Recep Özden Şiirleri - Şair Recep Özden

0

TAKİPÇİ

1995 doğumlu. Kaptan. Yazmaya ilk kez askeri okul yıllarında başladı; disiplinle yoğrulmuş günlerde, duygularını şiirle ifade etti. O günden bu yana kalemi, hem kişisel yolculuğunun hem de içsel hesaplaşmalarının sesi oldu. Şiirlerinde aşkı, gurbeti,

Recep Özden

Aylar yılları kovalamadan önceydi. Karşı bağa oturup bakmıştı onunla. Son mahsulleriydi bademlerin. Artık dedesi yaşlanmıştı, bakamıyordu o güzelim ağaçlara. Onlar da küsmüştü. Çocukken yanında piknik yaptığı günleri özlüyorlardı. Dedesi sevmezdi çünkü onları. Eziyet gibi gelirdi bitmek bilmeyen istekleri. O günden sonra da izleme sırası onlara gelmişti. Gurbet onlara uğramazdı çünkü. Gözyaşlarını sakladıklar, ardından el salladılar rüzgarla birlikte. Sevda da yola çıktı.

Yâri gidenler oturup ağlamadı. Gurbeti icat edenler kör olmadı. Ellerin üçer beşer yârine değil de, onun bir tanecik Pera'sına göz diktiler. Onun da ardından ağlayan olmadı. Kör halası, sağır eniştesini son namazına çağırırken biliyordu bademler, gülmedi. Neşeyle koşturan çocuklar, bir daha topun ardından koşmadı. Ay ya hilaldi, ya da bulutun arkasına saklandı. Köprü başında bekleyen kızlardan hâlâ bekleyen kalmadı. Aşçı yengesi öldü, keşkek pişiren olmadı. Yani izleme sırası onlara gelmişti ama, hayaletlerden başka izleyecek bir filmleri kalmadı.

Dünyayı uzun uzun döndürüp geri geldiğinde ise karşıdaki bağ, dağ olmuştu. Nereden bilebilirdi o vedanın son olduğunu, yahut mezarlarında onu bekleyeceklerini? Beklediler, kurudular, öldüler, ve izlediler. Gün gelecek onlara soracaklardı çünkü. İstemeden de olsa, bir iyiyi bir kötüye verirken şahitlik yaptılar. Onlardan yaşlı koca çınar gözlerinin önünde devrildi. Siyah köpeğini vuranları da gördüler, sarı kedisini kaçıranları da. Bir tek filintasını oyduklarında tekrar öldüler. Bir daha bakamadılar köyden yana. Artık mezarlarından gördükleri tek şey, gökyüzüydü.

Devamını Oku
Recep Özden

Bir dua. Bir nefes. Harmandalı. Şenlendirici. Ve Efelerin Efesi. Paşam. Nâm-ı diğer Ata’m.

Tutamıyoruz
Elimizden kayıp gidiyor yıllar
Ne vatanı ne milleti.
Saygıyı tutamıyoruz

Devamını Oku
Recep Özden

Dünyanın en güzel esintisi geçmişti az önce. Saçlarımda yaz, gözlerimde dört mevsim. Her saniye yeni bir nefes alıyor, bir öncekine şükredemeden yenisini içiyordu ciğerlerim. Ama nefes de içilseydi, suyun ne kıymeti ne de azizliği kalırdı, değil mi? Yani içilmedi. Yani o ciğerler o nefesi içtim diye düşünürken aslında bu Mel'un o nefesleri hep har vurdu, harman savurdu. Değmeyecek yerde, değmeyecek zamanda. O yüzden aldığım her nefese şükrediyorum. Çok değil, 9 senedir sigara içiyorum, yine de nefessiz 50 metre yüzebiliyorum. Çünkü hayat böyledir. Gün gelir, kurban bulamazsın Candan ileri. Ondan sonra bir tek Yaradan bilir kaç metre, belki de kaç yıl nefessiz yüzebildiğini, bir de verdiği nefesin kıymetini.

