Reenkarnasyon - Öykü Şiiri - Aydın Demirkan

Aydın Demirkan
75

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Reenkarnasyon - Öykü

GEÇİŞ

Deli gibi koşarken aklımdaki tek şey şu an başlamış olan sınavdı ve ben geç kalmıştım bile. Bir yandan koltuğumun altına sıkıştırdığım kitapları düşürmemek için çabalarken bir yandan da gömleğimin düğmelerini iliklemeye çalışıyordum. Akşam o kadar kaçırmasaydın erken kalkabilir ve şu an okula sakin sakin gidiyor olabilirdim. Ama yok; bok var içecek, içmezsem olmazdı ya, içtim bende. Saçım başım dağınık, alnımdan şığır şıpır ter damlıyordu. Ara sıra aceleden bağlayamadığım spor ayakabıların bağcığına basıyordum diğer ayağımla ve düşecek gibi olurken dengemi sağlayıp koşuyordum yeniden. İnsanların garip bakışları arasında hızla ilerliyordum; ana caddeye gelmiş tam karşıya geçecektim ki kırmızı ışığın yandığını gördüm. Durup arabaların geçmesini bekleyecek zamanım yoktu, yeterince geç kalmıştım zaten. Ayağımı caddeye atarken sağa baktığımı ve ikinci ayağım yere değerken de sola baktığımı hatırlıyorum en son… üzerime hızla gelen beyaz bir otomobildi…
Bir boşluktu önce hissettiğim…
Başımdaki ılık sıcaklık ve bir rahatlama hissi…
Karşımda gördüğüm arabanın şöförü bana gülümsüyordu; çok sakin bir tavrı vardı sürücünün. Fakat garip bir şekilde o kalabalık caddede ondan başka hiçbir araç yoktu, üstelik arabanın rengi de beyaz değildi. Sabahın erken saatleri olduğu için insanlar telaşlı, hzlı adımlarla yürüyorlardı. Belli ki herkesin yetişmesi gereken bir yer vardı.
Bir kaza olmuş ve ben yolun ortasında yatıyordum ama kimse bana bakmıyordu bile.
Şöförün aracı hala bana bakıyor ve gayet sakin gülümsüyordu. Sinirlerimin bozulmaya başlamıştı. Kalkıp adama “ne bakıyosun lan? ” diyecek oldum ki “mööö” diye bir ses çıktı dudaklarımdan. Duraklayıp ne olduğunu düşündüm bir an… tekrar bağırmak için yeltendim ki adama çıkan ses yine aynıydı. İçimden güldüm kendime. “tabi” dedim, “şok geçiriyorum ve gördüklerim de hayal. Yoksa kaza geçirmişim, yolun ortasında uzanıyorum, neden kimse ilgilenmesin benimle! ”
“kalk da araba geçsin” diye bir sesin geldiğini duydum hemen yanı başımda. Kafamı çevirip bakınca bir inek gördüm sadece. Yanı başımda durmuş öylece bana bakıyordu. “kalk da araba geçsin” diyen sesi ikinci defa duyunca kalbimin duracağını sandım bir an. Evet evet, dedim içimden, şok geçiriyorum ben; inek konuşur mu ya..?
“sen yenisin galiba” diye konuşmasını sürdürdü inek, “hadi kalk.”
“aman Allahım, bu inek konuşuyor..! ”
Birden ayağa fırladım… daha doğrusu fırlamaya çalıştım…
Fırlayamıyordum çünkü ben de bir inektim!
Bayılmamak, olduğum yere yığılıp kalmamak için kendimi zor zaptettim. Diğer ineğin yanına yürürken bacaklarım titriyordu…
Ben yoldan çekilir çekilmez aracını çalıştırdı adam ve yanımızdan geçip giderken başıyla selam vermeyi de ihmal etmedi.

- Sen de kimsin? Yo yo, asıl ben kimim? Ya da, lanet olsun; biz neden ineğiz..?

