Ramazan Medeniyeti Şiiri - Nihat Malkoç

Nihat Malkoç
1604

ŞİİR


30

TAKİPÇİ

Ramazan Medeniyeti

ÂH O ESKİ RAMAZANLAR!...
M.NİHAT MALKOÇ

Geçmişe özlem duymak insanın doğasında vardır. Ne hikmetse her konuda geçmişe özlem duyarız. Bununla beraber yaşadığımız andan da şikâyet eder dururuz. Oysa daha evvel, bugün özlem duyduğumuz geçmişten şekva ederdik. Nostaljiye meraklı bir milletiz. Gerçi dünle bugünü karşılaştırdığımızda bugünkü hayatımızın düne göre daha çok yozlaştığını görüyoruz. Onun için nostalji arzusu içerisinde olanlara hak vermemek elde değildir.
Eskiden insanlar ramazanı büyük bir arzu ve heyecanla beklerdi. Ona madden ve manen hazırlanırlardı. Özellikle Şaban ayının son günleri herkesi bir telaş alırdı. İnsanlar ramazanın başladığına dair müjdeyi vermek için gece gün demeden hilali gözlerlerdi. Çünkü İslam inanışına göre Ramazan ayı, her yıl hilalinin doğuşuyla başlar. Hilali ilk gören; kendini bahtiyar sayar, müjdeyi Müslümanlara iletirdi. Şer’iye mahkemelerinde kadılar, müftüler sabahlara kadar nöbet tutup Ramazan müjdecisini beklerlerdi. Kimsenin içinde şüphe kalmazdı. Gerçi günümüzdeki modern rasathaneler bu meseleye bilimsel bir çözüm getirmiştir. Fakat bazı İslam devletleri eski huylarını devam ettirmekte, ramazana bir gün evvel veya bir gün sonra başlamayı marifet saymaktadırlar.
Çoğumuz günlük hayatın karmaşası içerisinde yok olan değerlerimizi ne kadar da arıyor ve de özlüyoruz. Eski ramazanları hatırımıza getirdiğimizde onları bir nostalji fırtınası olarak zihinlerimizde yaşatıyoruz. Çünkü günümüzde ramazanların içi boşaltıldı, heyecanı ve coşkusu kalmadı. Oysa eskiden ramazan yaklaşırken herkesi bir heyecan sarardı. Alış verişler ve genel temizlikler yapılırdı. Ramazanı adına yaraşır şekilde karşılamak için herkes seferber olurdu. Ramazan hayatımıza renk ve ahenk katardı. Ya şimdi, bunların hangisi yaşatılıyor?
Geçmişte ramazan iftarlarında misafirsiz sofra olmazdı. İnsanların bir ekmeği bile olsa onu dostlarıyla bölüşürdü. İftardan sonra teravihe gidilirdi. İstanbul’da yaşayanlar Direklerarası’na giderek orada ortaoyunu, karagöz ve meddah seyrederdi. Çayların biri gider biri gelirdi. Evlerde kalan kadınlar musiki âlemleri yapardı. Kahveler Yemen’den gelirdi… Ve her birinin kırk yıl hatırı olurdu. Oysa şimdi o eski ramazanları yaşayamıyoruz. İnsanlar misafir ağırlamayı artık yük olarak görüyor. Eskiden misafirsiz sofra olmazdı. Misafirin bereketiyle geldiğine inanılırdı. Üstelik misafirlere yemek sonunda ‘diş kirası’ adı altında hediyeler verilirdi. Hem yedir, hem hediye ver…Hangi kültür ve medeniyette var böyle incelik?... Bizde vardı işte, fakat bugün pek çok değerimiz gibi, onları da kaybettik.
Günümüzde evlerimizin başköşesine “ekran efendi” oturmuş, topluca önünde saygıyla eğilip donuk bakışlarla onu seyrediyoruz. Yaşama biçimlerimiz çok değişti. Artık o eski ramazanları yaşayamıyoruz. Eski gelenek ve görenekler rafa kaldırıldı.
O eski ramazanlarda yemekler hazırlanır, topun atılması beklenirdi. Dededen toruna kadar bütün aile fertleri sofranın etrafını çepeçevre sarardı. Yürekler Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın verdiği hazla dolup taşardı. Ezanlar can kulağıyla dinlenirdi. Oysa günümüzde insanlar geçim derdine düşmüş… Kimsenin koşturmaktan kendine ve dostlarına ayıracak vakti yok. Yarış atlarına dönüşmüş fertler, oradan oraya koşuşturup duruyorlar. Böyle bir dünyada insanın, kalbinin ve inançlarının sesini dinlemesi mümkün müdür?
Eski zaman ramazanlarında sofranın başköşesinde tatlılar olurdu. Birbirinden güzel ve özel tatlılar büyük emekle hazırlanır, eşe dosta sunulurdu. Tatlı olur da birbirinden güzel ve özel çeşitli içecekler olmaz mı? Onlar da susayanlara hayat iksiri niyetine sunulurdu. Tatlılar ve içecekler çeşitlilik arz ederdi. Hepsi de doğaldı, evlerde yapılırlardı. Bugün maalesef evlerimizde ne idüğü belirsiz asit yoğunluğu yüksek kolalar içiyoruz. İçeriği hiç de güvenli olmayan bu içeceklerle midelerimizi tahrip ediyoruz. Zamanımızda tatlılar genellikle hazır geliyor eve. Bu işle uğraşan işyerlerinden satın alıp sofralarımıza getiriyoruz. Oysa eskiden baklavalar ve bilumum tatlılar evde hazırlanır, herkes bu işe el verirdi.
Bugün içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf kuru bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘ah o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddi bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını nedense hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum, bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.
Millet olarak yaptığımız en büyük hata, dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol fevkalade yanlıştır. Bugün acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve manevi işgaller içerisinde yaşıyor olmamız geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevi hayatı uhrevi hayata tercih etmek, içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri, dayanıksız olduğu için, hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir.
Dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmini ve kararlılığını içimizde bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, boynu bükük güllerimiz istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır. Bu arzuyu yaşayacak ve yaşatacak gönüllere bugün ne çok ihtiyacımız vardır.


ASHABIN RAMAZANLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Bizler Peygamber Efendimizi dünya gözüyle göremedik. Bu yüzden, çektikleri bütün sıkıntılara rağmen, sahabeleri çok şanslı insanlar addediyoruz. Onlar hâl ve hareketleriyle bize örnekti. Peki, Allah dostları ramazanları acaba nasıl idrak ederdi? Bunu hiç düşündünüz mü?
Her biri birer Allah dostu olan sahabeler, ramazana Recep ayından itibaren hazırlanırlardı. Gerçi onlar on iki ay boyunca hak ve hakikatin izinden gitmeye riayet ederdi. Ashab, ramazan ayının girmesiyle birlikte sevinçten bayram ederdi. Onların çocukları bile ramazan iklimine girer, ona göre davranırlardı. Çocuklarının çoğu gönüllü ramazan orucu tutardı. Oruç, sahabenin sadece ramazanda değil; ramazan dışında da yaptığı ibadetlerin başında gelirdi. Ashabın çoğu ‘Pazartesi’ ve ‘Perşembe’ günleri oruç tutmaya dikkat ederdi.
Sahabeler maddî sıkıntılar içerisinde kıvranmalarına rağmen iftar sofralarına mutlaka birilerini davet ederlerdi. Onların sofraları herkese açıktı. Kendileri sofradan gerekirse yarı aç kalkar, fakat yine de bu güzel hasletlerinden taviz vermezlerdi. Nefislerini semirtmezlerdi.
“Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan gecelerini ihya ederse, geçmiş günahları affolunur.” hadis-i şerifi sahabeleri ramazan aylarında ibadet seferberliğine yöneltmiştir. Sahabelerin çoğu iftardan başlayarak sahura kadar ibadet ederdi. “Gecede bir saat vardır ki, Müslüman bir kimsenin Allah’tan, dünya veya ahirete müteallik bir hayır talebi, o saate rastlarsa, Allah dilediğini ona mutlaka verir. Bu saat her gecede vardır” hadisi de sahabeleri geceleri ibadete sevk etmiştir. Onlar gece boyunca Kur’an-ı Kerim okur, teheccüd namazları kılarlardı. Dillerinden Hakk’ın mübarek adları düşmezdi. Zikir onların hayatlarında olmazsa olmaz ibadetlerden biriydi. Malayani konuşmaktan özellikle sakınırlardı.
Bu mübarek ayda ashab diğer zamanlardan daha sık umre yapardı. Zira Peygamberimizin “Ramazan ayında yapılan umre tam bir hac sayılır; yahut da benimle birlikte yapılmış bir haccın yerini tutar” sözü onları heyecanlandırarak yollara dökerdi.
Sahabelerin maddî güçleri sınırlı olsa da ellerinde ne varsa sadaka olarak verirlerdi. Çünkü onların tartışmasız tek rehberi olan Hz. Muhammed(sav) ramazanda verilen sadakanın en makbul sadaka olduğunu söylemişti. Onlar zekâtlarını da bu mübarek ayda verirlerdi. Fakat verirken gizliliğe riayet ederlerdi. Günümüzde ne yazık ki buna pek dikkat edilmiyor. Bugünkü zenginlerin bir kısmı yardım edecekleri gün basın mensuplarını çağırıp hayırlarını reklam malzemesi yapıyorlar. Böylece elde edecekleri sevap büyük ölçüde zayi oluyor.
Sahabe-i Güzin, fakirleri zenginin sırtında bir yük olarak değil; kendisine sevap kazandıracak bir velinimet olarak görürlerdi. Fıtır sadakası özellikle bayramdan evvel verilmeye gayret edilirdi. Böylece garibanlar bayrama neşe içerisinde girerlerdi. Onların da yüzü gülerdi. Fakirler eziklik yaşamazdı. Bayram bu haliyle herkes için bayram olurdu.
Bilindiği gibi ramazanın içinde “bin aydan daha hayırlı bir gece” olan mübarek ve muazzez Kadir gecesi vardır. Bu gece, ramazanın içinde gizli tutulmuştur. Fakat son on günün gecesinde olma ihtimali daha yüksektir. Bunu bilen sahabeler ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. O gecelerin hepsini Kadir gecesi bilirlerdi. Resulullah’tan böyle görmüşlerdi.
Bu anlattıklarımızdan şu anlaşılmasın: “Sahabeler ramazanda dünya işlerini bırakırlardı?” Böyle bir şey söz konusu bile değildir. Onlar dünya ve ahret hayatında hep dengeyi gözetmişlerdir. Ölçü üzere yaşamışlardır; ifrat ve tefritten özellikle sakınmışlardır.
Sahabeler ibadetlerini aslında on iki aya yayarlardı. Ramazanda ibadetleri çok daha yoğunlaşırdı. Fakat günümüzde bazı insanlar sadece ramazanda ibadete yöneliyor, ramazan çıkınca bırakıyor. Biz buna tabir caizse “Ramazan Müslümanlığı” diyelim. Yanlıştır bu!..
Bizler asrısaadette yaşa(ya)madık. Bunu belki bir şanssızlık olarak görüyoruz. Gerçi o devirde ‘Hz. Ebubekir’ olma ihtimalinin yanında ‘Ebu Cehil’ olma ihtimali de vardı. Bizler el ele gönül gönüle verirsek, bir ve beraber olup birbirimizi Allah için seversek bu çağı da asrısaadete çevirebiliriz. Yeter ki inanalım ve inancımızı azim ve gayretimizle besleyelim.

AVAM VE HAVAS ORUCU
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan ayıyla beraber hayatımızın ibresi maneviyatı gösterir. Bir aylık da olsa şahsî hayatımızda ve çevremizde manevî bir seferberlik ilan edilir. Başka günlerde gündemimizde olmayan İslam, bu ayda deyim yerindeyse gündemimize oturur. Oysa gerçek Müslüman her zaman teyakkuz halinde olur. O her an ölebileceğini düşünerek maneviyatını takviye ve ikmal eder. Bilinmelidir ki bir aylık ibadet bizleri Cehennem ateşinden kurtaramaz.
Kur’an ve ibadet ayı olan ramazanı layıkıyla değerlendirmek istikbalimize manevi yatırım yapmak demektir. Akıllı insan odur ki fani şeylerle zaman kaybetmez, baki olanın peşinden koşup durur. Hak katında fani olan, günlük meşguliyetlerdir, bâki olan ise ahiret için çırpınmaktır. Fakat bu mübarek din, dünyayla ahiret dengesini de gözetiyor. Dünyayı da bir kenara bırakmamızı istemiyor. Çünkü yaşamak için bazı ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Başkalarına el açmak hoş karşılanmamıştır dinimizde. Müslüman miskin miskin oturamaz. Mümin daima hareket halinde yaşayan insandır. Kişi rızkını helal yolda aramalıdır. Bununla ilgili olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav)’in “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.” hadisi bizlere gidilmesi gereken yolu gösteriyor.
Oruç tutan insanlar Allah’ın emrini yerine getirmiş olmanın manevi doyumunu yaşarlar. Bu doyuma erişen kullar her geçen günü, ömür defterlerinden bir kayıp sayfa olarak değil, bir kazanç sayfası olarak nitelendirirler. Bu bakış açısı iç huzurun sağlanmasında etkin bir rol oynar. Maddi varlığımızla manevi dünyamızın dengede tutulması, bizi boşluğa düşmekten korur. İradenin günahları perdelemesi imtihana tabi tutulan kulu büyük bir zafer kazanmışçasına mutlu eder. Bu mücadeleden başı dik çıkan kişinin kendine olan güveni artar.
Nefsin emrine karşı koyan yüksek irade gücü, Hakk’a teslimiyetin getirdiği manevi saltanatı ebediyen yaşar. İşte dünya o zaman ahretin tarlası olur. Huzur o zaman bizi çepeçevre sarar. Oruçla beraber kulun hayvani tarafı rahmani tarafına yenilir. Fiziksel olarak da midemiz yılda bir ay da olsa dinlenmiş olur. Kalbimiz kir ve pastan arınır; adeta manevi zımparayla törpülenir. Dilimiz yalandan, ellerimiz haramdan, gözlerimiz harama bakmaktan, kulaklarımız yalan ve dedikodu dinlemekten, ayaklarımız kötü işler peşinde koşmaktan uzaklaşır. Bu durum, huylarımızın meleklerinkilere benzemesini ve ruhlarımızın arınmasını sağlar. Oruç belli zaman içerisinde aç kalma olayı değil, aksine bir irade terbiyesidir.
İslam topyekûn bir yaşam tarzıdır. İlahi kanunlarda boşluk yoktur. İnsan hayatıyla ilgili her ne varsa bunun İslam’da bir izahı ve karşılığı vardır. Bazı kesimlerin ileri sürdüğü gibi İslam, hayatın dışında bir sistem değildir. İslam hayatı çepeçevre kuşatır.
İslam kendi kanunları etrafında şekillenen bir hayat tarzını zorunlu kılar. Bu dinin belli başlı kaide ve şartları vardır. Bunlar arasında beş tanesi ayrı bir önem arz eder. İslam’ın beş şartından birisi de zekât vermektir. Zekât sosyal dayanışmanın ibadete dönük yüzüdür. Sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın zirvesidir. Daha çok ramazanda zekâtlarımızı vererek malımızı manevi kirlerden temizleriz. Zekât vermekle mallar azalmaz, aksine bereketlenerek artar.
Oruç tutmak, yemeden içmeden ve cinsi münasebetten kesilmek değildir sadece… Bunlardan ibaret görülen oruç, avam orucudur. Avam orucunda orucu bozan hallerden uzak durulur. Yani sadece mideye oruç tutturulur. Bu orucun, büyük mükâfatları beraberinde getirmesi beklenemez. Oysa havas orucu diye nitelendirilen oruç, bütün azalara çekidüzen vermeyi gerekli kılar. Havas orucunu tutanlar yalan söylemez, günah işlemez, dedikodu yapmaz, harama bakmaz. Bütün eylemlerinde oruçlu olduğunu aklından çıkarmaz; ona göre davranır. Kendisine sataşanlara ‘Ben oruçluyum’ diyerek kavgadan ve kötü sözden uzak durur; Allah’a sığınır. Varın kendi orucunuzu kendiniz değerlendirin… Avam orucu mu tutuyorsunuz, yoksa havas orucu mu? Sizi sizden daha iyi kim bilebilir ki?... Kararı siz verin. Ona göre Allah’tan mükâfat umun… Aksi halde ahirette hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Allah bizlere havas orucu tutmayı ve ramazan sevincini doyasıya yaşamayı nasip etsin.

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
M.NİHAT MALKOÇ

Bir aylık ramazan orucunu gönül huzuru içerisinde tutup ramazana ‘Elveda’ dedik. Fakat bu sayılı günlerin tadına doyamadık. Ramazanı çok özleyeceğiz. Şimdiden on bir ay geriye doğru saymaya başladık bile. Ramazan nasıl hızlı geçtiyse önümüzdeki on bir ay da öyle hızlı geçecek ve ömrü olanlar yeni bir ramazana ‘Merhaba’ diyecektir. Bu akış ömrün nihayetine dek sürüp gidecektir.
Bayramlar hayatımızın gülen yüzüdür. Fakat son yıllarda her şey gibi bayramlarımızı da yozlaştırdılar. Artık bayram demek tatil demek!... İnsanlar bayram gelince (tatil birleştirilip uzatılmışsa) kendilerini tatil beldelerine atıyorlar. Yaşlıları ziyaret etmek, hâl hatır sormak, ellerini öpmek çok eskilerde kaldı. Bayramlar buluşmaların ve hasret gidermenin adresiyken şimdilerde tatil vesilesi oldu.
Nerde o eski sıla-i rahimler… Nerede o mezar ziyaretleri… Kur’an okumalar… Ev ev dolaşıp bayramlaşmalar… Şeker ve tatlı ikramları… Bayram namazına gitmenin o doyumsuz tadı ve heyecanı… Bunları doyasıya yaşayamıyoruz artık. Bayramlarımızın içini boşalttılar. Onların da ruhunu çaldılar. Gerçekçi olmak gerekirse bugün de böyle bir bayram yaşıyoruz. İçi boşaltılmış bir bayram…
Müslümanların iki büyük dini bayramından biri olan Ramazan Bayramı, İslam dinine göre Hicri Kamer yılının dokuzuncu ayı olan Ramazan ayının ardından onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç günü boyunca kutlanan dini bir bayramdır. Ramazan bayramına “Şeker Bayramı” da diyoruz. Çünkü bu bayramda herkes birbirine şeker ikram eder; tatlı yenilir, tatlı konuşulur. Bu güne özel akide şekerleri, güllaç tatlıları, demirhindi şerbetleri ve hamur işi poğaçalar, simitler hazırlanır.
Bizler hoşlandığımız şeyleri ifade etmede ‘şeker gibi’ benzetmesini yaparız. Bu bayramın ‘şeker bayramı’ diye anılmasının bir sebebi de şeker gibi hoş ve manevi açıdan feyizli olmasından kaynaklanmaktadır. Bu isim gittikçe yerleşmiştir. Artık herkes Ramazan bayramını ‘Şeker Bayramı’ diye biliyor ve bildiriyor. Ramazan bayramına, o gün fıtır sadakası verilmesinden dolayı ‘Fıtır Bayramı’ adı da verilmektedir. Adı ne olursa olsun bu bayram Müslüman-Türk’ün en özel günlerinden biridir. Ümmet kavramının gerçek manada hayata geçirildiği zaman dilimidir.
Aslında dini bayramlar birbirinden uzak düşmüş aile fertlerinin buluşup kaynaşması için güzel bir vesiledir. Bu müstesna günde tatlılar, şekerler, çikolatalar ikram edilir. Baklava en çok sevilen ve ikram edilen tatlılardandır. Ayrıca küs olanların bayram sebebiyle barışması da bir gelenektir. Zira bir müminin mümin kardeşiyle üç günden fazla dargın kalması helal değildir. Bayramlar dargınlıkların ortadan kalkmasına ve dostlukların kurulmasına zemin hazırlarlar.
Geçmişe özlem duymak, insanoğlunun en büyük özeliklerinden biridir. Eski ramazanlara ne kadar özlem duyuyorsak eski bayramlara da o kadar özlem duyuyoruz. Geçen zaman bizleri iyice yozlaştırıyor. Eski bayramları çok arıyoruz. Eski dostlukları bugün bulamıyoruz. Günümüzde her şey paraya ve makama endekslenmiş. Makamlar büyüdükçe insanlar küçülmüş. Üstte olanlar düşmekten korkar olmuş, sırf bu korku yüzünden kendi olabilme onurunu göstermekten uzak kalmışlar.
Biz orta yaşlı insanlar o eski ramazanları ve bayramları görme ve yaşama imkânı bulduğumuz için onları bugünkülerle kıyaslayabiliyoruz. Bugünkü gençler onu bile yapmaktan mahrumdurlar. Onlara acımamak elde değil. Onlar tabir caizse sılada gurbeti yaşıyorlar. Ne kendileri, ne de özendikleri olabiliyorlar.
Hayat şartları ne olursa olsun çocuklarımıza bayram neşesini tattıralım. Çok küçük de olsa onlara bayram hediyesi alalım. Böylelikle bayram, öteki zaman dilimlerinden daha ayrı ve ayrıcalıklı olsun. Bayram harçlığını da ihmal etmeyelim. Bazı şeyler verdikçe bereketlenir. Siz verin ki Allah da size versin Boşluk olmalı ki o boşluğun dolması söz konusu olsun. Mübarek Ramazan Bayramınızı kutluyor, İslam âleminin uyanmasına ve kurtuluşuna vesile olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

BELKİ BU BİZİM SON RAMAZANIMIZ OLACAK
M.NİHAT MALKOÇ

Dün, bugün ve yarın… Zaman bir sacayağı misali… Dün geçti, bugün yaşanıyor, yarın henüz gelmedi. Yarının gelme ihtimali ne kadarsa, gelmeme ihtimali de o kadardır. Böyle düşünüp hayatımızı bu minval üzere devam ettirmeliyiz. An, yaşadığımız andır. Yarınlar meçhuldür. Bugünü değerlendir(e)meyip yarına güvenip dayananlar, basiret fakirleridir. İnsanın ömür sermayesinin ne kadar olduğu belli değildir. Resulullah’ın dediği gibi “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalıyız.”
Bu ramazan sizin son ramazanınız olabilir? Bunu hiç düşündünüz mü? Geçen yıl oruç tutanların bir kısmı bu ramazanda aramızda yok. Onlar ebedî uykularına daldılar. Onlar için imtihan bitmiştir. Önceki yıl ramazanda aramızda olan kişiler bu yılki ramazana erişemeyeceklerini düşünmüşler miydi acaba? Bu kişiler arasında yaşlılar olduğu gibi, gençler de vardı. Şimdi onların boşluğu evlerinde ne kadar da hissediliyor. Artık onlar için oruç da, iftar da, sahur da, teravih de söz konusu değildir. Dünyada iyi bir imtihan vermişlerse ne mutlu onlara!... Bunun aksini düşünmek bile istemiyorum. Zira orda hesap pek çetindir.
Bu yıl ramazana erişen, orucunu sağlık ve afiyet içerisinde tutanlardan bir kısmı gelecek ramazanda aramızda olmayacaktır. Bu kişilerden birisi de siz olabilirsiniz. Durum bu iken nasıl olur da ramazan orucunun hakkını vermeyiz? Oruç tutarız da beri taraftan da günah işlemeye devam ederiz. Orucu sadece midemize tuttururuz; diğer uzuvlarımız oruca iştirak etmez. Gözlerin orucu harama bakmamaktır, ellerin orucu haramdan kaçınıp helal yoldan rızık edinmektir. Ayakların orucu hayırlı yerlere gitmek, şerden uzaklaşmaktır. Kulakların orucu kötü söz söylenilen, gıybet ve iftira edilen yerlerde bulunmamak, bu gibi çirkin sözleri işitmemektir. Dilin orucu kötü söz söylememek, gıybet ve iftira etmemektir. Ancak böyle bir oruçla Allah’ın rızasını kazanabiliriz. Böyle bir oruç bizi sıddıklar arasına katar.
Ölüm kime ne zaman gelir bilinmez. Bu bizim son ramazanımızmış gibi samimiyetle ve takva üzere orucumuzu tutalım. Ramazan geldi diye işlerimizi de aksatmayalım. Dünya işleriyle ahiret işleri dengeli yürüsün. Zira İslam dengeli yaşamanın adıdır. Gün boyu oruç tuttuktan sonra iftarda tıka basa yemek doğru bir davranış değildir. Yemekte de ölçü üzere hareket etmeliyiz. Sabahtan akşama kadar iftar yemeği hazırlayıp günümüzü ziyan etmeyelim. Ramazanda sadece oruç tutulmaz, diğer ibadetler de yoğunlaştırılır. Siz gün boyu yemek pişirmekle meşgul olursanız ramazanın rahmet ve bereket ikliminden yeterince istifade edemezsiniz. İftarların sade olmasında fayda vardır. Midenin üçte birini yemeğe ayırırsanız bu dinî ve sıhhî açıdan isabetli olur. Çok yemek hayvanî, az yemek insanî yönümüzü gösterir.
Ramazanda aşırı alışveriş yaparak bütçe dengelerini sarsmak da doğru değildir. Buna gerek de yoktur. Çünkü ramazanda açlıkla imtihan ediliyoruz. Bırakın bir ay bazı nimetlerden mahrum kalalım. Ancak bu şekilde nimetlerin kadrini idrak edebiliriz. Bu ayda sofralarımızda fakir ve garibanları ağırlamalıyız. İmkânlarımız azsa azdan, çoksa çoktan ne varsa onlarla paylaşmalıyız. Sofraya uzanan ellerin hanemizi bereketlendirdiğini unutmamalıyız. Bu mübarek günlerde yoksulları sevindirmek, onların yarasına merhem olmak çok sevaplıdır. Durum bu iken bazı zenginler fakirleri değil de kendi seviyesindekileri evlerinde ağırlıyorlar. Bu da mubah olsa da asıl efdal olanı ihtiyaç sahiplerinin bu sofralarda yerini almasıdır.
Ramazanda mümkün olduğunca manevî işlerle uğraşmalıyız. Uykuya az zaman ayırmalıyız. Orucu yatağa tutturmamalıyız. Boş zamanlarımızı dinî konularda kitaplar okuyarak geçirmeliyiz. Öncelikle ve özellikle Kur’an’ı Kerim okumalı, üzerinde düşünmeliyiz. Çünkü ramazan Kur’an ayıdır. Her ramazanda Kur’an’ı hatmetmeliyiz.
Ramazanda namazlarımızı cemaatle kılmalıyız. Teravih namazlarına katılmalı, Müslümanlar arasındaki sosyal kaynaşmaya katkıda bulunmalıyız. Sahurdan evvel teheccüd namazı kılmaya gayret etmeliyiz. Dualarla ve zikirlerle Hakk’la aramızda muhabbet köprüleri kurmalıyız. Ramazanı hakkıyla ihya etmeliyiz. Zira bu bizim son ramazanımız olabilir.

BERAT GECESİNİN NURANÎ ESİNTİSİ
M.NİHAT MALKOÇ

Üç ayların gelmesiyle beraber gönül dünyamız bir başka şenlendi. Rahmet ve bereketin sağnak sağnak müminlerin üzerine yağdığı bu aylarda bizler de maneviyat denizine sair zamanlara nazaran daha çok dalar olduk. Ne mutlu bu aylarda Allah’ın emrettiği şekilde İslâmı yaşayan ve yaşatanlara!… Onların mükâfatını bizzat Allah kat kat verecektir.
Üç aylar denilince şüphesiz ki akla mübarek kandil geceleri gelir. Nur sağanağının gönüllerimize düştüğü bu zaman diliminde her şey bereketlenir. Regaip’le başlayan Miraç, Berat ve Kadir gecesiyle devam eden bu nur halkaları içimizi ve dışımızı mamur eder; ruhumuzu manevî kirlerden arındırır; yozlaşan hayat gerçek anlamına kavuşur.
Üç aylar içerisinde yer alan mübarek gecelerden biri de Berat kandilidir. “Berat” kelimesi, günahtan, suçtan, borç ve cezadan kurtulmak manalarına gelir. Müslümanların, Yüce Allah’ın bağışlamasıyla günahlardan kurtulacağı umularak bu geceye Berat gecesi denmiştir. Berat Gecesi, Şaban ayının on dördünü on beşine bağlayan gecedir. Bu mübarek gece aynı zamanda ramazan ayının habercisidir. Ruhlarımızın ramazana hazırlanması ve temizlenmesi için bir dönüm noktasıdır. Bu gecenin feyiz ve bereketi saymakla bitmez. Berat gecesi gökten adeta rahmet ve bereket yağar. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Apaçık kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an’ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir...”(Duhan, 44/1–4) Söz konusu bu ayette geçen, mübarek geceden maksat; bir ihtimale göre Berat gecesidir. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece, ‘Kadir’ gecesidir. İkrime ve daha bazıları ise Şaban’ın yarısı gecesi demişlerdir. Bazı görüşlere göre Kur’an bu gecede, yedinci semadan dünya semasına indirildi. Kadir gecesinde ise ilk kez Peygamber Efendimize indirilmeye başlandı. Bu ayrıntının bilinmesi gerekir. Fakat en doğrusunu ancak Allah bilir. Bu gecede önemli işlerin seçimi ve ayırımı yapılır.
Bu geceyi ibadetle geçirenlere yardımcı olması gayesiyle Allah tarafından melekler gönderilir. Bu gece bağışlanma ve af gecesidir. Bu gecede yapılan ibadetlerin fazileti çok büyüktür. Bu gecede Peygamberimize şefaat yetkisinin tamamı verilmiştir. Resulullah Efendimiz bu gecenin fazilet ve bereketiyle alâkalı olarak şu mübarek sözleri irat etmiştir:
“Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin koyunlarının kıllar sayısınca…”… “Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur ancak kâhin, sihirbaz yahut çok kin güden veya içkiye düşkün olan yahut ana babasını inciten veya zinaya ısrarla devam eden müstesna...”…“Şaban ayının on beşinci gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü yüce Allah, bu gece dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve ‘tevbe eden yok mu, onu affedeyim. Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim, hastalığından şifa isteyen yok mu, ona şifa vereyim. Yok mu şunu isteyen, yok mu bunu isteyen’ der. Bu durum, sabaha kadar devam eder”
“Bu gece göklerin kapıları açılır, melekler müminlere müjde verir, ibadete teşvik ederler.”… “Ameller, bu ayda âlemlerin Rabbi yüce Allah’a arz edilir. Ben de amellerimin oruçlu iken Allah’a arz edilmesini isterim”…“Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip olunur. Bu gece herkesin amelleri (işleri) Allahü teâlâya arz olunur.”…“Berat gecesini ganimet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şaban’ın on beşinci gecesidir. Kadir gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibadet yapınız. Yoksa kıyamet günü pişman olursunuz.”
Mübarek gün ve geceler nefsimizi sorgulamak, gidişatımıza yeni ve nuranî bir yön vermek için birer vesile olmalıdır. Manevi değerlerin iyice aşındığı ve unutulduğu bu ahir zamanda bu kutlu geceler sıkışan ruhlarımızın soluklanması için iyi bir sebep teşkil ederler. Bu vakitleri verimli bir şekilde ihya etmek menfaatimizedir.
Günümüz insanı kalabalıklar içerisinde yalnızlık yaşıyor. Çünkü kalabalıklar onun değerlerini yansıtmıyor. Özellikle Müslümanlar gurbet ve hicret hayatı yaşıyor desek yeridir. Nereye giderseniz gidin Allah’ı, ölümü ve ahireti hatırlatan her şey gözlerimizden uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Bu hakikatleri ancak yılın belli gün ve gecelerinde tadımlık olarak hatırlayabiliyoruz. Bunlar da sembolik olmaktan öteye gitmiyor.
Gelin bu mübarek Berat gecesinin arifesinde kendimize bir çekidüzen verelim. Mahşer günü Rabbimiz bizi hesaba çekmeden nefsimizi sorgulayıp yargılayalım. Nereden geldiğimizi, niçin burada bulunduğumuzu ve nereye gideceğimizi düşünelim. Bir yıl içerisinde gerçekleşecek hadiselerin defterlere geçildiği Berat gecesine bambaşka ve arınmış bir insan olarak girelim. Bu geceyi fırsat, bereket, rahmet ve ganimet olarak bilip öylece kıymetlendirelim. Gerçek manada gecenin adına münasip bir biçimde beraat edelim.
Sözlerimin sonunda tüm Müslüman âleminin Berat kandilini en içten dileklerimle kutluyor, bu kutlu gecenin zulüm ve ölüm kıskacında yaşayan esir Müslümanlara çıkış yolu aralamasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Allah bütün müminlerin yâr ve yardımcısı olsun.

BİN AYDAN HAYIRLI GECE
M.NİHAT MALKOÇ

Geceler vardır gecelere ve zamana sığmayan, uhrevî hissiyatın kanatlandığı geceler… Geceler vardır kıymetini Hakk’ın takdir ettiği ve sevapların ucunu açık bıraktığı geceler… O gecelerde kul, Rabbine daha yakın olmak için zamanla yarışır adeta. Gözyaşları seccadeleri ıslatır o mübarek gecelerde. Bu kutlu vakitlerde kulun yalvarışları akissiz kalmaz. Zamanın iyice genişlediği bu gecelerde dualar yerle gök arasında dolaşır ve hedefi on ikiden vurur. Her şeyi gören, bilen ve duyan Rabbimiz bu müstesna zamanların hürmetine bizleri af kapısından eli boş göndermez. İşte bu gecelerin başta gelenidir mübarek ve muazzez Kadir Gecesi… O, içinde Kadir gecesi olmayan bin aydan daha hayırlı görülen mübarek bir gecedir.
Kadir gecesinin ne zaman olduğu kesin olarak bilinmiyor. Fakat ramazanın son on gecesinde olma ihtimali ağır basıyor. Bu gecenin gizlenmesinde pek çok sırlar vardır. Öncelikle her gecenin Kadir gecesi gibi değerlendirilmesi gerektiği düşüncesi hâkimdir. Yüce Rabbimiz Kadir Suresi’nin 1-5. ayetlerinde bu geceyle ilgili şöyle buyurmaktadır:
“Biz o Kur’a’’i Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin niteliğini sana gösteren nedir? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner. Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar.”
Ayların sultanı olan ramazana kadir kıymet kazandıran, Kur’ân’dır. Rivayetlere göre Kur’an bu ayda bir bütün olarak dünya semasına inmiştir. Daha sonra yine ramazan ayı içerisinde parça parça Resulullah’a gönderilmeye başlanmıştır. Bir kısım ayetler belli olaylara cevap olarak gelmiştir. Bu mübarek ayetler zor zamanlarda muhataplara cevap olsun diye Resulullah’ın imdadına yetişmiştir. Kur’an, Kadir gecesini muteber bir zaman kılmıştır.
Kadir gecesine erişen Müslüman bu mübarek geceyi büyük bir bahtiyarlık ve kazanç olarak addetmelidir. Geceden sehere kadar ibadet ve dua etmeliyiz. Bu gecede özellikle inanarak ve samimiyetle yapılan dualar asla geri çevrilmez. Bu dualarla Allah arasında perde yoktur. Nefeslerimiz direkt Allah’a ulaşır. Her Müslüman dilinin döndüğünce bu vakitler içerisinde ümmetin saadeti ve barışı için dua edip yalvarmalıdır. Bu hususta nasıl dua edeceğimize dair Hz. Ayşe anamızın şu sözlerini dikkatinize sunuyorum:
“Dedim ki, ‘Ya Resulullah, Kadir Gecesine rastlarsam nasıl dua edeyim?’
Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam “Allahümme inneke afüvvün tuhibbü’l-afve fa’fu annî (Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affeyle) dersin’ buyurdu”
Kadir gecesi manevî bakımdan çok kârlı bir gecedir. Fakat bu geceye güvenip diğer günlerde ibadetleri askıya almak akıllı müslümanın yapacağı iş değildir. Resulullah Efendimiz: “Kim inanarak, sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Kadir gecesinde kıyam üzere olursa (uyanık kalıp ihya ederse) geçmiş günahları affedilir.” buyurmaktadır. Bu hadiste ifade edildiği üzere bu gece uykumuzdan feragat edelim. Bol bol Allah’ı zikredelim; tövbe istiğfar edelim. Ruhlarımızı manevî kirlerden arındıralım. Şafak söktükten sonra günah yükünü üzerinden atmış bir şekilde yeni güne tertemiz bir surette doğalım; hafifleyelim.
Kadir gecesinde ruhlar sükûn bulur. Bu gecede Hakk’ın ve hakikatin sesi yerle gök arasında yankılanır. Kadir gecesinin maneviyatı hürmetine huzursuzluklarımız huzura, endişelerimiz sükûna, savaşlar barışa, nefretler sevgiye, hıçkırıklar tebessümlere dönsün inşallah… Dünyamızın üzerindeki kara bulutlar dağılsın, doğsun beklenen güneş… Sözlerimi ilahiyatçı-yazar Hayrettin Karaman’ın bu geceye dair bir dörtlüğüyle bitirmek istiyorum:
“Bizi rahmetine daldır ilâhî
Kur’an’ından nasip aldır ilâhî
Aradan perdeyi kaldır ilâhî
Nasipsiz inmesin kollar bu gece”
Bütün Müslümanların Kadir gecesini kutluyor, bu gecenin Müslüman âleminin uyanışına vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

ÇOCUKLUĞUMUN RAMAZANLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Geçmişe özlem hep vardı, bundan sonra da hep olacaktır. Çünkü geleceğe yürüdükçe geçmişte bir şeylerimizi bırakıyoruz. O bıraktıklarımız, özellikle doyumsuz hatıralarımız, bizleri bir mıknatıs misali maziye çekiyor. Anlata anlata bitiremediğimiz çocukluğumuzdaki ramazanlar hayallerimizi süslüyor. Peki, o ramazanlarda bugünkülerden farklı olarak ne vardı? Bizleri derinden etkileyen, zihinlerimize kazınan bu ramazanların tılsımı neydi?
Eski ramazanlar bugünkülerden daha görkemli bir asalet ve ruh taşıyordu. Birlik, beraberlik ve dayanışma vardı. İnsan ve insanlık merkezinde yaşanıyordu her şey… Herkesin sofrasında aile dışından insanlar da bulunurdu çoğu zaman… Fakirle zengin arasında uçurumlar yoktu. Maddiyat kıstas değildi. Ortak paydamız sevgi, saygı ve hoşgörüydü.
Çocukluğumun ramazanlarına aylar öncesinden hazırlanırdı annelerimiz. İftar ve sahurdaki işleri kolaylaştırmak için yufkalar açılırdı. Zamanımızda marketlerde hazır yufkalar satılıyor. Kimse bu zahmete girmiyor. Oysa köy kadınlarının bir araya gelip büyük bir dayanışma ve yardımlaşma örneği gösterdikleri o hazırlık sürecinde pek çok şey paylaşılırdı. Sohbetlerin demi koyulaşırdı. İnsanlar dertlerini ve sevinçlerini ortaya dökerdi.
Ramazanda iftar yemekleri yendikten sonra akşam namazları kılınırdı. Ardından işbölümü yapılarak biriken bulaşıklar yıkanırdı. Şimdiki gibi bulaşık makinelerimiz de yoktu. Mutfaktaki işler biter bitmez kadın erkek, kız kızan, çocuk ayrımı yapmadan ailece teravihe gidilirdi. Camiye giderken komşulara da haber verilirdi. Onlar da bu hayra ortak edilirdi. Camilerimiz insanlarla dolup taşardı. Salâvatlar, dualar, âminler göklere yükselirdi. Minarelerin ışıkları önümüzü ve gönlümüzü aydınlatırdı. Saflar dolup taşardı insanlarla.
Günümüzdeki insanlar apartmanlara tıkanmış, adeta mahkûm hayatı yaşıyor. Kimsenin kimseden haberi yok. İnsanlar her geçen gün birbirlerine yabancılaşıyor. Mabetlerle olan iman bağımız kopmuş. Çocuklar da artık teravihlere gitmiyor. Çünkü kızın dizisi, erkeğin bilgisayarda strateji oyunu var. Baba kahvede arkadaşlarıyla pişti oynayacak. Anne ya evlenme programlarına takılıp kalacak ya da MSN denen illette dedikodu yapacak. Camiler mi, onlar çoktan unutulmuş; saçı sakalı beyazlayanlar ilk safı doldursa kâfi görülüyor.
Bugün içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf kuru bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘ah o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddî bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını nedense hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum, bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.
Millet olarak yaptığımız en büyük hata, dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol fevkalade yanlıştır. Bugün acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve manevî işgaller içerisinde yaşıyor olmamız geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevî hayatı uhrevî hayata tercih etmek, içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri, dayanıksız olduğu için, hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir. Onları sulama vakti gelmedi mi?
Milletçe dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmini ve kararlılığını içimizde bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, boynu bükük güllerimiz istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır. Bu arzuyu yaşayacak ve yaşatacak gönüllere bugün ne çok ihtiyacımız vardır.

DÜNÜN NEŞELİ RAMAZANLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan… Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.
Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar. Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.
Gerçi oruç tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar, anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.
Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır. Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda insanları ritimsiz gürültüyle sahura kaldırmak, geleneğin yozlaşması sonucunu doğurur.
Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Maniler, söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni “a - a - b – a” şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:
“Yeni Cami direk ister / Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma /Arkadaşım börek ister

Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır?
İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?

Aldanma sağa sola, / Gel gidelim hak yola,
Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.

Maniler çiçeklidir. / Birbirine eklidir.
Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.

Herkes sabırla bekler, / Zayi olmaz emekler.
İftara geliyoruz. / Hazırlansın yemekler.

Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip göbek salma.
Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma!..

Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük ihsana.
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.

Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller ötüşüyor,
İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”
Milletler gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da, ramazan davulcusu köklü bir geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı sarılmalıyız.