Karacaoğlan demiş zamanında,
"Bizim pencereler yele karşıdır
Muhabbet dediğin karşı karşıdır" diye. O esintiler o yüzden hep geçti gitti. Karşı karşıya değil, yan yana bile gelemediğimiz için. Kendinden gurbette olmayı seçtiğin için. Ama merak etme, kelebekler bitmedi daha dünyada. Yani o yeni esintiler hiç beklemediğin bir anda gelir, özlersin. Hayatta yeterince özlemini çektiğimiz şey varken neden çıktı karşımıza bu esinti diye de dertlenme, dost dediğin de bir dağ yanana kadar sürer, izlersin.

Devamını Oku
Recep Özden

Nehrin başında, yüreği ağzında, gözleri aşağıya baktıkça yükseliyordu. Atlamaya and içmişti bir kere. Geri dönüş yoktu. Bir yanındaki taşa baktı, bir de suya. Taşa baktıkça suyun nefesini tutuşunu dinliyordu. İkisi de yan yana onu bekliyorlardı. Hemen geçemeyen zamanın resmi çekilirken onlar da poz verecekti. Ve hep beraber bırakacaklardı kendilerini. Bir anda. Hiç hesapta yokken.

"Have been here" dan "had been here" a geçtikten sonra anlıyoruz bazı şeyleri. Had bilenlere bu zaman yolculuğu bir arınma oluyordu. Kirleniyorduk çünkü. Ama çocuktuk. Kirlenmek en çok bizim hakkımızdı. Toprakla oynamaktan, suya girip çamura aldırmamaktan zevkli bir şey bilmezdik şu hayatta. Bilmediğimiz için o suya yıllar önce atılan zehire de aklımız ermezdi. Hem hayallere zehir mi karışırmış? Karıştırmadık. Karıştık.

Atladılar. Onunla beraber. Yazın serinliğini tüm bedeninde hissetti. Elinde sımsıkı tuttuğu taşla arasına girmesine izin verdi o serinliğin. Artık özgürlerdi. Sahne değişmişti. Boyut değişmişti. Zaman değişmişti. Bu yolculuğa çıkmadan önce bu noktaya geleceğini asla bilemezdi. Sahi nereden gelmişti o nehrin kenarına? Artık hatırlıyordu. Her anı. Her fotoğrafı. Her hikayeyi. Her yaşı.

Devamını Oku
Recep Özden


Gökyüzüne bıraktım hayallerimi
Rüzgar götürdü her gün bir buluta
Her bulutun üzerine bir tanesini bıraktı
Her gün yağdı bir tanesi bir bahtı karaya
Bahtı kara serinledi önce, sevindi

Devamını Oku
Recep Özden

Yeniden bir aşk şiiri yazabilir misin usta?
Bunca sene, bunca keder sonra?
O koskoca kara kışlardan sonra.
Halbuki daha yolun başındasın.
Koskoca Trump gelmiş 80 yaşına.
Sen daha kaç yaşındasın ki?

Devamını Oku
Recep Özden

Biliyor musun küçüğüm, aslında nasıldı o günler? Hep sıcaktı ama rüzgarı hiç eksik olmazdı. Bunaldım mı diye sormak hiç aklıma gelmezdi. Çünkü o zaman güneş bugünlerdeki gibi yakmazdı. Sadece şu an baktığım gibi bakamazdım. Ne sana, ne de güneşe.

Yalancılarla doluydu her yer. Hem de ustaydı hepsi. Yüzleri asık, eğlendikleri mekruh. Nefsi de o çekiyor zaten. Kandırıyor o da herkes gibi, aman diyim sen kanma. Gülüşünü saklayanların gülüşlerine odaklan. Benim, elini ağzına götürdüğün, onu usulca indirip gülümsediğim zamanları hatırla. Asla unutma küçüğüm, kahkahalarını gösterenler aslında acılarını da gösterirler.