Karşımdaki inek gülümsedi. Ya da gülümsememsi sırıttı; ya nebileyim, nediyorum ben ya… inek gülümser mi hiç!

- Şaşırmakta haklısın… ilk başta herkes senin gibi tepki verir, çok gördüm.
- Hangi herkes, ne tepkisi, neyi gördün? Ya çıldırtmasana beni, konuş…
- Öncelikle sakin ol ve bu duruma alışmaya çalış. Çünkü bundan sonraki hayatını bu bedenin içinde geçireceksin. Önceki hayatında bir insandın, şimdi ineksin; hayır hayır, inek değil sen bir boğasın.
- Sen de manyaksın… ben inek değilim!
- Biliyorum
- Boğa da değilim… ya bırak yavşak yavşak geviş getirmeyi de konuşsana… neler oluyor bu lanet olası yerde..? Tamam. Tabi ya… kazaya uğradım ben ve şu anda şok geçiriyorum. Bütün bu gördüklerim de bir rüya… hayır hayır, kabus… söyle bana, öyle, değil mi?
- Hayır… buraya ne zaman, nasıl geldin bilemem ama sen öldün. Bir önceki hayatında insandın ama şimdi değilsin
- İneğim, öyle mi?
- Hayır, boğasın
- Evet, boğa… ben bir boğayım. Peki nasıl oldu bu olay onu da anlatacak mısın?

Yaşadığım olayın bir reenkarnasyon olduğunu ve bunun mantığını uzun uzadıya anlattı inek arkadaşım. Yaşadığım ülkeden farklı olarak şu an Hindistan’da olduğumuzu ve burada yaşayan insanların, ölen insanlarının bir inek bedeninde dünyaya geldiklerine inandıklarını ve bu yüzden bize, yani ineklere sonsuz saygı gösterdiklerini ve daha bir çok ıvır zıvırı saydı döktü önüme. Söylediklerinin tek kelimesine inanmıyordum ama dikkatle dinlemeyi de ihmal etmiyordum. Çünkü içinde bulunduğum durumu (şok geçiriyor olmam dışında) anlamlandıramıyordum.
“hadi gidelim” dedi adının Dionis olduğunu öğrendiğim inek arkadaşım. Kendisi Yunan asıllı bir inekmiş… yani ölmeden önce Yunanistan’da yaşayan bir insanmış.

- Nereye gidelim?
- Acıktım ben, yemek yiyelim.
- Otlayalım yani?
- Buna gerek yok, pazara gidip canımız ne çekerse onu yeriz
- Bence dayak yeriz, bahçenin birisine girsek daha iyi olmaz mı?
- Olur tabi ama pazardakiler daha temiz ve daha önce söylediğim gibi bizi kutsal saydıkları
için dövmez hatta kovalamazlar.

Ben de acıkmıştım ve bugün duyduğum en güzel haber buydu. Fakat yine de seviniyordum. Bir inek oluşunun nesine sevinirdi ki insan, ya da boğa… boğa insanı, insansı boğa!
Kafam karmakarışıktı.

- Peki hep böyle boğa olarak mı yaşayacağım bundan sonra?
- Evet, yani istersen… yaşamayabilirsin de ama…
- Aması ne?
- Bu bir rivayet, ne derece doğru yada değil bilmiyorum.
- Nedir rivayet olan?
- Keşmir’in dağlarında yaşayan rahipler olduğu söylenir. Bunlara scholin rahipleri denir. Yani denirmiş, şehre inmezlermiş hiç bu rahipler. Söylentilere göre bu rahiplerin doğa üstü güçleri varmış… bedeninden memnun olmayan ruhların başka bedenlere geçmelerini sağlayabiliyorlarmış. Söylenti tabi bu…
- Hem de saçma bir söylenti… ne yani, istersem beni kuş yapabilirler mi?
- Kuş mu olmak istiyorsun?
- Hayır, eski bedenimi istiyorum ben.
- Ben de armut istiyorum… bak şuradaki tezgahta iri armutlar var.
- Bence sen önceki hayatında ayıydın!
- O halde nasıl konuşabiliyoruz?
- Sen Yunandın ben Türk, şimdi nasıl konuşuyoruz?
- Hakısın!
- Haklıyım tabi.