EDEBİYATIMIZDA RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Edebiyat ve hayat yapışık ikizler gibidir. İnsanı ilgilendiren her şey edebiyatı da ilgilendirir. Hayatta ne yaşanıyorsa o, bir şekilde edebiyata da yansır. Edebiyatı hayattan soyutlayamazsınız. İster şiir olsun, isterse roman veya başka türler; bunların hemen hepsi hayattan izler taşır. Hayat edebiyatı da içine alan geniş bir dairedir. Bunun yanında edebiyat da hayata tutulan aynadır. O aynada hayatın söz kalıbına dökülmüş halini görürüz.
Edebiyatımızda Ramazan konusu geniş bir biçimde yer almıştır. Çok köklü bir tarihî geçmişi olan Türk edebiyatı bu temayı da yaygın bir şekilde ele almıştır. Ramazan konusu ağırlıklı olarak şiirimizde işlenmiştir. Türk Edebiyatı’nda on beşinci yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Ramazan şiirleri, 18. yüzyılda yoğunluk kazanmış, değişik nazım şekilleriyle kaleme alınarak günümüze kadar devam etmiştir. Ramazan temalı şiirler, eskisi kadar olmasa da bugün de yazılmaya devam ediliyor.
Divan ve Halk edebiyatlarında 15. yüzyıldan beri Ramazan hem dini ve manevi yönüyle hem de mizahi yönüyle işlenmiş, bu çerçevede çok geniş ve canlı bir kültür dünyası meydana getirilmiştir. İbadet yönünün yanında iftar, sahur ve bayramıyla da insanlar üzerindeki etkisi, bazen hayal ve mizah unsurlarıyla birlikte ele alınmıştır. Ramazan, klasik edebiyatımızda da önemli bir yer tutmuştur. Divan edebiyatı şairlerinin, ramazan ayının gelişini kutlamak için yazdıkları ve devlet büyüklerine sundukları kasidelere “ramazaniye” deniliyordu. Bu kasidelerde ramazan bahsi giriş bölümünde ele alınıp işleniyordu. Örnek bir ramazaniyeden küçük bir kısmı dikkatinize sunuyorum:
“Bu aya hürmet olunur / Herkese izzet olunur
Ramazana mahsus şeydir / Fakire ihsan olunur.”
Edebiyatımızda Ramazan konusunu ele alan diğer bir tür de manilerdir. Konusu Ramazan olan maniler miktar olarak diğer edebî türlerden çok daha fazladır. Ramazan manileri diğer maniler gibi anonimdir. Hiçbirinin altında yazanın ve söyleyenin adı yer almaz. Muhteva açısından derinlik arz etmezler, anlamları sığdır. Halka hitaben söylendikleri için görünen anlamları esastır, şiirsel derinlikleri yoktur. Bu manzumelerde imge yoğunluğu bulunmaz. Ramazan manilere şu örnekleri verebiliriz:
“Hakk’ın bize ihsanısın / Hem ayların sultanısın
Sen bir saadet kânısın / Ey mâhı sultan merhaba

Kavuştuk Ramazan’a, / Hem de büyük ihsana,
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana”
Edebiyatımızda pek çok şair ve yazar, ramazanın gelişini büyük bir iştiyakla beklemiş ve onu özlem dolu şiirlerle karşılamıştır. Fakat inanç zayıflığı içerisinde bataklıklarda debelenenlerin bu ayın gelişiyle birlikte keyifleri kaçmıştır. Orucun manevi ağırlığı onları ezmiştir. Yahya Kemal bir şiirinde ramazana dair duygularını şöyle kelimelere döker:
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti”
Ramazanın konu olarak işlendiği bir diğer edebi tür de fıkralardır. Bektaşi fıkralarına baktığımızda bunlarda ramazanın ağırlıklı olarak işlendiği görülür. Fakat fıkralarda ramazanın manevi ağırlığına zarar verilmez. Bizim bilge Nasreddin Hocamız da fıkralarında ramazana değinmiştir. Bu fıkralarda ölçü ve üslup dini duyguları asla rencide etmemiştir.
Eskiden televizyonlara mahkûm değildik. Ramazan gecelerinde zamanı faydalı ve eğlenceli geçirmek için Karagöz, meddah, ortaoyunu gösterileri yapılmıştır. Bu Oyunlarda ramazan bahsine genişçe yer verilmiştir. Artık geride kalan o günleri özlemle anıyoruz.

Maneviyatı güçlü şair ve yazarlar; eserlerinde ramazanın gelişinden duyulan sevinci, bu ayın bitişinden dolayı hissedilen hüznü, Kadir gecesinin kıymetini, iftar ve sahurları, çocukluklarında geçirdikleri ramazanları konu olarak ele alıp işlemişlerdir. Bu şair ve yazarlar arasında Sabit, Nazım, Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf, Sururi, Nedim, Koca Ragıp Paşa, Leyla Hanım, Edirneli Kânî, Enderunlu Vasıf, Şeyh Galib, Sümbülzade Vehbi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Üftade, Niyazi Mısri, Aziz Mahmud Hüdayi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mehmet Lütfi, Bursalı İsmail Hakkı, Ahmet Rasim, R. Cevat Ulunay, Ruşen Eşref Ünaydın, Halit Fahri Ozansoy, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Samiha Ayverdi ve Sezai Karakoç isimlerini sayabiliriz.
Ramazana dair hatırası olmayan yok gibidir. Edebiyatçılarımız da bu mübarek aya dair hatıralarını değişik zamanlarda dile getirmişlerdir. Bununla ilgili olarak Refik Halit Karay’ın ‘Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı’, Ercüment Ekrem Talu’nun ‘Birinci Gün’, Samiha Ayverdi’nin ‘İbrahim Efendi Konağında Ramazan Hazırlıkları’, Abdulbaki Gölpınarlı’nın ‘Eski Ramazanlar’, Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Kandiller Yanarken’, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘İbadette Cuşiş’, Musahipzâde Celâl’in ‘Şeker Bayramı’ isimli nefis yazıları muhakkak okunmalıdır. Gönül dünyamız o güzel hatıralarla beslenmelidir.
Romanlarımızda, hikâyelerimizde ve bir kısım tiyatro metinlerinde ramazanın manevi atmosferine temas edilmiştir. Bugünkü şair ve yazarlarımız da ramazan konusunu gerek şiirlerinde gerekse roman ve hikâyelerinde ele alıyorlar. Fakat bu eserlerde yaşamakta olduğumuz ramazanlardan ziyade, daha çok eski ramazanlara nostaljik(özlemli) bir bakış açısıyla yaklaşılıyor. Çünkü geçen zamanla birlikte pek çok şeyimiz gibi, ramazanlarımız da heyecanını kaybetmiş, bilinçli bir şekilde yozlaştırılmıştır. Eski ramazanları özlüyoruz.

EDEBİYATIMIZDA RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Edebiyat ve hayat yapışık ikizler gibidir. İnsanı ilgilendiren her şey edebiyatı da ilgilendirir. Hayatta ne yaşanıyorsa o, bir şekilde edebiyata da yansır. Edebiyatı hayattan soyutlayamazsınız. İster şiir olsun, isterse roman veya başka türler; bunların hemen hepsi hayattan izler taşır. Hayat edebiyatı da içine alan geniş bir dairedir. Bunun yanında edebiyat da hayata tutulan aynadır. O aynada hayatın söz kalıbına dökülmüş halini görürüz.
Edebiyatımızda Ramazan konusu geniş bir biçimde yer almıştır. Çok köklü bir tarihî geçmişi olan Türk edebiyatı bu temayı da yaygın bir şekilde ele almıştır. Ramazan konusu ağırlıklı olarak şiirimizde işlenmiştir. Türk Edebiyatı’nda on beşinci yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Ramazan şiirleri, 18. yüzyılda yoğunluk kazanmış, değişik nazım şekilleriyle kaleme alınarak günümüze kadar devam etmiştir. Ramazan temalı şiirler, eskisi kadar olmasa da bugün de yazılmaya devam ediliyor.
Divan ve Halk edebiyatlarında 15. yüzyıldan beri Ramazan hem dini ve manevi yönüyle hem de mizahi yönüyle işlenmiş, bu çerçevede çok geniş ve canlı bir kültür dünyası meydana getirilmiştir. İbadet yönünün yanında iftar, sahur ve bayramıyla da insanlar üzerindeki etkisi, bazen hayal ve mizah unsurlarıyla birlikte ele alınmıştır. Ramazan, klasik edebiyatımızda da önemli bir yer tutmuştur. Divan edebiyatı şairlerinin, ramazan ayının gelişini kutlamak için yazdıkları ve devlet büyüklerine sundukları kasidelere “ramazaniye” deniliyordu. Bu kasidelerde ramazan bahsi giriş bölümünde ele alınıp işleniyordu. Örnek bir ramazaniyeden küçük bir kısmı dikkatinize sunuyorum:
“Bu aya hürmet olunur / Herkese izzet olunur
Ramazana mahsus şeydir / Fakire ihsan olunur.”
Edebiyatımızda Ramazan konusunu ele alan diğer bir tür de manilerdir. Konusu Ramazan olan maniler miktar olarak diğer edebî türlerden çok daha fazladır. Ramazan manileri diğer maniler gibi anonimdir. Hiçbirinin altında yazanın ve söyleyenin adı yer almaz. Muhteva açısından derinlik arz etmezler, anlamları sığdır. Halka hitaben söylendikleri için görünen anlamları esastır, şiirsel derinlikleri yoktur. Bu manzumelerde imge yoğunluğu bulunmaz. Ramazan manilere şu örnekleri verebiliriz:
“Hakk’ın bize ihsanısın / Hem ayların sultanısın
Sen bir saadet kânısın / Ey mâhı sultan merhaba

Kavuştuk Ramazan’a, / Hem de büyük ihsana,
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana”
Edebiyatımızda pek çok şair ve yazar, ramazanın gelişini büyük bir iştiyakla beklemiş ve onu özlem dolu şiirlerle karşılamıştır. Fakat inanç zayıflığı içerisinde bataklıklarda debelenenlerin bu ayın gelişiyle birlikte keyifleri kaçmıştır. Orucun manevi ağırlığı onları ezmiştir. Yahya Kemal bir şiirinde ramazana dair duygularını şöyle kelimelere döker:
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti”
Ramazanın konu olarak işlendiği bir diğer edebi tür de fıkralardır. Bektaşi fıkralarına baktığımızda bunlarda ramazanın ağırlıklı olarak işlendiği görülür. Fakat fıkralarda ramazanın manevi ağırlığına zarar verilmez. Bizim bilge Nasreddin Hocamız da fıkralarında ramazana değinmiştir. Bu fıkralarda ölçü ve üslup dini duyguları asla rencide etmemiştir.
Eskiden televizyonlara mahkûm değildik. Ramazan gecelerinde zamanı faydalı ve eğlenceli geçirmek için Karagöz, meddah, ortaoyunu gösterileri yapılmıştır. Bu Oyunlarda ramazan bahsine genişçe yer verilmiştir. Artık geride kalan o günleri özlemle anıyoruz.

Maneviyatı güçlü şair ve yazarlar; eserlerinde ramazanın gelişinden duyulan sevinci, bu ayın bitişinden dolayı hissedilen hüznü, Kadir gecesinin kıymetini, iftar ve sahurları, çocukluklarında geçirdikleri ramazanları konu olarak ele alıp işlemişlerdir. Bu şair ve yazarlar arasında Sabit, Nazım, Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf, Sururi, Nedim, Koca Ragıp Paşa, Leyla Hanım, Edirneli Kânî, Enderunlu Vasıf, Şeyh Galib, Sümbülzade Vehbi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Üftade, Niyazi Mısri, Aziz Mahmud Hüdayi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mehmet Lütfi, Bursalı İsmail Hakkı, Ahmet Rasim, R. Cevat Ulunay, Ruşen Eşref Ünaydın, Halit Fahri Ozansoy, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Samiha Ayverdi ve Sezai Karakoç isimlerini sayabiliriz.
Ramazana dair hatırası olmayan yok gibidir. Edebiyatçılarımız da bu mübarek aya dair hatıralarını değişik zamanlarda dile getirmişlerdir. Bununla ilgili olarak Refik Halit Karay’ın ‘Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı’, Ercüment Ekrem Talu’nun ‘Birinci Gün’, Samiha Ayverdi’nin ‘İbrahim Efendi Konağında Ramazan Hazırlıkları’, Abdulbaki Gölpınarlı’nın ‘Eski Ramazanlar’, Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Kandiller Yanarken’, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘İbadette Cuşiş’, Musahipzâde Celâl’in ‘Şeker Bayramı’ isimli nefis yazıları muhakkak okunmalıdır. Gönül dünyamız o güzel hatıralarla beslenmelidir.
Romanlarımızda, hikâyelerimizde ve bir kısım tiyatro metinlerinde ramazanın manevi atmosferine temas edilmiştir. Bugünkü şair ve yazarlarımız da ramazan konusunu gerek şiirlerinde gerekse roman ve hikâyelerinde ele alıyorlar. Fakat bu eserlerde yaşamakta olduğumuz ramazanlardan ziyade, daha çok eski ramazanlara nostaljik(özlemli) bir bakış açısıyla yaklaşılıyor. Çünkü geçen zamanla birlikte pek çok şeyimiz gibi, ramazanlarımız da heyecanını kaybetmiş, bilinçli bir şekilde yozlaştırılmıştır. Eski ramazanları özlüyoruz.

ELVEDA YA ŞEHR-İ RAMAZAN ELVEDA!…
M.NİHAT MALKOÇ

Zamanın çok çabuk geçtiğinden hep şikâyet eder dururuz. Bu konuda haksız da sayılmayız. Gerçekten de zaman su gibi akıp geçiyor. Fakat zamanın geçiş hızı, onun içini doldurmayla alakalı bir mevzudur. Siz zamanı dolu dolu yaşarsanız, zaman sanıldığı kadar çabuk geçmez. Zamanı boş meşgalelerle geçirirseniz ondan hiçbir şey anlayamazsınız.
On bir ayın sultanı, üç ayların sonuncusu olan ramazanın son günlerini yaşamaktayız. Doğrusu bu ayın bitiyor olmasından kaynaklanan bir hüzün var içimizde. Çünkü çabuk alışmıştık ramazana. Oruçla birlikte bir kısım alışkanlıklarımızı da değiştirmiştik. Önceleri yatsı namazını kılar kılmaz yatanlar, ramazanla birlikte sahura kadar oturmaya başlamışlardı. Günde iki öğün(iftar-sahur) yemeye iyice alışmıştık. Laf aramızda bu durum kadınların da işine geliyordu. Önceleri namazlarını evde kılanlar, ramazan nedeniyle camiye gider olmuştu. Camide cemaatle kılınan namazlar manevî bereketin gönül heybemize dolmasını sağlamıştı. Teravihler büyük küçük hepimizin tutkusu haline gelmişti. Mevlitler, camilerin havasını daha da güzelleştirmişti. Çocuklarımız camilerin manevî atmosferini teneffüs etmeye başlamıştı.
“Allah’ım! Recep ve şaban aylarını bizim için mübarek kıl ve bizi ramazan ayına ulaştır” diye dua etmiştik. Rabbimiz dualarımızı kabul etti. Bizi ramazana ulaştırdı. Fakat o da, geçmişte kalan her şey gibi mazi oldu bizler için… Rahmet, bereket ve şefkat iklimini doyasıya teneffüs edip bayrama göz kırptık. Çok şükür ki bu güzel günlere de sağlıkla eriştik.
Ayrılıklar hüznü çağrıştırır bizlere. Ramazanın bitişi de biz müminleri doğrusu hüzünlendiriyor. Fakat bu ay’ı layıkıyla misafir edip, içini ibadetlerle doldurabildiysek ne mutlu bize… Böyle yapanların üzülmesine hiç gerek yok ki… Asıl üzülmesi gerekenler, ramazanın içini dolduramayanlar, onu hakkıyla ağırlayamayanlardır. Onlar ne kadar üzülseler de ellerine bir şey geçmeyecektir. Zira son pişmanlığın fayda vermeyeceğini hepimiz biliriz.
Bir ramazanı daha geride bırakmak üzereyiz. Fakat ömrü olanlar için ramazanlar yine hanelerimize misafir olacaktır. Geçen sene ramazanda olup da bu yıl dünyadan göçtükleri için bu seneki ramazanı yaşayamayanlar olduğu gibi, bu yıl ramazanı idrak ettiği halde gelecek ramazan ayında aramızda ol(a)mayacak kişiler de söz konusu olacaktır. Müslüman kişi, kıldığı namazı son namazı, tuttuğu orucu son orucu, hatta aldığı nefesi son nefesi olarak farz edip hayatını ona göre tanzim etmelidir. Çünkü ömrümüzün ne zaman, nerede son bulacağı hiç belli değildir. Hiçbirimizin ömre dair senedi yoktur. Hayat her an son bulmaya namzettir.
Ramazanın son 15 günü veda ve hüzün rengindedir. Onun içindir ki bu son günlerde camilerimizde söylenen ilahiler de hüzün yüklüdür. İşte bu ilahilerden birinin sözlerini ramazanın bu son günlerinde sizlerle paylaşmak istiyorum: “Ey Mübarek Kur’an ayı/Saimlere gufran ayı/Müminlere ihsan ayı/Şehr-i Mübarek elveda!//Gündüzlerin rahmet idi/Gecelerin nimet idi/Âşıklara vuslat idi/Şehr-i Mübarek elveda! //Hakkıyla kadrin bilmedik/Pek çok kusurlar eyledik/Nâdim olup tövbe ettik/Şehr-i Mübarek elveda!”//Biz Ümmet-i Muhammed’iz /Lütf-u Nebîyi bekleriz, /Hakk’tan saadet dileriz, /Şehr-i Mübarek elveda!”
Biz ramazanı çok sevdik, ondan hoşnut kaldık. Onun içindir ki ‘ne zaman bitecek’ diye gün saymadık. İnşallah o da bizden razı olmuştur. Alışmıştık ramazanın iftarına, sahuruna, mukabelelerine, teravihine, davetlerine, davetlilerine, ilahilerine, mevlitlerine, davulcularına… Ramazanda ruhlarımız huzura erdi. Ramazanın tadı damağımızda kaldı.
Ramazanın nuranî atmosferinde kötülüklerden uzak durduk. Bu mübarek ay, bizi kulluğun zirvesine taşıdı. Fakat kulluk bir aylık ramazan ayından ibaret değil ki… Rabbimiz bizi son nefesimizi verinceye kadar sınayacak. Onun içindir ki ‘ramazan bitti’ diye kendimizi camilerden çekmeyelim. Kur’an-ı Kerim’i duvara asıp, örümceklere yuva yaptırmayalım. Teravih namazlarına nasıl büyük bir arzu ve iştiyakla devam ettiysek vakit ve Cuma namazlarına da öyle devam edelim. Unutmayınız ki camiler ruhunuzun en çok rahat edeceği yerlerdir. Rabbim cümlemizi gelecek ramazanlara sağlık ve afiyet içerisinde ulaştırsın.(Âmin)

EN BÜYÜK MÜREBBİDİR RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

En büyük mürebbidir Ramazan…
Gün dolanır, aylar geçer, vakitlerden ramazan düşer payımıza. İçimizdeki buzları söker ramazan güneşi. Rumuzun karanlıkları ışığın gücü karşısında silinir gider. Ruhumuzu okşar ramazan esintileri. Gönlümüzün kıyılarına vurur esrik düşünceler. Hayatta her şeyin yeniden başlamasına, ömür defterinden tertemiz bir sayfa açılmasına zemin hazırlar bu zaman dilimi. Yemeden içmeden kesildiğimiz bu mübarek günlerde ruhumuz tıka basa doyar manevî lezzetlerle. On bir ay boyunca uykuda olanlar bile bir aylık uyanıklık devresine girerler. Ramazanın bitişiyle yine gaflet uykusuna dalarlar. Bu kıymetli misafiri kusursuz karşılamak için aylar öncesinden hazırlıklara girişiriz. Herkes kendince hazırlanır ramazana. Bu sayılı günlerin kadrini bilmek ve bu zaman dilimini dolu dolu yaşamak için iç dünyamıza çekidüzen veririz. On bir ayın başıboşluğu oruç günlerinde yerini düzene bırakır.
En büyük mürebbidir Ramazan…
Ramazan aslında iyi bir vaiz, güçlü bir hatiptir. Onun kulağımıza fısıldadıklarına kalbimizi açmalıyız. O ki bir ay boyunca bizi dağınıklıktan, başıboşluktan, hedefsizlikten koparıp manevî rotada yürümeye çağırır. Yıl boyunca kıt kanaat geçinmeye çalışanların hallerinden anlamak için ramazandan iyi bir hoca bulunabilir mi? Yaşadığımız çarpık düzende birileri alabildiğine saltanat sürerken, birileri bir somun ekmeğin acı kavgasını veriyor. Bazı kesimler şatoları beğenmezken bu ülkenin, bu gök kubbenin mazlumları akşamleyin başını koyacağı yumuşak bir yastığın, sıcak bir yorganın özlemiyle yanıp tutuşuyorlar. Sürekli araba değiştirenler, her gün ayrı bir elbise ve ayakkabı giyenler, marka seçenler; yürümekten ayakları şişen, üstüne giyecek elbise bulmaktan aciz insanların derdine ortak olmuyorlar. Sonra da ramazanı idrak ettiklerini sanıyorlar. Aldanıyorlar, çok aldanıyorlar!...
En büyük mürebbidir Ramazan…
Emin olun ki ramazan nefislerimizi imar ve ıslah etmeye geliyor. İçimizdeki şeytanları kalın zincirlerle bağlamak için gönül kapılarımızdan giriyor. Buyur etmeyecek misiniz? Yüreğinizin en mutena köşesini bu kıymetli misafire tahsis etmeyecek misiniz? Onun iksiriyle hasta gönüllerinizi tedavi etmeyecek misiniz? Gönülleri fethetmeye gelen bu şerefli komutana gönül burçlarınızı teslim etmeyecek misiniz? Kokuşmuş zihinleri arındırmasına, rayihasıyla içinizi ferahlatmasına izin vermeyecek misiniz? Asırlardan gelen kutlu ve alabildiğine lâhutî bestesiyle kulaklarınızın pasını silmesine müsaade etmeyecek misiniz? Zamanın boş telaşlarıyla ve korkularıyla yaşlanan ruhunuzu tazelemesine imkân tanımayacak mısınız? Gönül yaralarınıza merhem olmasına engel mi olacaksınız? Tavır ve davranışlarınızın hakikat üzere dizginlenmesine, İslam boyasıyla boyanmasına karşı mı çıkacaksınız?
En büyük mürebbidir Ramazan…
Ramazan sıkıntılarımızı gidermeye, bize iç huzuru kazandırmaya geliyor. Ramazanın rahmet ve mağfiret ikliminde, kurumaya yüz tutan gönül bahçelerimiz rahmet göklerinden inecek damlalarla yeşerecek, her şey yeniden hayat bulacak. Bu ayın gülen yüzü nefislerimizin şerrinden kurtaracak bizi. Allah’a ve onun son elçisi Hz. Muhammed(sav)’e tabi olanlar sağdan alacaklar kurtuluş beratlarını. Hidayet kapıları seherlerde ardına kadar açılacak. Allah’tan hakkıyla korkanlar ve onu layıkıyla sevenler bu kapılardan geçip cennet köşküne adım atacaklar biiznillah. Zaman nehirlerinin kabre aktığı hayatımızda kurtuluş ancak manevî dinamiklere sarılmakla gerçekleşecek. Ramazan da bir fırsat olarak kapımızı çalacak, onu iyi değerlendirenler felaha erecekler. Sonra yine çıkıp gidecek hayatımızdan. Bu devran öylece sürüp gidecek. Bazılarının amel heybesi tıka basa dolacak. Ne mutlu kulluk heybesini hayırlı amellerle doldurabilenlere! Ne mutlu fani ömürle baki olan hayatı satın alabilenlere!.. Onlar hiçbir zaman pişman olmayacaklardır. Ne mutlu ramazanı nefse vaiz bilenlere ve onun verdiği hayatî dersleri alıp yaşamında hakkıyla tatbik edebilenlere!

ESKİMEYEN O ESKİ BAYRAMLAR!...
M.NİHAT MALKOÇ

Bayramlarımız maneviyat bahçesinin iri gülleridir. O güller ki Resulullah’ın kokusunu taşırlar gönül bahçelerimize. Bayramlar yüzyılları aşıp günümüze kadar gelen köklü dinî geleneklerdendir. İster Ramazan, ister Kurban olsun; dinî bayramlarımız bize ulvî yanlarımızı hatırlatır. Ruhumuza ayna tutarız bu müstesna zaman dilimlerinde. Kaybettiklerimizi anarız. İstanbul’da, Süleymaniye’de bayramın muhteşem coşkusunu yaşayan Yahya Kemal Beyatlı “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle, bayramı kelimelerle yakuttan bir abideye dönüştürür. Kim bilir bugünlerde o büyük mabette bayram namazını kılanların kaçta kaçı o ulvî hissiyata vakıf olarak namazlarını eda edebiliyorlar? Bu şiirdeki hissiyatı yaşayan bir nesil var mı bugün? Aslında en büyük kaybımız da bu nesil değil mi? Paramızı, malımızı kaybettiğimizde çok çalışıp tekrar elde edebiliriz? Ya elimizden kayan nesil… Onu tekrar kazanabilir miyiz? Bu düşüncelerle Yahya Kemal’in şiirinin bir kısmını sizlere sunuyorum:
“Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye’de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..”
Günümüzde köylerimizde bayram heyecanı hâlâ devam ediyor. Köyde bayram arifesinin seher vaktinde başlar bayrama dair coşku ve doyumsuz heyecan… Fedakâr köy kadınları birkaç gün önceden misafirlerine tattıracakları yemeklerin hazırlığına girişirler. Bayram sabahı erkekler bayram namazlarını kılıp cami önünde topluca bayramlaşırlar. Cemaattekiler eve dönmeden mezarlara gidip yasin-i şerifi veya bildikleri sureleri okurlar. Ölülerin affı için dua ederler. Sonra köydeki yaşlılar ve hastalar ziyaret edilir. Onlara moral verilir. Şifa bulmaları için Allah’a yalvarılır. Gençler, büyüklerin ellerini öperek bayramlarını kutlarlar. Yaşlılar da karınca kararınca imkânları ölçüsünce onlara harçlık verirler. Çocuklar asla hafife alınmaz, onların gönülleri alınır. Bizler bugün de ‘âh o eski bayramlar…’ diyorsak bunun sebebi geçmişte yaşadığımız güzel hatıralardır. Bugünkü nesillerin de eski bayramların güzelliklerini hafızalarına nakşetmeleri için biz büyüklere büyük görevler düşüyor.
Peki, şehirlerde durum nasıl? Şehirlerde bu anlamlı günlerde kaç kişi bayramlaşıyor, selamlaşıyor? Tanımadığımız kişiyle selamlaşmak ve bayramlaşmak garip geliyor bize. Oysa bütün Müslümanlar kardeştir. Bu kardeşlik ille de kan bağına dayanması gerekmiyor. Aksine İslam kardeşliği manevî açıdan soyca kardeşlikten daha ileridir. Müslüman olmayan öz kardeşinizi sev(e)mezken, İslam’la şereflenen din kardeşinizi sevmek durumundasınız.
Kurban Bayramı tekbirlerle girer hayatımıza. Cümle mevcudat coşar ve vecde gelir bu tekbirlerin arifesinde. Bayramlar, hayatın keşmekeşinde bunalan ruhlarımızı yumuşatır. Sıradanlaşan ve iyice çekilmez hale gelen hayat, bayramların yaydığı doyumsuz iksirle renklenir. Yitiğimiz olan manevî huzur, belirli günlerle sınırlı olsa da, hayatımıza geri döner.
Son yıllarda bayramlar çağın eğlence kültürünün mazbut bir sığınağına dönüştürüldü. Özellikle hafta sonlarıyla birleştirilip dokuz güne uzatılan tatillerde insanlar evlerinden uzaklaşarak tatil beldelerine koşuyorlar. Bu zaman aralığını tatil için fırsat görüyorlar. Oysa bayramlar küçüklerin büyüklerini ziyaret edip ellerinden öptüğü, hastaların, yetimlerin, kimsesizlerin hatırlandığı, düşkünlere sahip çıkıldığı zaman dilimleriydi. Aslında bu uzun tatil aralıkları uzaktaki yakınlarımızın ziyaret edildiği, hatıraların canlandırıldığı, dostlukların pekiştirildiği fırsatlar olarak görülmelidir. Böylece o eski güzel günler geri gelecektir.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER…
M. NİHAT MALKOÇ

Bir başka güzeldi eski(meyen) ramazanlar... Bugünkünden daha asil ve vakurdular. Eski ramazanlarda aileler yer sofrasına oturur, sevgi ve muhabbet içerisinde iftarlarını ederlerdi. Kaşıkların ahenkli sesi sanki doyumsuz bir ritim oluştururdu. Herkes oruç tuttuğu için, aile iftar ve sahurda eksiksiz bir araya gelirdi. Yemeklerin hazırlanmasında, sofraların kurulmasında ve kaldırılmasında, bulaşıkların yıkanmasında işbölümü yapılırdı. Kimse kimseye yük olmak istemezdi. Aksine herkes gönüllü olarak elini taşın altına koyardı.
Bugün içi boşaltılmış, maneviyattan uzak düşmüş, sırf kuru bir gelenek olarak yaşatılan ramazanları görüp de ‘âh o eski ramazanlar’ diye geçmişe özlem duyanlara hak veriyorum. Çünkü çağımız, insanı maddî bir varlık olarak kabul etmiş, onun ruh tarafını nedense hesaba katmamıştır. Bu mevcut durum, bolluk içinde yaşamamıza rağmen huzurumuzu temin edememiş, hatta var olan keyfimizi de kaçırmıştır. İnsanın fıtratını hiçe sayınca ortaya çıkacak manzara bundan daha farklı olamazdı. İnsanı merkez kabul etmeyen anlayışlar yıkılmaya ve yok olmaya mahkûmdur. Böyle sistemler insana aradığı huzuru sağlayamaz, mevcut huzurunu da kaçırır. Huzursuzluğumuzun yegâne sebebi de budur.
Millet olarak yaptığımız en büyük hata, dini dünyevileştirmektir. Gittiğimiz bu yol fevkalade yanlıştır. Bugün acılar, sefaletler, afetler, felâketler, zilletler ve manevî işgaller içerisinde yaşıyor olmamız, geçmişte yaptığımız hataların tezahürüdür. Dünyevî hayatı uhrevî hayata tercih etmek, içimizdeki boşluğun çapını her geçen gün daha da büyütüyor. İçimizde büyüttüğümüz ümit tomurcuklarının eşkinleri, dayanıksız olduğu için, hafif rüzgârda bile kırılıyor. Oysa bu eşkinler bir zamanlar çelikten daha dayanıklıydı. Demek ki bunları uzun süre susuz bıraktık, kurudu, pörsüdü, boyun büktüler, diriliklerini ve iriliklerini kaybettiler. Bunları tekrar yeşertmek bizim azim ve kararlılığımızla mümkün olabilir.
Dünden haz ve hız alıp yarınlara koşma azmini ve kararlılığını içimizde bulabilirsek nostaljiler hakikat aynasında boy göstermeye, boynu bükük güllerimiz istikbal vazosunda yeşermeye başlayacaktır. Siz yeter ki uygun toprak, uygun vazo ve yeterli su bulun ve onlara gözünüz gibi bakın. Her şey bugüne nazaran daha da güzelleşecek ve hayat anlamını bulacaktır. Bu arzuyu yaşayacak ve yaşatacak gönüllere bugün ne çok ihtiyacımız vardır.
Ramazan demişken televizyonlar için de birkaç sözüm olacak. Televizyonları ramazanın içini boşaltmakla ve onun ruhunu çalmakla itham ettiğimiz doğrudur. Ramazanın içini boşaltan sadece televizyonlar değildir. Biz günah keçisi aramıyoruz. Sadece sağlıklı tespit ve tahliller yapma peşindeyiz. Televizyon bir bıçak gibidir. Katilin elinde cinayet, doktorun elinde şifa aracı olur. Televizyon da bir anlamda (b)öyledir. Faydası ve zararı, kullanım amacıyla ilgilidir. Bu sihirli kutunun içine ne koyarsanız onu seyredersiniz. Herkes, içinde olanı o cam ekrandan yansıtıyor; ondan yansıttıklarıyla da safını belli ediyor.
Ramazanda televizyonlarda, bu ayın manevî ruhunu yansıtan güzel programlar da yapılıyor. TRT bu konuda diğer kanallara öncülük ve rehberlik ediyor. Popülariteye kaçmadan, insanların ruhuna hitap eden kaliteli yapımlara imza atıyorlar. Fakat ramazan ayının hiç uğramadığı televizyon kanal(izasyon)ları da var. Onlar üçüncü sınıf dizilerle günü kurtarma telaşındalar. Ramazan ayında bile teşhircilik yaparak gençliği zehirlemekteler. Asıl eleştirdiğim yayınlar bunlardır. Bunlar Müslüman bir ülkede salyangoz satan aklı evvellerdir.
Televizyonun sohbet kültürünü öldürdüğü de bir hakikattir. İftara çağırdığınız kişilerle kahveler ve demli çaylar eşliğinde muhabbet etmek varken televizyona kilitlenmek de neyin nesi? Misafiriniz ramazanı vesile kılarak sizinle üç beş laf etmek için kalkıp evinize kadar teşrif etti. Onunla oturup televizyon seyredesiniz diye değil. Fakat günümüzde misafirlikte toplu sohbetler değil, topluca diziler seyredilip sonra da dizi üzerinde yorumlar yapılıyor. İnsanlıkla yaşıt olan sohbet kültürü, tarihin çöp kutusuna atılıyor. Benim asıl karşı olduğum budur. Ben o eski ramazanlarda iftar sonrasında kurulan muhabbet halkalarını özlüyorum.

GURBETTE RAMAZAN HÜZNÜ
M.NİHAT MALKOÇ

Bütün dünyada bir ay boyunca ramazanın doyumsuz atmosferi gönüllerimizi şenlik yerine döndürecek. Diğer zamanlara göre hayata can ve heyecan gelecek. Yürekler maneviyatla dolup taşacak. Zaman nehirlerinden akıp giden her gün, hüzün tortusunu da geride bırakacak. Gönlümüzdeki hatıralar kalacak geriye. Yaşanmışlıklar bu hatıra sarmalı içinde yarınlara aktarılacak. O unutulmaz iftar sofraları, teravih öncesinde ve sonrasında demli çaylar eşliğinde edilen sohbetler gönül köprülerimizi daha da sağlamlaştıracak. Böylece zaman akacak, bizler de zamanın akışına uyup onun bıraktığı derin izleri takip edeceğiz.
Ramazan bütün dünyada aynı heyecan atmosferiyle evlerimizi şenlendirebilecek mi acaba? Gurbetteki dostlarımız ramazanı sıladakiler kadar coşkulu yaşayabilecek mi? Bizler iftara doğru mübarek ezanı ve iftar topunu beklerken yurtdışında yaşayan insanlarımız bu saatlerde ezanın boşluğunda hüzünlenmeyecekler mi? Gurbette yaşanan ramazanlarla sılada yaşanan ramazanlar bir mi? Ülke içerisinde gurbet hayatı yaşıyorsanız buna bir yere kadar katlanılabilir? Ya kiliselerin gölgesinde, ezandan ve izandan mahrum yaşıyorsanız bu içinize hüznün kurşundan gölgesini düşürmez mi? Efkârlanıp bir köşede öylece kalakalırsınız.
Sevgi ve muhabbet iklimini gönüllere taşıyan ramazan, gurbetçilerimizi de bambaşka dünyalara götürüyor. Gurbette ramazanı doyasıya yaşamak zor olsa da bu toprağın insanları bunu sağlamak ve çocuklarına ramazan heyecanını doyasıya yaşatmak için canla başla çalışıyorlar. Çünkü çocukların zihnine nakşedilen ramazan motifleri onların gelecekteki hayatlarının şekillenmesinde öncü rol oynayacak. Zor şartlarda olsak da çocuklarımız bu manevî havayı teneffüs etmelidir. Şimdi Avrupa’da da büyük camilerimiz ve mescitlerimiz var. İftardan sonra bu camiler ağzına kadar doluyor. Avrupa’daki Müslümanlar yitiklerinin kıymetini biliyor artık. Gurbetin zorluklarına rağmen inançlarına dört elle sarılıyorlar. Avrupa’daki diğer milletlerden Müslümanlar da aynı caminin kubbesi altında huzura yelken açıyorlar. Buralardaki camilerde her milletten insana rastlayabiliyorsunuz. Hepsinin kalbi Allah, Kur’an, peygamber aşkıyla atıyor. Hepsinin payları farklı olsa da paydaları İslam…
Ramazanın gelişi hayata apayrı bir dinamizm getirir. İftar çadırları kurulur. Kitap fuarları düzenlenir. İftar neşesinden sonra teravih namazlarına gidilerek dinî ve sosyal bağlar güçlendirilir. Özellikle iftar çadırları insanların aynı amaç ve ideal uğrunda bir çatı altında olmasını sağlar. Bunları Avrupa’da doyasıya yaşamak mümkün değildir. Fakat son zamanlarda bazı gayretli vatandaşlarımız sayesinde Avrupa’nın değişik ülkelerinde iftar çadırları kuruluyor. Burada sadece Müslümanlar değil, ramazana ilgi duyan yabancılar da ağırlanıyor. Hatta yabancılar da Müslümanlarla birlikte bu işe el atıp hoşgörünün en güzel örneklerini gösteriyorlar. Sevgi ve hoşgörü iftarlarında farklı inançlardan insanlar aynı mekânları paylaşıp aynı manevî havayı teneffüs ediyorlar. Bazı gayrimüslimler bu uhrevî havadan etkilenerek Müslümanlığı seçip hayatlarında köklü değişiklikler yapıyorlar.
Eskiden daha zordu gurbette ramazanı yaşamak... Şimdiki imkânlar ramazanları biraz daha kolaylaştırsa da gurbetteki ramazanlarda yetim çocukların hüznü var. Çünkü bu coğrafya size orucun havasını, hazzını ve manevî mertebesini yaşatamıyor. Sokaklardaki insanlar yiyip içerken, sigaralarını tüttürürken, birahaneler dolup taşarken ramazan biraz da lafta kalıyor. Yalnız ve çaresiz hissediyorsunuz kendinizi. Ramazanı üç yıl yurtdışında yaşamış bir insan olarak bunu tecrübe ettim. Ülkemin ramazanlarının ne kadar eşsiz olduğu kanaatine vardım.
Gurbette ramazanlar da, bayramlar da buruk geçmeye namzettir. Bu gurbetten kastedilen yurtdışıysa işiniz daha da zor demektir. Fakat ailenizle birlikte yaşıyorsanız onlardan aldığınız güçle zorlukları omuzlayabilirsiniz. Ramazanın heyecanını ve telaşını gurbet sokaklarında göremezsiniz. Oysa benim güzel ülkemde, Türkiye’mde iftara yakın saatlerde sokaklar karınca yuvası gibi canlıdır. Gurbette imsakiyeye bakarak oruç tutmak ayrı bir sorundur. Varsın olsun, dünya gurbetine bir de bu eklensin. Sabır her derdin ilacıdır.

HAYAT RAMAZANLAŞIRKEN…
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan, manevî aşk ve muhabbet ayıdır. Hakk’a ve hakikate âşık olan kullar bu ayda tuttukları oruçlarla, kıldıkları namazlarla ve okudukları Kur’an-ı Kerimlerle Rablerine yakın olurlar. Ramazanın sayılı günlerini oruçla, gecelerini namazla geçirir müminler… Kur’an-ı Kerim’i hatmetmek bu ayın bir şiarı olarak kabul edilir. Bu ayda Kur’an adeta ellerden inmez.
Her ay gibi ramazan da gelir geçer. Onun için bu ayı ganimet sayar müminler. Onun içini doldurmak için gecelerini gündüzlerine katarlar. Bu ay bir anlamda cemaat ayıdır. Ramazan geceleri kadınlı, erkekli, çocuklu demeden hemen herkes camilere akın eder. Teravihler kılınır, mevlid-i şerifler okunur, dualar edilir. Birlik ve beraberlik tablosu sergilenir. Küskünlükler, kıskançlıklar bir kenara atılarak İslam kardeşliğinin en güzel örnekleri gösterilir. Müminler bu güzide ayda gıybette değil, hayırda birbirleriyle yarışırlar.
Ramazan bir çeşit manevî ziyafet ayıdır. Bu ayın munis rüzgârı gönüllerimizi okşar adeta. Ramazanın geceleri de gündüzleri gibi apaydınlık olur. Minareler arasına asılan mahyalar sadece sokakları değil, gönlümüzü de aydınlatır. Bu Kur’an ayında insanlar mukaddes kitaplarına daha bir iştiyakla sarılır. Kur’an okunan evlere adeta nur yağar. Dünyevî meşgalelerle kirlenen ruhlar bu manevî çeşmeden süzülen duru sularla arınır. Rüzgârın yelkenleri şişirdiği gibi, Kur’an diyarından esen manevî rüzgârlar da boşalan ruhları şişirir, diri ve iri gösterir. Kur’an göklerinden dökülen bereketli yağmurlar, çatlayan ruh toprağımıza hayat verir. Sararmaya duran maneviyat ağacı bu bereketli yağmurlarla yeşerir.
Ramazanla birlikte manevî duygu ve düşünceler kanatlanır. İlahî isimlerin tecellileri gözleri kamaştırır. Bazen nedamet gözyaşları yerçekimine teslim olur. Sadece oruç tutanların buradan cennete girebileceği Reyyan kapısı ardına kadar açılır. Ramazanı hakkıyla ve layıkıyla idrak edenler bu kapıdan geçmeye namzet olur. Kadın-erkek, yaşlı-genç, zengin-fakir, âlim-cahil, soylular-halk bütün Müslümanlar ramazan ayıyla birlikte eşitlenir. Zerreden şümusa kadar cümle varlıklar ramazanlaşır. Hayat, ramazanla birlikte gerçek manasını bulur.
Ramazan enaniyet duygularını yok eden bir aydır. Diğer zamanlarda kendini çok güçlü zannedip kibirlenen insan, oruçla birlikte açlığa teslim olunca kolu kanadı kırılır; böylelikle zayıf olduğunu anlar. Oruç müminlere sınırlar koyarak onu belli alışkanlıklardan uzak durmaya zorlar. Bazı konularda sınırlanan kişi, böylece bir anlamda nefsiyle de cedelleşir.
Oruç, dünyevileşme eğilimi içinde olan insana sınırlarını hatırlatır; dünyaya geliş gayesini fısıldar. Dünyevileşme temayülü içerisinde olan insan, ramazanla beraber gerçek mecrasına döner. Orucu özleyen ve on bir ayın sultanını adeta iple çeken ruhlar, ramazanla birlikte mutmain olur. Diğer zaman dilimlerinde sıkılan ruhlar ramazanla birlikte genişler.
Dünya hayatının ahret hayatına galebe çaldığı bir zamanda ve zeminde yaşıyoruz. Çok zor bir imtihandan geçiyoruz. Allah bizi her iş ve hareketimizde sınıyor ve yaptıklarımız manevî kameralarla kayıt altına alınıyor. Ne yazık ki bu kirli dünyada nefes aldıkça, günahlarımız daha da artıyor. Bu durum kişiyi manevî uçurumların eşiğine kadar götürebilir.
Yıl boyunca kararmaya yüz tutan kalplerimiz ramazanla birlikte yenilenir. Dağılan bir tespih misali olan bugünkü Müslümanlar bu ayda birbirinin dertleriyle dertlenir. Oruç ibadetini yerine getirirken aç kalarak açlığın ne demek olduğunu anlayan Müslümanlar ömürleri boyunca yarı aç yarı tok yaşamak zorunda kalan fakirleri daha iyi anlarlar. İmkânı olanlar, güç durumdaki kişilere keselerini ve kalplerini açarlar. Zira yardım ve dayanışma bu ayın ayırt edici unsurları arasındadır. Müminler arasındaki paylaşma kültürü bu ayda zirveye çıkar. Böylece yıl boyunda dağınık bir görüntü arz eden Müslümanlar birlik görüntüsü verir.
Ramazan, ruhların silkinerek dirilişine ve uyanışına vesile olur. Sahura kadar uyumayan veya uyuyup da sahurla birlikte ayağa kalkan müminler, şeytanın fitne ve fesadına karşı daima teyakkuzda olurlar. Ramazanda ruhlar bir anlamda nöbettedir. Şeytanların bağlanıp zincire vurulduğu on bir ayın sultanı bu ay, nice güzellikleri ruhlarımıza nakşeder.