Söylesene diyorsun ya, işte söylüyorum. Yoktun ya hani öncesinde, çok şey unuttum ben de. Bir çoraplarıma, bir de hüzünlerime sahip çıkamazdım. Kağıttan hayallerde bir parça kağıt bile yoktu çünkü. Şimdi sen o uzun yola çıkıp gitmediğini düşün. Solunda güneş yok, sağında rüzgar. Hangisi ağır basardı? Hangisini duyardın, hangisine sarılırdın? Hangisini daha çok özlerdin? Bilemiyorsun değil mi? Ben de bilmiyordum. Şair demiş ya hani, güzeli oynattılar, çirkini söylettiler. Söylesene diyorsun ya, söylemek zor küçüğüm. Ağlarsın, kıyamam.

Devamını Oku
Recep Özden

Böyle başlamamıştık. Ruhumun renklerine sıkı sıkı bağlıydı umutlarım. Gördüğüm görmediğim tüm güzellikler köşeyi dönünce beni bekliyordu. Sadece inanmak değildi bu, sadece yürekten değildi, yazılmıştı. Okumuştum. Oysa ki imzalamadan önce okuduğum çok nadirdi. Tüm koşul ve şartları kabul ederek çıktım yola. Yalanları da kabul ettim tabii ki. Sürmesi o kadar heyecanlıydı ki, ne kanayan dizlerim ne de kırılan ayağım o bisikletten düşmelere aldırıyordu. İnanmayı seçiyordum her seferinde. Düşe düşe bir gün kirleneceğimi ve ne kadar yıkanırsam yıkanayım temizlenemeyeceğimi bilmiyordum. Gördüğünüz bu kalıcı yaralar, evet haklısınız, benim suçumdu Hakim Bey. Sebebim malum.

Gittiğim yolu beğenen sadece ben vardım şu koskoca dünyada. Asfalta gerek yoktu, vatan gibi bir toprakta büyümüştüm. Yakıta gerek yoktu, elektrikliydi zaten ruhum. Yedeğe ihtiyacım yoktu, en kalitelisinden bulmuştum tekerleklerin. Suya gerek yoktu, Yaradan elbet yağmur yağdırırdı. Yemeğe gerek yoktu, artık doymuştum glutenli geçen günlere. Ağaca gerek yoktu, yeteri kadar dinlenmiştim yalnız gecelerimde. Kahveye gerek yoktu, sınırsız su pınarı gibiydi gönlüm, kanardı susuzluğum. Yol arkadaşına gerek yoktu, dünyanın en güzel şarkılarını dinliyordum, söylüyordum, hatta yazıyordum. Hiç bir kanıta ihtiyacım yoktu, sonuna vardığımda zaten o yoldan geçtiğim ispatlanacaktı. Yani haklısınız Hakim Bey, daha başından suçlanacağımı biliyordum. Konular malum.

Biliyordum, geçiçiydi bu fütursuz hâlim. Yediğim vurgunlardan ölmemiştim. Yol o kadar güzeldi ki, sonunu düşünmek aklıma bile gelmemişti. Kahraman da olmak istemiyordum. Kahramanların düşmanları çok olurdu. Beni kahraman ilan edip, kendilerini düşman yapanlara diyecek bir sözüm de yoktu o yüzden. Yerin kırk kat altından, atmosferin dışına kadar bir tane ittifak ortağı bulamadılar. Hepsi arkalarından vurdu. Hepsine sövdüler, beni de ebedi düşman ilan ettiler. Şimdi o uzaklardaki ülkede, kendi cumhuriyetlerinde Lale Devri'ni başlattılar. Yaradandan korkmadıkları için, yeniçeriler akıllarına bile gelmiyordu. Kazanlar kalkacak, Lale Devri bitecek, ve bağımsız cumhuriyet ilan edilecekti. Sonunda apansız kaçan onlar olacak, ömürden çalan ben olacaktım Hakim Bey. Gerisi malum.

Devamını Oku
Recep Özden

Her gün aynı saatte, zamanı akreple yelkovana hatırlatır gibi uyanırdım. Cezve ocakta beni bekler, sigaram elime aldığımda yanardı. Kapıdan çıkarken komşum başını sallar,
mavi kuş aynı daldan meşhur şarkısını söylerdi. Ustam dükkanın önünde sakallarını ovuşturur, sıcaktan mutsuz Pera baygın baygın bakardı.