Pazarın içine dalmış, insanların arasında yürüyorduk. Gelmeden önce her ne kadar aksini idda etse de Dionis, dayak yiyeceğimize kesin gözüyle bakıyordum ben. Fakat bırakın dövmeyi, insanlar bizi görünce yol veriyor ve önümüzde iki büklüm eğilerek bizi selamlıyorlardı. Hatta bazı satıcılar salak olmalıydılar ki elleriyle buradan yeyin der gibi bizi tezgahlarına davet ediyorlardı. Dionis’in söylediğine göre tezgahından karnımızı doyurduğumuz satıcının ürününün bereket kazanacağına inanıyormuş.

Üç gün olmuştu inek olarak bu dünyaya geleli… oradan oraya gidiyor, canımız nerede ne isterse onu yiyiyorduk. Dionis beni inek arkadaşlarıyla tanıştırıyordu ve bundan da zevk alıyordu sanki. Bense bu duruma alışamamıştım henüz ve alışmaya da niyetim yoktu. O bilmem ne rahiplerini bulup şansımı denemek, eski bedenime geri dönmek istiyordum. Her ne kadar inanmasam, hatta saçma bile gelse içinde bulunduğum durum da mantıklı değildi zaten…

YOLCULUK

Henüz birkaç saat olmuştu ki yola çıkalı nereye gittiğinden bihaber ilerliyordu dağın zirvesine doğru. “Birisine sormalı” diye geçirdi aklından, “karambole nereye kadar gidicem…”
Biraz ileride gördüğü tavşana yöneldi; “hey baksana” diye seslendi uzaktan. Dursa durduğu yerde bağırmasına gerek kalmazdı ama zıp zıp zıplıyor oradan oraya koşuşturup duruyordu. Kendisine şaşkın şaşkın bakan tavşanın yanına vardı nihayet. “ne var? ” dedi tavşan kızgın gızgın ineğe bakarak;

- Niye bağırıyosun ayağına diken batmış tazı gibi, ödümü patlattın
- Çolin… şolin… ya da her neyse işte o rahipleri arıyorum ben, bu dağlarda yaşıyorlarmış. Biliyor musun nerde olduklarını?
- Cholin olmasın?
- Hah işte onlar, nasıl bulurum onları?
- Onlar bu dağın zirvelerinde yaşarlar, napıcaksın onları bulup?
- Sana ne? Sen nasıl gideeğimi söyle bana
- Hiç kibar değilsin, üstelik ineksin; neden söyleyeyim ki?
- Birincisi ben inek değil boğayım, ikincisi ben boğa da değil insanım.

Tavşan kahkalar atarak uzaklaştı Okan’ın yanından.
“bu dağın zirvesinde yaşarlar demişti, o halde tırmanmalıyım” diyerek tekrar yola koyuldu Okan. Güneş neredeyse tepeye çıkmıştı. Acıktığını ve susadığını fark etti. Bir süre etrafına bakındı meyve bulabilmek için ama boşunaydı çabası… etrafta çalılardan ve otlardan başka bir şey yoktu. Bir ağacın gölgesinde otlamaya başladı; bir yandan da hayıflanıyordu “ben bu hallere düşecek adam mıydım” diye… “eski halime bir döneyim, yemin ederim bir daha bulduğum hiçbir yemekten şikayet etmyeceğim.”
“niye söyleniyorsun homur homur” diye bir ses duydu. Sağa, sola, arkasına baktı ama kimseyi göremedi. “sinirlerim bozuldu sanırım” diyerek yeniden başladı ot yemeye. “bi’ ineğin kafası bu kadar çalışır işte” dedi bu sefer ses… yine şaşkın şaşkın etrafına bakındı okan, kızmaya başlamıştı. “yukarı baksana salak inek” dedi bu sefer duyduğu ses.
Başını kaldırıp yukarı bakınca aptal aptal bakan kargayı gördü dalda. “ ne istiyorsun? ” diye sordu kargaya. Karga;