HER GÜNÜ BAYRAM OLAN AY: RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan iç muhasebe ayıdır. Bu ayda insanlar içlerine ayna tutarlar. Bir çeşit nefis muhasebesi yaparlar. Bugüne kadar neler yaşadıklarını gözden geçirirler; hayatlarına çekidüzen verirler. Zira ramazan muhasebe ayıdır. Bu ayda Müslümanlar Allah tarafından hesaba çekilmeden kendi kendilerini hesaba çekerler. Basiret nazarlarını iç dünyalarına yönelterek artılarını eksilerini görürler. Kendilerini iman ve ihlâs kantarında tartarlar. Böylece gelecekteki hayatları için bir yol haritası çizerler. Yol yakınken yanlışlardan dönerler.
Ramazan yenilenme ayıdır. Bu ayda hemen herkes manevî açıdan yenileniyor. Ruhlar ramazan ikliminde soluklanıyor. Sanki manevî bir el değiyor üzerimize. Bu el bizim fazlalıklarımızı törpülüyor; bizleri yeniden kalıba koyuyor, bize en güzel şekli veriyor.
Ramazan fark etme ayıdır. Bu ayda Allah’ın kudretini kâinat aynasında daha net görebiliyoruz. Etrafımıza tefekkür nazarlarıyla bakıp Allah’ın kudretini ve büyüklüğünü teslim ediyoruz. Çevremizdeki güzelliklerin, çiçeğin, böceğin farkına varıyoruz. Mahlûkatın bize hizmet etmek için yaratıldığını anlıyoruz. Ramazanda çevremizdeki fakirleri, kimsesizleri daha çok görebiliyoruz. Açların ve yoksulların ne kadar zorluklar içerisinde yaşadıklarını daha iyi anlıyoruz. Zira yüreğimize merhamet, gözlerimize basiret geliyor.
Ramazan uyanış ayıdır. Bu ayda gaflet sularında yüzen bedbahtlar uyanıyor; selamet sahiline doğru kulaç atıyor. Nefsin esareti altında karanlıklara gömülen vicdanlar, kandillerin ışığıyla aydınlanıyor. Vicdanla cüzdan arasında gidip gelenler, cüzdanı bırakıp vicdana yöneliyor. Kurtuluşun yalnızca İslam’da olduğu gerçeği bütün çıplaklığıyla görülüyor.
Ramazan ümit ayıdır. Bu ayda geleceğe ve kurtuluşa dair ümitlerimiz tazelenir. Ne kadar büyük günahkâr olsak da Allah’ın rahmet ve mağfiretinin bizim günahlarımızdan daha büyük olduğunu fark ederek bataklıklardan kurtulmak için çırpınırız. Duaların gölgesinde korktuklarımızdan emin, umduklarımıza oluruz. Kurumaya yüz tutan köklerimize can gelir.
Ramazan hayatı düzene koyma ayıdır. Diğer aylarda hayatımız darmadağın iken bu ayda hayatımız düzene girer. Ne zaman yiyeceğimiz, ne zaman uyuyacağımız bellidir. Bir anlamda disiplinine ediyor bizi ramazan… Bu ayda her şey beş vakit namazla anlamlandırılır.
Ramazan coşku ayıdır. Bu ayda müminler iftar saatlerinde büyük bir coşku ve heyecan yaşıyorlar. İftardan sonra camilere gidilerek dinî ve sosyal münasebetler geliştiriliyor. Manevî feyiz ve bereket tavan yapıyor. Aç ruhlar Kur’an’la, namazla ve zikirle doyuruluyor. Mukabeleler yapılıyor. Kur’an, bütün hayatımızı kuşatıyor. Kaybettiklerimizi elde ediyoruz.
Ramazan midelerin ve ruhların yıllık bakıma alınma ayıdır. Yıl boyunca tıka basa doldurduğumuz mideler bu ayda istirahat ediyor. Keza ramazan mideyi ve ruhu nadasa bırakmaktır. Orucun sağlığa faydalarını tıp alanındaki uzman kişiler yıllardır söylüyor.
Ramazan huzur ayıdır. Öncelikle bu ayın iklimine girdiğimizde iç huzuru yakalarız. Bunu toplumsal huzur takip eder. Suçlular bile bu ayda kendilerini firenler. Hırsızlar da bir ay boyunca işlerine(!) ara verirler. Fakat bu sefer de dilenci dediğimiz merhamet hırsızları peydahlanır her sokak başında. Bunların yaptığı da bir çeşit “kibar hırsızlık” değil midir?
Ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda hemen herkes ibadet seferberliğine çıkar. Diğer zamanlarda cuma namazını bile kılmayanlar bu ayda vakit namazlarını da kılarlar. Diğer zamanlarda cuma kılanlar bu ayda bütün namazlarını cemaatle kılmaya çalışırlar. Vakit namazlarını kılanlar ise mukabelelerle ve teravihlerle manevî zenginliklerini taçlandırırlar. Fakat ne yazık ki bu ayda ibadete koşanların bir kısmı bayram namazı sonrasında uzun sürecek gaflet uykusuna yatarlar. Onlar bir ay ibadetle bütün yılın günahlarının temizleneceğini düşünen gafillerdir. Oysa ibadetin az da olsa devamlı olanı makbuldür.
Ramazan aşk ve muhabbet ayıdır. Bu ayda sevgililer sevgilisi olan Resulullah Efendimiz yâd edilir. Ona giden yollar müminlerle dolup taşar. Onun bize bıraktığı son din olan İslam’a sıkı sıkıya sarılırız. Kurtuluşa erenler ancak ve ancak Allah’ın ipine sarılanlardır.

HİLAL GÖRÜNDÜ… HAYDİ BİSMİLLAH
M.NİHAT MALKOÇ

Hilal göründü… Haydi bismillah!...
Zaman döndü dolaştı ve bir kez daha ramazanda karar kıldı. Müminler gözlerini göklere çevirip hilali gözetlemeye koyuldu. Nihayet hilal de o aydınlık yüzünü gösterdi müminlere. Şimdi ramazana erişme bahtiyarlığını yaşıyor müminler. Evlerde bir telaş, bir heyecan… Herkes gelecek misafiri en iyi şekilde ağırlamanın gayreti içerisinde canla başla çalışıyor. Kalplerde huzurun nabzı atıyor. Evlerimiz, caddelerimiz, sokaklarımız, cami ve minarelerimiz ışıklarla bezenmiş. Herkes insanî ilişkilerde daha dikkatli davranıyor artık. Kalpler arasında sevgi ve muhabbet köprüleri kuruluyor. Müslüman kardeşliği her yerde bütün haşmetiyle tezahür ediyor. İnsanlar birbirlerinin elinden tutuyor, hayırda yarışıyor. Haset, öfke ve nefret dağlarına kar yağmış şimdi. İyilik melekleri fazla mesai yapıyor.
Hilal göründü… Haydi bismillah!...
Ramazanla birlikte özlenen tablo canlanıyor gözlerimizin önünde. Nefis atı dizginlenip kontrol altına alınıyor. İnsanlar eksik ve kusurlu yanlarını tekmil ediyor. Nefis terbiyesinden geçen gönüller, bakan gözleri kamaştırıyor. Aslında nefsin sanıldığı kadar güçlü olmadığı, iradesiz kimselerin ona koltuk değneği olduğu gerçeği ayan beyan ortaya çıkıyor. Allah’a yaklaşma ve Kur’an’a tabi olma yolunda kulluk yarışı sürüyor. En fakirinden en zenginine kadar bütün insanların kulluk derecesiyle mertebe kazanacağı hakikati kabul görüyor. Açlıkla terbiye edilen insanlar nimetlerin kadrini bilmeye başlıyor. Yaratanın ve yaşatanın Allah olduğu gerçeği diğer günlere göre daha da öne çıkıyor, her kesimden kabul görüyor.
Hilal göründü… Haydi bismillah!...
Ramazanla birlikte dostluklar daha da pekişiyor. Sofralar zengin fakir ayrımı yapılmadan bütün insanlara açılıyor. Yemeğe uzanan eller sofraları bereketlendiriyor. Neşe ve huzur bu mübarek günlerde tavan yapıyor. Evlerde sahura kadar demli çaylar eşliğinde sohbetler devam ediyor. Ramazanın gelişiyle Müslümanlar sevinçlerine sevinç katıyor. Fakat bütün Müslümanlar mı? Ne yazık ki hayır!... Irak’ta, Filistin’de, Çeçenistan’da, Lübnan’da, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Keşmir’de ve daha nice yerlerde Müslümanlar ramazan neşesini yaşayamıyor. Onların sofralarına iftarda hurma değil, bomba düşüyor. Zulmedenler ve zulme rıza gösterenler huzurun kökünü kazımaya kararlılıkla devam ediyorlar.
Hilal göründü… Haydi bismillah!...
Güzel ülkemin iri gazeteleri ve renkli televizyonları da bukalemunlaşmaya başladı bile. Hepsi modaya uyup yeşile boyadılar kepenklerini. Her gazete ramazan ilavesi veriyor. Her kanalda iftar ve sahur programları birbirleriyle yarışıyor. Herkes bir ilahiyatçıdan medet umuyor. Reyting toplamak için ayrıntı kabilinden konular büyütülerek önümüze konuluyor. Çok değil, bir ay sürer onların boyama devri. Sonra yine aslına rücü ederler. Fakat bizler onların bu samimiyetsizliğini bir türlü algılayamayız. Hatta onlara sevgi ve sempati duymaya başlarız. Oysa bu bir nöbettir, bir aylık nöbet… Bir ay sonra herkes kendi mecrasına çekilecek, hayat kaldığı yerden devam edecek. Herkes tıynetinin gereğini yerine getirecek.
Hilal göründü… Haydi bismillah!...
Hayata bambaşka bir can ve heyecan geliyor. Gündüzlere gecelerden pay ayrılıyor. Geceler gece olmaktan çıkıp güne karışıyor. Belediyeler iftar çadırları kurup yolculara ve gariplere amme hizmeti veriyor. Paylaşmanın en güzel örnekleri sergileniyor. Komşusu aç olanlar bir ay için olsa da insafa geliyor. Mabetlerden ezan sesleri daha bir coşkulu yükseliyor masmavi göklere. Çoluk çocuk demeden aileler camilere akın ediyor. İnsanlar gözyaşlarını önlerine akıtıp tövbekâr oluyorlar. Gözyaşları günahın ayrık otlarını kurutup sevap güllerini yeşertiyor. Müslümanların başları her zamankinden daha dik şimdi. İşgal altındaki ruhların zincirleri tamamen koparılamasa da gevşetiliyor. Bu bile teselli olmaya yetiyor. Ramazanın bereketi fakir gönülleri kuşatıyor. Keşke on iki ay ramazan olsa, hayatımızdan çekilmese…

İBADET AYI: RAMAZAN…
M.NİHAT MALKOÇ

Şu günlerde ayların en kıymetlisi olan ramazanı idrak ediyoruz. Bu ayda müminlerin gönülleri büyük bir neşe ile dolar. Hayatımızdan çıkardığımız İslamî hükümler bir aylık için de olsa geri döner. Bu ay vesilesiyle Müslüman bir millet olduğumuzu hatırlarız. Camiler cemaatle dolup taşar. Minareler arasına asılan mahyalar bizi hakka ve hakikate çağırır. Yüce Rabbimiz İslam’ın beş şartından biri olan oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara 2/184)
Aslında Ramazan biz Müslümanlar için bir lütuftur. Oruç ibadetinin maddî ve manevî faydalarını göz önünde bulundurunca ramazanın büyük bir hediye olduğu hakikatini kavrarız. Oruç tutan müminlerin kalpleri yumuşar. Eşyaya sevgi penceresinden bakarlar. Oruçla hemhal olanların basiret gözleri açılır. Kul açlıkla beraber muhtaç ve zayıf olduğunu daha iyi anlar. Oruç şer duygulara karşı adeta bir kalkan olur.
Mübarek ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlerin sevabı katlanarak yazılır. Müslümanlar bu ayda adeta ibadet seferberliği yapmalıdır. Ramazan lâfta kalmamalıdır. Bu mübarek ayın içini doldurmalıyız. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve hatim indirmek gerekir. Zira Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Yine bu ayda Allah’ın isimlerini bolca zikretmeliyiz. Yüce Allah bu ayla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara 2/185)
İslam toplum dinidir; hayatı çepeçevre kuşatmıştır. Küçük büyük, zengin fakir İslam zincirinin her bir halkasını oluşturur. Müslümanlar birbirlerini düşünür ve kayırır. Mübarek ramazan ayında ümmetin kurtuluşu için sürekli dua etmeliyiz. Günahlarımızdan pişman olup ellerimizi semaya kaldırıp mülkün gerçek sahibinden bağışlanma dilemeliyiz. Bu ayda sofralarımızdaki insan halkasını yeni yeni misafirlerle genişletmeliyiz. Unutmamalıyız ki misafir bereketiyle gelir. Bir sofraya ne kadar çok el uzanırsa sofradaki nimetlerin bereketi o nispette artar. Tok gönüllü olanlar sofralarını dostlarına hep açık tutarlar.
Oruç nefsin kötü arzularını kırar. Kişi aç kalınca nefsanî duygular azalır. Bu haldeki insan, zayıflığını hatırlayarak gerçek hâkimin ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu düşünür, ona teslim olur; enaniyetini yener. Oruç tutan insanın başıboş hareket etmesi mümkün değildir. O ancak kendisine çizilen hak ve helâl dairesinde hareket edebilir. Fakat Allah yarattığı ve zaaflarını çok iyi bildiği kuluna altından kalkamayacağı şartlar da koşmaz. Bir ay boyunca onu hayattan soyutlamaz. Kişi ramazanda belli ölçülere uyarak hayatını devam ettirir. Cinsel hayatı bile bazı zamanlar içerisinde kısıtlansa da iftar sonrası dilediğince sürer. Bununla ilgili olarak gelen şu ayet bir kısım sınırlamaları ortaya koyması açısından önemlidir:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.”(Bakara 2/187)
Bu ayda ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara!...

İSLAM DÜNYASI HALKIYLA SAVAŞTAYKEN RAMAZANI YAŞAMAK…
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan huzur atmosferidir, on bir ay boyunca Müslümanların yolunu gözlediği gül yüzlü sevgilidir. Yüreklerin bayram yerine döndüğü müstesna bir zaman dilimidir o... Gönül mumumuzun yandığı aydır ramazan… Cennet kapılarının ardına kadar açıldığı, cehennem kapılarının kapandığı, şeytanların zincire vurulduğu mübarek bir gül devridir ramazan...
Zaman bizi her yıl ramazana taşıyor. Ramazan, müminlerin çocuklar gibi şen olduğu, coşku ve heyecandan yerinde bile duramadığı aydır. Fakat bu huzur ve sevinç her zaman mümkün olmuyor. Bu mübarek ramazanda bir yanımız şen, bir yanımız buruktur.
Biz altı asrı aşkın bir zaman boyunca dünyaya adaletle hükmeden şanlı bir devletin, Osmanlı’nın mirasçılarıyız. Ceddimizin bize emanet bıraktığı ahlakî mirası hakkıyla muhafaza edemedik. Ne yazık ki onlara layık nesiller olamadık. Bugünkü yaşantımıza baktığımızda İslamî hassasiyetlerden uzak olduğumuz görülür. Biz isterdik ki onlara layık nesiller olalım, her birimiz bir alperen olarak yaşayalım, çocuklarımızı da öyle yetiştirelim.
Osmanlı Devleti üç kıtaya adaletle hükmetmişti. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışını kendisine şiar edinmişti. Onların şanlı izini kendimize iz edemedik. Ahlakî değerlerimiz erozyona uğradı. Şanlı geçmişimizi hakkıyla ve layıkıyla geleceğe taşıyamadık. Batı’yla Doğu arasında, tabir caizse arafta kaldık. Maddiyat çukurlarına sürüklendik, ne yazık ki bizi biz yapan manadan uzak kaldık. Böyle olunca da bir türlü kendimiz kalamadık. Birlik ve beraberlikten kopunca çil yavrusu gibi dağıldık. Mukaddes değerlerimizden uzaklaşarak popüler kültüre teslim olduk. Tarihî şahsiyetlerimizi çoktan unuttuk. Şimdilerde ne yazık ki birkaç yeni yetmenin peşinden gidiyor yarının teminatı olarak gördüğümüz gençlerimiz…
Müslüman’ın kılavuzu Kur’an ve sünnettir. Fakat Kur’an’ı ve sünneti hayatımızın merkezine koyamadık. İnançlarımızı doğru dürüst yaşayamadığımız için, bir noktadan sonra yaşadıklarımıza inanmaya başladık. “İ’lây-i Kelimetullah” yolunda daim ve sabit kalamadık. Kimliğimizi unutup ecnebi kimliklerle dolaşma gafletine, hatta dalaletine düştük. Göğümüzdeki hilali çaldılar, karanlık gecelere mahkûm olduk. Güneşimizi çaldılar, aylar zemheriye döndü. Mevsimler içerisinde baharımızı çaldılar, kışlara müebbet mahkûm olduk.
Bizler ülke olarak ramazanı huzur ve refah içerisinde idrak ediyoruz ama dünya Müslümanları, kardeşlerimiz tarifi imkânsız acıları yaşıyor. Müslüman coğrafyası sözde Müslüman liderlerin zorbalıkları altında inim inim inliyor. Mısır’da başlayan özgürlük ateşi, Libya’ya, en son olarak da Suriye’ye sıçradı. Sözünü ettiğimiz ülkelerin kukla ve çakma liderleri kendi halklarıyla savaşıyor. Mübarek ramazan ayında Müslüman coğrafyasında kan oluk oluk akıyor. Kanı akan da, kan akıtan da Müslüman olunca insanın içi daha da acıyor.
Sefalet, esaret, zulüm, kan ve gözyaşı kelimeleri İslam dünyasını çağrıştırır oldu. Küresel güçler İslam dünyasını esaret altına aldı. O İslam dünyasının bugünkü idarecilerinin çoğu Batı ülkelerinde ve ABD’de okudular, beyinleri buralarda yıkandı. Bu devşirme zihniyetli idareciler kendi halklarını hep potansiyel tehlike olarak gördüler. Onun içindir ki onları her fırsatta güç kullanarak sindirdiler. Bugün yaptıkları da bunun ağırlaştırılmış halidir.
Müslümanlar, Batılılar tarafından uzun yıllarca sömürüldü, geri bırakıldı. Dini yozlaştırarak Kur’an’dan ve sünnetten uzaklaştırdılar. Ortadoğu’nun ceberut idarecileri kanun dinlemediler, iki dudakları arasından çıkan her sözü kanun saydılar. Bu abus idareciler halkın zenginlik ve refah içerisinde olmasını hiç istemediler. Çünkü halkın geçim sıkıntısı gibi şahsî sıkıntılarla boğuşmalarını istediler. Karnı tok sırtı pek kişilerin yarın demokrasi ve özgürlük isteyeceklerini bildikleri için vatandaşların mamur bir hayat yaşamalarına müsaade etmediler.
Ortadoğu, yer altı zenginlikleri bakımından dünyada başı çekiyor. Burada doğalgaz ve petrol su gibi akıyor. Durum böyle olsa da bu zenginlik ve refah bir türlü halka yansımıyor.
Dünyadaki Müslümanlar çil yavrusu gibi dağılmış, ümmet şuuru zihinlerden silinmiş. Böyle bir ortamda ramazanın o doyumsuz hazzını ne yazık ki doyasıya yaşayamıyoruz.

KADİR GECESİ’NDEN SÜZÜLEN NURLAR…
M.NİHAT MALKOÇ

Bin aydan daha hayırlı bir gecenin içinde bulunduğu bir aydayız. Bu ay, idrak etmekte olduğumuz Ramazan ayıdır. Bu gece Ramazan ayının içinde gizlenen Kadir Gecesidir. Bu gece müminlerin manevî fırsat gecesidir. Akıllı müminler yılda bir kez ele geçen bu fırsatı asla kaza etmezler. Bu gecede gül kokulu dualar Rabbin katından yankı bulur. Sezai Karakoç’un deyimiyle gecelerin de imamı vardır. Gecelerin imamı Kadir Gecesidir. Sezai Karakoç’un bu geceyle ilgili güzel bir değerlendirmesini dikkatlerinize sunmak istiyorum:
“Belki bu gecedir, belki başka bir gecedir, Kadir Gecesi… Kuran’ın övdüğü bir gecedir Kadir Gecesi…. Kur’an gelmeseydi, kâinat ve varlık, her türlü yaradılış, sırrı çözülmez bir tılsım, bir büyü gibi kalırdı. O, yaradılış bilgisinin ders kitabı olarak bir Kadir Gecesinde indi. İşte Kadir Gecesi, kâinata anlamını getiren gecedir.
En ağır hastaların bile hafifledikleri, öteye geçen müminlerin bir kuş hafifliğiyle geçtikleri, yoksul sofraların gökten gelme bir bereketle birdenbire zenginleştiği bir gecedir Kadir Gecesi… Ey gözlerin gizli, fakat gönüllere aşikâr Kadir Gecesi! Zamanın kalbinde en doğru ve şaşmaz bir saat gibi çınlayıp giderken, yurdumun üstüne, vahyin geçmez izini ve yıpranmaz eserini, ölmez sesini bir kere daha işle… Seni bulmak için bilen gönül, çöllere bile düşmek gerekseydi, düşerdi. Kutuplarda buzların altında, bin yıl kalıp almak gerekseydi, alırdı. Fakat sen, kendin geliyorsun. Seni bulmak için arınmış bir kalple aramak yetiyor. En saf bir merhamet gibi kendin geliyorsun…”(Sezai Karakoç, Günlük Yazılar II, Sütun)
Hayatımıza yön veren, gideceğimiz doğru yolu(sırat-ı müstakim) tayin eden mukaddes kitabımız, hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim, Kadir Gecesinde dünya semasına indirilmiştir. “Doğrusu biz Kur’an’ı Kadir Gecesinde indirmişizdir. Kadir Gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece, tanyerinin ağarmasına kadar bir esenliktir” (Kadir Suresi, 1-5).
Ramazanda gönüller Hakk’a açılır. Bu ayın her günü ve gecesi birbirinden feyizli ve bereketlidir. Fakat Kadir Gecesinin feyiz ve bereketi diğer gün ve gecelerle kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Bu mübarek gece, biz ahir zaman ümmetine Allah tarafından sunulan bir lütuftur. Zira önceki ümmetlerin ömürleri bugünkü insanlarınkinden çok daha uzundu. Bugünkü insanlar o uzun ömürlü insanların sevaplarına erişsin diye Kadir Gecesi bu ümmete hediye edilmiştir. Bu nimet biz ahir zaman ümmeti için büyük bir manevî fırsattır. Sırf bunun şükrünü hakkıyla eda etmek için Rabbimize ne kadar dua ve ibadet etsek yine de azdır.
Kadir Gecesinin zamanı kesin belli değildir. Bununla ilgili değişik rivayetler vardır. Peygamberimizin sevgili zevcesi Hz. Aişe (ra) şöyle anlatıyor: “Resûlullah (asm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: ‘Kadir Gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın’. Resûlullah (asm)’dan sonra, zevceleri de itikâfa girdiler.” Fakat bugünkü Müslümanların Kadir Gecesini arayacak ne zamanları, ne eğilimleri, ne de güçleri vardır. Zamanımızın Müslümanları, dünyevileşmenin girdabında sürüklenmektedir. Daha çok para, daha müreffeh bir hayat, daha çok makam mevki peşinde koşan Müslümanlar, hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünyaya hırsla ve aşkla bağlanmışlardır.
Kadir Gecesinin hangi gece olduğunun kesin olmamasının birçok hikmeti vardır. Rabbimiz istiyor ki Ramazanın her gecesini Kadir Gecesi gibi ibadetle geçirerek affa mazhar olalım. Böylelikle de amel heybemizi manevî inci hükmündeki sevaplarla dolduralım.
Müslüman her geceyi Kadir, her geleni Hızır bilir; bütün yükü bir gecenin omzuna yüklemez. Vaktinde kılınmayan namazın yerini Kadir Gecesinde kazandığımız sevaplar dolduramaz. Kadir Gecesinden hissemizi almak için şu hadise kulak verelim: “Kim Ramazan ayı çıkıncaya kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaat ile kılarsa Kadir Gecesinden hissesini alır.” O zaman biz Müslümanların yapması gereken şey, Ramazan ayını camilerde geçirmek, namazlarımızı cemaatle kılmak, mukabelelere iştirak etmektir. Geceniz mübarek olsun…

KÖYÜMÜN ESKİ(MEYEN) RAMAZANLARI
M. NİHAT MALKOÇ

Her yıl daha bir gençleşerek ve tazelenerek gelir, hayatımıza girer ramazan. Yüreğimizin en mahrem yerine kurar ak otağını. Akıp giden yıllar, onu kocatamaz. Mahyalar selatin camilerin minarelerine boydan boya gerilir. Okunan ezanlar iftar sevincini müjdeler.
Anlata anlata bitiremediğimiz o eski(meyen) ramazanlar geçmişte kaldı. Şimdi onlara dair unutulmaz anılardır zihnimizi meşgul eden… Benim de eski ramazanlara dair hatıralarım çoktur. Onları düşündükçe eski ramazanların izleri belirir zihnimin kuytularında.
Çocukluğumun ramazanları Trabzon’un merkeze en uzak ilçelerinden biri olan Köprübaşı’nda geçti. Gündoğan Mahallesinin on beş, yirmi hanelik Kosron mevkiinde... Mahallemizde cami olmadığı için karşı köydeki Güneşli Camii’nden faydalanırdık.
Evimizden camiye yaya olarak on beş dakikada varılırdı. Fakat genç hâlimizle bu süreyi yarıya kadar düşürürdük. Gece vakti kapkaranlık yolları yürüyerek teravihe giderdik.
Neler yapmazdık çocukluk yıllarımızın ramazanlarında. Hiç unutmam, karşı köydeki minarenin döne döne yükselen merdivenlerini takip ederek şerefeye çıkardık. Merdiven karanlığında birbirimizi korkuturduk. Hocayı taklit eder, sözüm ona minareden ezan okurduk. Köyün nur yüzlü yaşlı hocası kızardı bize; ama dövecek kadar da ileri gitmezdi doğrusu....
Karşı köydeki camide “medrese” adını verdiğimiz imam lojmanı vardı(r). İmam, yaz kış orada kalırdı. Eşi yanında olmadığı için de ramazanda yemeklerini köylü verirdi. Bir ev iftar yemeğini, bir ev de sahur yemeğini hazırlardı. Bu köylü için bir yük değil, aksine bir zevkti. Günümüzde böyle bir şey yapılsa insanlar hemen “İmam maaş almıyor mu? Niye ben yemek verecekmişim ona” diye isyanı basar. Fakat o dönemde insanlar bugünkü gibi bozulmamıştı. Köyümüzdeki o zamanki eski camide ramazanın ortasından sonra her akşam mevlit okunurdu. O zamanlarlar mis gibi kokan tütsüler yakılır, caminin içinde dolaştırılırdı. Caminin içi çiçek bahçesi gibi mis kokardı. Günümüzde bu tütsü yakma işi kaldırıldı.
O yıllarda hemen her caminin kocaman güğümleri olurdu. O güğümün içi suyla doldurulur, içine toz şeker konulup karıştırılırdı. Bildiğimiz bir çeşit şerbet yapılırdı. Bu şerbet mevlitte bardaklara doldurulup cemaate dağıtılırdı. Şerbetimizi içtiğimiz halde bir kere daha almak için arka sıralara geçerdik. Şerbet içmekten karınlarımız davul gibi olurdu.
Camide teravih namazı öncesinde mevlit okunurdu. Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini büyük bir vecd içerisinde dinlerdik. Mevlit, manevî duyguları yansıtan bir şiirden öte, kutsal bir ayin gibi gelirdi bize. Bu şiir okunurken konuşmak, günah olarak addedilirdi. Mevlit, yatsı ezanının okunmasına doğru bitirilirdi. İmam yüksek sesle dua eder, bizler de “Amin” derdik. Fakat hocanın ne dediğini duymazdık bile. O kadar bağırırdık ki sesimiz caminin kubbesinden yankılanırdı. Normalde her cümlenin sonunda “Amin” denilirdi. Fakat biz çocuklar, imamın dua cümlesini bitirmesini beklemez, neredeyse her kelimeden sonra “Amin” derdik.
Mevlit okunduktan ve dua edildikten sonra akide şekeri dağıtılırdı. Bugünkü gibi ambalajlı paketler kullanılmazdı. Açık olarak kilo işi alınan şekerler kese kâğıdına sarılıp öyle dağıtılırdı. Aldığımız şekerlere kanaat etmez, tekrar tekrar şeker almak için caminin içini fırıl fırıl dolaşırdık. Yaşlı amcalar bu durumunuzu bildiği için kendi şekerlerini de bize verirlerdi.
Çocukluğumun ramazanlarında hemen her gece teravih namazına giderdik. Çocuğun teravih namazı nasıl olur bilirsiniz. Henüz ergenlik çağına girmediğimiz için teravihler bir çeşit oyun gelirdi bize. Ya birbirimizin üstüne secde ederdik, ya da birbirimizin ayaklarının altını gıdıklardık. Babalarımız selam verince ters ters bakarlardı bize. Fakat camiden dışarı atmazlardı bizi. Çocukluklarımıza tahammül ederlerdi. Kim bilir o zaman camiden dışarı atılsaydık, bugün o camilere devam eden insanlar olabilir miydik? Günümüzde çocukların teravihlerdeki masum taşkınlıklarına sert bir şekilde cevap verip onları camiden soğutanlar, zihinlerinde yanlış ve olumsuz bir cami imajı oluşturanlar, büyük vebal altındadır. Belki onlar gelecekte, büyüklerin bu yanlış tavır ve davranışları yüzünden camiye mesafeli duracaklardır.

KUR’AN AYI: RAMAZAN…
M.NİHAT MALKOÇ

Gönül ufuklarımızın güneşi olan ramazan içimizi aydınlatıyor. Ruhumuzun kirleri günbegün arınıyor. Yıl boyunca çoraklaşan ve çölleşen gönül bahçelerimiz ramazan ikliminde yeşeriyor. Gönüllerimiz insan sevgisiyle büyüdükçe büyüyor, adeta kâinatı kuşatıyor. İçimizde sürüp giden yangınlar, duaların sağanağında sönüyor. İçimizdeki isler Kur’an’ın cilasıyla kayboluyor. Ramazan, rahmet semalarından müjdeler getiriyor bizlere. Resulullah’ın gül kokan selamını ‘baş üstüne’ deyip şeref sayıp alıyoruz. Gönüller bayram yerine dönüyor.
Müslümanların dinî duygularının canlandığı, diriliş emarelerinin görüldüğü bu ayda Kur’an, müminlerin gündemine oturur. Aslında hiçbir zaman elimizden düşürmememiz gereken Kur’an, bu ayda diğer zamanlara nazaran daha çok yanımızda ve yakınımızda olur. Bu mübarek zaman diliminde Kur’an’a daha bir yoğunlaşırız. Fakat mühim olan bu güzel davranışı diğer aylarda da sürdürebilmektir. Zira bu yüce kitap bütün çağları kapsamaktadır. İnsanlığın hayat kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ramazana özel önem atfederek ondan genişçe bahsediyor. Yüce kitabımız Kur’an, ramazan ve oruçla ilgili şunlara genişçe yer veriyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara, 184)
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara, 185)”
Yüce Rabbimiz “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınıp korunasınız diye, size de farz kılındı.”( Bakara, 183) buyurarak ramazanın ve onun meyvesi olan orucun diğer dinlerde de var olduğunu bizlere hatırlatıyor. Fakat günümüzde bozulmamış, geçerli tek din İslamiyet olduğu için bizler bozulmuş dinlerin ahkâmını itibara almayacağız. Zira Müslüman’ın dini İslam, kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed(sav)’dir. Bizi sadece bu dinin, bu kitabın, bu Peygamberin söz ve fiilleri bağlar.
Ramazan Kur’an’ın yeryüzünü aydınlattığı aydır. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği ay olan ramazan, Müslümanlar arasında Kur’an ayı olarak da bilinir. Peygamber Efendimiz bu ayda Kur’an’ı daha çok okurdu. Allah Resulü her ramazan, Cebrail’le Kur’an’ı karşılıklı okurlar, azamî dikkatle gözden geçirirlerdi. Bizler de onun ümmetinden kullar olarak bu ayda en azından Kur’an’ı bir kez hatmetmeliyiz. Mümkünse mukabelelere iştirak etmeliyiz. Kur’an okumanın yanında, okunanı dinlemek de çok sevaplıdır. Kur’an’ı koşturarak değil, tecvidine uyarak, tabir caizse sindirerek okumakta fayda vardır. Keşke okurken anlamına da vakıf olabilsek…“Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku.”(Müzzemmil 1-4) ayeti Kur’an okumada nasıl davranacağımızı öğütlüyor. Marifet birkaç hatim indirmek değil, hakkını vererek, içine sindirerek okumaktır.
Ramazanla birlikte camilerimizde Kur’an sesi diğer zamanlara nazaran daha bir yüksek çıkıyor. Genellikle sabah namazından sonra ve ikindi namazından önce yapılan mukabelelerde Kur’an sevdalıları yüce kitabımızı büyük bir iştiyakla okuyor veya okuyanları takip ediyor. Fakat ne yazık ki anlamına vakıf olamıyorlar. Keşke Kur’an’ı asgari düzeyde de olsa anlayabilsek. Hiç olmazsa her rekâtta okuduğumuz Fatiha’nın anlamını öğrenmeye, kısa süreleri kavramaya kafa yorsak!... Bunlar hiç de zor olmayan mühim meselelerdir. Gelin bu ramazanda Kur’an’ı sadece Arapçasından değil, Türkçesinden de okuyalım. Okuduğumuzu anlayalım ki tefekkür edebilelim. Bu durum inancımızı daha da pekiştirip zenginleştirecektir.

KUR’AN OKUMA AYI: RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

İçinde Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı çok mübarek bir aya girmiş bulunmaktayız. “Ramazan ayı, kendisinde Kuran’ın indirildiği aydır.”(Bakara 185) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir. Bu yüzdendir ki ramazana “Kur’an Ayı” da demekteyiz. Onun içindir ki bu ayda Kur’an’ımız diğer aylara nazaran çok daha fazla okunur. Yıllarca raflarda, evin en yüksek yerlerinde duran mübarek kitabımız bu ayda ele alınarak okunmaya başlanır.
Ramazan bir anlamda mukabele ayıdır. Ramazan ayında büyük küçük hemen her camide sabah, öğle ve ikindi namazı öncesi ve sonrasında mukabele okunur. Fakat mukabele okuyan ve dinleyenlere baktığımızda yaş itibariyle “ihtiyar” diye tabir ettiğimiz kişilerden oluştuklarını görürüz. Sanki Kur’an’la buluşmak ve yüzleşmek için belli bir yaşın üstünde olmak gerekiyor. İnsanlar ibadette yoğunlaşmak için yaşlanmayı bekliyor. Oysa en güzel ve en makbul ibadet gençlikte yapılandır. Allah gençlerin ibadetine daha çok değer verir.
Kur’an okumanın Allah katındaki ehemmiyeti tartışılamaz. Ramazan; Kur’an’a dönüş, onunla yüzleşmek ve iç muhasebe yapmak için büyük bir manevî fırsattır. Onun içindir ki özellikle Kur’an’ın yeryüzüne inmeye başladığı ay olan ramazanda daha çok Kur’an okuruz. Fakat okumalarımız genellikle Arapça metin üzerinde gerçekleşir. Bu haliyle onu okuyup anlayanların sayısı çok azdır. Ekseriyetimiz bu kitabı okuduğu halde onun içeriğinden bir şey çıkaramaz. Bu da yavan bir okumadır bence. En iyisi önce Kur’an’ın her bir sayfasını yüzünden okumalı, ardından birebir mealini okumalı, son olarak da güvenilen bir tefsir kitabından ayetlerin derinliğine inilmelidir. İnsanın aklını tatmin eden okuma gayreti budur.
Yüce kitabımız Kur’an’ı ezberden okumak çok daha makbuldür şüphesiz... Onun içindir ki hafızlık müessesesine çok değer verilmiştir. Fakat yakın ve uzak çevremizde nice hafızlar tanırız ki Kur’an’ı hafızalarına nakşetmişlerdir ama ne yazık ki onun muhayyilemizi kuşatan derin manasına vakıf olamamışlardır. Hafızlık bu haliyle de Allah katında büyük bir değerdir ama keşke hafızlarımız, hafızalarında taşıdıkları Kur’an’ın anlamına da vakıf olsalar. Bu mana vukufiyeti onların okumalarına da yansıyarak mübarek kelamı daha derin ve içten okumalarına zemin hazırlayacaktır. Böylelikle onun anlamını da taşımış olacaklardır.
Yüce Allah mübarek kitabında defalarca insanları düşünmeye davet ediyor. “Düşünmüyor musunuz, akıl erdirmiyor musunuz?” sualiyle başlayan ve biten yüzlerce ayet vardır yüce Kur’an’da... Yaratılışı, kâinatı, Kur’an’ı, kıyameti, ölümü, hulasa insanı tefekküre götüren her şeyi düşünmek… Anlamanın birinci basamağıdır düşünmek… Öyleyse Kur’an okumalarımızda da evvela düşünme eylemini harekete geçirmeliyiz. Okuduğumuz ayetlerin günümüz Türkçesindeki karşılıklarını zihnimizden geçirerek verilmek istenen mesajı doğru almalıyız. Bu eylem şüphesiz ki daha donanımlı ve kâmil Müslüman olmamızı sağlayacaktır.
Her yıl, her ay hatim indirenler bir de Kur’an’ın anlamını düşünmeyi niçin akıl etmezler? Niçin ayetlerin her bir harfine verilecek bilmem ne kadar sevabı hesap ederler de onun dayandığı temel düşünce eksenini anlama gayreti içerisinde olmazlar? Bu bir eksiklik değil mi? Bırakın Kur’an’ı bütün olarak düşünmeyi, her namazda okunan Fatiha suresinin ne anlattığını bile bilmeyen kendince âlimlerimiz de vardır. Bunlar öze inememiş kaba softalardır. Bunların anlattığı İslam korkuya dayalı, cehennem ateşini merkez alan İslam’dır. Oysa Cehennemden evvel Cennet anlatılmalı insanlara. Allah’ın ‘Rahman’ ve ‘Rahim’ sıfatlarının tecellisi, ‘Kahhar’ ve ‘Celal’ sıfatlarından daha öndedir. Niçin insanları korkutuyoruz ki?... “Rahmetim gazabımı geçmiştir” diyen merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimize niçin kulak vermeyiz? Peygamberimiz sevgi eksenli bir tebliğ gayreti içinde oldu hep… Niçin Peygamberimizin tebliğ esaslarını kendimize ölçü edinmeyiz?
Kur’an-ı Kerim’i tozlu raflardan indirmek için ramazan ayını beklemek ne kadar sakat bir mantık ve yanlış davranıştır. Kur’an her zaman hayatın içinde olmalıdır. Onun ahkâmı hayatımızı çepeçevre kuşatmalıdır. Ne olur Kur’an’ı bayram günü tozlu raflara kaldırmayın.

KUR’AN’DA RAMAZAN, RAMAZAN’DA KUR’AN
M.NİHAT MALKOÇ

Gönül ufuklarımızın güneşi olan ramazan içimizi aydınlatıyor. Ruhumuzun kirleri günbegün arınıyor. Yıl boyunca çoraklaşan ve çölleşen gönül bahçelerimiz ramazan ikliminde yeşeriyor. Gönüllerimiz insan sevgisiyle büyüdükçe büyüyor, adeta kâinatı kuşatıyor. İçimizde sürüp giden yangınlar, duaların sağanağında sönüyor. İçimizdeki isler Kur’an’ın cilasıyla kayboluyor. Ramazan, rahmet semalarından müjdeler getiriyor bizlere. Resulullah’ın gül kokan selamını ‘baş üstüne’ deyip şeref sayıp alıyoruz. Gönüller bayram yerine dönüyor.
Müslümanların dinî duygularının canlandığı, diriliş emarelerinin görüldüğü bu ayda Kur’an, müminlerin gündemine oturur. Aslında hiçbir zaman elimizden düşürmememiz gereken Kur’an, bu ayda diğer zamanlara nazaran daha çok yanımızda ve yakınımızda olur. Bu mübarek zaman diliminde Kur’an’a daha bir yoğunlaşırız. Fakat mühim olan bu güzel davranışı diğer aylarda da sürdürebilmektir. Zira bu yüce kitap bütün çağları kapsamaktadır. İnsanlığın hayat kaynağı olan Kur’an-ı Kerim ramazana özel önem atfederek ondan genişçe bahsediyor. Yüce kitabımız Kur’an, ramazan ve oruçla ilgili şunlara genişçe yer veriyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara, 184)
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara, 185)”
Yüce Rabbimiz “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınıp korunasınız diye, size de farz kılındı.”( Bakara, 183) buyurarak ramazanın ve onun meyvesi olan orucun diğer dinlerde de var olduğunu bizlere hatırlatıyor. Fakat günümüzde bozulmamış, geçerli tek din İslamiyet olduğu için bizler bozulmuş dinlerin ahkâmını itibara almayacağız. Zira Müslüman’ın dini İslam, kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed(sav)’dir. Bizi sadece bu dinin, bu kitabın, bu Peygamberin söz ve fiilleri bağlar.
Ramazan Kur’an’ın yeryüzünü aydınlattığı aydır. Kur’an-ı Kerim’in indirildiği ay olan ramazan, Müslümanlar arasında Kur’an ayı olarak da bilinir. Peygamber Efendimiz bu ayda Kur’an’ı daha çok okurdu. Allah Resulü her ramazan, Cebrail’le Kur’an’ı karşılıklı okurlar, azamî dikkatle gözden geçirirlerdi. Bizler de onun ümmetinden kullar olarak bu ayda en azından Kur’an’ı bir kez hatmetmeliyiz. Mümkünse mukabelelere iştirak etmeliyiz. Kur’an okumanın yanında, okunanı dinlemek de çok sevaplıdır. Kur’an’ı koşturarak değil, tecvidine uyarak, tabir caizse sindirerek okumakta fayda vardır. Keşke okurken anlamına da vakıf olabilsek…“Ey örtünüp bürünen! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an oku.”(Müzzemmil 1-4) ayeti Kur’an okumada nasıl davranacağımızı öğütlüyor. Marifet birkaç hatim indirmek değil, hakkını vererek, içine sindirerek okumaktır.
Ramazanla birlikte camilerimizde Kur’an sesi diğer zamanlara nazaran daha bir yüksek çıkıyor. Genellikle sabah namazından sonra ve ikindi namazından önce yapılan mukabelelerde Kur’an sevdalıları yüce kitabımızı büyük bir iştiyakla okuyor veya okuyanları takip ediyor. Fakat ne yazık ki anlamına vakıf olamıyorlar. Keşke Kur’an’ı asgari düzeyde de olsa anlayabilsek. Hiç olmazsa her rekâtta okuduğumuz Fatiha’nın anlamını öğrenmeye, kısa süreleri kavramaya kafa yorsak!... Bunlar hiç de zor olmayan mühim meselelerdir. Gelin bu ramazanda Kur’an’ı sadece Arapçasından değil, Türkçesinden de okuyalım. Okuduğumuzu anlayalım ki tefekkür edebilelim. Bu durum inancımızı daha da pekiştirip zenginleştirecektir.

