine
ya Asım’ın sinemasının
ya Faruk’un
kan, kin ve gözyaşı filmlerinin
muazzam seyircileri olurduk
bize yetmedin
ergenlik çağımın ilk büyük şehri
bize yetmedin
savrulduk
ülkemin ve dünyanın dört yanına
mevsimi yıllarla sayılan göçmen kuşları gibi
kimimiz öldük gittiğimiz yerlerde
kimimiz yine de döndük ölülerimizle
gelmiş olsak da
Ortaasya’dan buralara
ufkumuz rahat değil hala
hala durmuyor ruhumuzdaki göçerlik
bir Reşadiye’den
onlarca mahalle Ankara’da İstanbul’da
ya Almanya, İngiltere, Amerika
hepsi bizim oldu
ekmek uğruna
ama hala
Kelkit akar
Tozanlı Çayı akar
gürgen ağaçlarının gölgesindeki dereler gibi yüreğimiz
sanmayın
kaplıca suyu sadece Kelkit’in altında kaynar
hepimizin yüreğinde ısınmıştır öncesi
bu şehrin
bizden evveli var
elbet sonrası da olacak
kim ki taş üstüne taş koyar
kim ki el koyar her gailesinin altına
ellerinden
ellerinden öperim
kovalayan bir annenin evlatları gibiyiz
kapılardan atılsak da
gözümüz evlerinin bacalarında
yeter ki tütsün dumanı bacalarının
yeter ki tütsün Reşadiye
kan kaybetse de yüreğimiz
kızılcık şerbeti içtik deriz
Kayıt Tarihi : 29.1.2007 00:16:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
35_40 yıl önce köyümüzden ortaokul öğrenimi için Reşadiye'ye gidişimiz ve şehrin bizde bıraktığı izlenimler.Uyum sağlama güçlüğümüz...Bugün geriye baktığımızdaki gönül sızılarımızdır bu şiir.
TÜM YORUMLAR (5)