- Ben bir şey istemiyorum, sen istiyorsun, dedi.
- Peki ne istiyorum ben, diye karşılık verdi Okan
- Cholin rahiplerini bulmak istiyorsun
- Bilmediğim bir şey söyle, ya da sus
- Onları nasıl bulacağını bilmiyorsun…
- Sen biliyor musun?
- Biliyorum tabi salak inek!
- İnek değilim ben, salak hiç değilim…
- Boğasın ama salaksın…
- Kısa kes de onları nasıl bulacağımı söyle sen
- Söylemekle olmaz, istersen sana yardım ederim
- Nasıl yardım edeceksin?
- Bak salaksın işte! Seni onlara ben görüreceğim
- Neden?
- Bu seni ilgilendirmez, istiyor musun istemiyor musun?

Bir süre düşündü Okan… ukala bir kargayla yolculuk yapmak zorunda kalacaktı ama o rahiplere ulaşmak için tek şansı belki o kargaydı. Kargaya teklifini kabul ettiğini söyledi ve bilikte yola koyuldular. Karga uçuyor Okan ise ona yetişmekte güçlük çekiyordu. Hantal vücuduyla hareket etmesi hiç de kolay değildi; hele bir dağa tırmanıyorsa…
Karga çareyi Okan’ın kafasına yerleşmekte buldu.

- Akşam olmak üzere, dedi karga
- Peki napıcaz?
- Konaklamak için bir yer bulmamız lazım… ben bir ağaç bulurum da, seni ne yapıcaz?
- Ağacın altında yatarım ben de…
- Salaksın diyorum da kızıyorsun, kurtlar da seni yesin di mi?
- Yerler mi?
- Hayır, halini hatrını sorar sonra da giderler… tanrım, bir de insan olacak bu ya…
- Napıcaz peki?
- Biraz daha tırmanıcaz, bildiğim bir mağara var; orada sabahlarız… eskiden bir ayı yaşardı orada ama avcılar vurdular, yavruları da açlıktan öldüler zavallının…
- Yazık olmuş ya, çok üzüldüm…
- Bırak konuşmayı da hızlan biraz, hava kararmadan yetişelim.
- Karnım acıktı benim ama
- Kurtlar çıkarlar birazdan avlanmaya, sen yemek ara istersen.
- Yok, sabah yerim… çok acıkmadım zaten.


DÖNÜŞ

Sabahın ilk ışıkları yüzünü gösterirken zor atmıştı kendini dışarı…
Hemen mağaranın biraz ilerisinde gördüğü böğürtlenlere saldırdı; çok acıkmıştı. Kahkahalarla kendini izleyen kargaya baktı sinirli sinirli.

- Ne var, çok mu komik?
- Su birikintisi olsaydı da baksaydın yüzüne komik olduğunu sen de görürdün. Kıpkırmızı olmuşsun

Karganın sözlerine aldırmadan tekrar yemeye koyuldu böğürtlenleri. Karga da yanına gelip karnını doyurdu ve yola koyuldular…

- Birkaç saat sonra orada oluruz, umarım çektiğin zahmete değer
- Ben de umuyorum, hayatımın geri kalan kısmını boğa olarak geçirmek hayallerimi süslemiyor
- O kadar kötü olmamalı, en azından insanlar size saygı duyuyorlar, ya biz ne yapalım?
- O senin sorunun, benim değil…

Bir süre sessizlik oldu aralarında…
Gidecekleri yeri bilmediği için yol hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu Okan’a. Rahiplerin varlığına bir nebze olsun inanmıştı artık; fakat söyledikleri gibi gerçekten onu tekrar bir insana, eski hakine döndürebilirler miydi?