LEYLE-İ KADR YAHUT GECENİN AYDINLIĞI
M. NİHAT MALKOÇ

Zamanlar vardır zamanın hudutlarına sığmayan… Dua ve dileklerin mutlak itibar gördüğü mübarek gün ve geceler vardır. Leyle-i Kadr da bunlardan biri ve birincisidir. İçinde Kadir gecesi olmayan seksen yıla bedeldir bu ay… Bin aydan daha hayırlıdır Hak katında. Ümitle korku arasında yaşayan insanın ümitlerinin filizlendiği bir gecedir. Kendimizle yüzleşebileceğimiz, gidişatımızı masaya yatıracağımız, muhasebe yapacağımız bir kutlu gecedir Leyle-i Kadr… Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretinin sağanak halinde yeryüzüne indiği bu gecede payımıza düşen hisseyi alma hususunda uyanık davranmalıyız. Kadir gecesinin manevi coşkusunu tüm hücrelerimize yayarak yaşamalı ve yaşatmalıyız. Sözün bu noktasında mübarek Kadir gecesinin gönül dünyamdaki çağrışımlarını söz suretine döken “Leyle-i Kadr Yahut Gecenin Aydınlığı” adlı şiirimi dikkatlerinize sunmak istiyorum:

“Çile nöbetleriyle büyüttük sevdamızı
Göklere yolcu ettik ateşin nidamızı

Hasret katarlarıyla her dem umut taşıdık
Zemherilerde yandık, yaz ortası üşüdük

Leyle-i Kadr’in kadri, dualarda saklıdır
Zamanı hor kullanmak mümine yasaklıdır

O gece aydınlattık ruhun karanlığını
Kalbimizde hissettik iman yârânlığını

Canlar kıyama durdu, huzura yelken açtı
Gönüller kanatlandı, ruh maveraya uçtu

Resulün yokluğunda hüzün düştü geceye
Mânâ yoğunluğunu yükledik üç heceye

Cezbeye kapılınca Muhammed’in aşkından
Salâvatlar yükseldi nurlu gönül köşkünden

Gecenin yarısında yere indi melekler
Yüce Yaradan’ıma arz edildi dilekler

Büründü sırra iman, müminin tacı oldu
Derbeder ve karanlık ruhun ilacı oldu

Huzursuzluğun yükü bükerken belimizi
Ses verdi sessizliğe, titretti telimizi

Seher vaktine kadar dünya nura gark oldu
Hasret çeken gönüller, sevdalarını buldu

Açılınca göklerde engin rahmet kapısı
Bahşedildi mümine sekiz cennet tapusu

Rabbine sunulunca bu gecede ameller
Gözyaşı döktü gözler, semaya kalktı eller

Hakikatin yoluna revan oldu azanlar
Paslı ruhlarımızı cilaladı ezanlar

Bu vakti ihya eden kalmaz elem içinde
Mağrur ve mamur gezer cümle âlem içinde
Kadir gecesinde, çölleşen ruhlarımıza rahmet damlaları değer; yeşerir gönlümüzün sahraları… Bu gecede kirpikler nedamet yaşlarıyla ıslanmalıdır. Gamzelerimizin çukurları pişmanlık gözyaşlarıyla dolmalıdır. Her şeyi bilen, gören ve duyan Yüce Yaradan’a arz etmeliyiz perişan ahvalimizi. Ondan medet dilemeliyiz seher vakitlerine kadar… Ellerimizi her zamankinden daha çok ve kararlı açmalıyız dünyanın ve ukbanın sahibine. Göklerden yere inen rahmet meleklerini Kur’an okurken, namaz kılarken, dua ederken karşılamalıyız.
Gece boyunca bu mübarek vakti kuşanmalıyız. Bu gecenin rahmet ışığıyla önümüzü ve gönlümüzü aydınlatmalıyız. Bizlere emanet olarak verilen bu hayatı bir gün sahibine teslim edeceğimizi düşünerek hayatımızı, yolumuzu ve çizgimizi bu geceyi vesile kılarak bir kez daha gözden geçirerek yeniden düzenlemeliyiz. Hayatın hızlı akışına ibadetlerle yön vermeliyiz. Bir saniyemizi bile gaflet içerisinde geçirmemeliyiz. Zira gaflet dalaleti doğurur.
Bu mübarek gecede, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde yalnızlaşan ruhumuzu Kur’an ikliminde soluklandırmalıyız. Gelecek yılın Kadir gecesinde dünya denen bu misafirhanede ol(a)mama ihtimalini göz önünde bulundurarak bu gecenin rahmet, bereket ve feyzinden azami derecede istifade etmeliyiz. Mübarek Kadir gecesinin Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini, insanlığı; debelendiği isyan ve şer bataklıklarından kurtarmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum. Dostlar Kadir geceniz mübarek olsun. Nice Kadir gecelerine imanla, irfanla ve ibadet coşkusuyla erişmek temennisiyle…

MALLARIN KİRİ ZEKÂT VE MÜBAREK RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

İslam’da sosyal dayanışma ve yardımlaşma mühim bir yer teşkil eder. Müslüman çevresine karşı duyarlı insandır. Yardım ve garibanları gözetme halkası yakın çevreden uzak çevreye doğru genişler. Akrabanın üstüne değen yardım eli, komşuya ve diğer uzak çevreye doğru uzayıp gider. Komşularımızla ilişkilerimizi de İslam tanzim etmiştir. Hatta bu hususta ağır şartlar koşmuştur. Komşular hakkında Hz. Peygamber: “Cibril, komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, nerdeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” buyurmuştur.
Hadiste de belirtildiği üzere “Komşusu açken bir müminin tok dolaşması yakışık almaz.” Böyle bir insanın şahsî ibadetleri ve Müslümanlığı onu Cennete götürmeyebilir. Yine bir hadislerinde Peygamberimiz: “Hangi mahallede bir kişi aç kalırsa, o mahalle halkı Allah’ın korumasından uzak düşer.” buyurmuştur. Bu ne ağır bir ihtardır. Allah’ın korumasından uzak düşen bir kulu hangi güç koruyabilir? Hiç düşündünüz mü?
Ramazanla zekât kavramları nerdeyse birbiriyle özdeşleşmiştir. Çünkü Ramazan hayır ve bereket ayıdır. Ramazan ayında oruç tutan müminler açlığın ne olduğunu daha iyi anlarlar ve fakirleri gözetirler. Onun için sadaka ve zekâtlar daha çok bu ayda verilir. Fakat zekâtın ille de Ramazanda verilmesi şart değildir. Lâkin bu ayda sevaplar katlanarak yazılır. Bu ay iyilik ve bereket ayı olması hasebiyle zekât vermede tercih edilir. Yardımlaşma ve merhamet ümmet bilincini artırır. Müminlerin kardeşlik duygularını geliştirir.
Zekât, malı kirlerden arındırır. Kelime anlamıyla zekât; temizlik, artmak, bereketli olmak, iyi ve düzgün olmak manasına gelir. Zekât, kalbi cimrilik hastalığından, malı fakirin hakkından temizleyen, zenginlerde şefkat ve merhamet duygularını geliştiren bir ibadettir.
Zekât sayesinde fakirlerin kalbindeki haset ve kıskançlık duyguları ortadan kalkar. Fakirlerde kendilerine yardım eden zenginlere karşı sevgi ve saygı meydana gelerek toplumda birlik ve kardeşlik kuvvetlenmiş olur. Bu sayede zenginle fakir arasındaki uçurum kısmen de olsa kalkar. Her iki kesim birbirlerini daha iyi anlar ve ilişkiler saygı zeminine oturur.
İslamiyet kulun saadetini esas alır. İslâmiyet, toplumun dertlerini tedavi eden, ihtiyaçlarını karşılayan birçok kaideler getirmiştir. Allah’ın emri olan zekât, bir sosyal yardımlaşma sistemidir. Zekât malın büyümesini ve bereketlenmesini sağlar. Allah, zekât sayesinde verdiği serveti, yok olmaktan, kötü insanların zararından korur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Mallarınızı zekât ile koruyunuz.” Zekât kaçırmak, yani zekâtı vermemek bereketin zayi olmasına yol açar. Bunun manevi sorumluluğu da büyüktür.
Zekât, hicretin ikinci yılında, Ramazan orucundan sonra farz kılındı. Kur’an-ı Kerim’de zekâtı emreden pek çok ayet vardır. Bunlardan birisi de şudur: “İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekâtı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.”(Bakara 3/277)
Yüce Peygamberimiz sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın özünü teşkil eden zekât müessesesine çok değer vermiştir. Bunu öncelikle kendi uygulamış, yakın ve uzak çevresine uygulatmaya gayret etmiştir. Onun bu hususta pek çok mübarek sözü vardır. Bunlardan birisi de İslam’ın beş şartını birleştiren şu hadis-i şeriftir: “İslam, beş esas üzerine kurulmuştur: Allah(c.c)’dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed (sav)’in Allah’ın peygamberi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve hacca gitmektir.”
Zenginlerin malında fakirlerin hakkı vardır. Fakirlik ve zenginlik kişinin gayretlerinden çok, Allah’ın takdiridir. Allah zenginliği istediğine, ilmi isteyene verir. Herkes zekâtını verirse dünyada aç insan kalmaz. Onun için zekât müessesesi işletilmelidir. Herkes zekâtını verirse mübarek ramazan zengin için de fakir için de gerçek anlamda bir bayram olur.
Ramazanda zekât verip garipleri sevindirmeliyiz. Ramazanı bu kaidelere uyarak geçirmek manevi lezzetlerle zevklenmemize kapı açacaktır. Ne mutlu fakiri ve garibanı gözetenlere… Ne mutlu zekâtını vererek malını kirlerden arındıranlara…

MÜSLÜMAN COĞRAFYASINDA RAMAZANLAR
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan gönül dünyamızda müstesna günlerin başlangıcıdır. Rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı olan ramazan; gönül coğrafyamızı şenlendirdi. Oruç ikliminde arınan Müslümanlar günahlarını atıp yeni ve pak bir hayatın kapısını aralıyorlar. Hayır konusunda yarışan Müslümanlar, İslam kardeşliğini yaşamanın hazzını iliklerinde hissediyorlar. Resulullah Efendimiz “Bu ayı oruç tutarak, ibadet ederek ve hayır için harcamada bulunarak geçirenlere ne mutlu!” diyerek oruç ikliminde arınan, hayırda yarışan Müslümanlara müjdeler veriyor. “Ramazan’ın ilk gecesinden itibaren şeytanlar ve cinlerin azgınları bağlanır. Cehennemin kapıları kapanır, artık (Ramazan’ın sonuna kadar) onun hiçbir kapısı açılmaz. Cennetin kapıları açılır ve artık (Ramazan’ın sonuna kadar) hiçbir kapısı kapatılmaz. Bir seslenici: ‘Ey hayırda öne geçen sen gel! Ey kötülükte ileri giden sen dur!’ diye seslenir. Allah’ın o zaman cehennemden azad edilen kulları vardır. Bu her gece böyle olur.” hadisi de orucun gereklerini hakkıyla yerine getirenleri büyük mükâfatlarla müjdeliyor.
Dünya Müslümanları ramazan ayının getirmiş olduğu manevî havayı teneffüs ediyor. Bir buçuk milyarlık Müslüman âlemi Rabbimizin emri olan oruç ibadetini ifa ve ihya ediyor. Bu ayda Müslümanlar oruç dairesinde aynı kitabın, aynı peygamberin, tek ve aynı olan Rablerinin etrafında kenetleniyorlar. Bir bütünün parçaları olan Müslümanların ayrı gayrı demeden, ayrıntılarda kaybolmadan bir araya gelmesi, ümmet bilinci içerisinde dayanışma örnekleri göstermesi Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği açısından hayatî bir öneme sahiptir. Bir vücut olan Müslümanlar sıkıntıları ve güzellikleri böylece paylaşıyorlar.
Müslüman coğrafyası ramazana dertsiz giremiyor bir türlü. Ne yazık ki bu ayın coşkusunu ve hazzını doyasıya yaşayamıyoruz. Dünya Müslümanları ramazana yine büyük sıkıntılarla giriyor. Irak’tan Çeçenistan’a kadar pek çok ülkede Müslümanlar esaret zincirlerini kırmanın zorlu mücadelesini veriyor. Daha onlar gibi nice ülkede ramazan heyecanı mevcut şartlardan dolayı hissedilemiyor. Müslümanların başsız, birlik ve beraberlikten uzak bir görüntü içerisinde olması ramazanın güzelliklerine gölge düşürüyor. O ülkelerdeki müminler ramazanı gereğince yaşayamıyorlar. Bir sürü engellerle karşılaşıyorlar.
İslam dünyası arzulanan birlik ve beraberliği gösteremiyor bugünlerde. Öyle ki Müslümanlar ramazana birlikte girme konusunda bile beraber hareket edemiyorlar. Bazı devletler bir gün önce, bazılarıysa bir gün sonra giriyor bu kutlu aya. Ay takviminin esas alındığı ramazan, özlenen Müslüman birliğini nedense sağlayamıyor. Orucun başlangıcında bir türlü birleşemeyen Müslümanlar doğal olarak bayramlarda da birleşemiyor. Birleri bayram ederken birileri oruca devam ediyor. Bu durum bile Müslümanların mevcut dağınıklığını ve gevşek durumunu göstermeye yetecek bir delildir. Ramazanda birlik ve beraberliği sağlayamayan dünya Müslümanlarının birbirinin dertlerine merhem olması beklenebilir mi?
Ramazan; kardeşliği perçinleştiren, dayanışmayı sağlayan mübarek bir zamandır. Manevî kıymeti ölçülemeyecek kadar büyük olan bugünlerde Afganistan’da, Çeçenistan’da, Irak’ta, Doğu Türkistan’da ve Kerkük’te ramazanların ne kadar buruk yaşandığını tahmin edebiliyorum. Acaba bu kardeşlerimiz ramazanda iftar ve sahurların heyecanını, coşkusunu, huzurunu ne zaman yaşayacaklar? Bizler o kardeşlerimiz için neler yapıyoruz? Bir şeyler yapamıyorsak ‘Müslüman kardeşliği’ kavramının içi boş kalmıyor mu? O insanlar acılar içinde yaşarken bizler zengin sofralarda nasıl yiyebiliyoruz? İçimiz hiç mi acımıyor?
Müslümanlar bu mübarek günlerde birlik ve dayanışma içerisinde ol(a)mayacaklar da ne zaman olacaklar? Yürekteki bir’ler niçin birliği beraberinde getirmiyor? Artık Müslümanlar

ın acıları ve yürek sızıları dinsin. İnananların yüzü gülsün. İftar yaparken sofrasına bir somun sıcak ekmeği koyamayanların vahim durumunu düşünüp lokmalar boğazınızda düğümlenmiyorsa kalbinizi bir kez daha yoklayın ve arındırın. Müminlerin dertleriyle dertlenmeyen Müslümanların bence insanî ve imanî açıdan eksiklikleri vardır.

ORUCA DAİR MÜLAHAZALAR
M.NİHAT MALKOÇ

Zaman yine bir nehir misali aktı ve ramazan ayı kapımıza dayandı. Çoğu kişinin dilinde ‘ne de çabuk geçti günler’ yakınması var. Haksız da değiller; zira günler çok hızlı bir tempoda mukadder sona akıyor. Bizlere düşen yakınma değil, yaşadığımız günlerin içini doldurmaktır. Zaten elden gelen de budur. Hiçbirimiz günlerin akışına müdahale edemeyiz.
On bir ayın sultanı olan ramazan ayı, hayata artı değerler katıyor. Bu ayla beraber olağan giden hayatta olağanüstü güzellikler kendini gösteriyor. Ruhlarımız beden kafesinden kanatlanıp adeta masmavi göklere yol alıyor. Eksik yanlarımız tamamlanıyor. Ruh yaraları ramazan merhemiyle sağalıyor. Dostluklar hatırlanıyor, aileler arasında gidip gelmeler başlıyor. Fakirler ve kimsesizlerin yıl boyu çektiği açlıklar daha iyi idrak edilebiliyor.
Ramazan gönül ufkumuzu genişletiyor. Diğer zamanlarda göremediğimiz, doyasıya yaşayamadığımız manevi güzellikleri bu müstesna ayda doyasıya yaşama imkânı buluyoruz. Bu ayın mukaddes ikliminde, unuttuğumuz değerleri ve değerlileri hatırlayabiliyoruz. Bir anlamda gönül gözümüzü açıyor oruç, basiret nazarlarımızın zincirini kırıyor.
Oruç nice asırlardır insanların maneviyatını tamir ediyor. Rabbimizin “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere olduğu gibi size de yazıldı. Belki bu sayede takvaya erersiniz.”(Bakara 183) hitabı orucun çok eski ve köklü bir ibadet olduğunu gösteriyor. Yani oruç ibadeti sadece İslam ümmetinin üzerine farz kılınmamıştır. Bizden önceki milletler ve ümmetler de oruçla imtihan edilmiştir. Bu da orucun önemini daha da artırıyor.
Hakkıyla tutulan oruç, kulun takva sahibi olmasını sağlar. Yukarıdaki ayette de orucun gayesi takvaya ermek olarak gösteriliyor. Takva deyip de geçmeyin, takva kulu kuldan ayıran bir üstünlük sebebidir. Bizi yaratan ve doyuran Allah bizim kaşımıza, gözümüze değil; takvamıza değer veriyor. “Üstünlük takvadadır” hadisi de bunu apaçık göstermiyor mu?
Oruç sadece yemekten içmekten kesilmek değildir. Orucu bu kadar basit bir ibadet olarak görmek onu layıkıyla anlayamamaktır. Oruç; ne zaman ne yapacağı belli olmayan, kulu daima dipsiz uçurumların eşiğine götüren nefsi zincire vurmaktır. Oruç tutmak; her türlü fitne fesada, gıybete karşı kendini ve dilini tutmaktır. Zira kulluk bilinci içerisinde olmayan kişiye orucun ne faydası olabilir ki? Orucu rejim yapmaktan ayıran da kulluk bilincidir.
Bazı aklı evveller ‘Oruca ne gerek vardı?’ sualini soruyorlar anlamsızca. Oruç hakikatini idrak edemedikleri için orucu bir zulüm gibi görüyorlar. Ne yazık ki onlar oruçla perhizi bir görüyor, bunları birbirine karıştırıyorlar. Aslında mülkün sahibi olan Allah’ın bizim orucumuza hiç ihtiyacı yoktur. Fakat bizim Allah’ın orucuna ihtiyacımız vardır. Zira oruç nefis terbiyesidir. Oruç, kulun imanını diri tutar. Pörsümüş yanlarımızı tazeler. Oruçla her dem yeniden doğarız. Tabir caizse ölen iman hücreleri oruçla yenilenir, kuvvet kazanır.
Her şeyi şekilden ibaret görüyor, öze inemiyoruz. Bu sığlık oruç ibadetinde de karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki orucu da yemek ve içmekten kesilmek olarak, şekli boyutuyla görüyoruz. Oysa oruç manevi kamalata erişmek için kutlu bir merdivendir. Bu merdivenle Hakk’ın rahmet iklimine çıkarız. Biz orucu kulluk bilinci içerisinde tutacağız ki oruç da bizi kötülüklere bulaşırken, belalara uğramaya ramak kala, sırattan ayağımız kaydığında tutacak.
Orucu hakkıyla tutmak demek orucu tüm azalara tutturmak demektir. Nefsini açlıkla terbiye eden insan başkalarının arkasından konuşmaz, onları çekiştirmez. Haramlara karşı hassas olur, şüpheli şeylerden sakınır. Oruçlu insan; gözünü, dilini, kulağını, elini, ayağını haramlardan çeker; cinsel arzularını helal dairesinin dışına çıkarmaz. Keza oruç büyük küçük demeden bütün günahlara sırt çevirmektir. Bunu başaramıyorsanız orucunuz makbul değildir.
Bedenin zekâtı olarak kabul edilen orucu layıkıyla tutan kişi Allah’ın razı olacağı insanların vasıflarıyla vasıflanır. O kendi günahlarını görür, başkalarının günahlarını görmez. Başkalarının hatalarına değil, kendi iç dünyasına bakar. Bütün Müslümanları kardeş bilir ve bu anlayışla onlara yaklaşır. Ne mutlu oruçla, ruhlarının senelik tadilatını yapabilenlere!...

NERDE O ESKİ BAYRAMLAR?...
M.NİHAT MALKOÇ

Gönüllerin islamla aydınlandığı ülkemizde bütün bayramlar bir başka kutlanır. Fakat dini bayramların yeri apayrıdır. Halk uzun asırlardan beri ramazan ve kurban bayramlarını benimsemiş ve sevmiştir. Gerçi milli bayramlar da milliyetçilik duygularımızın zirveye çıktığı zaman dilimleridir. Fakat bunlar dini bayramlarımız kadar halk katında benimsenmemiştir.
Ramazan ve kurban bayramlarında herkeste bir telaş ve heyecan gözlenir. Çocuklar ve büyükler sabahın ilk ışıklarıyla yataklarından kalkarak bayram namazını kılmak üzere evden ayrılıp caminin yolunu tutarlar. Herkesin yüreği büyük bir sevgiyle ve heyecanla atar. Bayram sabahlarında hemen herkes erkence kalkar sımsıcak yatağından… Büyükler bayram namazından döndüğünde bayramlaşma faslı başlar uzun süre… El öpenler bir yandan bayram harçlığını indirirler ceplerine. Bunu bir karşılık değil, gönülden kopmuş bir hediye olarak düşünmeliyiz. Bu gelenek uzun yılların kültürel birikiminin bugüne yansımasıdır.
Bayram günlerinde evlerimiz bir anda kalabalıklaşır. Yakın ve uzak çevreden insanlar gelir doğup büyüdükleri memleketlerine… Hasret giderir analar, gelinler ve bacılar… Mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır bayram günlerinde. Huzur iklimine gireriz beraberce.
Eskiden bayramlar bambaşka bir heyecan ve coşkuyla kutlanırdı. Çocuklara bayramlık hediyeler alınarak sevindirilirdi. Bu yüzden bu müstesna günler dört gözle beklenirdi. Günümüzde bayramlar daha çok iş ortamından uzaklaşmak için vesile kabul ediliyor. Bu güzide günlere ticaret penceresinden bakınca farklı bir tabloyla karşılaşırız. Bayram günlerinde alışverişler doğal olarak katlanıyor. Piyasaya hareket geliyor. Bayramlık alışverişler için bütçeler iyiden iyiye zorlanıyor. Bayram sonrasında maddi gerçeklerle yüz yüze kalınca bayramın o güzelim esintisi fırtınaya dönüşüyor, dallarımız kırılıyor.
Aslında bayramı masumca ve doyasıya yaşayanlar çocuklardır. Onlar bayramı, bu günlerin ruhuna uygun olarak büyük bir keyif ve neşe içerisinde kutluyorlar. Bir çikolata, bir şeker, az miktarda para onları mutlu etmeye yetiyor. Mutlu olmak için çok fazla şey istemez çocuklar… Bir güler yüze bile rıza gösterirler. Bayramlarda kendi çocuklarımızı sevindirirken yetim ve öksüz çocukları da düşünmeliyiz. İmkânlarımız ölçüsünde onların da elinden tutup bayram sevincini kendilerine yaşatmalıyız. Asıl yardıma, sevgi ve şefkate muhtaç olanlar onlardır. Garibin elinden tutmak ve onu düzlüğe çıkarmak sosyal toplum olmanın gereğidir. Böylelikle sosyal huzurun temelini de atmış oluruz. Büyük İslam şairi Mehmet Akif Ersoy eski bayramları ve bu bayramlarda çocukların konumunu şöyle anlatıyor:
“Gelinde bayramı Fatih’te seyredin bir,
Hayale hatıra sığmaz o herc ü merci safa
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için
Nöbetleşe bekliyorlar acep içinde ne var
Bu kâinat-ı sürurun içinde gezdikçe
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence”
Bayramlar sıra dışı günlerdir. Buluşma ve kaynaşma vakitleridir onlar… Sosyal bağlarımız bu vakitlerde daha bir sıkılaşır. Sıla-ı rahim bu günlerde hayatı daha da güzelleştirir ve anlamlı kılar. Bayram neşe ve sevinçtir. İlahi rahmet ve mağfiretin yeryüzüne bol bol indiği mübarek günlerdir bayramlar… Duaların kabul olduğu mübarek vakitlerdir. Bu günlerde müminler birbirleriyle daha çok kaynaşmalıdır. Verilecek fıtır sadakalarıyla garibanlar da sevindirilmelidir. Bayramlar zenginlerin keyif çattığı, yurtdışı gezilerine çıkıp oralarda yüklü alışverişler yaptığı günler olmaktan çıkarılmalıdır. Muhtaçlara her açıdan bayram ettirilmelidir. Çünkü durumu iyi olanların garibanı kollama yükümlülüğü vardır.
“Nerde o eski bayramlar…” deyip duruyoruz. Bayramların o eski manevi havasını kaybettiğinden şikâyetçi oluyoruz. Fakat bunun suçlusunun bizler olduğunu hiç düşünmüyoruz. Uzaydan gelen birileri bizi bu hale getirmedi. Nefsimize köle olarak basiret nazarlarımızı kaybettik. Suçluyu başka yerlerde aramak beyhudedir. Suçlu biziz… Bu müstesna günlere o eski havasını yine ancak bizler kazandırabiliriz. Çok zor değil aslında… İşe yakın çevremizden başlayıp halka halka manevi tamirata girişmeliyiz.
Anlaşılan o ki bu bayramı da buruk kutlayacağız. Çünkü bu yıl da İslam beldeleri zulüm ve işgal altında bulunuyor. Filistin’de, Çeçenistan’da, Keşmir’de, Filipinler’de, Irak’ta, Lübnan’da, Gazze’de, dünyanın pek çok yerinde Müslümanlar kan ağlıyor. Hatta Tunus gibi ülkelerde müminler öz vatanlarında parya olarak yaşamak mecburiyetinde bırakılıyorlar. Sokakta bile başörtülerine müdahale ediliyor. İnançlarını yaşamalarına izin verilmiyor. Bütün bu olumsuzluklara rağmen mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik eder; milletimiz, ülkemiz ve tüm İslâm âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah’tan niyaz ederim.

“ORUÇ BENİM İÇİNDİR…”

M.NİHAT MALKOÇ

Hayata hayat katan ramazan ayı nice güzellikleri beraberinde getiriyor. Bu ay Müslümanların heyecanını ve manevî şevkini artırıyor. Camiler müminlerle dolup taşıyor. Ramazanın nuruyla geceler sanki gündüzleşiyor. Ağızlar hayra açılıyor, gıybetin kapıları sıkıca kapatılıyor. Kardeşlik ruhu hayata hâkim oluyor. Eller duaya kalkıyor. Rabbimiz kalkan o mübarek elleri boş çevirmiyor; dualar diğer aylara göre daha makbul sayılıyor.

Orucun farz oluşu ve mahiyeti hakkında birçok ayet ve hadis vardır. Oruçla ilgili yüce Rabbimizin kullarına hitaben söylediği şu sözler şayan-ı dikkattir: “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir.” (Bakara, 184)

İslamiyet’in ne kadar insanî, merhametli ve insaflı bir din olduğunu yukarıdaki ayet de açıkça göstermektedir. Zira oruç sayılı günlerdir. Bazen 28, bazen de 29 gündür. Ya altı ay olsaydı biz kullar bunun altından nasıl kalkardık? Daha da ileri gidip her gün oruç tutmak farz kılınsaydı kulların bunu yerine getirmesi ne kadar da güç olurdu. Rabbimiz kulun tahammül gücünü bildiği için orucu bir ayla sınırlı tutmuştur. Yine bu ayette Rabbimiz hastalara da oruç kolaylığı tanıyor. ‘Hasta veya sıhhatli fark etmez, herkes oruç tutacak’ demiyor. Yolculara orucu şart koşmuyor. Yolculuk sırasında onlara kolaylık tanıyor. O haldeyken onları oruçtan muaf tutuyor. Hasta iyileşince, yolcu mukim olunca tutmadığı oruçları tutmalarını emrediyor. Şayet hastanın ömrü boyunca iyileşme imkânı yoksa tutamadığı oruçlara karşılık olmak üzere fakirlere fidye vererek bu borçlardan kurtulma imkânı tanıyor. İşte kolaylık dini böyle olur.

Kulluk bakımından bütün ibadetler önemlidir. Fakat Rabbimiz oruca ayrı bir kıymet ve ehemmiyet veriyor. Bunu Rasûlullah Efendimiz(sav)’in şu hadis-i şerifinde açıkça görüyoruz: “Aziz ve celîl olan Allah ‘İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim’ diyor.”(Buhârî, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163)

Yüce Rabbimiz acaba niçin oruca böyle özel bir önem veriyor? Onun sevabını kendisinin özel olarak tayin edeceğini belirtiyor. Çünkü oruç, kulun samimiyetinin en açık göstergesi olan bir ibadettir. Şeytan, kulu ibadetten alıkoymak için elinden geleni yapar, çırpınır durur; tabir caizse kırk dereden su getirir. Sonuçta kul şeytana kanmaz, ibadetine devam ederse bu sefer de şeytan onu ibadetlerin afeti olan riya çukuruna itmeye çalışır.

Namazda, zekâtta, hac’da riya olabilir ama oruçta riya olmaz. Riya pisliği oruca bulaşamaz. Riya içinde oruç tutan kimse olmaz. Zira böyle bir durumda kişi gizli yerde yiyip içebilir, orucu bozan işler yapabilir, oruç tutmadığı halde oruçluymuş gibi görülebilir; bu sefer de ortada ‘oruç’ diye bir şey kalmaz. Demek ki kişi, kurallarına riayet ederek oruç tutuyorsa o oruç riyadan uzaktır. Böyle olduğu için de Allah o oruca çok kıymet verir. Onun için de onun sevabını kendisi tayin eder. Bu tayin edilen sevap da takdir edersiniz ki çok büyüktür. Kim bilir bu sevap havsalamızın alamayacağı kadar büyük bir sevaptır. Ne mutlu sınırlarını kulun tahmin edemeyeceği bu büyük sevaba erişenlere… Ne mutlu orucu hakkıyla tutanlara…

Oruç mideyi dinlendirdiği gibi, zihni de dinlendirir ve terbiye eder. Yıl boyunca tıka basa doldurulan mideler ramazanda tabir caizse bayram eder. Oruç tutan kişinin midesi bir anlamda tadilattan geçirilir. Fakat biz midemiz sıhhate kavuşsun diye oruç tutmuyoruz. Müslümanlar orucu Allah rızası için tutarlar. Bazılarının sandığı gibi oruç bir çeşit ‘rejim yapmak’ değildir. Orucu kilolarını vermek için tutanların yaptığı iş ibadet olamaz. Fakat orucu Hakk’ın emri olduğu için, kulluk şuuru içerisinde tutanlar hem bedenlerini hem de ruhlarını tadilattan geçirirler. Bu bahtiyar kişiler tabir caizse bir taşla iki kuş vurmuş olurlar.

“Oruç benim içindir” diyen ve kullarını nihayetsiz nimetlerle rızıklandıran yüce Rabbimize şükürler olsun. Ne mutlu bize ki bu yıl da oruç tutma bahtiyarlığına kavuştuk.

ORUÇ KALKANDIR
M.NİHAT MALKOÇ

Oruç kalkandır…
Kirlenen ruhlarımızı ramazanın paklığında arındırırız. Manevi kirler oruç ikliminde iyice temizlenir. Sert rüzgârlar günah ağacının yapraklarını döker. Sevap ağacının kökleri toprağa kenetlenerek güç kazanır. Bu mübarek ayda ruhumuz alabildiğine genişler. İnsanlığın medar-ı iftiharı Resul-i Ekrem Efendimiz: “Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin.” buyurarak oruçlunun ne kadar engin ruhlu ve sabırlı olması gerektiğini bizlere bildirmiştir. Hangimiz bu sabır genişliğini iç dünyamızda sağlayabiliyoruz?
Oruç kalkandır…
Dünyamızı çepeçevre saran şer halkasından kurtulup imanın saadet ikliminde soluklanmak için ramazanın manevi gücünden fazlasıyla istifade etmeliyiz. Allahü Teala’nın, ‘mükâfatını ben vereceğim’ buyurduğu yegâne ibadet oruçtur. Sanırım bu ifade, orucun Hakk katında ne büyük bir ibadet olduğunu açıkça göstermektedir. Oruçlu günahlara ve cehennem azabına karşı zırhlanmış kişi demektir. Çünkü “Oruç kalkandır” buyrulmuştur. Bu ibadeti hakkıyla yerine getirenler günahlardan ve günahın getireceği cehennem azabından korunurlar.
Oruç kalkandır…
Oruçlu insan, bu büyük ibadeti inancından dolayı yerine getirir. Oruçta riya olamaz. Çünkü kişinin oruçlu olup olmadığını ancak Allah bilebilir. Oruçlu insan açlığın getirdiği halsizlikle ne kadar zayıf bir varlık olduğunun farkına varır. Kudretin kendisinde değil, Allah’ta olduğunun farkına varır. Oruçla birlikte arzu ve isteklere gem vurulur. Nitekim açlık en büyük mürebbidir. Bazı insanlar ancak açlıkla terbiye edilebilir. Bununla ilgili olarak söylenen şu hadis, olaya açıklık getirmektedir: “Şeytan insan vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Onun geçiş yolunu açlıkla tıkayınız” Demek ki açlık da bir çeşit imtihandır. Oruç kalkanıyla kötülüklerin önüne set çekeriz. Şeytan oruçluya kolay kolay yaklaşamaz.
Oruç kalkandır…
Senenin bir ayı oruç tutan Müslümanlar günah bataklıklarında debelenmekten kurtulurlar. Oruç günahlara kefarettir. Geçmişte bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlardan dolayı pişmanlık duyarsak, bir daha işlememeye karar verirsek anadan doğma bir çocuğun saflığına erişebiliriz. Bir hadiste buna işaret vardır: Kim imanla ve ecrini Allah’tan bekleyerek, O’nun rızasını isteyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş bütün günahları mağfiret olunur, bağışlanır.” Bu Müslümanlar için ne büyük bir müjdedir.
Oruç kalkandır…
Oruç kulları cehennem ateşinden korur. Oruca sarılan kullar cehennem ateşinin şiddetinden emin olurlar. Oruç tutmakla manevi mertebemizi yükseltiriz. Gönül dünyamızı manevi kirlerden ve paslardan arındırırız. Başımıza ne gelirse ağzımızdan dolayı gelir. Ramazanda belli vakitler içerisinde yemeden, içmeden ve bir kısım ilişkilerden uzak duran kullar, kendilerine sınır koyma iradesine de sahip olurlar. Orucu sadece yeme içmeden kesilme olarak görenler sığ görüşlü insanlardır. Oruç bu kadar basit bir mantık çerçevesine oturtulamaz. Oruç her türlü ölçüsüzlüğü yasaklar, hayatımızı ilahi ölçülere göre tanzim eder.
Oruç kalkandır…
Ramazanda vücut bir yıllık yorgunluğunu üzerinden atar. Başta mide olmak üzere bütün organlar dinlenir. 1940 Nobel Tıp Ödülü’nü kazanan ünlü bilim adamı Dr. Alexis Carrel, oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenilenme gerçekleştiğini, bunun da sağlık bakımından son derece yararlı olduğunu belirtiyor. Fakat bizler orucu sağlığa faydalı olduğu için değil, Allah’ın emri olduğu için tutuyoruz. Bu Müslümanca, farklı ve doğru bir yaklaşımdır. Kulluğun gereklerinden olan oruç, bize sağlık kalkanı da olabiliyor.

ORUÇ NEFSE KARŞI KALKANDIR
M.NİHAT MALKOÇ

“Nefs” kelimesinin ‘ruh, can, kan, benlik, iç, kalp, büyüklük, yücelik, irade’ gibi onlarca karşılığı vardır. Fakat biz burada nefsi “dine uymayan isteklerin kaynağı” olarak kullanacağız. Buna “nefs-i emmare(emreden nefis)” de diyebiliriz. Adı üzerinde, o sahip olduğu kişiye hep emreder. Onun zehirli oklarının ardı arkası kesilmez. Nefis, eli tetikte bekleyen düşman gibidir. Ondan daha tehlikeli bir düşman yoktur. Onun inancımızı hedef alan kurşunlarından korunabilmek için her zaman teyakkuzda olmak mecburiyetindeyiz. Hadis-i kudside “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır” diye buyrulmuştur.
Hüznün sevince dönüştüğü ramazanda nefis; gücünü kaybetmiş, mecali kalmamış bir aslan gibidir. Ramazan dışındaki aylarda olduğu gibi size hükmedemez. İsterseniz onu güçlü bir hamleyle yere serebilirsiniz. Oruç, nefsi yere serebilecek en güçlü hamledir. Onun içindir ki oruç tutanlar nefislerine karşı çok daha güçlü olurlar. Oruç onları nefse karşı bir kalkan gibi korur. Fakat gevşek davranır, nefsi hafife alırsanız yenilen yine siz olursunuz. Ramazanda ona acıyıp arka çıkmamalıyız. Hadiste de belirtildiği gibi “Asıl kahraman, nefsini yenendir”
Oruçlu ağızlardan kötü söz çıkmaz. Oruçlular ya hak söyler, ya da susar; malayaniden uzak durur. Yalan, gıybet, alaycı sözler oruçlunun ağzından çıkmaz. Oruçluların ayakları Hakk’ın razı olmayacağı mekânlara gitmez. Ramazana teslim olmuş gözler harama bakmaktan sakınırlar. Oruç tutan müminler, kulaklarını kötü sözlerden uzak tutarlar. Oruç sadece ağza değil, bütün organlara tutturulursa kâmil oruç olur. Yani mideyle beraber ağız, göz, kulak, el ve ayak da oruç tutmalıdır. Böyle bir oruç, insanı kötülüklerden koruyarak selamet sahiline ulaştırır. Hz. Peygamber(sav) şöyle buyuruyor: “(Oruçlu) Eğer yalan sözü ve onunla ameli bırakmazsa, Allah’ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur.”
Oruç bir nefis eğitimidir. Belki biraz zordur ama mükâfatı da zorluğu derecesinde pek yücedir. Ebu Hüreyre(r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resulullah(sav) şöyle buyurdu: Aziz ve celîl olan Allah ‘İnsanın oruç dışında her ameli kendisi içindir. Oruç benim içindir, mükâfatını da ben vereceğim.’ buyurmuştur… Oruç kalkandır. Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in canı kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun rahatlayacağı iki sevinç anı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu andır.”
Mümin isterse ramazan ayıyla birlikte yeniden doğmuş gibi olabilir. Zira bu af ve mağfiret sağanağında günahlar mum gibi erir, kalpler orucun feyziyle cilalanır. Bir arınma ayı olan ramazanı fırsat bilmeli bütün müminler… Bu ayda kalbi manevî kirlerden arındırmanın yollarını aramalı, bunu ertelememeliyiz. Yüce Rabbimiz “Kim arınırsa kendisi için arınmış olur. (Biliniz ki) Dönüş ancak Allah’adır.” (Fâtır, 18)” diyor bir ayet-i kerimesinde… Bununla bağlantılı olarak bir başka ayette de “Kendini arıtan (nefsini tezkiye eden) felâha erer. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğrar.” (Şems, 9–10) diyerek kullarını uyarıyor.
Ümmet bilincini kuvvetlendiren oruç, itaatin ve sabrın da göstergesidir. Oruç, tabir caizse sabrı nefse öğreten bir hocadır. Oruç tutan kişi şehevî isteklerini de frenler. Oruçlunun hâl ve hareketleri helal dairesinin dışına çıkmaz. Böyle davrananlar karşılıklarını fazlasıyla görürler. Nitekim Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede kendini sakınanlarla ilgili olarak şöyle buyurur: “Allah’a teslim olan erkekler ve Allah’a teslim olan kadınlar, Allah’a iman eden erkekler ve Allah’a iman eden kadınlar, itaate devam eden erkekler ve itaate devam eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler ve huşû sahibi kadınlar, tasadduk eden erkekler ve tasadduk eden kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, iffetlerini muhafaza eden erkekler ve iffetlerini muhafaza eden kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 35)

ORUÇ VE SIHHAT
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan gönül dünyamızı şenlendirmek için yine teşrif etti. Nice hikmetleri bünyesinde barındıran bu güzide ay, hayatımıza hayat katıyor. Aslında yüce Rabbimizin yapmamızı emrettiği vazifelerin hepsinde bir hikmet vardır. Fakat bizler o ibadetleri hikmetinden dolayı değil, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparız. Zira ibadetler kul ile Allah arasındaki muhabbeti ve gönül bağını kuvvetlendirir. İbadetlerin verdiği olgunlukla kul Allah’a daha da yakınlaşır. Kişi, yerine getirdiği kulluk vazifesinden büyük bir haz alır. Bu haz, ibadetlerdeki devamlılığı da sağlar. Ramazan için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.
Bilindiği gibi Rabbimizin doksan dokuz mübarek sıfatı vardır. Allah’ın güzel isimlerinden biri de ‘Hâkim’dir. Yani Allah hikmet sahibidir. Yüce Yaratıcı hiçbir zaman abes iş yapmaz. Bizler bazı şeylerin sebep ve hikmetlerini basiret gözüyle göremezsek bu onları halk edene bir eksiklik getirmez. Onun yaptığı işlerin hikmetinden sual olunmaz.
Allah’ın her emrinde olduğu gibi oruç ibadetinde de birçok hikmetler, bizim için maddi ve manevi sayısız faydalar vardır. Oruç ibadetinin faydaları konusunda çok şeyler söylenebilir. Bunları maddi ve manevi diye ikiye ayırmak mümkündür. Çünkü kâinatın gözbebeği olan insanı sadece maddeden ibaret göremeyiz. Onun manevi tarafına da eğilmek zorundayız. İşte orucun faydalarını sıralarken onun ruh dünyamızı mamur ettiği gerçeğini de göz önünde bulundurmalıyız. Aksi halde insana dair doğru analizler yapamayız.
Orucun sağlık için çok büyük faydaları mevcuttur. Bunu tıp otoriteleri yıllardan beri söylemektedir. Bununla ilgili olarak Resulullah Efendimiz de “Oruç tutunuz, sıhhat bulursunuz.” buyurmuştur. Peygamberlerin hikmetini bilmediği bir konuda konuşmaları mümkün değildir. Sağlıkla ilgilenen ilim adamlarının her geçen gün orucun sıhhate dair yeni faydalarını keşfedip sıralamaları Efendimizin bu mübarek sözünü desteklemektedir. Fransız Profesör Pier Mulen de bu hususta şunları söyleyerek orucun ilahi hikmetlerine ışık tutar:
“İslâm dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç, bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler. Hıristiyan dininde orucun bulunmaması büyük bir kayıptır. Aslında insanların her hafta bir gün oruç tutmalarında, başka bir deyimle diyet etmelerinde ve sadece meyve suyu içmelerinde büyük yarar var. Böylece vücut, doku ve organlardaki zehirleri atar, beden dinçleşir”
Oruç tutanların ramazanda bazı hususlara dikkat etmesi bu ibadetin tıbbî faydalarının inkişaf etmesine zemin hazırlayacaktır. Bu konuda doktorların uzun tecrübeler neticesinde elde ettiği ilmî gözlemlere ve tavsiyelerine kulak vermeliyiz. Aksi halde fayda yerine zarar görmek işten bile değildir. Bu konuda doktorların önerilerine harfiyen uymalıyız.
Ramazan ayında dengesiz ve sağlıksız beslenme, başta diyabet, kalp, yüksek tansiyon hastaları olmak üzere birçok kişide sağlık sorunlarına yol açıyor. Beslenme uzmanları(diyetisyenler) aşırı yağlı kızartma ve kavurmalardan, hamur tatlılarından, şekerleme ve aşırı tatlı besinlerden uzak durmamızı, tatlı olarak sütlaç, keşkül, güllaç gibi sütlü tatlılar tercih etmemizi, sıvı alımına önem vermemizi, iftar ile sahur arasında bol su içmemizi öneriyorlar. Sadece ramazanda değil, diğer zamanlarda da bir seferde çok yememeliyiz. Eskilerimiz “Az yiyen melek olur, çok yiyen helak olur” derken bizlere halk hekimliğinin çok kez tıpla örtüştüğünü göstermişlerdir. Bu da gösteriyor ki halkın uzun zamanlarda elde ettiği tecrübeleri yabana atmamak lazımdır.
Oruç tutmak sağlıklı olmak demektir. Fakat ilahî olanla dünyevî olanı, gayeleri bakımından birbirine karıştırmamak gerekir. Orucu zayıflamak, zinde ve sağlıklı kalmak için tutanların oruçlarının Allah katında hiçbir mana ifade etmediğini söylemek pekâlâ mümkündür. Orucun gayesi Allah’ın emrine uymak ve ona yakın durmaktır. Ne mutlu ibadetleri, gayesine uygun bir anlayışla yerine getiren mümin ve müminelere!...