Önce saat bozuldu. Akreple yelkovan artık zamanı hatırlamamaya başladı. Zamana ihtiyacım yoktu, zaten aynı saatte yine uyanıyordum. Bin yıldır akan zaman, saatle birlikte durmazdı. Sonsuzluk askerleri olan akreple yelkovan artık yaşlanmıştı. Zaten, zatenle geçen günler, bir saat bozuldu diye değişmeyecekti.

Cezve sapasağlamdı ama, hiç bitmeyen kahvem bir gün bitiverdi. Kahvenin bitişine bir zaten bulamazdım, yerine çay koyamaz, kahve içmeden de uyanamazdım. Sigaram ağladı, ben yandım. Ben ağlamazdım çünkü, bilirdi. Her gün veda ettik kahveye, sigaram da ben de söndük. Yine de alıştık, hayat devam ediyordu. Komşumun haberini aldığım gün de şarkısını söylüyordu mavi kuş. Rahmet dedik, üzüldük. Yine de alıştık yokluğuna. Komşum olmasa da yaşardım. Yaşadım da. Mavi kuş gibi.

Devamını Oku
Recep Özden

İşte öyle dostlar. Hepsi bir yolculukla başladı. Sonbahar sarıydı, gökyüzü gri. Beyaz giymiştim o gün. O kadar çok şeye kadeh kaldırmıştım ki, sonbahara kaldırmayı unutmuştum. Ama o beni unutmadı, sapsarı yaptı her yerimi. Soluk, yorgun ve yalnız ağaçların arasına aldı. E onlar da anlatmaya başlayınca mecbur bir kadeh de onlara kaldırdık. Şerefe.

Aslında kelimelere ihtiyaç yoktu. Bir şarkı anlatıyordu hepsini. Her duyguyu yaşamış, her yaşananı anlatmış, ne bahane kalmış ne de harabeler kalmıştı. Hıçkırığı unutmuştu sadece. Yutkunmayı unutmuştu. Onlar da düşmüştü peşine ama, ağır ağır ilerlerken keskin bir virajda ikisi de kayboldu. Bu kadardı işte o koskoca yıllar. Bir şarkı kadardı. Tek başına, başı önde yürürken, birisi seslenince kafasını kaldıran bir şarkı. Sessizliğini bozmadan, konuşanlara özenen bir şarkı. Öyle mütevazi, öyle kendinden haberi yok. Unutmuş çünkü kelimeleri. Bir "Ah" kalmış dilinde, bir de damla yanaklarında. Onları da hatırlattık ve bir kadeh daha kaldırdık. Şerefe.

Sabah olmadan defterleri kapatmamız lazımdı. Selim, Yunus, Semih, bir de tanımadığımız bir adam daha. 4 duvara 5 kişi sığmıyorduk. Şişenin de dibi gelmiyordu ki kapatalım. Hepsi ayrı ayrı anlattı. Biz zaten birbirimizi biliyoruz da, tanımadığınız adam anlattıkça hayretle nasıl yeni şişeye geçtiğimizi anlamıyorduk. Ya defteri kapatıp o adamı da o gece unutacaktık, ya da deftere onu da yazıp bir daha hiç kapatmayacaktık. O adam diyorum, ismini söylemedi çünkü. Kendisi de bilmiyordu bence. Bilseydi söylerdi. Bilip de anlatmayan çok insan tanıdım. Onlara hiç benzemiyordu. Saçları uzun rastalı, gözleri yemyeşil, zayıf desem zayıf değil, şişman desem hakkını yerim. Oturduğundan beri bir şey yemedi zaten, meyhaneyi de utandırdı. Sustukça geberiyorum diyordu ama hepimizden çok yaşıyor gibi içiyordu. O konuştu, biz de yaşadık. "Yaşamaya" dedik bu sefer de. Şerefe.

Devamını Oku