- Su içelim şu ilerideki dereden, dedi karga.
- İçelim, çok susadım ben de. Çok var mı daha?
- Sanmıyorum, yakında görürüz onları
- Nasıl sanmıyorsun, bilmiyor musun yaşadıkları yeri?
- Kimse bilmez, bulunmak isterlerse görebilirsin onları
- Neden?
- Bilmem, vardır sanırım bir bildikleri… neden tekrar insan olmak istiyorsun?
- Bu seni ilgilendirmez, götürürüm dedin gideceğim yere götür sen, gerisine karışma.

Cevap vermedi karga Okan’a… tekrar yola koyuldular. Katedilen her mesafede yolculuk daha zor bir hâl alıyordu. İrili ufaklı kayalar giderek daha çok büyüyor aynı zamanda keskinleşiyordu. Bir önceki güne göre daha az mesafe yürümüşlerdi ama Okan daha çabuk yorulmuştu bugün.

- Dinlenelim
- Çok mu yoruldun?
- Başka birisinin kafasında yolculuk yapsam yorulmazdım ben de…
- Peki onları bulamasak ne yapacaksın? Geri mi döneceksin?
- Mutlaka bulucam, hatta bu uğurda ölsem bile.
- Seni anlamıyorum!

Okan güneşten korunmak için boyunu geçmeyen kayanın gölgesine sığınmıştı. Karga ise hemen o kayanın üstündeydi ve konuşmaya dalmışlardı. Okan kargayı sürekli tersliyor, karga ise aksi yaratılışlı boğayı sorularıyla sıkboğaz ediyordu. Tam bu sırada beklenmeyen bir şey oldu.
Bir tilki aniden karganın üstüne atladı ve onu pençelerinin arasına aldı. Dişlerini kargaya geçirip oradan kaçıp gitmesi an meselesiyken Okan kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle ve öyle sert savurdu ki kuyruğunu tilkinin suratına, tilki olduğu yerde şöyle bir sendeledi. Karga da uçup kurtuldu tilkinin pençelerinden. Boğayla baş edemeyeceğini anlayan tilki koşarak uzaklaştı oradan.
Karga tekrar aynı kayanın üzerine kondu.

- Hayatımı kurtardın!
- Evet, öyle yaptım
- Neden peki? Neden kurtardın hayatımı?
- Hep soru mu sorarsın sen? Sus da gidelim hadi, çokin rahiplerini bulucaz daha.
- Cholin.
- Ne fark eder, hadi gidelim
- Hayır
- Ne demek hayır, gelmiyor musun? Keşke kurtarmasaydım da seni yeseydi tilki.
- Ama kurtardın
- Evet, yaptık bi eşeklik işte!
- Hayır, insanlık… insanlık yaptın sen ve tekrar insan olmayı hak ediyorsun ama ne yalan söyleyeyim, senden hiç beklemezdim böyle bir şeyi.

Bulunduğu kayanın üstünden kendini yere bıraktı karga ve Okanın gözleri önünde birden bire turuncu giysilere bürünmüş kel kafalı bir cholin rahibine dönüşüverdi.
Okan şaşkınlık içinde kargaya, daha doğrusu rahibe bakarken neredeyse kocaman dilini yutacaktı. Kendini boğa olarak gördüğü andan sonra şoka uğratacak ikinci olaydı bu.

- Ne demek oluyor bu, neler oluyor şimdi burada?
- Bizi arıyordun ya, buldun işte!