ORUÇ, BEDENİN ZEKÂTIDIR
M.NİHAT MALKOÇ

Kur’an ayetlerinin yaprak yaprak dünya semasına döküldüğü aydır Ramazan… Bu sebeple de gufran ayıdır o… Bu ayda halisane dualar Hakk’ın makamında mutlak kabul görür. Ramazanda göklerden rahmet ve mağfiret sağanak halinde müminlerin üzerine yağar. Rabbimiz bu ayda şeytanları bağlar, nefsin gücünü kırar, ihsan kapılarını ardına kadar açar. Ramazanda bütün günahlar, ellerini Hakk’a açıp affını isteyenlerin üzerinden hazan yaprakları gibi dökülür. Ruhlar arınır ve genişler. Hakk katında sevapların biri on misli karşılık görür.
Ramazan gönüllerimize Medine diyarından gül kokusu getirir. Bu ay yılın en kutlu zaman dilimi olduğu için on bir aya sultan edilmiştir. Bu ayın faziletini hem ayetler, hem de hadisler vecizce beyan etmiştir. Üç ayların sonuncusu ve en kıymetlisi olan bu ayda evlerimiz, mutfaklarımız, ceplerimiz ve sofralarımız bereketlenir; her şey Hakk için, Hakk’a göre yapılır. Dudaklardan Allah’ın mübarek isimleri dökülür. Gıybet ve iftira ağızdan kovulur.
Diğer zamanlarda azgın bir küheylan gibi üzerimize saldıran şeytanın sadık talebesi olan kör nefsin beli kırılır. Dünyaya sığmadığı halde, gönüllerimize sığdırmaya çalıştığımız ihtiraslar biter. Hiç doymayacağını sanan ihtiras sahibi insanlar bu ayın munis iklimine girdiklerinde tok gönüllü olurlar. Her iki dünyamızı da kül eden günah ateşleri ramazanda söner. Rahmet ve mağfiret rüzgârları maneviyatımızı kül eden ateşleri iyice söndürür.
Yıl içinde günahlarla harap olmuş, çöle dönmüş kalplerimiz ramazanın o ruha hayat veren, onu adeta kanatlandıran rüzgârıyla iyice yeşerir. Üzerine ölü toprağı serpilmiş ruhlar ramazan iksiriyle adeta dirilir. Ramazan tasadduk ayıdır. Fakirlerle zenginlerin bir noktaya kadar eşitlendiği en güzel zaman dilimidir. Hayatın sert darbeleriyle tuş olan fakirler; ramazanda zenginlerin uzattığı yardım eliyle, zekât ve fitrelerle rahat bir nefes alır. Açlar, yardımseverlerin el uzatmasıyla tokluğun keyfini sürer zengin iftar sofralarında. Kardeşlik ve dayanışma ruhu, hayatı iyice güzelleştirir. Fakir zengini, zengin fakiri asla hor görmez.
Ramazan sabır, sebat ve selamet ayıdır. Bu süreçte sabredenlere, yemekten ve içmekten kesilenlere büyük mükâfatlar vardır. Ramazan hayatımıza çeki düzen verme ayıdır. Bu ay bir anlamda ruhların tadilattan geçirildiği zaman dilimidir. Eksikler ve kusurlar bu ayda tekmil edilir. Ramazanda ihlâs ve takva zırhlarını kuşanarak cehennem ateşinin şiddetinden korunuruz. Daha evvel işlediğimiz günahlardan pişmanlık duyarak nasuh tövbesi ederiz.
Ramazan bir bakıma ruhun süzgecidir. Zira bu ayda nefsanî arzularımızı bir kenara bırakır, kin ve nefretten iyice uzak dururuz. Bu ayda tuttuğumuz oruçlarla bedenimizin zekâtını veririz. Ramazanda bedenimizi(midemizi) aç bırakarak aç olan ruhumuzu doyururuz.
Ramazanda hayatımız renk ve ahenk kazanır. Minarelere gerilen mahyalar sadece sokakları değil, gönüllerimizi de aydınlatır. Teravihlerde camiler müminlerle dolup taşar; “cem eden, toplayan” anlamındaki “cami” böylece gerçek manasını bulur. İnsanlar gece yarılarına kadar oturup geceleri gündüze çevirirler. Sahurlarda herkes yemek telaşına düşer.
Sahur toplarıyla başladığımız orucu iftar toplarıyla sonlandırırız. Bol susamlı pideler ramazanın şiarıdır. Fakat ondan daha da önemlisi bu ayda minberden yapılan sohbetler, vaaz ve nasihatlerdir. Pideler midemizi, bu hoş sohbetler de ruhumuzu doyurur. Bu ayda okunan mukabeleler, sene içinde kararmaya ve paslanmaya yüz tutan gönüllerimizi cilalar. Camilerde ve dost meclislerinde okunan ilahiler bizi alıp uzaklara götürür; tefekkür âlemine gark eder.
Ramazan, cennet kokusunu malikânelerimize kadar taşır. İnsan-ı kâmil olma yolunda daha da ilerlememizi sağlar. Sofralarımıza buyur ettiğimiz dostlarımız bereket getirir hanelerimize. Cemaat olmanın huzur, bereket ve afiyetini iliklerimize kadar hissederiz. Yaptığımız iyilikler şeytanı hasedinden çatlatır; melekler bu güzel davranışlarımızı alkışlar.
Ramazan ayına sağ salim çıkmak, bu güzide ayda oruç tutabilecek sıhhate sahip olmak en büyük mükâfattır. Zira ramazan demek yeni iyilikler ve o iyiliklerin getireceği yeni sevaplar demektir. Bize bu ayda da alacak nefes bahşeden Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

ORUÇLUYA SAYGI VE NECİP FAZIL ÖRNEĞİ…
M. NİHAT MALKOÇ

Ramazan bir arınma ve iç muhasebe ayı… O, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan kutlu bir aydır. Onun gelişiyle birlikte içimiz kıpır kıpır olur. Bayramdan evvel bayram ederiz sanki. Fakat orucu içselleştiremeyenler, ramazanın gelişiyle beraber huzursuz olurlar. Hafakanlar basar karanlık ruhlarını. Ne yapacaklarını şaşırırlar.
İman bir nimet, ramazan da onu elde ve gönülde tutmanın gereklerinden biridir. Ramazan, müminler için bir iyiliğin on’a tekabül ettiği manevî bir fırsat ayıdır. Oruç tutmak da her şey gibi bir nasip işidir. Onu çok arzu ederseniz nasibiniz olur. Şayet varlığından ve gelişinden rahatsızlık duyarsanız, onun rahmet ve bereketinden istifade edemezsiniz.
Günümüzde bütün dinî duygular gibi, ramazanlar da her geçen gün kan kaybediyor, özünden uzaklaşıyor. Ramazanlar, bir kısım belediyeler tarafından, kamu kaynakları da kullanılarak, “Vur patlasın, çal oynasın” misali eğlence ayına dönüştürülüyor. İbadet ayı olan ramazan gecelerinde kurtlarını dökenler, gün boyu aç ve susuz kalarak kazandıkları sevapları da döküyor. Böyle olunca da ramazanın ruhunu yaşayamıyor ve de yaşatamıyoruz.
Popülizm belası ramazanda da yakamızı bırakmıyor. Televizyonlardaki ramazan programları da bir başka garabet eseri… Hemen her kanalın kendi meşrebince bir hacısı hocası var. Egoları şişkin bu ağır abiler, burunlarından kıl aldırmıyor. Çelişkilerle dolu bilgi verenler az değil. Birinin ‘ak’ dediğine, öbürü ‘kara’ diyor. Bir kısmı da kıssalarla insanları ya ağlatıyor, ya da uyutuyor. Kanal hocalarının yüksek meblağlar alarak televizyonlarda sözüm ona irşat(!) programları yaptığını sağır sultan da duymuş. Seviye(sizlik) yerlerde sürünüyor.
Zamanımızda insanların birbirine olan saygısı da kayboldu ne yazık ki.... Kimse kimsenin inançlarına ve düşüncelerine yeterince saygı göstermiyor. Kahır ekseriyetin oruçlu olduğu ramazanlarda bir avuç aklı evvel, hoşgörü sınırlarını zorlayarak, uluorta yemek yiyor, su ve sigara içiyor. Pişkinlik konusunda bir adım daha ileri giderek, yaptığı çirkin davranışı demokratik bir hayatın gereği sayıyor. Yesinler sizin demokrasinizi!... Bu densizler, demokrasinin başkalarının rahatsız edildiği noktada bittiğini bilmezler mi? Nerede sınırsız demokrasi vardır ki? Hem saygı sınırlarını derdest etmek ne zamandan beri demokrasi oluyor. Sözün bu noktasında Üstad Necip Fazıl’ın bir hatırasını sizinle paylaşmak istiyorum:
“Çocuktum. 6-7 yaşlarında var yoktum. Bir ramazan günüydü. Çemberlitaş’ta oturduğumuz büyük konaktan sokağa çıktım. İleride, bir sehpaya oturttuğu tablasından çoluk çocuğa şeker meker satan birini gördüm. 10 para mı, 20 para mı, ne verdiğimi hatırlayamadığım bir horoz şekeri satın aldım. Şekeri eme eme konağa dönmek üzereydim ki, üzerime hamal kılıklı bir adam çullandı. Yarı ciddi, yarı şakacı bir edâ ile haykırdı:
- Şu bacaksıza da bak! Sokakta, el âlemin karşısında yiyor!
Ödüm patlamıştı sanki... Şekeri yere attım ve evime doğru koşmaya başladım. Adam beni kapıya kadar kovaladı. Konağın açık kapısını bu herifin suratına çarparcasına kapatıncaya kadar adeta baygınlık geçirdim.
Şimdi, masum çocuklara değil, ramazan günü açıkça ve iftihar edercesine sigaralarını tüttüren her vasıf dışı insanlara o hamal kılığı içindeki saffet ve hassasiyetle hitap etmek istiyorum: ‘- Günahınızı niçin Allah’la aranızda bırakmıyor ve sanki onun reklâmını yaparcasına, zedelediğiniz Allah hakkına kul hakkını da ekliyorsunuz?’ Eskiden Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si bu kul hakkına tecavüz etmemek için ramazanlarda Müslümanların karşısında oruca aykırı bir harekette bulunmazlardı. Düşünün, sizin derekeniz ne olmalı!
Hamalın kovaladığı çocuk bugün 75 yaşında ama kovalayanın soyundan kimse kalmadı.” (21 Temmuz 1980)
Âh Üstad âh!... Senin yaşadığın o günlerden bugünlere değin köprülerin altından ne sular aktı. Şimdiki defolu nesil, o zaman tek tük olan bu kimselere rahmet okutuyor. Hicap duygusu firarda, dinden ve mâziden habersiz gençlerin yüzü paçavraya dönmüş heyhat!...

RAHMET AYLARININ ZİRVESİ: RAMAZAN

M.NİHAT MALKOÇ

Mübarek üç ayların sonuncusu; rahmet, şefkat ve merhamet duygularının zirveye çıktığı ramazan ayına girmiş bulunmaktayız. Bizi bu rahmet ayına eriştiren Rabbimize nihayetsiz şükürler olsun. Geçen sene ramazanda aramızda olup da bu yıl aramızda olmayanları düşündüğümüzde, yaşıyor olmamızın getirdiği şükür duygularımızın az bile kaldığını söyleyebiliriz. Rabbimiz bizim defterimizi dürmedi, bize yeni kulluk imkânları tanıdı. Nefes aldıkça Rabbimize kulluk ederek, oruç tutarak bunun hakkını vermeliyiz.
Ramazan huzur ve mağfiret ayıdır. Bu ayda insanlar diğer aylara göre daha çok ibadet ederek Rablerinden af dilerler. Bu ay bir anlamda kulun titreyip Rabbine döndüğü aydır. Bu ayda sofralarımız bereketlenir. Ramazan ayında kulluk şuuru, ibadetlerle iyice cilalanır.
Ramazanda insanlar bir anlamda açlıkla terbiye edilir. Açlıktan bitkin düşen insanlar ne kadar zayıf olduklarını anlarlar. Böylece kulun teslimiyet duyguları daha da pekişir. Orucu kulluk mevzisine yatmak olarak da düşünebiliriz. Oruçlu, bu mevzideyken bütün dikkat ve hassasiyetini kulluk üzerine yoğunlaştırır. Kendisini ayartıp kötülüğe sevk etmeye çalışanlara oruçlu olduğunu hatırlatarak onlardan uzak durur. Orucu büyük bir kulluk disipliniyle tutar.
Oruç tutan kişi sadece yemekten içmekten kesilmez. Oruç ağızla sınırlı bir ibadet olarak algılanırsa eksik kalır. Kişi bütün azalarına oruç tutturmadıkça orucu kâmil olamaz. Gözün orucu harama bakmamak, dilin orucu kötü söz söylememek, ayağın orucu kötü yerlere gitmemek, elin orucu harama uzanmamak, kulağın orucu kötü sözleri duymamak için o ortamdan uzaklaşmaktır. Oruç böyle tutulursa beklenen yüksek kulluk ve sevap hâsıl olur.
Ramazan aynı zamanda büyük bir dayanışma ayıdır. Zenginler bu ayda fakirlerin yanında ve yakınında durarak onların ihtiyaçlarını giderirler. Oruç tutan zenginler açlığın ne demek olduğunu, ne kadar zor olduğunu bu ayda anlarlar ve fakirleri düşünürler. Mallarının kırkta birini gönül hoşluğu içerisinde fakirlere dağıtarak onların ramazanını güzelleştirirler.
Ramazan ayında bütün Müslümanlar yekvücut olmalıdır. Zira ramazan ayı İslam dünyasının birlik olma zamanıdır. Bu ayda fakir İslam ülkelerini düşünmek, onlara destek olmak gerekir. Hatta bu ayda bütün açlara ve bîilaçlara yardım elimizi uzatmalıyız.
““Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır”(Buhari) demişti Resulullah Efendimiz… Bu şuurla yaşamalı ve mümin kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmeliyiz. Ramazanda onlara el vermeliyiz.
Bugün İslam dünyasında büyük bir dağılmışlık manzarası vardır. İslam coğrafyası haçlı zihniyetinin hegemonyası altında inim inim inlemektedir. Ramazanda dualar kabul olur. Müslüman kardeşlerimizin esaret prangalarından kurtulması için yüce Yaradan’a dua etmeliyiz. Onların acılarını paylaşmalıyız. Onlarla bir ve beraber olduğumuzu göstermeliyiz.
Ramazan cemaat ayıdır. Daha evvel sadece Cuma namazlarında bir araya gelebilen Müslümanlar, bu ayda hemen her akşam teravih namazlarında cemaat oluştururlar. Hatta vakit namazlarında bile bir kalabalıklaşma görülür. Diğer aylarda vakit namazlarında ilk saf zor dolarken ramazanda camiler müminlerle dolup taşar, böylece dinî mekânlar iyice güzelleşir. Camilerde toplu kılınan namazlar rahmet ve mağfiret iklimine can ve heyecan katar. Sabah namazlarında ve diğer vakitlerde okunan mukabeleler bizi Kur’an’ın nuranî iklimine çeker.
Ramazan dostluk, barış ve kardeşlik ayıdır. Diğer vakit dilimlerinde aç kalıp asabileşen insanların bu ayda da gün boyu oruçlu kaldığı için asabi olması gerekirken böyle olmuyor. Zira oruç niyetiyle aç kalanların sinirleri teskin olur. Çünkü oruç sıradan bir açlık hâli değildir. O bir ruh terbiyesidir. Oruç nefsin şerrinden rahmet iklimine sığınmaktır.

On bir ayın sultanı olan ramazan bizi diri ve iri tutar. Açlığımız sıkıntı teşkil etmez. Bu ibadetten aldığımız haz bize açlığımızı unutturur. Bu ayda şeytanlar bağlanır. Müminlerin iradeleri güçlenir. Tabir caizse her şey ramazanlaşır. Ramazanınızın güzel geçmesi dileğiyle...

RAHMET EŞİĞİ RUHUN BEŞİĞİ: RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Açılsın kapılar, dağılsın kara bulutlar, yıkansın ruhlar, arınsın kalpler… O geliyor… O ki ayların sultanı, tenimizin canı, maneviyat kervanı, müminlerin hanı… Aç beyinler doyacak, ruhlar cilalanacak, kalpler mutmain olacak, gönül bahçeleri sevgi çiçekleriyle dolacak.
İyi ki geldin ramazan, gönül mabetlerimize teşrif ederek içimizdeki karanlıkları aydınlattın. Kurumuş gönül bahçelerimizin en nadide çiçekleri filizlendi. Rabbini unutanlar manzara-i umumiye bakarak yitiğini aramaya koyuldular. Manevî fırsatlar önümüze serildi ramazanla birlikte… Allah’ın sonsuz rahmetine mazhar oldu kullar… Rahmet sofrası önümüzde duruyor. Herkes kaşığının büyüklüğü ölçüsünce bu sofradaki manevî lezzetlerden payına düşeni alacak. Ne yazık ki bazıları bu nimetlerden istifade etmeyi düşünemeyecek bile.
Ramazan bize hayat vermeye, ruhumuzun eskiyen yanlarını tamir etmeye geldi. Bizlere bîçareliğimizi haykıran, gerçekte güç ve kudret sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatan bu rahmet ikliminde büyütmeliyiz manevî hissiyatımızı. Ramazandan çok şeyler bekliyoruz. Ramazan bizleri değiştirecek, ruhlarımızı imar edecek, kötü alışkanlıklarımızdan eser kalmayacak inşallah… Ruhların Kâbe’si gönüller ramazan ikliminde daha bir müşfikleşecek. Kaskatı kesilen ruhlar ramazan iksiriyle hayat bulacak, genişleyip ferahlayacak… Katılaşmış kalpler pamuk yumuşaklığına erişecek. Birbirinden hep şüphe eden ve güven konusunda sınıfta kalan insanlar ramazan bağıyla birbirinden emin olacaklar.
Ruhumuzun karanlık dehlizlerini aydınlatacak ramazan… Minarelerden yayılan ışıklar ve mahyalar yolumuzu tayin etmede kılavuzumuz olacak. Sofralarımızı bereketlendirecek ramazan... Zenginle fakir arasındaki uçurum iyice küçülecek, yok olma noktasına gelecek. Zenginle fakir, siyah deriliyle beyaz derili, tahsilli insanlarla okumamış insanlar aynı manevî adrese yönelecek camilerde. Farklılıklar ramazanla birlikte buz gibi eriyecek, ortaklıklarımız dostluğun sigortası olacak. Manevî darboğazı aşmak için önümüze fırsatlar serilecek. Millî birlik ve beraberlik iyice pekişecek. Sahurda çalınan davullar manevî uykuda ısrar edenleri, kendilerini var eden(ler)i unutanları uyaracak. İnsanlar sevgide birleşecek inşallah…
Ramazanla birlikte hayatın merkezine oturacak bir yıl boyunca unutulan camiler… Saflar tutulacak teravih namazlarında. Açlar doyurulacak, sadaka ve zekât müessesesi çalışacak yine. Alım gücü olmayan garibanların kilerleri şenlenecek. Fakirler, zengin sofralarında ağırlanacak. Yıl boyunca duvara asılan ve unutulan Kur’an-ı Kerimler duvardan indirilerek ramazan ayı boyunca okunacak, hatta hatim edilecek. Kur’an hayata dâhil olacak...
Gündüzler oruçla, geceler teravihle idrak edilecek. İnsanlar hayırda yarışacak adeta... Maddî ve manevî kriz unutulacak, soframız ve gönüllerimiz bereketlenecek, canlanacak… Asık suratlarda gülücükler belirecek, gönül bahçelerinde zakkumlar yerini gonca güllere bırakacak. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler, vakıf ve dernekler tarafından ramazan sofraları kurulacak. Bu sofralarda mideler aşla, ruhlar manevî feyizle ve muhabbetle doyacak.
Mübarek ramazan ayı, tadını unutamadığımız pideleri ve birbirinden güzel tatlıları soframıza taşıyacak. Ağzımız pide ve baklavalarla, muhayyilemiz ise dinî sohbetlerle tatlanacak. Ruhumuz ve damağımız, hasret kaldığı maddî ve manevî tatlarla hayat bulacak…
Ramazan iklimi insanları çepeçevre kuşatıyor. ‘Ramazan’ deyip de geçmeyin, bizdeki ramazan medeniyeti bir çınar gibi kök salmıştır hayatımıza. İslam ve insanlık her geçen gün biraz daha unutulsa da ‘ramazan’ köklü bir gelenek ve manevî atmosfer olarak devam ediyor. Ramazan ayı, yitiklerimizi hatırlatarak onları bulmanın artık bir mecburiyet halini aldığını haykırıyor bizlere. Ramazan geldiğini hayattaki feyiz ve bereketten, maddî ve manevî canlılıktan rahatlıkla anlayabiliyoruz. İçimiz genişliyor bu yüce aşk iklime girdiğimizde…
Ramazan, idrakimize vurulan paslı zincirleri kıracak. Ruhlarımızda manevî temizlik seferberliği başlayacak. Ramazan, eskiyen ruh dokularımızı yenileyecek. İyi ki geldin ramazan… Bu ayın İslam ümmetine hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

RAHMET SAĞANAĞI
M.NİHAT MALKOÇ

Dünya hayatı sınırlı bir zaman dilimini içerir. Gelişimiz ve gidişimiz mutlak yaratıcının tasarrufundadır. Hayatın ne zaman sonlanacağını hangimiz kestirebiliriz ki?... Böyle bir bilgi ve sezgi hiçbir kula verilmemiştir. O, gaybi bilgiler arasındadır, gaybı da ancak ve ancak Allah bilir. Sayılı nefeslerimizin ne zaman tükeneceğini kestiremediğimiz için hadiste de belirtildiği üzere ‘Yarın ölecekmiş gibi ahiret için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmalıyız.’ Aksi halde ebedî dünyamızı karartmış oluruz.
Amellerin hasat edilmesi için en kârlı mevsim ramazandır. Öyle ki bu ayda ektiğimizi yine bu ayda biçeriz. Yürek tarlalarına ektiğimiz salih ameller bire on ürün verir rahmet aylarında. Bu mübarek ayın verimliliğinden azami derecede istifade etmeliyiz. Çünkü gelecek ramazanda sağ olacağımıza dair bir senedimiz yoktur. Akıllı insan, idrak ettiği ramazanı, yaşayacağı son ramazan olarak görür ve ona göre hareket eder. Şayet yeni ramazanlara ulaşmak nasip olursa onu bir öncekinden daha dolu geçirir; gerçek uyanıklık da budur.
Mübarek ramazan, uyuşan ruhların dirilme ayıdır. Bu ayda iç dünyamız, ruhlarımız ve genel anlamda hissiyatımız tazelenir ve kirlerden arınır. Bu bereketli günlerde tövbe ederek hayata yeniden başlıyormuşçasına iç disiplinimizi sağlamalıyız. Ramazan dönemlerinde ibadetlerde yoğunlaşma yaşanır. Fakat bu namazlar, süreklilik arz etmedikten sonra kişiyi küfür bataklığından kurtarmaya yetmez. Bu mübarek zaman diliminde cumalarla sınırlı olan namazlarımızı günde beş vakte çıkarılarak secdeye alnımızı değdirmeliyiz. Alnımızda secde izleri iyice belirginleşmeli ve de derinleşmelidir. Bu izler kulluğumuzun delili olmalıdır.
Zaman coşkun bir nehir misali nasıl da akıp gidiyor. Geçen ramazanla bu ramazan arasında 11 ay gibi uzun bir zaman geçti. Fakat bizler zamanın akışından hiçbir şey anlamdık. Vaktimizi Allah için ebedileştiremedik. Nefsimizin dümen suyunda yüzüp durduk. Günah galerimiz hiç boş kalmadı. Fitne fesat aynı hızla devam edip durdu. Zaman ömrümüzden, gençliğimizden, sağlığımızdan çok şeyler alıp götürdü. Gaflet uykularından nurlu sabahlara uyanamadık. Gönül bahçelerinde büyüyen nazlı çiçekler, şiddetli fırtınalarla kırılıp döküldü. On bir ayın sultanı olan ramazan yine gönül bahçelerini şenlendirdi. Fakat bu bir aylık şenlik, elemlerimizi giderip tarumar olan gönül mülkünü kurtarabilecek mi?
Ramazan, nefislerin ıslahı için güzel bir vesiledir. Fırsatı ganimet bilip yüreklerimizin pasını iman zımparasıyla silip parlatmalıyız. Nefisler Allah’ın yardımıyla ancak ramazanda yenilir. Bu ayda kötülüklerle, şeytanla ve onun yardımcısı nefisle meydan muharebesine girmeliyiz. Bu muharebede silahımız iyi ameller olmalıdır. Sabırlı ve gayretli olanlar bu mücadelenin favorileridir. Nefislerin açlık ve susuzluktan kendi haline düştüğü bu rahmet ve şefaat günlerinde nefsimize son indirici darbeyi de bizler vurmalıyız. Bunu bu günlerde başaramazsak başka günlerde hiç başaramayız. Yeter ki inanalım ve azmedelim Rabbimizin inayetiyle nefis denen şer yuvasını yerle bir ederiz; ensesini yere değdiririz.
Allah’la kul arasında özel bir ibadet olan orucun mükâfatını Rabbimiz bolca takdir edecektir. Allah için yemeden, içmeden ve bir kısım arzulardan feragat edenlerin mükâfatı da şüphesiz ki o derece büyük olacaktır. Bu ayda Müslümanlar birbiriyle kenetlenerek yaralanan ümmet bilincini tedavi etmelidir. Günümüzde Müslümanlar arasındaki kopukluk ve ümmet bilincinin asgari düzeyde oluşu, iman bağlarının gevşemesine zemin hazırlamıştır. İslam kardeşliği lafta kalarak hayata geçirilememiştir. Özellikle günümüzde ülkemizin sözde aydın insanları kurtuluşu Batı medeniyetine ve kültürüne sarılmakta aramaktadır. Oysa kurtuluş ümmet bilincinin uyandırılmasındadır. Bunu gerçekleştirebilirsek bütün Müslümanlar iman bağı ile birbirine bağlanacak, adeta bir vücut gibi bir ve beraber hareket edeceklerdir. Nasıl ki bir organ rahatsız olursa onun sancısı öteki organları da etkiler, işte öyle de ümmet zincirinin her bir halkası birbiriyle aynı hisleri paylaşacaktır. Ramazan Müslümanların uyanışına vesile olabilirse gayesine erişir, aksi halde hayatımız aynen uyku üzere devam eder gider.

RAMAZAN BAYRAMI DÜŞÜNCELERİ
M.NİHAT MALKOÇ

Bayramlar huzur ve sükûnun en yüksek seviyede cereyan ettiği zaman dilimleridir. Kültür ve medeniyetimizde bayramların apayrı bir yeri ve önemi vardır. Birlik ve beraberliğin çimentosudur bu müstesna vakitler… Milli bütünlüğümüzü bu gibi ortak değerlerimize borçluyuz. Değerlerini yaşayan ve yaşatan milletler geleceğe emin adımlarla ilerlerler. Türk milleti zor badirelerden geçerek bugüne gelebilmişse bunu milli ve manevi değerlerine borçludur. Onun için çocuklarımıza değerlerimizi anlatmalı ve benimsetmeliyiz. Özellikle dini bayramlarının manevi hazzını çocuklarımıza doyasıya yaşatmalıyız. Onların da gelecekte çocuklarına anlatacağı bayram hatıraları olmalıdır. Bayramlar herkeste derin duygu ve düşünce çağlayanları oluşturur. Bir zamanlar Ramazan Bayramının şair gönlümde meydana getirdiği duygu ve düşünceleri “Ramazan Bayramı Düşünceleri” adlı şiirimde kafiyelere dizerek şöyle ifade etmiştim. Bu bayram hissiyatımı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Muhabbetin gölgesi düşerken can evine
Sıladan uzaktaki yürek neye sevine?
Zaman bildiğin zaman arife ne, bayram ne?

Kurulsun yüce mizan, haklar yerini bulsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Yanar yürek dağları giryenin ateşinden
Sayılı gün tez geçer, uyanırsın düşünden
Gelir bayram neşesi ramazanın peşinden

Gururlanma ey insan sen de bir garip kulsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Kul çekmezse müşkülât ulaşamaz menzile
Huzur damlacıkları akar durur gönüle
Şeker bayramı gelir lezzeti değer dile

Gönül bahçelerinde gül açsın, zakkum solsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Şairlerin dilinde bayram aşk güftesidir
Çağları aşıp gelen Itri’nin bestesidir
Bayram yetime kucak, gariplerin sesidir

Mümin bayram ederken müşrik saçını yolsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Dursun bozuk saatler, çekin gönüle ayar
Sevgi coğrafyasında dolaşın diyar diyar
Girsin düşlerimize mübarek gül yüzlü yâr

Zalime balyoz yumruk, mazluma ayak kolsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Zihinlerde ateşten heyulalar örülür
Arasat meydanında suretimiz görülür
Fanilerin defteri elbet bir gün dürülür

Sevap çeşmelerinden amel kabımız dolsun
Şen ola gönül köşkü, bayramlar bayram olsun

Gönül penceresinden girsin cennet kokusu
Kuş uykusuna dönsün müminin kış uykusu
Sarsın hücrelerimi vahdet, vefa duygusu

Ey sırat-ı müstakim sen ne mübarek yolsun!...
Şen ola gönül köşkü bayramlar bayram olsun
Feyiz ve bereket ayı olan ramazanın sonunda bayram sevincini doyasıya yaşıyoruz. Gönüllerimiz taptaze bahar rüzgârlarıyla doluyor. Pörsüyen ruhlarımız bayram müjdesiyle diriliyor. Vicdanlar kirli duygulardan arınıyor. Keşke bu güzide ve mübarek zaman diliminde bütün Müslüman milletler ümmet şuuru içerisinde özgürce yaşayabilseler. Iraklı kardeşlerimizin başına akıllı bombalar yağmasa… Filistinliler sürgünlere mahkûm olmasa… Çocukların tatlı uykuları bomba sesleriyle bölünmese… Barut değil, huzur solusa bebeler…
İslam’ın yanlış tanıtıldığı, Müslümanların sabır ve tahammüllerinin fazlasıyla zorlandığı bu dönemde ne kadar bayram edilirse biz de o kadar yaşıyoruz bayram düşüncelerini. Bayramlarda içimiz gülse de suretimiz kan ağlıyor. Bayramın yankısı cevap bulmuyor gönüllerimizde. Günümüzde atlastan cepkenli yiğit akıncıların ruhu toprağın derinliklerinden ses vermiyor. Eski bayramların tadı hayallerimizi süslüyor. ‘Nerde o eski bayramlar…’ sözü dudaklardan düşmüyor. Ramazanlar ve bayramlar mahzun geldi, mahzun gidiyor. Fakat bizler yine de gelecekten ümitliyiz. Güneş battıysa tasalanmaya gerek yok. Zira güneş doğmak için batar. Bizler o kutlu doğuşun intizarıyla yaşıyoruz. Her şeye rağmen ramazan bayramınız mübarek olsun; şeker bayramı Türk-İslam âlemine hayırlar getirsin.

RAMAZAN BAYRAMI SEVİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ

Zaman nehri, yine önünde her ne varsa sürükleyip bir büyük boşluğa bıraktı. Vakit su gibi aktı, mübarek ramazanı uğurlayarak bayrama “Merhaba” dedik. Ramazan boyunca Rabbimize şükür ve taatte bulunduk. Ona iyi bir kul olmak için gecemizi gündüzümüze kattık. Nefislerimizi açlıkla terbiye ettik. Şimdi gönüllerimiz bayram coşkusuyla kıpır kıpır…
Ramazan Bayramı’nın hadislerde geçen asıl adı, “İydü’I-fıtr” yani “Fıtır Bayramı”dır. Müslümanlar bayram namazından evvel bir anlamda “bedenin zekâtı” olarak fıtır sadakası verirler. Fıtır sadakası “Ramazan bayramına kavuşan ve temel ihtiyaçlarının dışında belli bir miktar mala sahip olan Müslümanların kendileri ve velâyetleri altındaki kişiler için yerine getirmekle yükümlü oldukları malî bir ibadet”tir. Bu sadakayı verenler, ramazan boyunca bilerek veya bilmeyerek söyledikleri boş ve kötü sözler için Allah’tan af talep ederler. Allah da onların bu talebini karşılayarak oruçlarını kabul eder, onları kabir azabından korur.
Bayram sevinci ve coşkusu arife gününden başlar. Çarşı pazarda bir hareketlilik kendini hissettirir. Vitrinler çeşit çeşit şekerlerle doldurulur. Bazıları Ramazan bayramına “Şeker Bayramı” dese de bu ifade, bu bayramın ağırlığını düşürür. Bir bayramı sadece şeker yemekle özdeşleştirip içini boşaltamazsınız. Hem bu bayrama “Şeker Bayramı” demek oruç tutan kişileri de hafife almaktır. Bütün Müslüman âleminin bayramı olan “Ramazan Bayramı”nı “Şeker Bayramı”na dönüştürenler yarın bir gün “Kurban Bayramı”na da “Et Bayramı” derseler şaşmayın. Bu gibi kavramlarla oynamak, onları değiştirmek hafifliktir.
“Bayram” sözcüğünde bir farklılık, ağırlık ve bir başka tılsım vardır. Bayramlar bizi coşturur ve heyecanlandırır. Bu durum büyüklerde de, küçüklerde de görülür. Hatta çocuklar bayramlarda daha çok mutlu olurlar. Çocukların bayram hazırlığı birkaç gün öncesinden başlar. Bayram günü giyecekleri elbiseleri ve ayakkabıları özenle hazırlarlar; karyolalarının altına koyarlar. O gece çocukların gözlerine sabaha kadar uyku girmez. Gün açar, sabah olur… Büyüklerinin ellerini öpen çocuklar bayramlık harçlıklarımı ceplerine indirirler.
Bayram günlerinde her evde tatlı bir telaş ve heyecan yaşanır. Evler günler öncesinden yeniden temizlenir, silinir, süpürülür. Uzaktan ve yakından gelecek misafirler için tatlılar, börekler ve çörekler açılır; sarmalar sarılır, dolmalar doldurulur. Bayramlarda eş dost bir araya gelince anılar tazelenir. Sohbetler iyice koyulaşır. “Âh o eski bayramlar…” diye söze başlanılarak nostalji rüzgarları estirilir. Ortak dostlardan ahrete göçenler rahmetle yâd edilir.
Bayramlar bize dinî ve millî duygularımızı, örf ve ananelerimizi hatırlatır; hatırlatmakla da kalmaz bunlar bizzat bayramlarda tatbik edilir. Bu zaman dilimlerinde birlik ve beraberlik duygularının en güzel örnekleri sergilenir. Müslümanlar bu kutlu günlerde ümmet olduklarını, din kardeşi olduklarını hatırlarlar. Dargınlıklar unutulur, barış duyguları hayata hâkim olur. Sevenler bir araya gelir. Çocuklardan diğer zamanlarda uykudan kalkmayı bilmeyenler bile bayramlarda erkenden kalkarlar. Çocuklar ev ev dolaşarak büyüklerle bayramlaşır, parası olan para, olmayan şeker verir kapıya kadar gelen çocuklara; çocuklar eli boş döndürülmez. Çocukların bilinçaltına yerleşen güzel bayramlar kolay kolay unutulmaz.
Bayram sabahında güneş doğmadan evvel erkekler bayram namazına koşar. Çocuklar alışsın diye yanlarında da erkek çocuklarını götürürler. Camiye vardıklarında bütün safların nur yüzlü müminler tarafından doldurulduğu görülür. Bu görüntü sanki mahşer meydanının provasıdır. Bu mecliste olanların ruhları bayram sevinciyle adeta bir kuş olup uçmaktadır. Bayram namazı sonrasında cami avlusunda bayramlaşma kuyrukları oluşur. Eve dönüldüğünde aile fertleriyle bir bir bayramlaşılır. Namaz kılındıktan sonra sofralar kurulur, ramazan sonrasının ilk kahvaltısı ailece yapılır. Daha sonra komşular gelir veya komşulara gidilir. Yaşlılar ve hastalar bir bir ziyaret edilir. Ebediyete göçen insanlar hatırlanır, mezarları ziyaret edilir; ruhlarına Kur’an-ı Kerim okunur, kurtuluşları için Allah’a dua edilir.
Ramazan Bayramı’nın ülkemize ve dünyaya barış ve huzur getirmesini diliyorum.

RAMAZAN BAYRAMI’NIN BURUK SEVİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ

Yine bir bayram daha karşıladı bizi gülen yüzüyle… Yaşayanlar neler gördü, neler daha görecek... Fakat bir düşünün, geçen bayram namazında olup da bu bayramda aramızda ol(a) mayanları… O kadar çok ki!... Kiminin annesi, kiminin babası, kiminin dedesi, kiminin kardeşi… Göremediler bu bayramı… Belki biz de gelecek olan bayramı gör(e)meyeceğiz. Kim bilir… Belki bu bizim son bayramımız olacak. Ömrün devamına senet yok ki!... Can mülkünün sahibi, emaneti geri alacağı güne dair sır vermiyor ki!... Vakti gelen göçecek, o kadar… Bu can bize mülk değil… Emanet olarak taşıyoruz onu; kim bilir ne zamana kadar…
Bu güzel bayram gününde bunların da sırası mı demeyin. Bu güzel bayram gününde bir kısım tanıdık simaları bayram namazında göremeyince bu sözler düştü aklıma… Artık onların ellerini öpmek mümkün ol(a)mayacağına göre ebedî istirahatgahları olan kabirlerini ziyaret edip Hakk tarafından af edilmeleri için Fatihalar göndereceğiz ruhlarına....
Millet olarak bu Ramazan Bayramı’nda da bütün hüzünlere ve burukluklara rağmen bayram edeceğiz. Hazırlıklar birkaç gün evvelinden başlamıştı zaten. Evler baştanbaşa temizlenmiş, tatlılar, börekler yapılmış, misafirlerin yolu gözlenmeye başlamış bile. İnsanlar sevdiklerine daha güzel görünebilmek için bu bayram giyecekleri giysileri özenle seçip almış. Bayram bu, müstesna gün işte… Her şey yerinde ve tam olmalı… Bayram sevincini gölgeleyecek hiçbir şey olmamalı. Zaten topu topu senede iki kez yaşanıyor dinî bayramlar… Dolu dolu, keyfince yaşamalı toplumları ayakta tutan, insanları kenetleyen, ağzımızın tadı olan bayramları... Zaten kala kala geçmişten onlar yadigâr kalabildi bugünlere. Baştan ayağa değiştik, yenilendik bunların dışında. Buna ‘yabancılaştık, özümüzden koptuk’ da diyebiliriz.
Son yıllarda bayramlar tatili ve alışverişi akla getiriyor her nedense. İnsanlar bayram tatillerinde eş dost ziyaret edecek yerde tatil beldelerinde gününü gün ediyorlar. Bayramı tatil fırsatı olarak görüyor bazıları. Peki, akrabalarımızı, dostlarımızı ne zaman ziyaret edeceğiz? Büyüklerimizin elini ne zaman öpeceğiz? Ebediyete göçen insanlarımızın kabirlerini görüp Fatiha okumayacak mıyız? Anlaşılan o ki birileri bizi gelenek ve göreneklerimizden koparmak için canla başla çalışıyor. Geçmişimizden koparılıyoruz; ondan koparıldıkça da kabuğumuza çekilip iyice yalnızlaşıyoruz. Doğrusu bu hayra alamet bir davranış değil…
Bayramda hediyeleşmek güzel ama bunu abartıp da yük ve külfet haline getirmek bayramın tadını kaçırıyor. Ekonomik gücü yeterli olmayan kişiler, aile fertlerine bir şeyler alamayınca eziliyorlar. Bayram bir anda hüzne, daha da ileri gidersek kâbusa dönüşebiliyor. Böyle davranışlarla bayramların tadını kaçırmayalım. Bazılarının keseleri dolacak diye bütçemizi zorlayıp alışveriş çılgınlığına bulaşmayalım. Bunun bayram sonrası da var. Bayram sevincimiz bayram sonrası hüzne kapı aralamasın. Her konuda olduğu gibi bunda da ölçü üzere hareket edelim. Herkes yorganına göre uzatsın ayağını. İsrafta değil, güzel ahlakta yarışalım birbirimizle. Hediyeleşmek güzel ama imkânlar kısıtlıysa şart da değil. Bu konuda rekabete girmek, işi gösterişe dökmek samimiyete de büyük darbe vuruyor işin doğrusu…
Bayramlar en çok da çocukların sevinme günleri. Çam sakızı çoban armağanı kabilinden şeylerle onlara bayramı yaşatalım. Bayram, çocuklarımızın bilincine yerleşsin. Zira bu güzellikleri yarınlara taşıyacak olanlar çocuklarımızdır. Onlar sizden ne görürlerse öyle davranacaklardır. Onlara güzel örnekler gösterelim ki onların ahlakı da güzelleşsin.
Ramazan bayramına bazıları “Şeker Bayramı” diyor. Hayır efendim, “Ramazan Bayramı” “Şeker Bayramı” değildir. Bu bir yakıştırmadır. Bu ifade, bu önemli dinî bayramı hafife almak, onun manevî derinliğini sığlaştırmak demektir. Bugün Ramazan Bayramı’na bu yakıştırmayı yapanlar yarın Kurban Bayramı’na da “Et Bayramı” diyeceklerdir. Bu güzel dinî geleneklerimizi bu gibi isimlendirmelerle hafife almak kanaatimce hiç de doğru davranışlar değildir. Bu bayramın “Ramazan Bayramı” diye anılması şüphesiz ki çok daha uygundur.
Ramazan Bayramı’nın Türk milletine, İslam ümmetine hayırlar getirmesini diliyorum.

RAMAZAN BEREKETİ
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan rahmet ve bereket ayıdır. Bu ayda zenginler fakirleri daha iyi anlama imkânı bulur. Çünkü ramazanda belli süreler içerisinde aç kalan insan, açlığın ne demek olduğunu daha iyi kavrar. Zenginler maddî durumu kısıtlı olan kişilerin, ömürleri boyunca bu güçlüklere nasıl katlandığını sezerler. Onlara karşı merhamet duyguları gelişir. Elindeki imkânların bir kısmını onların istifadesine sunarlar. Böylece zenginle fakir arasında örnek bir sevgi ve dayanışma yaşanır. Ne fakir zengini kıskanır, ne de zengin fakiri hor görür. Böylece sosyal hayatta huzurlu bir yaşamın formülünü bulmuş oluruz. Hayat zindan olmaktan çıkar huzur sığınağı haline dönüşür. Her iki dünyamız da mamur olur.
Ramazanla birlikte şefkat ve merhamet duygularımız inkişaf eder. Unuttuğumuz sosyal dayanışma ve yardımlaşma, tekrar amacına uygun olarak hayatımıza girer. Açlar doyurulur, mazlumlar kayırılır. Abdullah b. Abbas(ra)’tan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurmuştur: “Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mümin değildir.” Böyle bir hadisin varlığından haberdar olup da yanında ve yakınında açlık çeken fakat bunu bir türlü ifade edemeyen, söylemeye çekinen müminleri nasıl olur da görmezden geliriz? Bu vicdana sığar bir davranış mıdır? İnsanlık bu kadar ayağa düşer mi?
Ramazanın maddî bereketlerinin yanında manevî bereketleri de büyüktür. Bu ayda dinî duygularımız diğer aylara göre daha da ön plana çıkar. Hayata hayat veren Kur’anî hakikatler yaşamımızın her tarafına siner. Manevî atmosfer bizi dünyaya geliş sebebimizi sorgulamaya yöneltir. İmtihan sırrına vakıf oluruz. Varlığımızın sırrı üzerine kafa yorarız.
Orucun insana verdiği huzur hiçbir şeyle kıyaslanmaz. Orucu şuurla tutan kişi iç huzuru yakalamış olur. Eğer orucu tutma sırrına vakıf olamazsak perhizden başka bir şey yapmış olmayız. Belki orucumuz kabul olur ama ondan beklenen bereketi ve hazzı elde edemeyiz. Allah’a kulluk şuuru içerisinde tutulan oruç kula gönül huzuru verir. Şayet böyle olmasaydı zayıflamak için yemekten uzak durmayla, orucun bir farkı olmazdı.
Oruç bize nimetlerin önemini hatırlatır. Diğer zamanlarda pek karşılaşmadığımız açlık ve susuzluk gündemimize oturur. Fakat oruç sadece yemeden içmeden kesilme değildir. Kişinin sadece midesine oruç tutturması yeterli değildir; diğer azalarımıza da oruç tutturup onları da kontrol altına almalıyız. Diğer azaların orucu da nasıl olur demeyin. Gözlerinizi harama bakmaktan sakındırırsanız gözlerinize, dilinizi kötü sözlerden arındırırsanız dilinize, kötü sözleri dinlemekten sakınırsanız kulaklarınıza, haram mal elde edip evinize getirmekten sakınırsanız ellerinize, kötü yerlere ve şer odaklarına gitmekten sakınırsanız ayaklarınıza oruç tutturmuş olursunuz. Kâmil bir müslümanın orucu da böyle olur. Yoksa belli zaman dilimleri içerisinde yemeden içmeden kesilmek kusursuz bir oruç için yeterli değildir.
Hz. Peygamber(sav): “Oruçla Kur’ân, kıyamet gününde kula şefaat edecektir. Oruç, sabrın yarısıdır.” buyurmuşlardır. Orucun ecri Cenâb-ı Hakk katında mahfuzdur. Hâdis-i kudsîde buyurulur: “Âdemoğlunun her amel ve hareketi kendisine aittir. Oruç ise böyle değil! Çünkü o, benim içindir. (Çünkü ben yemem, içmem ve bütün beşerî sıfatlardan münezzehim.) Dolayısıyla ben, onun mükâfatını (hususî bir şekilde) bol bol vereceğim.” Bu hâdis-i kudsînin ardından Rasûlullâh(sav), şöyle buyurdular: “Oruçlunun sevineceği iki ferahlık vardır:1. İftar ettiği zaman (Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerine kavuştuğu için) sevinir.2. Rabbine kavuştuğunda da orucu bereketiyle nail olduğu yüksek derece için sevinir.” (Buhârî)
‘Veren el, alan elden üstündür’ demiş atalarımız… Şu kesin olarak bilinmelidir ki hiç kimse Allah rızası için vermekle fakir olmaz. Aksine elindeki mal ve para daha da bereketlenir. Hayatımızda bu bereketin yansımalarına hemen hepimiz şahit olmuşuz. Madden geniş zamanlarımızda rıza-i ilahi için tasadduk ettiğimiz için en sıkışık zamanlarımızda sanki Hızır yardımımıza koşmuş, bizi darda kalmaktan kurtarmıştır. Mübarek bir rahmet eli bize uzanmıştır. Allah’a gönülden inanan ve güvenen kul hiçbir zaman darda kalmaz.
Vermek fedakârlığın ve cömertliğin işaretidir. Bu hasletler herkese nasip olmaz. Bunlar aslında üstün ruh meziyetleridir. İnancımızda zengin insanların konu komşularını aç bırakması haramdır. Onları açlıklarını giderecek kadar yedirmek, çıplak iseler giydirmek vaciptir. Senelik zekâtını verenler bile öyle kolay kolay sorumluluktan kurtulamazlar. Onların bile duruma göre başka birçok vazifeleri daha mevcuttur. Zekât fakirin zengin üzerindeki hakkıdır. İyi düşünülürse fakirlerin varlığı da zenginler için bir nimettir.
Zenginler zekâtını hakkıyla ve gönül rızasıyla verse kimse aç ve biilaç kalmaz. Kişi bu hakkı sahibine ulaştırırsa aralarında sevgi ve hoşgörü husule gelir. Hele ramazan içerisinde bol miktarda hayır hasenat yaparsak sevap defterimizi inci güherlerle doldurmuş oluruz. Bu ayın bereketini yaşamak ve yaşatmak bahtiyarlığını elde edenlere ne mutlu!... Onlar gerçek saadeti yakalayan şahsiyet abideleridir. Allah sayılarını artırsın; hayatımız onlarla güzelleşsin.

RAMAZAN ÇADIRLARI VE RAMAZANDA YARDIMLAŞMA
M.NİHAT MALKOÇ

Yardımlaşmayı ve dayanışmayı en büyük değerlerden biri olarak gören bir neslin evlatlarıyız. Ecdadımız olan Osmanlı, insana büyük değer veren bir anlayışa sahipti. Her şey insan içindi Osmanlı’da… İnsan ve insaniyet merkezli bir idare anlayışı söz konusuydu. Ecdadımız “Komşusu açken tok gezen bizden değildir” hadisini iyi etüt ederek ona göre davranmışlardır. Karakteri sağlam ceddimiz, kuşları ve topal leylekleri bile hesaba katan ve onların hayatlarını nasıl devam ettireceklerini düşünüp gereğini yapan bir vicdana sahipti.
Ramazan; insanların bir ve beraber olduğu, aynı inanç etrafında kenetlenip kaynaştığı mübarek bir aydır. Bu ayda herkes birbirine koltuk değneği olur. Bu, Osmanlı’da da böyleydi. Hiç kimse aç ve biilaç kalmazdı o kadim zamanlarda… Geçmişte ramazan çadırlarının yerine hemen her külliyede bir imaret bulunurdu. Burada mutfak, fırın ve yemek odaları yer alırdı. Buralarda garip gureba karnını doyururdu. Artık imaretler kalmadı hiçbir yerde. Onların yerini, belli bir zaman dilimini kapsasa da, ramazan çadırları aldı. Çadırlar artık her yerde…
Ramazan ayının girmesiyle birlikte pek çok il ve ilçede vakıflar, dernekler, hayırseverler ve belediyeler tarafından ramazan çadırları kurulmaktadır. Son yıllarda özellikle belediyeler sosyal sorumluluk anlayışı içerisinde şehrin muhtelif noktalarına ramazan çadırları kurarak halka iftar yemeği vermektedirler. Bu çadırlarda yolcular, evinde bir iftar yemeği hazırlayacak kadar maddî durumu olmayanlar oruçlarını açmaktadır. Bunların dışında, sırf değişiklik olsun diye bu çadırlara gelip iftar açanlar da az değildir. Çadırlar dolup taşıyor.
Sosyal sorumluluk sahibi belediyeler ramazan çadırı kurma konusunda adeta birbiriyle yarışmaktadırlar. Özellikle İstanbul gibi büyükşehirlerde bu yarışın kızıştığını görüyoruz. Bu hayırda yarış gayreti, durumu iyi olmayan Müslümanları sevindirmektedir. Rekabetten en çok onlar kazançlı çıkmaktadır. Hatta bazı belediyeler ramazanın yaz sıcaklarına geldiğini hesap ederek klimalı çadır kurmayı bile akıl etmişlerdir. Sizin anlayacağınız ramazan çadırlarında her türlü konfor var. “Hizmette sınır yoktur” sloganı çadırlarda tam anlamını buluyor.
Günümüzde ramazan çadırı kurma geleneği Türklerin ve Müslümanların yoğun olarak yaşadığı dünya şehirlerine de yayıldı. Özellikle New York, New Jersey, Priştine, Göteborg, Strasbourg gibi şehirlerde ramazan çadırlarına rahatlıkla rastlayabilirsiniz. Artık Avrupalılar da buna alıştılar. Bu gibi organizasyonları yadırgamıyorlar. Hatta kendileri de zaman zaman buralara gidip durumu yakından izliyorlar; hatta ikramlardan faydalanıyorlar. Buralara gelen yabancılar Türk misafirperverliğine şahit oluyorlar, Türk mutfağını yakından tanıyorlar.
Bazıları iftar çadırlarını yoksulluğun bir simgesi olarak görse de onlar gerçekte sosyal dayanışmanın ve paylaşmanın en güzel örneğidirler. Zira bizim yüce dinimiz İslamiyet yardımlaşmaya çok önem vermiştir. Cenâb-ı Hakk: “İyilikte ve kötülükten sakınmakta birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” buyuruyor. Bunun yanında zenginlerin mallarının kırkta birini fakirlere dağıtması da İslam’ın yardımlaşmaya verdiği önemi ortaya koymaktadır. Böyle bir paylaşma İslam dışındaki hiçbir dinde ve felsefî gelenekte yoktur. Üstelik verirken işine yaramayanı değil, en çok sevdiğini vererek fedakârlık yapacaksın. Müslümanların düşkünlerini bir yük olarak değil, sevaba götüren bir merdiven olarak göreceksin. Böylece zenginle yoksul arasında çekemezlik değil, bir sevgi ve muhabbet hâsıl olacak. Neticede Müslüman zenginler fakirleri, fakirler de zenginleri hor görmeyecek.
Dünyada mal, mülk ve servet namına ne varsa Allah’ındır. Bizim olanlar, sadece boğazımızdan geçenlerdir. Üstelik kişi biriktirdiği mal ve paranın zekâtını hakkıyla vermezse bu davranış onun ahiretini berbat eder. Ona kazandıkları hiçbir yerde fayda sağlamaz. O birikimler hesap gününde ateşten bir urgana dönüşerek o kişinin boğazına dolanır.
Ramazan, hakkıyla ihya edilirse muhataplarına huzur getirir. İster belediyeler, isterse dernek ve vakıflar tarafından olsun, yapılan her türlü yardımlar ve paylaşımlar yerini buluyor. Kalpler sevgi, şefkat ve hoşgörü rüzgârlarıyla serinliyor. Ramazan bizleri müşfikleştiriyor.

RAMAZAN DAVULCULARI VE MANİLER
M.NİHAT MALKOÇ

Müstesna zaman dilimlerinden birisidir mübarek ramazan… Onun için de Müslümanlar tarafından büyük bir şevkle karşılanır. Bu aya erişmeden evvel hazırlıklara girişilir. Kadınlar ramazanlık yiyecekler hazırlamaya aylar önceden başlarlar. Yufkalar açılır, konserveler yapılır. Kadınlar her gün birbirine gidip bu gibi hazırlıkları beraberce yaparlar. Bu ayda büyük bir yardımlaşma ve dayanışma örneği gösterilir.
Ramazan deyince hiç şüphesiz ki aklımıza ramazan davulcuları geliyor. Çok eskilerden bugüne intikal eden ramazan davulculuğu geleneği bugün de devam ediyor. Oruç tutacaklara sahuru haber veren ve kalkıp yemelerini sağlayan bu kişiler nedense günümüzde bazı kesimler tarafından dışlanıyorlar. Hatta bazı belediyeler ramazan davulu çalınmasını yasaklıyorlar. Oruç tutmayanlar bu köklü geleneğin kalkmasını istiyorlar.
Gerçi oruç tutanların bir kısmı da ramazan davulcularına sıcak bakmıyor. Çünkü küçük çocuklar gecenin yarısında uyanıyorlar; hatta korkuyorlar. Bir daha da yataklarına yatmıyorlar, anneleriyle yatıyorlar. Bazı çocukların davul sesinden etkilenip uyandıkları doğrudur. Fakat bunda asıl kabahat davulcularındır. Çünkü davul çalmanın da belli bir adabı vardır. Amaç oruç tutacakları uyandırmak ve ertesi gün aç kalmalarını önlemektir. Fakat bazı davulcular sanki inadına mahalleyi ayağa kaldırıyor. Bir anda her şey arapsaçına dönüyor. Bu gibi sorumsuz kişiler çok köklü bir geleneğin yavaş yavaş kaybolmasına neden oluyor.
Bazı belediyeler ramazan davulcularının eğitilmesine önayak oluyor. Müzik alanında çalışanlar onlara davul çalmanın yollarını öğretiyor. Bu doğru ve yerinde bir uygulamadır. Çünkü gece yarısında ritimsiz bir gürültüyle uyanmayı hiç kimse istemez. Çok eskiden insanların diledikleri saatte uyanmasını sağlayan çalar saatler yoktu veya çok yaygın değildi. Fakat günümüzde hemen her evde çalar saat vardır. Hatta teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonları saat görevi de görerek bizi istediğimiz saatte uyararak kalkmamızı sağlıyorlar. Demek ki artık davulcuların görevi insanları sahura kaldırmaktan öte köklü bir geleneği devam ettirmek, ramazana eğlenceli bir hava kazandırmaktır. Bunu yapanların belli bir müzik eğitiminin olması şarttır. Özellikle vurmalı çalgılar konusunda tecrübeli olmaları, bu alanda eğitim almaları gerekir. Aksi halde gelenek ve eğlence zulme dönüşür. Bu çağda insanları ritimsiz gürültüyle sahura kaldırmak, geleneğin yozlaşması sonucunu doğurur.
Ramazanlarda davulcular hem davul çalar, hem de bu ayın ruhuna uygun maniler söylerler. Mani halk kültüründe ve edebiyatımızda çok köklü bir geleneğe ve muhtevaya sahiptir. Maniler, söyleyeni belli olmayan, genellikle 7’li hece ölçüsüne göre söylenen dörtlüklerdir. Doğu Anadolu’da mani yerine ‘bayatı’ sözü de kullanılmaktadır. Uyak düzeni “a - a - b – a” şeklindedir. İlk iki mısra birbirinden bağımsız olup; asıl vurgulayıcı içerik, üçüncü ve dördüncü mısralarda yer almaktadır. Konuları aşk, gurbet, ayrılık, kıskançlık olabileceği gibi, ramazan manileri gibi özel zamanlara ait manilere de rastlanmaktadır. Ramazan ayında davulcuların söylediği manilerden bir kısmını dikkatinize sunmak istiyorum:
“Yeni Cami direk ister / Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur amma /Arkadaşım börek ister

Sokak yolu dar mıdır? / Minaresi var mıdır?
İftara kal diyorlar, / Acep aslı var mıdır?

Aldanma sağa sola, / Gel gidelim hak yola,
Güzel oruç tutanın, / Akıbeti hayrola.

Maniler çiçeklidir. / Birbirine eklidir.
Davulcunun daveti, / Mutlaka böreklidir.

Herkes sabırla bekler, / Zayi olmaz emekler.
İftara geliyoruz. / Hazırlansın yemekler.

Bak geldi etli dolma, / Çok yiyip göbek salma.
Üstüne bir kahve iç, / Terâvihe geç kalma!..

Kavuştuk Ramazana. / Ne de büyük ihsana.
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana.

Sahur oldu ışıyor, / Bülbüller ötüşüyor,
İftarda çay deyince, / Yüreğim tutuşuyor.”
Milletler gelenek ve göreneklerini yaşayarak daha güçlü kalırlar. Her ne kadar bu işi maddi bir beklenti karşılığında yapıyorsa da, ramazan davulcusu köklü bir geleneği devam ettiren insandır. Milletimizin değerleriyle zıtlaşmak, onlarla mücadele etmek yerine bu kültürel birikimi koruyup kollamalıyız. Milli ve manevi değerlerimiz sayesinde birbirlerimizle kenetlenebiliyoruz, aynı ruhu yaşıyoruz. Bizleri kendisine benzetmek ve yozlaştırmak isteyen Batılı toplumlara mesafeli durmalıyız; değerlerimize ve değerlilerimize sımsıkı sarılmalıyız.

RAMAZAN DUASI
M.NİHAT MALKOÇ

Bize üç ayların ilk ikisi olan Recep ve Şaban aylarından sonra Ramazanı da görmeyi nasip eden yüce Allah’a had ü senalar olsun. O’nun ilmi her şeyi ihata etmiştir. Rahmeti gazabına galebe çalmıştır. O’nun mübarek varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. O hep vardı ve bundan sonra da hep var olacaktır. O’nun saltanatı iki cihanda da bakidir, varlığı ve hükmü zaman ve mekân ötesidir. O ki isterse yaşatır, isterse öldürür. Her şeyin fani olduğu bu dünya gurbetinde sadece O bakidir. Bütün güzellikler onun cemalinin eşyaya yansımış hâlidir. Rabbimizin azametini tasvir etmek müşkildir. Son söz ve mülk O’nundur. Onun içindir ki biz sadece O’na el açarız; yalnız O’ndan isteriz. Bütün güzelliklerin O’ndan geldiğine inanırız.
99 isminin yüzü suyu hürmetine bizlere öncelikle sağlık, afiyet ve bol rızık ihsan eyle!... Evlerimizi bereket ve huzurla doldur ya Rabbim!... Birike birike dağların boyuna erişen günahlarımızı bağışla!... Bizi günah işlemeye meylettiren nefsimizin şerrinden koru!... Bizleri şahsiyetini kaybetmiş, nefsinin oyuncağı olmuş bahtsız zümreden eyleme! Dilimizden Kur’an’ı eksik etme! Bizleri hak ve hakikat ışığını görebilen basiretli insanlardan eyle!...
Bizlere eşsiz nimetler verdin, sofralarımızı bin bir çeşit lezzetle donattın. Basiretten mahrum nazarlarımız ilahî rahmetini görmekten aciz olduğu için bu nimetleri çalışıp kazandığını zannetti. Oysa biz çalışsak da, araya vesileleri koysak da veren el sensin. Ne yazık ki biz günahkâr kulların şükründen acizdir. Rızık namına her şeyleri olsa da kulların kanaat hazinesinden mahrumdur. Onun için gözlerimiz doymuyor, şükre ayıracağımız vakti dünyalık biriktirmeye ayırıyoruz. Dünya bize cazip geliyor, aceleciliğimizden her şeyin karşılığını peşin istiyoruz. Bizleri hakkıyla ve kalbiyle şükredenlerden eyle ya Rabbim!...
Heva ve heves zincirleri elimize, ayağımıza, yüreğimize dolanmış. Ne yazık ki nefs-i emmaremizin kölesi olmuşuz. Bizi bu prangalardan kurtar, sana gelen, seni Rab bilenlerden eyle bizi!... Bütün günah ve isyanlarımızın kiriyle sana geliyoruz. Lütfünde, kahrın da hoştur senin. Senden başka sığınacak açık bir kapımız yok… Bizi kapından boş çevirme Allah’ım!...
Senin rahmetinin ve merhametinin kaplamadığı bir santimetre kare bile yoktur. Kulun bütün günahlarına rağmen yine de yarattığın kulunu affeden ve acıyansın ey yüceler yücesi… Bütün insanların mahşer meydanında toplanacağı, anne babanın bile evladından kaçacağı o dehşetli kıyamet gününün sahibi ve hükümranı sensin. Bizi de affeyle ve bize hesap gününde acı… Amellerin tartıldığı o büyük günde üzerimizden rahmet nazarlarını eksik etme ne olur…
‘Malik’ sıfatınla mülkün gerçek sahibi sensin. Bize o tükenmez hazinenden bizi ezdirmeyecek ve azdırmayacak kadarını lütfeyle!... Kalbimizdeki dünya(lık) sevgisini gider; senin muazzez sevginle doldur. Çölleşen gönüllerimizi ilahî kelamın rahmetiyle yeşert!...
Şeytanların zincire vurulduğu, rahmetinin taştığı bu mübarek ramazan günlerinde ellerimizi ve gönüllerimizi sana açtık; bizleri dergâhından boş çevirme Allah’ım! Mescitlerin müminlerle dolduğu bu manevî iklimde bize de sevaplardan pay nasip eyle!... Günahlarımızı ‘nasuh’ tövbesiyle yakmamızı, yepyeni ve tertemiz bir kulluk sayfası açmamızı bizlere nasip ve müyesser eyle!.... Bizleri de şükrünü eda eden kulların zümresine ilhak eyle!... Günahlarla kararan kalplerimizi tövbelerle cilala, kalplerimizi sana çevir!... Malayaniden uzak eyle!...
Rahmeti ve azameti kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük olan Allah’ım… Üzerimize gelmekte olan belaları, isyan ve şerleri geri çevir, kaza oklarına kalkan ol!...
İçinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu, kulların açlıkla imtihan edildiği mübarek ramazanda sevap heybemizi doldurmayı bize nasip eyle!... Tövbelerin kabul olduğu aydır Ramazan… Bizler de bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlardan dolayı tövbe ediyoruz, pişmanlık duyuyoruz, tövbelerimizi kabul ve makbul eyle!... Tesbih, tehlil ve tekbirin dillerden gönüllere aktığı bu ramazan günlerinde bizi rahmet kanatlarınla kuşat!... Sen hakim-i mutlaksın... Şeytanın nefsimizi üzerimize saldığı bu imtihan dünyasında bizi bize bırakma Allah’ım!... Senin her şeye gücün yeter. Âmin… Âmin…

RAMAZAN DÜŞÜNCELERİ
M.NİHAT MALKOÇ

Bazılarına göre çok çabuk geldi, bazılarına göre de bir türlü gelmedi ramazan. Öyle veya böyle; işte geldi dayandı kapımıza yine. On bir ayın güneşi bulutların arasından gösterdi gülen aydınlık yüzünü. Gönüllerimizin yamacına tutuna tutuna kalbimizin burçlarına dikti şerefli bayrağını. O bayrak bir ay boyunca dalgalanacak çelik kapılı yürek hisarlarımızda. Duygular ve düşünceler derinleşecek ramazan gecelerinde. Kur’an’ın ışığı aydınlatacak karanlık geceleri. İftarlar ve sahurlar apayrı bir hava katacak zamanın durağanlığına. Teravihlerde çoluk çocuk anne-baba, nine-dede, kız-kızan bir kuşak bütünleşecek camilerin uhrevî havasında. Kandillerin ışığı, alınlardaki nurlarla bütünleşip ışık yağmurları yağdıracak gök kubbeden. Bu ışık huzmeleri altında tamamlanacak eksik ve kusurlu yanlarımız.
İftara doğru büyük küçük herkes pencereye koşup ezanı ve iftar topunu bekleyecek. Ezanın ve topun sesini duyanlar müjdeyi iletecekler oruçlulara. Midelerin gülümsemesi yansıyacak nurlu alınlara. Oruç tutanlar kadar çocuklar da sevinecek iftar müjdesiyle. Mübarek eller uzanacak bereketli sofralara. Aile olmanın ve aile içerisinde yaşamanın hazzı hissedilecek gönüllerde. Saygı, sevgiyle birleşip yumak yumak olacak imanlı gönüllerde.
Sahurlara kadar evler şenlik yerine dönüşecek. Anneler iftardaki zenginliği sahurlara taşımak için daha fazla mesai yapacaklar mutfaklarda. Eşine, çocuğuna ve misafirlerine türlü lezzetler sunmanın keyfini yaşayan anneler ve onların yardımcıları genç kızlar yorulmak nedir bilmeyecek. Bu heyecan bir ay boyunca yaşanacak bütün evlerde. Bu süre içerisinde birçok alışkanlığımız değişme noktasına gelecek. Tam alışkanlıklar değişecekken bir de bakacaksınız ki Şevval ayı kapınızı çalıyor. Ramazanı hakkıyla ihya edebildiyseniz ne mutlu size…
Bu ayda ergenlik çağına ayak basanlar ilk oruçlarını tutacak büyük bir heyecanla ve keyifle. Akşamı edince de tafra satacaklar anne babalarına. Büyüdüklerini bundan daha iyi nasıl izah edebilirler ki? Oruç tutmak bir anlamda da büyümenin, adam yerine konulmanın işaretidir. Hele bir akşam olsun sofralar dolup taşacak. İlk günler yemekten çok, suya gidecek eller. Suyu birbirinden güzel yemekler ve hamur işleri takip edecek. Kompostolar, meşrubatlar tüketilecek sıra sıra. Mideniz kolay alışamayacak bu yeni ve olağanüstü duruma.
Kur’an ayı olan ramazanda evlerimiz ve mabetlerimiz Kur’an sesiyle yeniden hayat bulacak. Hatimler indirilecek ramazan gecelerinde. Bazı camilerde hatimle kılınacak teravih namazları. Gecenin karanlık yüzü bir ay boyunca ağaracak seherden evvel. Eller semaya kalkıp rahmet devşirecek yüce Yaradan’ın katından. Gözlerden pişmanlık yaşları döküldükçe Cehennemin ateşi sönmeye yüz tutacak. Tövbe kapıları ardına kadar açılacak. Allah’ın mübarek isimleri zikir niyetine dökülecek tertemiz dudaklardan. Cümle âlem bu zikre tempo tutacak. Tabiat dile gelecek seherlere kadar… Eşya, kendi dilinden Hakk’ı zikredecek.
Ramazan davulları gecenin sessizliğine tokmak vuracaklar. Manilerle dile gelecek zamanın eskimeyen yüzü. Mahyalar içimizdeki heyecanı bir adım ileriye götürecekler. Işıklarla örülecek hakikatler. Pideler, fırınların önünde kuyruklar oluşmasına sebep olacak. Pide kokuları oruçlu müminlerin sabrını zorlayacak. Fakat sabır ve tahammül imtihanını kazanacak inananlar. Müminlerin ruh güzelliği yüzlerine aksedecek iftara yakın saatlerde.
Ramazanı diğer on bir aya galebe çaldıran, onun içinde sakladığı engin maneviyattır. Bu ayda zaman sanki iyice yoğunlaşır ve her geçen gün yelpaze misali açıldıkça açılır. Zamanın bereketi bir ay içinde imanlı gönüllere pay edilir. Bu emsalsiz bir aylık döneme zamanın altın dilimi demek de mümkündür. Yüce Rabbimizin kullarına “Yok mu isteyen istediğini vereyim. Yok mu tövbe eden tövbesini kabul edeyim” (Kudsi Hadis) hitabı bu ayda göklerden yankılanır. Müminler bu hitaba duyarsız kal(a)mazlar. Ellerini kaldırarak Hakk’tan af ve mağfiret talep ederler. Ey müminler! Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluş olan bu ayda dileyin Allah’tan iki cihan saadetiniz için ne gerekiyorsa…
Yine kapımıza dayandın ramazan. Gönüller bayram yeri. İyi ki geldin, hoş geldin.

RAMAZAN EĞLENCE AYI DEĞİL, İBADET AYIDIR
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan deyince ‘hatıra’ sözcüğü yanı başında bitiverir. Çünkü insanın muhayyilesini süsler ramazana dair hatıralar… Hemen herkesin az çok ramazana dair hatıraları vardır. Çünkü ramazan, zamanın genişlediği ve içerik olarak yoğunlaştığı bir zaman dilimidir.
Ramazan hatıraları bizi geçmişin gizemli dünyasına götürür. “Âh o eski ramazanlar…” diye başlarız söze. Büyük bir nostalji yaşarız içten içe. Düne dair özlemlerimiz tavan yapar. Geçmişte kalan ramazanlar sanki bir başka hava, bir başka merhamet iklimi olarak süslerler belleğimizi. Eski ramazanlara aylar öncesinden hazırlanırdı insanlar… Yiyeceklere sevgi katılırdı o zamanlar… Bu ayın bir başka anlam ve önemi vardı manevi dünyamızda. Şimdi hazırlık filan yapan yok. İnsanlar markete gidip her şeyi hazır olarak alıyor.
Ramazanla özdeşleşen ritüellerden biri de mahyalardır. Büyük şehirlerimizi saymazsak, mahya geleneği de kalktı ramazanlarımızdan. Ben Trabzon’da bugüne kadar hiç mahya görmedim. Niçin yok? Çok mu zor iki minare arasına mahya çekmek?.. Ama yok işte, yapılmıyor, yapılmayınca da ramazanın havasını teneffüs edemiyor çocuklarımız…
Çocukluğumuzun ramazanları bir başka güzeldi sanki… İnsanların yüzünden gülücükler saçılırdı. Paylaşma kültürü alabildiğine gelişmişti. O eski koşuşturma ve heyecan çekildi cadde ve sokaklarımızdan. Ramazanlar mı değişti, yoksa zamanla biz mi değiştik.
Şimdi çocukluk yıllarımızın uzağına düştük. Ramazanlar tuhaf bir görünüme büründü.
Ramazan ayı, rahmet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlere kat kat fazla sevap yazılır. Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Allah Rasûlü(sav) şöyle buyurur: “Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur.” (Buhârî, Müslim) Fakat bazı insanlar ramazanı bir ibadet ve tefekkür ayı olmaktan çıkarıp bir eğlence ayına dönüştürmek istiyor. Bunun en bariz örneğini ne yazık ki, büyük Allah dostu Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği Trabzon’da görüyoruz.
Trabzon’da iki yıldan beri “Ramazan Etkinlikleri” yapılıyor. Zağnos’taki bu etkinlikleri Trabzon Belediyesi tertip ediyor. Trabzon halkı etkinliklerin yapıldığı Zağnos Vadisi’ni hıncahınç dolduruyor. “ Ee nesi var?” diyeceksiniz. Buraya kadar her şey güzel de “Ramazan Etkinlikleri” adı altında yapılan işlerin çoğu ramazanın ruhuyla bağdaşmıyor?
Zağnos Vadisi’nde hemen her akşam yöresel sanatçılar konser veriyor. Türküler söyleniyor, kemençeler çalınıyor, uzun horon halkaları kuruluyor, kolbastı oynanıyor. Bu eğlenceler Cuma geceleri hariç, her akşam gece yarılarına kadar devam ediyor. Ramazana kala kala bir Cuma gecesini bırakmışlar. O gece ramazan ayının varlığını hissedebiliyoruz. Fakat diğer günlerde’ iğne atsan yere düşmez’ diye tabir edilen kalabalıktan Cuma geceleri eser yok. Eğlence olmadığı için insanlar Cuma geceleri Zağnos’a pek uğramıyor?
Zağnos’ta yapılan eğlencelerin “Ramazan Etkinliği” olarak nitelendirilmesini çok yersiz buluyorum. Kemençe, horon, kolbastı diye bir ramazan geleneğimiz yoktur bizim. Ramazanda meddah, ortaoyunu ve Karagöz-Hacivat gösterileri yapılır. Tasavvuf müziğinin üstatları getirilip onlara konser verdirilir. Fasıl grupları dinî müziklerini icra edebilirler. Semazen gösterileri yapılabilir. Dini içerikli sohbet ve konferanslar verilebilir. Dini kitaplar fuarı açılabilir. Bu fuara yazarlar çağrılıp onların okuyucuyla aracısız görüşüp tanışması sağlanabilir. Her gece canlı olarak Kur’an-ı Kerim okunabilir. Bunun gibi daha birçok şey…
Fakat Trabzon Belediyesi kesenin ağzını sıkıca kapatmış olacak ki “bedava olsun da ne olursa olsun” anlayışı içerisinde ramazan etkinlikleriyle, ramazanı bir tepinme ayına çeviriyor. Hayır işlediklerini sansalar da şerre ortak oluyorlar. Çünkü böyle ramazan etkinliği ol(a)maz.
Dost acı söyler. Trabzon Belediyesi gelecek yıllarda ya ramazanın manevi ruhuna uygun etkinlikler düzenler ya da bu işe noktayı koyar. Şayet vur patlasın çal oynasın türünden etkinliklerle halkı coşturmak istiyorsanız bunu ramazanda değil, başka zamanlarda yapın. Unutmayınız ki ramazan eğlence ayı değil, tefekkür ve yenilenme ayıdır. Benden söylemesi!..

RAMAZAN EĞLENCE AYI DEĞİL, İBADET AYIDIR
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan deyince ‘hatıra’ sözcüğü yanı başında bitiverir. Çünkü insanın muhayyilesini süsler ramazana dair hatıralar… Hemen herkesin az çok ramazana dair hatıraları vardır. Çünkü ramazan, zamanın genişlediği ve içerik olarak yoğunlaştığı bir zaman dilimidir.
Ramazan hatıraları bizi geçmişin gizemli dünyasına götürür. “Âh o eski ramazanlar…” diye başlarız söze. Büyük bir nostalji yaşarız içten içe. Düne dair özlemlerimiz tavan yapar. Geçmişte kalan ramazanlar sanki bir başka hava, bir başka merhamet iklimi olarak süslerler belleğimizi. Eski ramazanlara aylar öncesinden hazırlanırdı insanlar… Yiyeceklere sevgi katılırdı o zamanlar… Bu ayın bir başka anlam ve önemi vardı manevi dünyamızda. Şimdi hazırlık filan yapan yok. İnsanlar markete gidip her şeyi hazır olarak alıyor.
Ramazanla özdeşleşen ritüellerden biri de mahyalardır. Büyük şehirlerimizi saymazsak, mahya geleneği de kalktı ramazanlarımızdan. Ben Trabzon’da bugüne kadar hiç mahya görmedim. Niçin yok? Çok mu zor iki minare arasına mahya çekmek?.. Ama yok işte, yapılmıyor, yapılmayınca da ramazanın havasını teneffüs edemiyor çocuklarımız…
Çocukluğumuzun ramazanları bir başka güzeldi sanki… İnsanların yüzünden gülücükler saçılırdı. Paylaşma kültürü alabildiğine gelişmişti. O eski koşuşturma ve heyecan çekildi cadde ve sokaklarımızdan. Ramazanlar mı değişti, yoksa zamanla biz mi değiştik.
Şimdi çocukluk yıllarımızın uzağına düştük. Ramazanlar tuhaf bir görünüme büründü.
Ramazan ayı, rahmet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlere kat kat fazla sevap yazılır. Ramazanın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Allah Rasûlü(sav) şöyle buyurur: “Ramazan ayı girdiği zaman cennet kapıları açılır; cehennem kapıları kilitlenir; şeytanlar zincire vurulur.” (Buhârî, Müslim) Fakat bazı insanlar ramazanı bir ibadet ve tefekkür ayı olmaktan çıkarıp bir eğlence ayına dönüştürmek istiyor. Bunun en bariz örneğini ne yazık ki, büyük Allah dostu Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği Trabzon’da görüyoruz.
Trabzon’da iki yıldan beri “Ramazan Etkinlikleri” yapılıyor. Zağnos’taki bu etkinlikleri Trabzon Belediyesi tertip ediyor. Trabzon halkı etkinliklerin yapıldığı Zağnos Vadisi’ni hıncahınç dolduruyor. “ Ee nesi var?” diyeceksiniz. Buraya kadar her şey güzel de “Ramazan Etkinlikleri” adı altında yapılan işlerin çoğu ramazanın ruhuyla bağdaşmıyor?
Zağnos Vadisi’nde hemen her akşam yöresel sanatçılar konser veriyor. Türküler söyleniyor, kemençeler çalınıyor, uzun horon halkaları kuruluyor, kolbastı oynanıyor. Bu eğlenceler Cuma geceleri hariç, her akşam gece yarılarına kadar devam ediyor. Ramazana kala kala bir Cuma gecesini bırakmışlar. O gece ramazan ayının varlığını hissedebiliyoruz. Fakat diğer günlerde’ iğne atsan yere düşmez’ diye tabir edilen kalabalıktan Cuma geceleri eser yok. Eğlence olmadığı için insanlar Cuma geceleri Zağnos’a pek uğramıyor?
Zağnos’ta yapılan eğlencelerin “Ramazan Etkinliği” olarak nitelendirilmesini çok yersiz buluyorum. Kemençe, horon, kolbastı diye bir ramazan geleneğimiz yoktur bizim. Ramazanda meddah, ortaoyunu ve Karagöz-Hacivat gösterileri yapılır. Tasavvuf müziğinin üstatları getirilip onlara konser verdirilir. Fasıl grupları dinî müziklerini icra edebilirler. Semazen gösterileri yapılabilir. Dini içerikli sohbet ve konferanslar verilebilir. Dini kitaplar fuarı açılabilir. Bu fuara yazarlar çağrılıp onların okuyucuyla aracısız görüşüp tanışması sağlanabilir. Her gece canlı olarak Kur’an-ı Kerim okunabilir. Bunun gibi daha birçok şey…
Fakat Trabzon Belediyesi kesenin ağzını sıkıca kapatmış olacak ki “bedava olsun da ne olursa olsun” anlayışı içerisinde ramazan etkinlikleriyle, ramazanı bir tepinme ayına çeviriyor. Hayır işlediklerini sansalar da şerre ortak oluyorlar. Çünkü böyle ramazan etkinliği ol(a)maz.
Dost acı söyler. Trabzon Belediyesi gelecek yıllarda ya ramazanın manevi ruhuna uygun etkinlikler düzenler ya da bu işe noktayı koyar. Şayet vur patlasın çal oynasın türünden etkinliklerle halkı coşturmak istiyorsanız bunu ramazanda değil, başka zamanlarda yapın. Unutmayınız ki ramazan eğlence ayı değil, tefekkür ve yenilenme ayıdır. Benden söylemesi!..

RAMAZAN GÜZELDİR
M.NİHAT MALKOÇ

Zamanı güzelleştiren içeriğidir. Bilindiği gibi İslam’da mübarek gün ve geceler vardır. Bu vakitler diğer zamanlara göre daha mübarek ve muteberdir. Çünkü bu zaman dilimlerini nurlandıran bir kısım hadiseler vardır. Yoksa zaman hayatımızı kuşatan bir süreçten başka bir şey değildir. Müstesna vakitler bu süreç içerisinde apayrı bir öneme ve konuma sahiptir.
İslam inancında mübarek zaman dilimlerinden en önemlisi ve en uzunu bir aylık süreci kapsayan ramazandır. Bu ayda ruhlarımız huzur bulur, adeta kanatlanır. Son yıllarda İslam âlemi ramazan ayına aynı anda giriyor. Bir zamanlar bazı İslam ülkeleri bizden ya bir gün evvel, ya da bir gün sonra oruca başlarlardı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da birlik sağlayamazdık. Çok şükür birkaç yıldan beri bu beraberliği ve bütünlüğü sağlayabiliyoruz.
İslam’a göre hilal görülmeden ramazana başlanmaz. Hilal bu ayın habercisidir. Bu iş çok eskiden, yani bugünkü modern rasathaneler yokken, bazı kişiler görevlendirilerek yaptırılırdı. O kişiler ay yaklaştığında çıplak gözle de olsa hilâli gözlerlerdi. Şaban ayının 29. günü akşamı uygun bir yerden batı ufkuna bakılırdı. Güneş batınca yeni ay, hilâl şeklinde görülürse ertesi günün ramazan ayının başlangıcı olduğu anlaşılır ve uygun şekilde duyurulurdu. Hatta bazı insanlar bu işi Allah rızası için yapmak için birbirleriyle yarışırlardı.
Osmanlı Devleti zamanında devlet görevlileri hilalin görülmesini önemser, bu işi sağlama alırlardı. Günümüzde hem rasat aletleri hem de hesaplama usulü gelişmiştir. 1978 yılında İstanbul’da yapılan, uluslararası ilmî toplantıda tespit edilen ölçülere göre ilgili kuruluşlar gözlem yaptırmakta, hilâlin, insanların yaşadığı herhangi bir yerden görülebilirliği esasına dayalı olarak ramazan ayının girişi hesaplanarak tespit edilmekte, ayrıca gözlem ile de hesap desteklenmektedir. Bu hesaplamaların doğruluğuna inanmak ve güvenmek gerekir.
Ülkemizde hilâlin görülmesi, çıplak gözün yanında ilmî yöntemlerle de teyit edilmektedir. Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya vakfının yayınladığı takvim, yukarıda açıklanan esaslara göre hazırlanmaktadır, buna riayet etmek gerekir. Fakat maalesef yakın geçmişte teknolojinin, modern rasathanelerin varlığına rağmen bazı İslam ülkeleri bu mevzuda ayrılık içerisinde hareket etmekteydiler. Bizler bayram yaparken onlar oruç tutmakta, bizler oruç tutarken ise onlar bayram yapmaktaydılar. İslam’ın birlik ve beraberlikten ne kadar yoksun olduğunu bu basit hadiseden de anlayabiliriz. Bu ayrılığın sancılarını bugün bütün ümmet çekiyor. Zira ayrılıkta azap vardır. Sonradan bu sorun aşıldı.
Ramazan, İslam âleminin ortak kutsallarından biridir. Bir buçuk milyar nüfuslu İslam âlemi bu mübarek ayı en iyi şekilde değerlendirerek sevap kasasını doldurur. Ramazan Allah’a kulluğun yollarından biridir. Yoksa bazılarının düşündüğü gibi bir diyet ve egzersiz mevsimi değildir. Bizler orucu sağlığa faydalı olduğu için değil, Allah emrettiği için, Allah’ın rızasını kazanmak için tutarız. Bunun yanında orucun tıbbî faydalarına da inanırız. Zaten Allah’ın emirlerinden hiçbirinin tıbbî bir sakıncası yoktur. Aksine Allah’ın bize ‘yap’ dediği her şeyde bir hikmet vardır. Gelişen ilim ve teknoloji her geçen gün bu hikmetlerden bir veya birkaçını açığa çıkarmaktadır. İslam’ın emirleri ve yasakları hep hikmetlerle doludur.
Ramazanın sağlığımıza faydaları pek çoktur. Fakat orucun asıl maksadı kulluk şuuru kazanmak ve Allah’a şükretmektir. Yoksa bizler kilolarımızı üzerimizden atıp sıhhat bulalım diye oruç tutmuyoruz. Allah rızası bütün tıbbî faydaların önünde yer alır. Öbürleri fazladan kâr hükmündedir. Ramazan yaklaşınca mümin, başı rahmet, ortası bağışlanma, sonu ahiret cezasından kurtulma vesilesi olan önemli bir aya girmekte olduğunu idrak etmelidir. Bu manevî fırsatı lâyıkıyla değerlendirmelidir. Çünkü ne zaman ebedî âleme göçeceğimiz belli değildir. Bu gibi manevî fırsatları ganimet bilerek lâyıkıyla değerlendirmeliyiz. Bu vesileyle sevap zincirine yeni halkalar eklemeliyiz. Böyle vakitler senede bir geliyor. Bizlerin ne kadar daha bu müstesna zaman dilimine erişeceği meçhuldür. Zira ölümlü bir dünyada yaşıyoruz. Nefes aldığımız an’ı son fırsat olarak görüp zamanın içini hayırlarla doldurmalıyız.