Dionis’i gördü salına salına yanlarına gelirken ve hâla yavşak yavşak geviş getiriyordu. Kendisine boğa olduğunu anladığı anda yardım eden inekti bu. Birkaç adım kalmıştı ki yanlarına varmasına o da birden turuncu elbiseli kel bir rahibe dönüşüverdi.
Yolculuğa ilk çıktığı anda gördüğü tavşan ve hemen ardından biraz önce kargayı pençelerine geçiren tilki de sırayla cholin rahiplerine dönüşüverdiler gözlerinin önünde. Okan neler olduğunu anlayamıyor, şaşkınlıkla etrafında olup bitenleri izliyordu.

- Baş rahibim ben, dedi karga olan rahip… sergilediğin tavır ve davranışlarınla insan olamayacağına inanmaya başlamıştım. İki ayağının üstünde yürüyüp nefes almak değildir çünkü insan olmak, sorumlulukları vardır. Bunlardan biri de kendini korumaktan aciz olana çıkar gözetmeksizin yardım edebilmektir. Sen bunu yaptın.
- Peki ne olacak şimdi, insan olabilecek miyim?
- Bahsettiğin bedenine kavuşmaksa, evet, eski bedenine kavuşacaksın; fakat ne kadar insan olabileceğini kendin belirleyeceksin.
- Nasıl yani?
- Anlayacaksın, bunu anlayacak kadar zekisin…

Rahip elini uzattı Okan’ın kafasına dokunmak için. Kötü bir şey olacağı hissine kapılan Okan bir de bir adım geriledi. “Gözlerini kapat” dedi rahip. Okan gözlerini kapattı ve başına dokunan o sıcak eli hissetti. Derin bir boşluk duydu içinde, vücudunun her zerresi tarifi imkansız bir huzurla doldu. Yere düştüğünü hissettiği anda dünyası bembeyazdı…
“Üşüyorum” dedi kısık sesle ve kendinden geçti…

“İyileşeceksin oğlum”, diyen annesinin sesini duydu önce. Sıkıca oğlunun elini tutan anne sürekli aynı kelimeyi tekrarlıyordu… iyileşeceksin!
Zorlukla açtı gözlerini ve annesini gördü başucunda.

“Kimim ben, nerdeyim, boğa değilim değil mi? İnsan oldum mu? ”

Korku dolu gözlerle kendisine bakan annenin omzuna dokundu doktor. “narkozun etkisinden henüz çıkıyor oğlunuz, endişe edecek bir şey yok, korkmayın.”
Annesini ve odadan çıkıp gitmekte olan doktoru izledi gözlerini açan Okan… çevresine bakındı şaşkın gözlerle. Beyaz boyalı bir odadaydı… televizyona, sehpaya baktı; perdelere uzattı elini, ellerine baktı ve gülümsedi annesine dönüp.
Uykuya dalarken kelimeler zorlukla çıkıyordu dudaklarından.

“insan oldum anne, ben insan oldum…”

Aydın Demirkan
Kayıt Tarihi : 13.11.2007 19:54:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Gülnaz Hasköy
    Gülnaz Hasköy

    Ben okumuştum bu öykünüzü daha önce ama vakit darlığından yorum yazamamıştım.
    Önce şunu ifade edeyim ki Reenkarnasyon'a inanmam...Tabi bu tamamıyle benim düşüncem.
    İsteyen inanabilir....

    Bir başlık altında ele alınan konu, başarıyla ifade edilmiş. Ayrı profillerin katılımıyla renk cümbüşüne dönüşmüş ve okunası, espirisi bol, keyifli bir hal almış...
    Yeteneğinizi kutluyorum, kesinlikle övgüyü hak ediyorsunuz.
    Emeğinize sağlık.

    Cevap Yaz
  • Aslı Demirel
    Aslı Demirel

    güzel son... aslında komik değil düşündürücü... temennim insan olmayı öğrenmiş olması... insanlıktan nasibini almayanlar keşke böyle bir durum yaşayıp insanlaşabilse... tebrik ederim zevkle okudum öyküyü... soluksuz bir seferde... saygılarımla...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Aydın Demirkan