RAMAZAN MEKTEBİ

M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan, kulların sınandığı mukaddes bir aydır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. O kitap ki hakkı batıldan ayırmamızda bize en büyük rehberdir; bir hidayet kaynağıdır. Kuran-ı Kerim’in indirildiği ay olması nedeniyle ramazan ayının Müslümanların hayatında, gözünde ve gönlünde farklı ve anlamlı bir yeri vardır. Bu yıl bu mümtaz kitabın indirilişinin 1400. yıldönümünü büyük bir heyecan ve arzuyla idrak ediyoruz.

Ramazan Müslümanlar için bir manevî fırsatlar ayıdır; günümüz tabiriyle bir çeşit kampanyadır. Biz kullar bu ayda ibadet ve sevap kampanyasına katılıp kârlı çıkmanın yollarını aramalıyız. Zira orucun Allah katındaki sevabı ve derecesi çok büyüktür. Bu ayın manevî feyzinden, bereketinden ve nimetlerinden faydalanamayanlar, acınacak insanlardır. Onlar çok şeyler kaybetmiş olsalar da ne yazık ki bunun farkında bile değillerdir. Bununla ilgili olarak Rasûlullah Efendimiz(sas)’in tepkisi çok serttir. O bu konuda şöyle buyurmuştur: “Ramazan’a erişip de bağışlanmadan çıkan adamın, Allah burnunu yerlerde süründürsün.”

Ramazan bir mekteptir. Biz Müslümanlar da bu mektebin sadık talebeleriyiz. Bu mektebin kitabı da hiç şüphesiz ki yüce Kur’an’dır. Zira Ku’an bu ayda indirilmiş bir kitaptır; Allah kelamıdır. Kur’an-ı Kerim, bu mektepte anlatılanların, yani müfredatın özüdür. Yüce Allah, ramazan ayında neleri yapmamız gerektiğini, neleri de yapmamamız gerektiğini ayetleriyle belirtmiştir. Resulullah da hadisleriyle ramazana dair meselelere ışık tutmuştur.

Dünyevî mekteplerde dersin başladığına dair zil çalınır. Zille birlikte ders de başlar. Tıpkı bunun gibi ramazan mektebinin zili de sahurda imsakla birlikte çalınmaktadır. İmsakla birlikte başlayan oruç imtihanı, gün boyunca devam etmekte, iftarla birlikte sonlanmaktadır. Bunun içine gün boyunca kılınan namazlar, dualar, okunan mukabeleler, sadakalar, zekâtlar ve yapılan bütün hayr-u hasenatlar eklenmektedir. Bu imtihan sürecinde yalan konuşmak, gıybet etmek, kazancımıza haram katmak, harama bakmak, iftira etmek, heva ve heveslerin kölesi olmak gibi çirkin eylemler imtihanımızın kötü geçmesine, neticede de notumuzun düşmesine sebep olmaktadır. Sınıfı geçmek için bunlardan şiddetle kaçınmak gerekir.

İnsanoğlu dünyaya mal ve servet biriktirmek, çoluk çocuk sahibi olmak için gönderilmemiştir. Dünyaya geliş gayemiz sınanmak ve imtihan neticesinde Allah rızasını ve onun hediyesi olan cenneti kazanmaktır. Kullar gece gündüz demeden yıl boyunca sınanmaktadır. Aslında bizler bu hayat mektebinde birer öğrenciyiz. Bu mektebin kitabı olan Kur’an, bize bu mektepte yol göstermektedir. Yapmamız ve sakınmamız gerekenler bu kitapta sıralanmıştır. Hayat mektebinde öncelikle bu emir ve yasakları öğrenip ona göre hayatımızı idame ettirmeliyiz. Bütün eylemlerimizi bu emir ve yasaklar çerçevesinde yerine getirmeliyiz.

Yıl boyunca çeşitli şekillerde sınanan insan ramazan ayıyla birlikte yoğunlaştırılmış bir döneme girmektedir. Bu yoğunlaştırılmış ramazan programı, senelerce elde edemeyeceğimiz sevapları kazanmamıza imkân sağlamaktadır. Onun içindir ki ramazan, bütün insanlar için büyük bir fırsattır. Bu fırsatı çok iyi değerlendirerek kulluğumuzu cilalandırmalıyız. Bu ayda sevap heybemizi doldurmalıyız. Fırsatı kaza etmemeliyiz.

Kulluk imtihanı yılda on iki ay, yani 365 günden ibarettir. Ramazan yoğunlaştırılmış bir mektep olsa da bu aya güvenip de diğer aylarda kulluk ve ibadetler konusunda gevşek davranmamalıyız. Zaten bütün ibadetleri bir aya sığdırıp diğer aylarda yan gelip yatan kişinin ibadetlerinde ihlâstan söz edilemez. Bir aya sığdırılan ibadetler kişiyi sorumluluktan kurtarmaz. Nasıl ki haftada bir kıldığımız Cuma namazı, günde beş vakit kılınması gereken namazların yerine geçmezse öyle de yılda bir ay yapılan ibadetler de bir yılın ibadetleri yerine geçmez. Her ibadetin vakti vardır; o vakit içerisinde eda edilmezse üzerimize borç yazılırlar.

Ramazan mektebi bir korunma ve arınma programıdır. Bu mektebin sadık talebeleri, günahlardan korunurlar. Böylelikle de kalplerini manevî kirlerden arındırırlar. Ne mutlu ramazan ayını hakkıyla ve layıkıyla ibadetle geçirip şeytandan korunanlara, kirden arınanlara!

RAMAZAN MI RAMA-ZAM MI?
M.NİHAT MALKOÇ

Milletimizin erdemlerini saya saya bitiremeyiz çoğu zaman… İyi de biraz daha gerçekçi olsak ne olur. Bu milletin fertleri değil midir ramazanın gelişiyle zam üstüne zam yapanlar? Ramazanda insanlar diğer zamanlara göre daha çok alışveriş yapıyorlar. Sofralarının daha zengin olması için bütçelerini zorluyorlar. Bunu fırsat bilen uyanık esnaflar da zam üstüne zam yaparak milletin anasını ağlatıyorlar. Ramazanın gelişiyle birlikte iğneden ipliğe kadar hemen her şey zamlanıyor. Zamlanan şeylere baktığımızda ramazana yönelik ürünler olduğunu görüyoruz. Özellikle pirinç, yumurta, mercimek, et, süt ve süt ürünleri aşırı zamlanıyor. Ne oluyor da bu ürünlerin satış fiyatları artıyor? Bunu anlamak mümkün değil.
Bu milletin mayası sağlamdır fakat son yıllarda nedense bunda da bozulma emareleri göze çarpıyor. Ramazan şefkat, merhamet ve hoşgörü ayıdır. Böyle bir ayda milleti kazıklamak ve halkı zor durumda bırakmak hangi izanla ve vicdanla izah edilebilir ki? Var mı Müslümanlıkta bir malı bire alıp ikiye, hatta üçe satmak?... Bu insanlardan Müslümanlıkla ilgili bir şeyler söylemelerini istesen mangalda kül bırakmazlar. Bir cübbe ve takkeleri eksik!..
Ramazan gelince dar gelirli insanları derin bir korku sarar. Niçin mi? Niçin olacak, her yıl istikrarlı bir şekilde başımıza çöreklenen ramazan zamları yüzünden. Oysa ramazan huzur ve sükûnet ayıdır. Bu ayla birlikte sofraların bereketi artar. Fakat din ve Allah korkusu olmayan bazı insanlar ramazanı haksız kazanç kapısına döndürdüler. Ramazanı rant(getirim) kapısına çeviren, (sözde) mümin olduğunu söylemekte hiçbir beis görmeyen bu güruh, dar gelirli insanların ümüğünü sıkarak göbeklerini ‘haksız kazanç’ denen zehirle büyütüyorlar.
Bir zamanlar gelişini iple çektiğimiz ramazana, ekonomik durumu iyi olmayanlar artık tedirginlikle bakıyorlar; daha doğrusu bu ayın gelişi onları ciddi ciddi korkutuyor. “Ramazan Zamları” ifadesi ne yazık ki artık bir ekonomi terimine dönüştü. Sizin anlayacağınız, ramazan ayı ‘zam ayı’ oldu. Bu mübarek ay güzel şeyleri çağrıştırır aslında. Onun bu güzel imajını ürkütücü zamma dönüştürenler ne kadar büyük bir vebal altında olduklarını biliyorlar mı?
Türkiye’de esnaf, ramazanı hep iple çeker. Yanlış anlaşılmasın; feyiz ve bereketinden yararlanmak için değil, zam yapmak, ceplerini haksız kazançla doldurmak için… Sözümüzün muhatabı bütün esnaflar değil tabii ki... Oysa ramazanın gelişiyle zaten tüketimde büyük artışlar oluyor. Siz ürünleri zamlandıracak yerde, çok satarak sürümden kazanın. Böylece halkı zor durumda bırakmadan daha çok satış yaparsınız. Unutulmamalıdır ki ramazan, maddî kazanç ayı değil, aksine manevî kazanç ayıdır. Bu ayı maddî kazanç ayı olarak görenler bu mübarek ayın ruhunu idrak edemeyen zavallılardır. Onlara kızmaktan çok, acıyoruz.
Ramazanda durup dururken ürünleri zamlandırmak fırsatçılıktır. Bu da dinimizin hoş görmediği, hatta yasakladığı ahlaksız bir davranıştır. Bu kimseler son nefeslerini teslim ettikten sonra yaptıkları bu çirkeflikten ve fırsatçılıktan dolayı Allah’a hesap vereceklerdir.
İç muhasebe ve arınma ayı olan ramazanda esnaflar da dâhil olmak üzere herkesin manevî kirlerden arınmaları ve yaptıkları işlerden dolayı kendilerini hesaba çekmeleri lazımdır. Bilinmelidir ki öldükten sonra herkes bir parça kefenden başka şey götürmüyor yanında. Hileyle ve haksızlıkla kazandıklarınız dünyada kalıyor. Çoluk çocuğunuza oyuncak oluyor mirasınız. Üstelik bu miras, onları çoğu zaman birbirine düşürebiliyor. Malımız mülkümüz dünyada kalıyor ama onları kazanırken işlediğimiz günahlar veya sevaplar bizimle mezara kadar geliyor. Biz onlardan dolayı hesaba çekiliyoruz. Durum bu iken bunca zahmete, haksızlığa, adaletsizliğe, sömürüye değer mi? Kanaatkârlık gibi büyük bir zenginlik varken niçin ölümü unutarak, helal haram demeden büyük bir açlıkla mal mülk peşinde koşar insan?
İslam ölçü dinidir; hiçbir zaman ölçüsüzlüğü hoş görmez. Bu kıstas ekonomide de, diğer sahalarda da böyledir. Kuran ayı, sevgi, hoşgörü ve merhamet ayı olan ramazanı hiç kimsenin zam ayına dönüştürme hakkı yoktur. Ramazanı ‘Rama-zam’ olmaktan kurtaracak olan da halkın hamisi olarak gördüğümüz devlettir. Devlet fırsatçılara asla izin vermemelidir.

RAMAZAN SEVİNCİ
M.NİHAT MALKOÇ

Oruç ibadeti zor görünse de imanlı gönüllerde büyük bir aşkla ve şevkle yerine getirilir. İslam ahlâkıyla ahlâklananlar ramazanın gelişini dört gözle beklerler. Bu mübarek günlerin gelişi onlarda herhangi bir rahatsızlık uyandırmaz. Aksine huzur iklimine girerler. İbadet ederek Allah’a dost ve yakın olmanın keyfini çıkarırlar.
Oruç ibadeti İslamiyetle beraber, bozulmuş diğer hak dinlerde de vardı(r). Hatta bazı batıl dinlerde de buna benzer ibadetler mevcuttur. Demek ki oruç semavi dinlerde ortaktır. Bununla ilgili olarak Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız.”(Bakara 2/183)
Hıristiyanlık ve muselikteki oruç, ilahî amaçlarından uzaklaşmışsa da bugün hâlâ fert bazında yaşatılmaktadır. Fakat Museviler ilahî yönü yozlaşmış, daha çok millî bir gelenek haline gelmiş bu ibadetlerine Hıristiyanlardan daha sadıktırlar.
Hıristiyanlarda oruçlu iken alkol kullanmak ve cinsî münasebette bulunmak yasaktır. Oruçlu iken günlük işler en aza indirilir. Oruç, genelde, tövbe ve bolluk içinde yaşamak için tutulur. Katolikler ve Ortodokslar kırk günlük Büyük Perhiz ile Noel’den önceki Advent dönemlerinde oruç tutarlar. Protestan kiliseleri oruç tutmayı üyelerinin vicdanlarına bırakırlar. Bu konuda herhangi bir yaptırımları yoktur. Demek ki oruç diğer dinlerde farklılık gösteriyor.
Yahudilikte de oruç ibadeti vardır. Museviler yılda birkaç kez oruç tutarlar. Özellikle Yom Kippur’da (Kefaret Günü) oruç tutulması önerilir. Oruçlu iken yenilmez, içilmez. Deri elbise giyilmez. Yağ ve krem sürülmez. Cinsî münasebette bulunulmaz. Genelde oruç günlük işlerden uzaklaşmak için bir araçtır. Musevilikte altı çeşit oruç söz konusudur.
Bilindiği gibi Müslümanlıkta oruç, niyet ederek tan yerinin ağarmaya başlamasından, güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsî ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen farz bir ibadettir. Bu tarifte görüldüğü gibi oruç tutan kişinin yapmaması gereken bazı şeyler vardır. Bunlar genel olarak yemek, içmek ve cinsel ilişkidir. Allah’tan korkan ve ona yakın olmak isteyen müminler belirtilen zaman dilimleri içerisinde bu eylemlerden uzak dururlar. Fakat bizim orucumuz Yahudi ve Hıristiyanlarınkinden pek çok bakımdan ayrılır. Bir kere bizim oruç ibadetimiz on dört asır evvel nasılsa öylece devam etmektedir. Orucun gayesinde ve kaidelerinde hiçbir sapma ve bozulma yoktur. Ötekiler hiç de öyle değildir.
Oruç, Müslüman, akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olan herkese farzdır. Bu özellikleri taşıyan herkesin mutlaka oruç tutması gerekir. Fakat kişi bu özellikleri taşıdığı halde bazı mahsurlu durumlar nedeniyle oruç tut(a)mayabilir. Bunlar hastalık ve yolculuktur. Yolcular memleketlerine dönünce, hastalar da iyileşince tutamadıkları oruçlarını kaza ederler. İyileşmeleri mümkün olmayan hastalar ise, tutamadıkları ramazan oruçlarının her günü için bir fidye, yani, bir kişinin bir günlük yiyeceğini veya o yiyeceğin karşılığı olan parayı fakirlere verir. Bu ruhsatlar İslam’ın kolaylık dini olduğunu açıkça göstermektedir.
Ramazan ayı manevî kıymetleri çok olan bir aydır. Bu ayda yapılan ibadetler diğer aylara nazaran çok daha bereketlidir. Çünkü bu aydaki ibadetlerin sevapları katlanarak verilir. Allah için oruç tutanların günahları bağışlanır. Onların gönülleri bambaşka bir manevî huzurla dolar. Nitekim Resulullah Efendimiz de bir hadislerinde: “Kim Ramazan orucunun farz olduğuna inanarak ve karşılığını da yalnız Allah’tan umarak oruç tutarsa, onun bütün geçmiş günahları bağışlanır” buyurarak orucun günahlardan bağışlanma vesilesi olduğuna parmak basmışlardır. Bu fırsatı ganimet bilip cümle günahlardan arınmalıyız.
Ramazanda insanlar güler yüzlü ve munis olurlar. Dostluk ve kardeşlik kemal noktasına erişir. Kimse kimsenin bamteline dokunmaz. Aslında olması gereken de budur. Oruç içimizdeki kötülükleri siler, kalbimiz nurla dolar. Bu ayın güzelliği yüzlerden yansır. Bolluk ve bereketle dolup taşar sofralarımız… Herkes elindekini konu komşuyla paylaşır. Her şey yolunda gidince iç huzurumuz artar. Dünya sanki cennete dönüşür.

RAMAZAN VE BASINIMIZIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız.
Ramazan özel ve müstesna zamanların en başta gelenidir. Onu hiçbir vakitle eşdeğer göremeyiz. O her açıdan eşsizdir. Onun güzelliğinin sırlarından birisi de Kur’an’ın bu ayda yeryüzü semasına inmiş olmasıdır. Peygamberimiz bu ayı diğer aylara nazaran çok daha fazla ibadet ederek geçirirdi. Öyle ki namaz kılmaktan ayakları şişerdi.
Bir hadis-i şerifte anlatılır ki: Peygamber Efendimiz bir keresinde minbere çıkıyordu. Merdivenden yukarı çıkarken birinci basamakta ‘âmin!’ dedi. İkinci basamakta yine ‘âmin!’ dedi. Üçüncü basamakta bir kere daha ‘âmin!’ dedi. Hutbeden sonra, sahabe efendilerimiz “Bu sefer senden daha önce duymadığımız bir şeyi duyduk ya Rasûlallah! Eskiden böyle yapmıyordunuz, şimdi minbere çıkarken üç defa “âmin” dediniz. Bunun hikmeti nedir?” diye sordular. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: “Cebrail Aleyhisselam geldi ve ‘Anne-babasının ihtiyarlığında onların yanında olmuş ama anne-baba hakkını gözetmemiş, onlara iyi bakarak mağfireti yakalama gibi bir fırsatı değerlendirememiş kimseye yazıklar olsun, burnu yere sürtülsün onun!’ dedi, ben de ‘âmin!’ dedim. Cebrail, ‘Ya Rasûlallah, bir yerde adın anıldığı halde, Sana salât ü selâm getirmeyen de rahmetten uzak olsun, burnu yere sürtülsün!’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim. Ve son basamakta Cebrail, ‘Ramazana yetişmiş, ramazanı idrak etmiş olduğu halde Allah’ın mağfiretini kazanamamış, afv ü mağfiret bulamamış kimseye de yazıklar olsun, rahmetten uzak olsun o!’ dedi, ben de ‘âmin’ dedim.”
Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Basiret gözümüzü dört açmalıyız.
Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda müslümanın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun”
Ramazanla birlikte ülke sınırları içerisinde adeta bir maneviyat seferberliği yaşanır. Yedisinden yetmişine kadar hemen herkes kendisini ramazana hazırlar. Bu sadece maddi hazırlık değildir. Gönüller de bu aya girmek için her türlü kötülükten, fitne ve fesattan arındırılır. Müslümanlar o büyük dostu gönül hoşluğu içerisinde karşılarlar. Sadece insanlar mı hazırlanır ramazana? Elbette hayır!... Kurumlar da kendince hazırlıklar yaparlar. Çalışma saatlerini esnekleştirirler. Bunun yanında gazete ve dergiler de yılda bir ay da olsa Müslümanlıktan söz ederler. Mübarek ramazan, inanç bakımından zayıf olanların kalemine bile dolanır. Onlar da bu ayın faziletinden dem vururlar. Çünkü halkın gündeminde ramazan vardır. Kendilerini okutabilmek için ramazandan bahsetmek mecburiyetindedirler.
Türkiye’ye ramazan gelince, on bir ay boyunca Müslümanlara saldıran ve onları her fırsatta aşağılayan gazeteler bir anda kızıl olan renklerini yeşile döndürürler. Bu hızlı dönüşüm samimiyetten uzak ve yapmacık olsa da inananlar bu oyuna kolayca gelirler. Hacısının hocasının elinde kartel gazetelerini görebilirsiniz. Sene boyunca Müslümanları rencide eden kartelin gazetelerinde ramazan sayfaları yer almaya başlar. Bazı gazeteler dini kitaplar verir. Bu hızlı değişimi ve dönüşümü anlamakta zorlanırsınız. Islah olduklarını zannedersiniz iyi niyetinizi ortaya koyarak… Fakat ramazan çıkınca bir kez daha gerçek yüzlerini açığa çıkarırlar. Müslümanlara salya sümük saldırmaya kaldıkları yerden devam ederler. Bir ay boyunca onlara finansman sağlarsınız, onları karga misali beslersiniz ama sonuçta gözünüzü oymaktan çekinmezler. Çünkü onların inancı saman alevi gibidir. Sadece Müslümanların parasını çekmeyi, bir ay da olsa onlara gazete satmayı gaye edinirler. Saf olanlar, alışkanlık kazanarak ramazandan sonra da söz konusu gazeteleri almaya devam ederler. Neticede verdikleri paralar inançlarına saldırı şeklinde geri döner.
Akıllı ve şuurlu mümin, ramazan Müslümanlığıyla okuyucunun karşısına çıkan samimiyetten uzak kartel gazetelerinin oyununa gelmez. Onlara parasını kaptırmaz. Çünkü bilir ki bu kandırmacadan ibarettir. Ramazandan sonra her şey eski haline dönüşecektir. Bunun bir de Allah katında manevî vebali vardır. Bunun hesabını vicdanınıza verseniz de Allah’a veremezsiniz. Onun için kartelin oyununa gelmeyin; dostunuzu ve düşmanınızı iyi tanıyın. Kartel basının ikiyüzlülüğüne alet olmayın. Bilin ki Müslüman uyanık ve basiretli olur, olmalıdır da!... Aksi halde lokma lokma küçülmeye ve yutulmaya müstahak olursunuz.

RAMAZAN VE ÇOCUKLAR
M.NİHAT MALKOÇ

Hayatın en saf, en berrak, en temiz ve en güzel yüzüdür çocuklar… Onların duygu ve düşüncelerinde riya ve çirkeflik bulamazsınız. Onlarda en ufak art niyet ve önyargı da yoktur. Karşılıksız severler ve bağlılıkları uzun sürer. İlişkilerinde çıkar gözetmezler. Hayal dünyaları çok geniştir çocukların… Yeter ki siz hayallerine kota koymayın…..Onlar güzelliklere yelken açmasını çok iyi bilirler. Onları azgın denizlerin şerrinden ve fırtınalardan koruyalım.
Çocuklar ruh bakımından ilginç özellikler arz ederler. Her şeyden evvel çok meraklıdırlar. Her şeyin ayrıntısını öğrenmek isterler. Kendisini ister ilgilendirsin, ister ilgilendirmesin her mevzuda soru sorarlar. Hatta bazen sinirlerimizi bozacak derecede ısrarcı olurlar. Öyle olmasa onca bilgiyi kısa zamanda nasıl öğrenebilirler? Onların sonu gelmeyen soruları bizim sonlu sabrımızı çok kere taşırır, raydan çıkan trene döneriz.
Çocukların ilgi duydukları konulardan birisi de mübarek ramazan ve oruçtur. Yaşı ne olursa olsun henüz ergenlik çağına girmemiş çocuklar bile ramazan üzerine düşünür, kafa yorarlar. Oruç tutmak, özellikle sahura kalmak için can atarlar. Bizler de onlara kıyamadığımız için, onları her şeyden sakındığımız için bu masum istekleri karşısında olumsuz tepkiler gösteririz. Fakat onlar yine de pes etmezler. Netice alamasalar da aynı isteklerle defalarca karşımıza çıkarlar, ta ki isteklerine müspet cevap alana kadar!...
Ramazan her ne kadar ergenlik çağına girmiş kişileri muhatap alıp sorumlu tutsa da cemiyetin goncaları kabul edilen çocukları da ilgilendirir. Çocuklara ramazanın o mübarek tılsımlı havasını yaşatmak ebeveynler olarak boynumuzun borcudur. Çünkü onların körpe ruhları bu yaşlarda ramazan sevgisiyle beslenirse ilerde iradeleri çelikleşir.
Ramazan tatlı heyecanların ve telaşların capcanlı yaşandığı müstesna zaman dilimleridir. Ramazanın heyecan ve coşkusunu çocuklarımızdan esirgememeliyiz. Onlara da bu manevi havayı yaşatmalıyız. Onları ramazanın sevgi, hoşgörü ve rahmet atmosferinden uzak tutmamalıyız. Aksi halde ilerde sorumluluk yaşına geldiklerinde onları oruca ve ramazana kolay kolay ısındıramayız. ‘Ağaç yaşken eğilir’ der atalarımız. Ağaçlar kartlaşmadan onları eğmeye, yönlendirmeye gayret etmeliyiz.
Çocuklar meraklıdır. Çok basit şeylerde bile harikuladelikler ararlar. Özellikle sahura kalkmak onlar için ulaşılmaz bir hedeftir. Çünkü anne büyük ısrar ve yalvarmalar karşısında, çocuğuna ‘seni kaldıracağım’ diye söz verse de çok sevdiği yavrusunun tatlı uykusunu bölmemek için evladının mışıl mışıl uyuduğunu görünce onu uyandırmaya kıyamaz. Sabahleyin isyanlar patlak verir elbette... Aslında anne ve babalar bu konuda fazla katı olmamalıdır. Sözlerinin arkasında durmalıdır. Çocuklarını birkaç kez(özellikle hafta sonları) sahura kaldırmalıdır. Onlara o manevi duyguyu da tattırmalıdır; meraklarını gidermelidir. Birkaç kez sahura kalkmakla çocuğa bir zarar gelmez. Aksine nadir de olsa bu sahura kalkışlar onun için gelecekte arkadaşlarına anlatabileceği güzel hatıralar oluşturabilir.
Çocuk sahura kalkınca elbette ki o gün oruç tutmak için ısrar eder. Aile buna da yasak koyar genelde. Çocuk direnirse de ebeveynin şiddetli baskısıyla bu yumuşak direniş kırılır. Bırakın çocukları, kendilerine farz olmasa da istedikleri birkaç gün oruç deneyimi yaşasınlar. Bu onların vücut yapısını ve sağlığını olumsuz yönde etkilemez. Ta o yaşta açlığın ne demek olduğunu bilinçaltına yerleştirirler; yardımlaşma ve merhamet hisleri inkişaf eder. Çocuk akşama doğru iyice elden ayaktan düşse de o günkü heyecan onu dimdik ayakta tutar.
Çocukların sevdiği bir başka şey de anne veya babalarıyla teravih namazlarına gitmektir. Bunun mücadelesini verirler bir ay boyunca… Bazen ret cevabı alsalar da, ısrarları az da olsa işe yarar ve caminin yolunu tutarlar. Anne ve babalarıyla yatar kalkarlar yumuşak hali ve kilimler üzerinde… Taklit ederler büyüklerini… Cami kavramı onların ruhunda derin ve müspet izler bırakır. Bu gidip gelmeler gelecekte edineceği ahlakına ve inancına tesir eder, onu şekillendirir. Özellikle bazı camilerde okunan mevlitler onlar için ayrı bir heyecan unsuru oluşturur. Çünkü mevlit olan camilerde şeker, bisküvi, çikolata ve lokum dağıtılır. Çocukların arayıp da bulamadığı şeylerdir bunlar!... Bunlar çocuğun ayağını camiye alıştırır.
Gelecekte geleneklerine bağlı, saygılı, hürmetkâr, inançlı bir nesil istiyor ve bekliyorsak o neslin hamurunu şimdiden yoğurmalıyız. Hiçbir şey tesadüf eseri gerçekleşmez. Ciğerparelerimiz olan çocuklarımızı yetiştirirken onların manevi dünyalarını da doyuralım. Her şeyi yemek içmekten ibaret görmeyelim. Onları bugünün küçüğü, yarının büyüğü olarak sayalım. Bilirsiniz ki ruh boşluk kabul etmez. Bizler o boşluğu manevi hazlarla dolduramazsak başkaları dünyevi marazlarla doldurabilir. O zaman da iş işten geçmiş olur. Maazallah, ahlakı ve maneviyatı iflas etmiş bir nesil buluruz karşımızda. Bu da bizi manevi uçurumlara yuvarlar. Bu noktada dünya ayağa kalksa onları uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan kurtaramaz. Öz evlatlarımızı kendi ellerimizle kor alevler içine atmış oluruz.
Teravihlere çocuklarımızı da götürelim. Yaramazlık yapsalar da onları Allah’ın evinden kovmayalım. Çünkü onlar günahtan arıdırlar, henüz melektirler. Meleklerin huzuru bulacağı yer de ancak camilerdir. Onlar sizleri namaz kılarken görsün, model olun onlara. Kısacası ramazanı sadece biz yaşamakla kalmayalım, çocuklarımıza da doyasıya yaşatalım. Çocuklara manevi bilinç kazandıralım. Böylelikle yarınlarımızdan daha emin oluruz.

RAMAZAN VE GÜL YÜZLÜ YÂR
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan Allah’ın kullarına sunduğu büyük bir rahmet ve lütuf ayıdır. Görünürde külfet gibi düşünülse de hakikatte ruhumuzu ve gönlümüzü aydınlatan bir nurdur. Bunu İslamı hayat tarzı olarak kabul edenler ve bu dinin gereklerini gönül hücrelerine sindirenler ancak anlayabilir. Bu ruhu kazanabilmek için maneviyat kabında pişmek gerekir.
Ramazanda dünya bayram yerine döner. Minareler gönüllerimizi aydınlatır. İftarlar neşe içerisinde geçer. Büyükler kadar, küçükler de sabırsızlıkla bekler iftar saatini… Teravihlerde camiler Müslümanlarla dolup taşar. Ya o tılsımlı sahurlara ne demeli?...
Ramazan ayında hayata Resulullah’ın nurlu penceresinden bakarız. Gönül ibreleri onu gösterir. Onu diğer vakitlere nazaran daha çok anlamaya çalışırız. Çünkü O, bu mübarek dinin nurlu elçisidir. Bu dini en kâmil biçimde yaşayan da odur. Ancak onun sünnetine dört elle sarılan kurtuluşa erebilir. Sünneti, imanın olmazsa olmazlarından sayanlar ve her fırsatta kılavuz edinenler asla pişman olmayacaklardır. Rahmet Peygamberi olan Hz. Muhammed(sav) onlara şefaat edecektir. Onun hayatını kendimize model edinirsek hidayete muhatap olma ümidimiz olabilir. Aksi halde beklentilerimiz boşa çıkmaya namzettir.
Ramazan ayında Allah’ın son elçisi olan Hz. Muhammed(sav)’i layıkıyla anlamanın gayreti içerisinde olmalıyız. Kâinatın uğruna yaratıldığı bu büyük iman ve ahlak abidesinin yolundan gitmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Onun yolundan gidenlerin nura ve saadete ulaşacağından asla şüphemiz yoktur. Ondan uzak kalanların manevî uçurumlardan yuvarlanması ve paramparça olması muhtemeldir. Bu uçurumların dibinde de Cehennem ateşi olanca kızgınlığıyla küfür ehlini bekliyor. O uçuruma cüzi iradesiyle yuvarlanan insanın tutunacağı bir dal da yoktur. Onlara yardım eden de çıkmayacaktır. Ne kötü bir sondur onlarınki!... Bugünkü kararlarımız gideceğimiz yeri de belirleyecektir.
İnsanlar felâketlere kendi ayaklarıyla koşarlar. Onları bu yoldan gitmeye zorlayan; içlerinde taşıdıkları, besleyip büyüttükleri azgın nefistir. Akıllı bir Müslüman hayatın gayesini hakkıyla ve layıkıyla kavrayan insandır. Bizler kuluz ve hataya düşmeye meyilliyiz. Varlığın hakikatini kavramış, ilmiyle amil bir mümin her iyiliğin, her bereketin, Allahü teâlânın zatından geldiğini düşünür. Her kusurun, her kötülüğün de, mahlûkların zatlarından ve sıfatlarından hâsıl olduğuna inanır. İyilikler de, kötülüklerde ruz-ı mahşerde karşılığını bulur.
Hayatını, son peygamberin çizdiği nurlu yolda devam ettirenler kurtuluşa erenlerdir. Onlar asla mahzun olmayacaklardır. Ramazan ayı da bu kullar için huzur sığınağıdır. Onlar bu ayı hakkıyla ihya ederler. Çünkü bu manevi bir fırsattır. Resulullah Efendimiz bu ayın rahmet ve bereket yönünü şu mübarek sözüyle ortaya koyuyor: “Ramazan’ın evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah ona mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”.
Ramazan ayında kâinatın gözbebeği olan Efendimizi çok çok anmalı, ona selatü selam getirmeliyiz. Kurtuluşumuz ancak ona yakınlaşmakla ve onun Allah’tan getirdiklerine riayet etmekle sağlanacaktır. Bu yolda ramazanı iyi bir fırsat bilip sevap defterlerimizi doldurmalıyız. Bu ayda zaaflarımızdan sıyrılıp hak dairesinde kararlı bir biçimde daim ve sabit kalmalıyız. Gelgitlere asla müsaade etmemeliyiz. Bununla birlikte Resulullah’ın şu müjdesini ganimet bilmeliyiz: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5)
Ramazan ayında Gül Yüzlü Yârı diğer günlere göre daha çok hatırlamalı ve tabir caizse sünnetine dört elle sarılmalıyız. Şüphesiz ki gerçek huzur ona yâr olmakla yakalanır. Ona yâr olanlar iki cihanda da bahtiyar olur. Nefisler ancak Allah korkusuyla ve Resul sevgisiyle gemlenir. Kurtuluş Resulullah’ın Allah’tan aldığı emirlerle çizdiği İslam dairesine girmekle sağlanır. Huzuru başka yerlerde arayanların elleri ve gönülleri boş dönmeye mahkûmdur. Ruhlar nübüvvet ikliminde ferahlar. Ne mutlu Yâr’in Yâr’ine yâr olabilenlere!...

RAMAZAN VE TAKVA
M.NİHAT MALKOÇ

Takva “Allah’tan korkma, dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp, buyurduklarını yerine getirme, züht…” anlamlarına gelir. Takvaya özen gösteren, hayatını takva üzere yaşayanlara da “muttaki” denir. Takva üzere yaşayan kişi günahları asla küçümsemez, onlardan uzak durur. Muttakiler(takva sahipleri) haram, mekruh ve şüpheli şeylerden özenle kaçınırlar.
Takva sahipleri Allah’ın sadık kullarıdır. Böyle oldukları için Rabbimiz Kur’an-i Kerim’inde takva sahiplerini övmüş, onlara bol rızık vereceğini, ihsanlarda bulunacağını belirtmiştir: “Kim takva sahibi olur (Allah’tan korkar)sa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur” (et-Talak, 65/2-3).
Takva, insanları birbirinden ayıran üstün bir özelliktir. Kullar, takvaları nispetinde derecelendirilirler. Takvası çok olan Hakk katında kıymet ve itibar görür. Rabbimiz Kur’an’ın 150 yerinde takvaya vurgu yaparak onu övmüştür. Hz. Muhammed (sav) de Veda Hutbesi’nde insanların birbirine üstünlüğünün takvayla olabileceğini belirterek bu durumla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdemdensiniz ve Âdem de topraktandır. Allah’ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir”
Takva, kulluğu samimiyet süzgecinden geçirmektir; Müslümanlıkta titizlik göstermektir. Allah’ın en çok sevdiği kullar takva sahipleri, yani muttakilerdir. Rabbimiz bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınız (Allah’tan en çok korkanınız)dır. Şüphesiz Allah bilendir. Her şeyden haberi olandır” (el-Hucurât, 49/13).
Muttakiler her şartta Allah’ı hoşnut edecek bir hayat yaşama mücadelesi verirler. Onun içindir ki onlar Rabbimizin emirlerini yerine getirirken yasaklarından da şiddetle kaçınırlar.
Ramazan, takva sahiplerinin keyif aldığı, ibadetleri ve sevapları harmanladığı müstesna bir aydır. Bu müstesna ay aynı zamanda Kur’an ayıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bu ayda indirilmeye başlanmıştır. O zaman, bizler de bu aya hürmeten Kur’an-ı Kerim’i bu ayda elimizden düşürmemeliyiz. Ramazan içerisinde Kur’an’ı en az bir kez hatmetmek takva sahibi Müslümanların güzel hasletlerinden olmalıdır. Bir kişi günde bir cüz okusa bir ayda Kur’an-ı Kerim’i hatmetmiş olur. Bu da sanıldığı kadar zor bir iş değildir. Samimiyetle isteyince ve zamanı doğru planlayınca bu olabilecek bir iştir. Yüce Rabbimiz “O Ramazan ayı ki, insanlara hidayet rehberi olan, doğru yola götüren, hakkı batıldan ayıran parlak delillerle dolu Kur’ân onda indi.”(Bakara 185) buyurarak bu ayın Kur’an’la güçlü irtibatını kurmaktadır.
Oruç nefse karşı bir cihat hükmündedir; bir bakıma sağlam bir irade eğitimidir. Oruçlu kişi nefsinin esiri olmayacağını, Hakk’a ve hakikate bağlı olduğunu haykırıyor. Oruç tutmanın sadece aç durmaktan ibaret olmadığı, takva sahibi olmak için gidilmesi gereken zorunlu bir yol olduğu Rabbimiz tarafından şu şekilde belirtilmiştir: “Ey iman edenler! Takvaya eresiniz diye, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı.”( Bakara: 2/183)
Ramazan, manevi fırsatlar ayıdır. Yoksa oruç gafillerin sandığı gibi sadece yemeden içmeden kesilme ayı değildir. Hakkıyla tuttuğumuz oruç, bizi yüksek mertebelere götürür; bizi şeytanın oyuncağı olmaktan kurtarır. Bu ayın feyiz ve bereketinden yararlanmalıyız.
Ramazan bir takva mektebidir. Bu ay bir çeşit muhasebe mevsimidir. Oruç manevi eğitimin ilk basamağıdır. Bu mektebin en büyük hocası sabırdır. Kul sabrettikçe Allah’a yaklaşıyor ve ona layık kul oluyor. Oruç ruhu disipline ediyor. İçimizdeki nefis canavarının boğazını sıkarak onu etkisiz hale getiriyor. Oruç tutanların şefkat ve merhamet duyguları inkişaf ediyor. Resulullah Efendimiz: “Ramazan orucunun ecrini bilseniz, bütün senenin Ramazan olmasını arzu edersiniz.” buyurarak bu ayın ehemmiyetine vurgu yapmıştır.

RAMAZAN VE TERAVİH
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazanın gelişiyle beraber İslam coğrafyası birlik ve beraberlik ruhuyla yeniden hayat kazandı. Tabir caizse hayata hayat geldi. İslam dünya gündemine oturdu. Müslümanlar kış uykusundan uyandı. Nadasa bırakılan ruhlar, ekime hazır hâle getirildi. Oysa bir aylık ibadet bizi Cennete ulaştırmak, Cehennem ateşinden korumak için kâfi değildir. Müslüman yılın 365 günü Allah’la beraber olmalıdır. İbadetleri Ramazana sıkıştırmak kendimizi aldatmanın bir başka sinsi yoludur. Müslüman’ın bir gününün nasıl geçeceği Kur’an’da ve hadislerde belirtilmiştir. Hayatımızı bu doğrultuda şekillendirmeliyiz.
Ramazan’ın gelişiyle beraber gecelerimiz teravihle şenlenir. Büyük küçük demeden camilere akın ederiz. Mevlitler ve ilahiler okunur. Eller semaya açılır. Allah’tan af ve mağfiret dilenir. Teravih namazları ruhlarımızı genişletir. Diğer zamanlara kıyasla Allah’a daha çok yakınlaşırız. İslam ve onun şart koştuğu ibadetler gündemimize oturur.
Teravih köklü bir geleneksel ibadettir bizde. Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan namaza ‘teravih namazı’ diyoruz. ‘Teravih’ kelimesi Arapça, ‘terviha’nın çoğuludur ve ‘oturmak, istirahat etmek’ anlamına gelmektedir. Teravih namazı her dört rekâtın sonunda oturulup biraz dinlenildiği için bu adı almıştır. Teravih, orucun sünneti değil, vaktin sünnetidir. Bir mazereti dolayısıyla oruç tutamayanlar da teravih namazı kılabilirler.
Peygamber Efendimiz, 3–4 gün teravihi cemaatle kıldırmış, daha sonra evden çıkmamıştır. Sebebi sorulunca, ‘Teravih namazının size farz olacağından korktuğum için evden çıkmadım’ buyurmuştur. Teravihin yirmi rekât oluşu ve cemaatle kılınması hadis-i şerifle bildirilmiştir. Teravihin sünnet olduğu ashab-ı kiramın icmaı ile sabittir. Peygamber Efendimiz teravihi, 8, 12 ve 20 rekât olarak da kılmıştır. Fakat bizde genelde 20 rekat kılınır.
Hanefilere göre, teravih namazının rekât sayısı Hz. Ömer’in uygulamasına dayanır. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Hazretleri, ‘Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hz. Ömer, teravihin yirmi rekât olarak cemaatle kılınmasını kendiliğinden ortaya çıkarmamıştır. O, elindeki sağlam esasa, yani Resulullah’ın sünnetine dayanarak emretmiştir’ buyuruyor. O gün bugündür yaygın olarak böyle kılınıyor.
Teravih namazını kılarken iki rekâtta bir selam vermek evladır, dört rekâtta bir selam vermek de caizdir. Bazen dört ve bazen iki rekâtta bir selam vermek de caizdir. Teravih, vitirden önce kılınır. Vitirden sonra da kılmak caizdir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Ramazan ayında inanarak ve sevabını umarak teravih namazı kılanın, günahları affolur.” Bu ne büyük bir müjdedir. Tutulan oruçların sevabına ilave edilen teravihin ecri bizi manevi sahada inkişaf ettirir. Ruhlarımız adeta kanatlanır. Allah’ın beğendiği kullar zümresine katılırız.
Türk milleti teravih namazına büyük ilgi duymaktadır. Diğer zamanlarda vakit namazı kılmayanlar ramazan gelince teravihleri kaçırmamaktadırlar. Otuz teravih kılmak bazılarınca huzur ve şeref vesilesi olmaktadır. Fakat öncelikle farz olan vakit namazlarının kılınması gerekir. Sünnet farzdan daha mühim değildir. Bu demek değildir ki farzları kılmayanlar teravih de kılmasın. O ayrı, bu ayrıdır. Teravihlere düzenli olarak devam edenler belki zamanla namaza ısınır, vakit namazlarını da düzenli olarak kılmaya başlarlar.
Bazı gençler teravih namazı kılmak için cami cami dolaşmaktadırlar. Bunda bir beis yoktur. Fakat çok dolaşmanın da hususi bir sevabı bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması daha güzel olur. Bunun yanında bazı gençler hızlı teravih kıldıran camileri keşfetmek için birinci hafta keşif yaparlar. Hangi imam hızlı kıldırırsa orada kalırlar. Bu son derece yanlış bir davranıştır. Çünkü teravih zaten sünnet-i müekkededir; farz değildir. Şayet arzu etmiyorsan, ağır buluyorsan kılmazsın. Namazdan vakit çalmak çok yakışıksız bir davranıştır.
Ramazan geceleri bazı camilere teravih namazını kılmaya gittiğimizde bir kısım imamların namazı hızlı kıldırdığına şahit oluyoruz. Bu çok yaygın bir durum değildir, fakat az da olsa tabir caizse böyle jet imamlar vardır. Bu camilerdeki imamlar tadil-i erkâna riayet etmeyerek teravihi hızlı kıldırmaktadır. Hâlbuki Hanefi mezhebinde tadil-i erkân vaciptir. Vaciplerinden biri kasten terk edilerek kılınan namazı tekrar kılmak vaciptir. Unutularak vacip terk edilirse, sehiv secdesi gerekir. Tadil-i erkân, Şafii’de ise farzdır. Farz terk edilince namaz sahih olmaz. Teravih de olsa, sahih olmayacak kadar hızlı kılmak caiz olmaz. Buna hiçbir imamın hakkı yoktur. Üstelik hiçbir din görevlisi bu manevî sorumluluğun altına girmek istemez. Dediğim gibi bu durumlar istisnalardan ibarettir. Hiç olmaması en doğrusudur. Bütün Müslümanlara hayırlı bir ramazan ve tadil-i erkâna uyularak kılınmış manevî mükâfatı bol teravihler diliyorum. Bu manevi bereket sağanağından istifade edelim.

RAMAZAN’A DAİR DÜŞÜNCELER
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan, hayatımıza zenginlikler katan mübarek bir atmosferin yürekleri kuşatmasıdır. İftar ve sahur sofraları, sohbetler, teravihler, mahyalar, davulcular, maniler, pideler, tatlılar hep bu ayı çağrıştırır bize. Ne mutlu bize ki böyle güzelliklere sahibiz.
Ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zira zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz besbelli... Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara!...
Ramazanın gelişiyle beraber İslam coğrafyası birlik ve beraberlik ruhuyla yeniden hayat kazandı. Tabir caizse hayata hayat geldi. İslam değerleri bir kez daha dünya gündemine oturdu. Müslümanlar kış uykusundan uyandı. Nadasa bırakılan ruhlar, ekime hazır hâle getirildi. Oysa bir aylık ibadet bizi Cennete ulaştırmak, Cehennem ateşinden korumak için kâfi değildir. Müslüman yılın 365 günü Allah’la beraber olmalıdır. İbadetleri ramazana sıkıştırmak kendimizi aldatmanın bir başka sinsi yoludur. Müslüman’ın bir gününün nasıl geçeceği Kur’an’da ve hadislerde belirtilmiştir. Hayatımızı bu doğrultuda şekillendirmeliyiz.
Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı rahmet, mağfiret ve bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Öncelikle bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü, verdiği şeyin peşinde kalmaz. O, verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının hakkıyla idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.
Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Zamanımızda keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Bugün çok mal ve para kazanılmasına rağmen, kazanılanların zekâtı miktarınca verilmediği için, fakirler sevindirilmediği için elimizdekilerin bereketi olmuyor, kazancımızın çoğu elimizden uçup gidiyor.
Dikkat edin muhterem Müslümanlar!... Ramazan boyunca kapanan cehennem kapıları ramazanın gidişiyle beraber tekrar açılıyor. Zincire vurulan şeytanın eli ayağı çözülüyor. Müslümanın işi daha da zorlaşıyor. Unutmayınız ki kulların zorlu imtihanı, son nefese kadar soluksuz devam ediyor. Sakın ola ramazanda kazandığınız güzel davranışları bir kenara bırakmayın; kahve ve meyhane köşelerine dönmeyin. Bu ramazan, hayatı anlamlı kılmanız için adeta bir milat olsun size… Bir aylık ibadetle cennete gidilebileceğini sanmayın, aldanmayın, yanmayın. Allah hepimizi gelecek mübarek ramazana eriştirsin. Kıldığınız namazlar, tuttuğunuz oruçlar, verdiğiniz zekât ve fireler kabul ve makbul olsun. Gelecek ramazan bayramınız şimdiden kutlu olsun. Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.

RAMAZAN’A DAİR MÜLAHAZALAR
M.NİHAT MALKOÇ

Müslümanlar için rahmet ve bereket ayları olan üç aylar adeta sevapların hasat mevsimidir. Recep, Şaban ve Ramazan diye peş peşe sıralanan bu aylarda çok mübarek geceler de mevcuttur. Bu aylar içerisinde bulunan Regaip, Miraç, Berat ve Kadir geceleri maneviyat ikliminde alabildiğine soluklandığımız mukaddes zaman dilimleridir. Regaip gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine, Miraç gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine, Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesine, Kadir gecesi ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar. Fakat Kadir gecesinin tam vakti ihtilaflıdır. Sevgili Peygamberimiz, bu aylarda her zamankinden daha çok ibadet eder ve “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.” diye dua ederdi.
Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız. Hayat bulur hayat…
Ramazanlarda evlerimizde bambaşka bir heyecan ve telaş yaşanır. Küçüğünden büyüğüne kadar hemen herkes bu tatlı heyecana iştirak eder. Ramazanın iftarı ve sahuru huzurun ve manevî lezzetin doruğa ulaştığı demlerdir. Ya teravihlere ne demeli, küçük büyük camilere doluştuğumuz, bin bir hatıramızın yaşandığı mübarek teravihler!... Ramazanla birlikte uzun süre camilerden uzak kalan ayaklarımız, ilahî huzurun ikliminde rahat ederler. Cumalık gidişler her akşam kılınan teravih namazlarıyla taçlanır; ruh huzura kavuşur.
Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda Müslüman’ın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun”
Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Sayılı günlerimizde basiret gözümüzü dört açmalıyız.
Ramazanın bereketi hayatın her yanına siner. Cadde ve sokaklar daha bir renkli olur. Açılan kitap fuarları, verilen konferanslar gönül çağlayanımızı daha da coşturur. Akşamleyin alınan o güzelim susamlı pideler neşemizi ve iştahımızı doruğa çıkarır. Hele verilen toplu iftarlar!... Eşimizi, dostumuzu buralarda görür, sohbetleri derinleştiririz. Hayatın yoğunluğunda ihmal edilen gidip gelmelere vesile olur Ramazan, dost buluşmaları için bulunmaz bir nimettir. Kısacası ramazan hayata hayat katan müstesna bir zaman dilimidir.
Ramazanla birlikte yaşlı dünyada taze başlangıçlar yaşanır. Ramazan şenlik ayıdır aynı zamanda… Gönüllerimiz, camilerimiz ve şehirlerimiz bu ayda şenlenir. İftarda ve sahurda sofraya oturunca bayram sevinci yaşarız. İftardan önce şöyle bir dua okunması çok uygundur: “Allah’ım senin için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim ve dayandım, senin lütfettiğin rızık ile orucumu açıyorum, geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla Rabbim!”
Bu ayda kandiller ve mahyalar içimizi aydınlatır. Anne ve babalar oruç tutan yavrularına şefkat gösterme, ikramda bulunma ve merhamet etme konularında yarışırlar. Eller Allah’a kalkar, mülkün gerçek sahibinden af ve mağfiret dilenir. İşlenen günahlardan dolayı pişmanlık duyulur. Bu kıymetli süreçte gökten rahmet ve bereket sağnak sağnak yağar. Kısacası ramazan, sıradanlaşan hayatı anlamlı kılmanın yoludur. Ne mutlu bizlere! Şükrolsun ki bir kez daha bu güzel duyguları yaşamak nasip oldu bize. Bizi bu günlere eriştiren Allah’a binlerce şükürler olsun. Ramazanınız mübarek, iftar ve sahurunuz bereketli olsun.

RAMAZANA, TERAVİHE VE ÇOCUKLARA DAİR…
M.NİHAT MALKOÇ

Ayların sultanı ramazan, insanların ‘Bir’de buluştuğu, birbiriyle kaynaştığı ve yardımlaştığı müstesna zaman dilimleridir. Bu ayda kalpler yumuşar, merhamet yüreklerden taşar. Kadın erkek, zengin fakir, büyük küçük herkes aynı manevî iklimde soluk alır. Camiler insanlarla hayat bulur. Aynı apartmanda oturduğu halde aylarca birbiriyle görüş(e)meyenler teravih namazı saflarında buluşurlar. Mahalle sakinleri camilerde bir ve beraber olurlar.
Ramazan, büyüklerin oruç ayı olsa da bu ayda çocuklar da farklı bir iklime girerler. Çocuklar en az büyükler kadar sevinirler ramazanın gelişine. Bazıları küçük yaşlarına rağmen oruç tutmakta ısrar ederler; anne babaları ne kadar uğraşsa da onları bu kararlarından döndüremezler. En azından birkaç gün oruç tutarlar, bazıları yarım gün tutmayı denerler. Bu yaştaki çocukların oruca meyli ve merakı bir hayli çoktur. İftardan sonra kız çocuklar anne veya nineleriyle, erkek çocuklar ise baba veya dedeleriyle teravihe giderler. Cami onlar için bir maneviyattan öte bir oyun ve eğlence atmosferidir. Bir kısım çocuklar da teravihleri evden uzaklaşmak, derslerden kaçmak için bir vesile sayarlar; camilerde arkadaşlarıyla buluşurlar.
Çocuklar teravih namazlarında genellikle en arka safa gönderilir. Bu, çocukların arayıp da bulamadığı bir şeydir. Çünkü namazı oyuna ve eğlenceye döndürmek için ortam hazırlanmıştır. Teravih başlayınca çocuklar anne babalarını taklit ederek kendilerince namaz kılarlar. Fakat yan yana iki çocuk gelmişse, işi eğlenceye döndürmek, sulandırmak ve gülmek de kaçınılmazdır. Çocuk bir hayli küçükse, namaz kılanların önünden geçerek camiyi baştan sona dolaşabilir. Zira çocuklar bu yaşta davranışlarının değerlendirmesini yapamazlar. Bu hareketlerde bulunurken ince hesap yapmazlar, derinliğine düşünmezler. Fakat büyükler bu hareketlere hiç de hoşgörüyle bakmazlar. Bazı kaba softaların; namaz kılarken gülüşen, sağa sola bakıp dikkatleri dağıtan çocukları kolundan tutup camiden attığına da şahit olabilirsiniz.
Bu yılki ramazanın ilk teravih namazını kılmak için gittiğim bir camide şahit olduğum bir kabalığı aktarmak istiyorum size. Ramazanın bu ilk teravisinde çocuklar camiyi doldurmuştu. Namaza başlamak için ayağa kalktığımızda yaşı yetmişin üzerinde olduğunu tahmin ettiğim bembeyaz sakallı bir ihtiyarın sekiz on yaşlarındaki bir çocuğu evire çevire dövdüğünü görerek üzüldüm. Cemaatin bakışları o noktaya yoğunlaştı. Müdahale etmeye kalkışanlar olduysa da çocuk ağır bir sille yemekten kurtulamadı. Sorsanız kendisini en büyük Müslüman olarak gören bu ihtiyar, yaptığı bu kabalıkla bunun gibi çocukları camiden soğuttu.
Çocuklar kötü alışkanlıklara bulaşmasın, dinine, geleneklerine bağlı inançlı insanlar olsunlar isteriz. Kahvehanelere, disko ve barlara giden gençleri ‘vurun abalıya’ misali insafsızca eleştiririz. Oysa bu gençleri, henüz çocukluk çağlarında bizler o mekânlara itmişiz. Camiye okumaya gelen çocukları en küçük yaramazlık yaptıklarında, haylazlık ettiklerinde, okuyamadıklarında falakaya çekmişiz. Cennetin güzelliklerini anlatacak yerde, cehennemin ne kadar korkunç bir yer olduğunu anlatarak onları korkutmuşuz. Allah’ın ‘rahman’, rahim’ ‘halim’ sıfatlarından evvel ‘celal’ ve ‘kahhar’ sıfatlarını anlatarak ürkütmüşüz onları. Onlar da zamanla korkularını ümitsizliğe dönüştürmüşler. Kurtuluşu yanlış adreslerde aramışlar.
Başlangıcında rahmet, ortasında bereket ve sonunda mağfiret olan kutlu ramazan ayında kimsenin kalbini kırmamak gerekir. Bu kişi bir çocuksa daha da hassas davranmak bir zorunluluktur. Çocuklar varsın oynasınlar ama camilerden ve dinî duygulardan soğumasınlar.
Çocukları camilere ısındırmak için onları ramazanlarda camiye götürmek lazımdır. Hatta camiye gelen çocuklara lokum, çikolata ve şeker vermek de teşvik etmek açısından önemlidir. Bu küçük giderleri cami cemaatinden varlıklı bir hayırsever pekâlâ karşılayabilir. Bu çocuklar yarının büyükleri olacak; onlara Allah sevgisini, cami adabını öğretmek gerekir. Çocuklar manevî iklimde yetişirlerse ilerde büyük makam ve mevkilere gelince rüşvet almazlar, iltimas yapmazlar, işten kaytarmazlar; vicdanlarının sesini dinlerler; en büyük polisiye kuvvetin vicdanlarda saklı olduğu gerçeğini idrak ederek öylece hareket ederler.

RAMAZANDA MUKABELE GELENEĞİ
M.NİHAT MALKOÇ

Kur’an-ı Kerim insanlığa gönderilmiş evrensel bir mesajdır. Bu yüce kitapta insanlığın kurtuluş reçetesi yazılıdır. Manevî dünyamızın imar edilmesi bu gür sese kulak verilmesiyle mümkündür. Kur’an ahkâmına sırtınızı dönerseniz dünya sizin olsa bile mutlu olamazsınız.
Kur’an insanlığa iki cihan saadetini vaat ediyor. Bu, tecrübelerle sabit bir hakikattir. Kur’an’ın ipine sarılanlar hep kurtuluşa ermişlerdir. Onlar hiçbir zaman pişman olmamışlardır. “…(Ey Muhammed) Ayrıca bu Kitab’ı sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rehber kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl–89) ayeti de bize bu gerçekten haber veriyor. Kâinatın sahibi kurtuluş için açık adres veriyor kullarına...
Bizi yaratılış hakikatine götüren Kur’an iklimi, hasta kalplerin ilacıdır. Ona yaklaştıkta bahtiyar, ondan uzaklaştıkça da bedbaht olacağız. Bu gerçeği Resulullah Efendimiz “Kalbinde Kur’an-ı Kerim’den bir harf bulunmayan kimse harap bir ev gibidir.” mübarek sözüyle ne kadar veciz bir ifadeyle dile getirmiştir. Kalplerin viran eve dönüşmesi ne büyük hüsrandır.
İnsanlık, zihninde kördüğüm olan her türlü soruya ancak Kur’an’da cevap bulabilir. Yeter ki ayetlere önyargıyla bakmasınlar. O mübarek emirlere teslim olursak karanlıklarda kaybolmayız. Onun güçlü ışığı önümüzü aydınlatır, yolların kavşağında bize kılavuz olur.
Ramazan mukabele ayıdır. Mukabelenin kelime anlamı “karşılık verme, karşılama, karşılık” olarak geçer sözlüklerde… Bir diğer anlamı da “karşılaştırma, karşılıklı okuma” demektir. Bu aynı zamanda dinî bir terimdir. Bu kelimenin terim anlamı “Camilerde Kur’an okunurken, hafızların da karşılık olarak ezbere Kur’an okumaları” olarak açıklanabilir.
Mukabele, özellikle ramazanda olmak üzere her gün bir cüz okuyarak Kur’an-ı Kerim’i hatmetme geleneğidir. Bilindiği gibi yüce kitabımız Kur’an otuz cüzden oluşmaktadır. Her bir cüz de yirmi sayfadan ibarettir. Her gün bir cüz okununca ramazan bitiminde Kur’an da okunup bitmiş olacaktır. Böylece bütün ayetler ruhumuza işleyecektir. Onların hükmünü bir kez daha hatırlayacak ve hayatımıza ölçü olarak tatbik edeceğiz.
Mukabele geleneği İslam dünyasında 1400 yıldan beri devem etmektedir. Mukabele Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav), Cebrail (AS) ile Ramazan ayında karşılıklı Kur’an-ı Kerim okuması olarak bilinir; daha doğrusu böyle başlamıştır. Peygamber Efendimizin ömrünün son yıllarındaki ramazanlarda Kur’an’ı iki kez hatmettiği rivayet olunur. Yani mukabele kuvvetli sünnetlerden biridir. Mukabele okuyanlar büyük sevaplara nail olurlar. Ellerinden düşürmedikleri Kur’an onlara yoldaş olur. Kalpleri huzurla dolar.
Malumdur ki Kur’an-ı Kerim, ramazan ayında nazil olmaya başlamıştır. Ramazanın kutsiyetinde bunun da büyük bir rolü vardır. On dört asırdır süren mukabele geleneğini devam ettirmek boynumuzun borcudur. Gelecek nesillere bu güzel geleneği mutlaka aktarmalıyız. Onların da Kur’an’ın feyiz ve bereketinden faydalanmalarını sağlamalıyız. Ailemizde Kur’an okumayı bilmeyenler varsa bu büyük bir eksikliktir. Bunun birinci sorumlusu ebeveyndir. Peygamberimiz “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” diyerek ilahî kelamı öğretmenin ve öğrenmenin önemini vurgulamıştır. Resulullah Efendimiz mukabele geleneğini devam ettirenlere şu manevî müjdeyi vermiştir: “Allah’ın kitabını okumak üzere Allah’ın mescitlerinden birinde bir araya gelenlerin, mutlaka üzerlerine huzur iner ve onları Allah’ın rahmeti kaplar. Melekler de onları kuşatır. Allah onları, kendi katındakilerle anar.”
Ülkemizde hemen her camide mukabele okunuyor. Herkes bütün ilgisini ve dikkatini Kur’an üzerinde yoğunlaştırıyor. Bu gelenek sadece camilerde değil, evlerde de devam ettiriliyor. Özellikle hanımlar evlerde toplanarak mukabele yapıyorlar. Evler Kur’an nuruyla aydınlanıyor. Ramazan apayrı bir manevî havaya büründürülüyor. Evlere ve sofralara bereket giriyor. Ramazan, belli saatlerde aç kalma basitliğinden kurtarılarak ona şahsiyet ve ruh kazandırılıyor. Mukabelelerde dostluklar da pekiştiriliyor. İnsanlar ramazanın feyiz ve bereketini paylaşarak daha da çoğaltıyorlar. Rabbim onların ecrini artırsın.(Âmin)

RAMAZANDA TERAVİH KILMA TARTIŞMALARINA ZEYL…
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan deyince aklımıza öncelikle teravih gelir. Ramazanla teravih kavramları adeta birbiriyle özdeşleşmiştir. Ramazan gecelerinin unutulmazı olan teravihlerle ilgili hangimizin bir hatırası yok ki?... Özellikle çocukluk günlerimize ait birçok teravih hatıramız vardır.
Teravih konusunda bugüne kadar birçok ilim adamı görüş beyan etmiştir. Bunlardan bir kısmı teravihi peygamberin güzel sünnetlerinden biri olarak göstermiş, bir kısmı da teravihin peygamberin itibar etmediği, hatta yasakladığı bir ramazan ibadeti olduğunu öne sürmüştür. Durum böyle olunca bu farklı görüş ve iddiaları duyan halkın kafası karışmış, zihinleri bulanmıştır. Oysa âlimler zihin karıştırmamalı, karışan zihinleri aydınlanmalıdır.
Teravihle ilgili en radikal ve kafaları en çok karıştıran açıklamayı geçenlerde Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk yaptı. Öztürk, Ramazan’da her akşam kılınan teravih namazının gerçekte olmadığını ve İslam Peygamberi tarafından yasaklandığını iddia etti. Öztürk bir röportaja verdiği cevaplarda teravihe ait şu sivri açıklamalarda bulundu: “İslam’da teravih diye bir namaz yok. Peygamberimizin bizzat yasakladığı bir şeydir, peygamberimizden sonra bu namazı koydular. Geçen sene bunu Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır söyledi, ben söylememiştim. Ben, ‘Evinizde kılın’ diyordum, Bayındır çıktı, ‘İslamiyet’te böyle bir namaz yok’ dedi. Ben o kadar radikal konuşamamıştım, o yüzden şimdi de söylememizde bir sakınca yok: Teravih diye bir namaz yoktur. Evinde sevap için namaz kılmanın önü açıktır, istediğin kadar kıl fakat teravihi asla camiye sokamazsın, peygamberimiz yasaklamıştır. Çünkü orası riyakârlık yarışına kapalı bir mekân olmalıdır. 20 rekât namaz ne demek, günün bütün namazları 20 rekâtı bulmuyor. Siz ikinci bir yükümlülük getirip Müslüman’ın sırtına bindiriyorsunuz, yoktur böyle bir şey… Peygamberimiz dört rekât, bazen sekiz rekât ama hep evde kılmıştır.”
Sivri çıkışlarıyla tanıdığımız Yaşar Nuri Öztürk’ün teravih namazının Peygamber Efendimiz tarafından yasaklandığına dair senetli bir hadis ortaya koyması gerekmez mi? Hangi hadiste teravih namazı yasaklanıyor ki?... Doğrusu pek merak ettik. Resulullah Efendimizin teravihle ilgili şu hadisini sanırım bilmeyen yoktur. Hz. Âişe şöyle anlatır: “Bir gece Rasûlullah (sav) mescidde teravih namazı kıldı. İnsanlar da ona tâbî olarak namaz kıldı, ikinci gece yine kıldı, o gece ce¬maat çoğaldı. Daha sonra üçüncü veya dördüncü gece cemaat toplandı, fakat Rasûlullah mescide çıkmadı. Sa¬bah olunca: ‘‒Gece toplandığınızı gördüm, ama teravih na¬mazının size farz kılınmasından korktuğum için çıkıp size teravih kıldırmadım.’ buyurdu. Bu hadise ramazanda olmuştu.” (Muvatta’, es-Salât fi’r-Ramazân, 1)
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu hadisten yola çıkıyorsa buradan bir ‘yasaklama’ ifadesi çıkmaz. Zira bu hadisi kim okursa okusun bundan böyle bir anlam çıkaramaz. Burada Resulullah Efendimiz ümmetinin iyiliğini düşünerek böyle bir tasarrufta bulunmuştur. Fakat kâinatın gözbebeği olan o büyük insan, hiç kimseye ‘teravih namazı kılmayın’ dememiştir. Durum bu iken siz kalkıp da yüzyıllardır halkımız tarafından benimsenerek kılınan teravih namazını ‘Resulullah böyle dedi’ diyerek yasaklayamazsınız. Hem kimse kimseye zorla teravih kıldırmıyor. Oruç tutan insanlar ramazanlarını, kıldıkları teravihlerle taçlandırıyorlar.
İbadetler Allah’a yakın olmak ve onun rızasını kazanmak için yapılır. Her ibadet, kullarla Allah arasındaki bağı güçlendirir. Ramazanda oruç tutmak da bu ibadetlerden biridir. Yüce yaratıcımız Cenâb-ı Hak bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz, benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.” (Ankebût, 56) Bu, ibadeti teşvik değil de nedir? Teravihte insanlar Allah’a kulluk amacıyla secdeye gitmiyorlar mı? Teravih kılanların hangisi gösteriş için kılıyor ki? Rasûlullah(sav) bir hadislerinde buyurdular: “Kim, inanarak ve sevabını Allah’tan umarak ramazan gecelerini ihyâ ederse, geçmiş günahları affolunur.” (Buhârî, Terâvih, 1; Muvatta’, es-Salât fi’r-Ramazân, 2) Bu hadisten teravihi yasaklama anlamı mı, yoksa teravihi teşvik anlamı mı çıkar? Varın bunu siz düşünün. İnsanların zihnini bulandırmanın bir anlamı var mı?

RAMAZANDA YARDIMLAŞMA VE SİYASETİN GÖLGESİ
M. NİHAT MALKOÇ

Eski ramazanlarda yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma üst düzeydeydi. Riyaya düşmemek şartıyla, adeta paylaşma yarışına girilirdi. İftardan evvel komşulara o akşamki yemeğin en güzelinden birer tabak gönderilirdi. Çünkü “komşu pişen yemeğin kokusunu almış, canı çekmiş olabilir” diye ince düşünülürdü. Yemek gönderdiğiniz tabak, hiçbir zaman boş olarak geri gönderilmezdi. Komşunuz da tenceresinde ne pişmişse ondan gönderirdi. Zira o zamanlar bencillik bugünkü gibi tavan yapmamıştı; paylaşmak erdemlerin en yücesiydi.
İslâm inancının bir gereği olarak, her canlının rızkının Allah’ın teminatı altında olduğuna inanılırdı. Bu yüzden hiç kimse rızık endişesi taşımazdı. Vermenin çoğalma vesilesi olduğu düşünülürdü. Hiç kimse vermekle fakir, saklamakla da zengin ol(a)mazdı.
Ramazanın ruhları kuşatan manevî atmosferinde mütevazı sofralar paylaşıldıkça bereketlenirdi. Misafirler rızıklarıyla gelirdi hanelere. Eskilerin tabiriyle ‘Misafir on rızık ile gelir, birini yer, dokuzunu bırakır gider(di)’. Rabbimiz misafirlerin, hele de yetimlerin ağırlandığı evlere bereket yağdırırdı. Ne zamanki misafirlerin ayağını evlerimizden kestik, o zaman geçim darlığı hezeyanlarına başladık. Aldığımız yüklü maaşlar, mutfakları dönüştürmekte yetmez oldu. Tabir caizse göz göre göre bindiğimiz dalı kestik. İdam fermanımızı kendi elimizle yazdık. İdamımızda kullanılacak yağlı urganı ellerimizle ördük.
Eskiden bugünkü gibi çekirdek aile mevzubahis değildi. Her evde nineler ve dedeler, hatta teyzeler ve halalar vardı. Dedeyle torun aynı sahana uzatırdı ellerini. Onlar evlerimizin bereket pınarlarıydı. O pınarlar kuruduktan sonra sofralarımızın beti bereketi kalmadı.
Kanaatkârlığı ve her hayrın başı olan besmeleyi çoktan unuttuk. Yemek ve ekmek beğenmez olduk. Nimetlerin şükrünü hakkıyla ve layıkıyla eda edemedik. “Kendim kazandım, paylaşmak zorunda değilim, dilediğim gibi harcarım” bencilliğiyle hareket ettik. Böyle olunca, sofralarımızın bereketi uçup gitti. Kazandıklarımız bize de kâr etmedi.
Eskiden ramazanlarda, yardımlar usulüne uygun yapılırdı. Herkes bütçesine göre azdan az, çoktan çok verirdi. Yardım alan kişiyi rencide etmemek için büyük bir edeple ve hassasiyetle hareket edilirdi. Çok kere kimin yardım ettiği bile bilinmezdi. Zira yardımseverin ismi gizli tutulurdu. İşin içine riya karışmaması için olağanüstü gayret sarf edilirdi.
Günümüzde değişik kurum ve kuruluşlar tarafından iftarlar veriliyor. Fakat bu iftarlara muhtaçlardan daha çok, belli makam mevki sahipleri davet ediliyor. Bir anlamda “al gülüm ver gülüm” oyunu oynanıyor. Riyanın kokusu yemeğin kokusunu fazlasıyla bastırıyor.
Günümüzde ramazanda değişik resmî ve özel kurum ve kuruluşlar tarafından yardımlar da yapılıyor. Fakat ne yazık ki bu yardımların kime yapılacağı titizlikle araştırılmıyor. Hele bazı siyasî kesimlerin yardımlarında kişinin muhtaçlık derecesi değil, hangi siyasî düşünceye sahip olduğu ölçü alınıyor. Böylelikle yardımlar zaman zaman hiç ihtiyacı olmayanlara da gidiyor. Bazı kişiler aynî yardımları başkalarına satıyor.
Bazı kesimlerin yardımları belli siyasî beklentiler karşılığında gerçekleştiriliyor. ‘ne kadar sandık desteği o kadar yardım desteği’ veya ‘ne kadar yardım desteği o kadar sandık desteği’ gibi ince hesaplar yapılıyor. Yardım yapma işiyle görevli şahıslar kendi yakınlarını kayırıyor. Bunlar yardımseverliğin tabiatına aykırı düşünce ve uygulamalardır. Neticede “Ameller niyetlere göredir” ölçüsü gereğince bir çuval incir berbat ediliyor.
Öte yandan diğer zamanlarda arayıp sormayan, bir kısım kazanın yolunu bile bilmeyen bazı yerel yöneticiler, ramazanla birlikte ilçe ilçe dolaşıp iftar sofralarını, sözüm ona, siyasî şova dönüştürüyor. Bunlar yerel ve genel medyada canlı yayınlarla teşhir ediyor. Kamunun imkânlarıyla istikbal hesapları yapılıyor. Gaye hayır yapmaksa, bunun gizli yapılanı makbuldür. Eski(meyen)lerin deyimiyle “Bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir.” Hangi cenahtan olursa olsun, kim tarafından yapılırsa yapılsın bence bunlar ramazanın ruhuna aykırıdır. Zira ramazan egoların şişirildiği ay değil, nefislerin terbiye edildiği aydır.

RAMAZAN’I KARŞILARKEN!...
M.NİHAT MALKOÇ

Geceler günleri, günler geceleri kovaladı, neticede yine on bir ayın sultanı mübarek Ramazan geldi. Artık gönüllerimiz bir başka hoştur. Yürek sızılarımız biraz daha azalmıştır. Zaman dilimlerinin en şöhretlisi ve en bereketlisi kapınızın eşiğindedir. Bu mübarek misafire kapınızı kapatabilir misiniz? Onu içeri buyur etmek için daha ne bekliyorsunuz?
Burcu burcu maneviyat kokan güller bahçemize kök saldı ramazanla birlikte. Onları çapalamak ve köklerine yol açmak bizim vazifemiz… Atmosferin, barut kokusu yerine gül kokusuna bürünmesi için bunu yapmak mecburiyetindeyiz. Güllere selam olsun…
Çölleşen yüreklerimiz rahmet ve mağfiret ayı olan ramazanla yeşeriyor. Fidanlar boy atıyor içimizde… Bir zamanlar bereketten nasibini alamayan kuru dallar meyvelerini taşıyamaz oluyor. Güle savaş açanların elleri bağlanıyor bir aylık olsa bile… Kara vicdanlılar hizaya geliyor rahmet iklimlerinin sağanağında… Ateş çukurları gülistana tebdil oluyor.
İçimizdeki ramazanlar büyüdükçe büyüyor her seher vakti… Ezanla başlayan yasaklar silsilesi yine bir başka ezanla bayrama dönüşüyor. Ruhlar sükûna eriyor zamanın kırılma noktasında… Bütün kin ve nefretlere rağmen ramazanlar gelişini hiç ertelemiyor. Küsmüyorlar bunca küfür ve isyanlarımıza rağmen… Ramazanın güler yüzü hiç değişmiyor.
Ramazan bizi diri ve iri tutuyor. Eğik başlarımız onunla dikleniyor, göğüs kafeslerimiz onunla şişiyor. Biz oruç tutarken oruç da bizi günahlara karşı ayakta tutuyor. Yoksa bunca ağır yükün altında nasıl ayakta kalmayı becerebilirdik? Umutsuzluklarımız takatimizi yer bitirirdi. İyi ki varsın ramazan, yoksa diriliğimiz, iriliğimiz ve metanetimiz lafta kalırdı.
Ramazan olmasa, bir ay yemeyi içmeyi kesmesek hayvanî yanlarımız bizi yiyip bitirirdi. Oysa bir ay boyunca melekleşiyoruz adeta. Zira melekler yemezler içmezler. Yedikçe hayvanî ciheti azgınlaşan insanın, yemeğe ara verdikçe insanî tarafları belirginleşiyor, meleklere yaklaşıyor. Ramazanla beraber, yıl boyunca öğün savanların çektiği sıkıntıları daha iyi anlama imkânı buluyoruz. Açlığın ne demek olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Sosyal adaletin ve gelir dağılımındaki dengenin ehemmiyetini daha iyi kavrıyoruz. Bu ayda açlıkla imtihan ediliyor insanoğlu… Bu zor bir imtihan şüphesiz…
Ramazanla birlikte vücudumuz, özellikle midelerimiz dinleniyor. Karınlarımız acıktıkça ruhlarımız manevi gıdalarla doyuma ulaşıyor. Azgınlaşan nefsimiz iftara yakın saatlerde hizaya geliyor; gerçekte ne kadar aciz olduğunu anlıyor. Ruhlarımızın bozulan dengesi gittikçe düzeliyor. Adeta ruhlara ince ayar yapılıyor. Ruhumuzdaki kir ve paslar Kur’an’ın nuruyla ve zımparasıyla siliniyor. Kararan ruhlarımız vahyin ışığıyla aydınlanıyor.
Ramazan müstesna bir zaman dilimidir. Onun için ramazan ayına ‘on bir ayın sultanı’ denmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ismi açık olarak geçen tek ay ramazan ayıdır. Kur’an-ı Kerim bu ay içerisinde indirilmiştir. Yüce Rabbimiz; ‘Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve hakkı batıldan ayırmayı açıklayan Kur’an, bu ayda indirildi’ (el-Bakara, 2/185) buyurmuştur. Aylar içinde ramazana verilen bu ne büyük bir bahtiyarlıktır.
Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de, ‘bin aydan daha hayırlı’ olduğu belirtilen Kadir Gecesi bu ay içerisindedir. Dinimizin beş temel şartından biri olan oruç ibadeti bu ayda üzerimize farz kılınmıştır. Kur’an-ı Kerim’de; ‘Sizden kim bu aya yetirirse oruç tutsun’ (el-Bakara, 2/185) buyurulur. Ramazan ayı girince şartlarını taşıyan kimselere oruç farz olur. Oruç ibadetini hafife alanlara yazıklar olsun. Onlar kendilerine ateşten yorganlar hazırladıklarının farkında değil midir acaba? Oysa bu ayda nefislerine kem vurabilselerdi melekleşme yolunda büyük bir yol kat etmiş olacaklardı. Pişmanlıkları yakındır onların…
Çok faziletli ve bereketli bir aydır Ramazan… Bu ayda yapılan sevaplar bire on, günahlar ise miktarınca yazılır. Bu da Rabbimizin şefkat ve rahmetinin bariz tecellilerinden birisidir. Bunun kadrini bilerek gereğini yerine getirmeliyiz. Aksi halde ayların en hayırlısını, büyük bir hazineyi elimizin tersiyle itmiş oluruz. Bu bizim için büyük bir manevî ziyan olur.

RAMAZAN’I UĞURLARKEN!...
M.NİHAT MALKOÇ

Zaman gene yapacağını yaptı ve bir aylık ramazan bir su misali ömrümüzden akıp gitti. Sayılı günlerin çabuk geçtiğini hepimiz biliriz. Fakat ramazanın diğer sayılı günlere nazaran bir kuş gibi uçup gitmesi bizi hüzünlendirdi. Çünkü alışmıştık iftarlara, teravihlere ve o doyumsuz sahurlara….Şimdi bir yıl daha bekleyeceğiz bu güzel günlerin tekrarı için… Kimimiz gelecek ramazana sağ çıkmayacak. Bazılarının son ramazanı olacak uğurladığımız…. Bu durum yürek sahibi olan biz insanları derin düşüncelere sevk ediyor. Acaba kimler yetişecek gelecek ramazana?... Bu konuda söz söyleme salahiyetimiz yok.
Ne mutlu bu bir aylık mübarek zaman dilimi içerisinde Allah’a yakın olabilenlere!... Ne mutlu ramazanın içini hakkıyla ve layıkıyla doldurabilenlere!.... Ne mutlu bu Kur’an ayı içerisinde hatimler indirerek bu ayın anlamını yaşayanlara ve de yaşatanlara!... Ramazanın ruhunu hücrelerine sindirebilenlere ne mutlu!... Biz ramazandan razıydık, acaba o bizden razı kalarak mı gitti? Onun rızasına uygun davranışlar gösterebildiysek bizden daha bahtiyar kul olamaz. Namazlarımız, teravihlerimiz, hatimlerimiz, zekâtlarımız, fitrelerimiz, sadakalarımız, mevlitlerimiz, tebliğ ve ‘emri bil maruf nehyi anil münker’ gayretlerimiz Allah katında kabul gördüyse ramazan ömrümüzden kopan bir yaprak değil, aksine büyük bir kazançtır.
Gerçek müminler ramazanı bir yük ve külfet olarak görmez, aksine bu mübarek sayılı günlerden haz alır. Bu kıymetli günleri fırsat olarak görür ve gereğini yerine getirir. Müminler ramazanın bitişine sevinmez. Onlar bir ramazan bitmeden öbür ramazanın özlemini duyarlar. Onlar peşin olan dünyevi zevkleri ellerinin tersiyle iterek ahrette ödenecek olan mükâfatı tercih ederler. Çünkü dünyanın bir hayal, bir rüya, bir eğlenceden ibaret olduğunu bilirler. Dünya hayatı uzun gibi görünse de ebedi hayatla kıyaslandığında göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman mesabesindedir. Oysa ahiret hayatı sonsuzdur, sonsuzun ne demek olduğunu ancak basiret gözü açık olanlar hakkıyla bilebilir. Ne mutlu hayatı idrak edebilenlere!...
Ramazanın o mübarek atmosferine tekrar kavuşmak için tam on bir bekleyeceğiz. Boşuna dememişler ona ‘on bir ayın sultanı’ diye… Sultanımız terk ediyor bizi… Onu çok ama çok özleyeceğiz; yollarını gözleyeceğiz. Akşama doğru iftar var zannedip belki hazırlıklara girişeceğiz yine. Fırınların önünden geçerken gözümüz raflara takılıp kalacak. O güzelim ramazan pidelerini raflarda arayacağız. Gecenin bir vaktinde sahur diye yatağımızdan fırlayıp doğrulacağız. Sabahleyin ekmeğe el uzattığımızda kendimizi oruçlu zannedip irkileceğiz. Akşam namazından sonra ceketimizi giyip camiye yollanacağız. Fakat camilerde o eski heyecandan, kalabalıktan ve tecessüsten eser kalmayacak. Hayatımız sönmüş bir volkan gibi durağanlaşacak… Alışkanlıklarımız bizi peşinden sürükleyecek.
Gözlerimiz minareler arasına gerilmiş mahyaları arayacak. Evlerimize elimize tutuşturduğumuz tatlılarla dönmeyeceğiz artık. İftar saatine yetişeyim diye koşturmayacağız caddelerde… Soframız hazırlandığında ezanın okunmasını beklemeyeceğiz. Hayatımızdaki bir aylık düzen yerini karmaşaya bırakacak. Bazıları eski alışkanlıklarına dönecek… Camiler boşalırken kahveler ağzına kadar dolacak. Sigara dumanları içerisinde kumar kâğıtlarıyla zaman öldürecek idealden ve inançtan nasibini alamayanlar… Meyhanelerde kadehler tokuşturulacak gece yarılarına kadar… Bazıları ar ve namus kavramını nadasa bırakacak… Hayatı diri kılan ve ruhu canlandıran insanî ve imanî hususiyetlerimiz törpülenecek.
“Elveda Ya Şehr-i Ramazan”…Sen giderken ruhumuza kök saldı hüzün ve hazan… Gündüzleri rahmet, geceleri nimet olan bu mübarek ay, içimizdeki süruru kedere, aydınlığı karanlığa tebdil etti. Kur’an, gufran ve ihsan ayı olan ramazanı çok özleyeceğiz. Resulullah ne güzel buyurmuştu: “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir.” Fakat bizler bu sevinci o bir aylığına da olsa donduruyoruz. Fakat müminin ölüm sevincini donduramıyoruz. Rabbimiz onu ramazan gibi aşikâr kılmamış, ölümü ömür içerisinde gizlemiştir. O sevinci yaşamak için bu dünyada zaman zaman üzülmek, itilip kakılmak gerekiyor. Yüce Rabbimiz kulunu oruçla, namazla, zekâtla, hacla, kadın, evlat, para sevgisiyle imtihan ediyor, neticesine göre öteki dünyadaki mekânını hazırlıyor. Aslında herkes Cenneti de Cehennemi de dünyada kazanıyor.
Dikkat edin muhterem Müslümanlar!... Ramazan boyunca kapanan cehennem kapıları ramazanın gidişiyle beraber tekrar açılıyor. Zincire vurulan şeytanın eli ayağı çözülüyor. Müslümanın işi daha da zorlaşıyor. Unutmayınız ki zorlu imtihan kulların son nefese kadar soluksuz devam ediyor. Sakın ola ramazanda kazandığınız güzel davranışları bir kenara bırakmayın; kahve ve meyhane köşelerine dönmeyin. Bu ramazan, hayatı anlamlı kılmanız için adeta bir milat olsun size… Bir aylık ibadetle cennete gidilebileceğini sanmayın, aldanmayın, yanmayın. Allah hepimizi gelecek mübarek ramazana eriştirsin. Kıldığınız namazlar, tuttuğunuz oruçlar, verdiğiniz zekât ve fireler kabul ve makbul olsun. Gelecek ramazan bayramınız şimdiden kutlu olsun. Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.

RAMAZANIN İÇİNİ DOLDURMAK
M.NİHAT MALKOÇ

Şu günlerde ayların en kıymetlisi olan ramazanı idrak ediyoruz. Bu ayda müminlerin gönülleri büyük bir neşe ile dolar. Hayatımızdan çıkardığımız İslamî hükümler bir aylık için de olsa geri döner. Bu ay vesilesiyle Müslüman bir millet olduğumuzu hatırlarız. Camiler cemaatle dolup taşar. Minareler arasına asılan mahyalar bizi hakka ve hakikate çağırır. Yüce Rabbimiz İslam’ın beş şartından biri olan oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“(Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”(Bakara 2/184)
Aslında Ramazan biz Müslümanlar için bir lütuftur. Oruç ibadetinin maddî ve manevî faydalarını göz önünde bulundurunca ramazanın büyük bir hediye olduğu hakikatini kavrarız. Oruç tutan müminlerin kalpleri yumuşar. Eşyaya sevgi penceresinden bakarlar. Oruçla hemhal olanların basiret gözleri açılır. Kul açlıkla beraber muhtaç ve zayıf olduğunu daha iyi anlar. Oruç şer duygulara karşı adeta bir kalkan olur.
Mübarek ramazan ibadet ayıdır. Bu ayda yapılan ibadetlerin sevabı katlanarak yazılır. Müslümanlar bu ayda adeta ibadet seferberliği yapmalıdır. Ramazan lâfta kalmamalıdır. Bu mübarek ayın içini doldurmalıyız. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’i çok okumak ve hatim indirmek gerekir. Zira Kur’an bu ayda indirilmeye başlanmıştır. Yine bu ayda Allah’ın isimlerini bolca zikretmeliyiz. Yüce Allah bu ayla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”(Bakara 2/185)
İslam toplum dinidir; hayatı çepeçevre kuşatmıştır. Küçük büyük, zengin fakir İslam zincirinin her bir halkasını oluşturur. Müslümanlar birbirlerini düşünür ve kayırır. Mübarek ramazan ayında ümmetin kurtuluşu için sürekli dua etmeliyiz. Günahlarımızdan pişman olup ellerimizi semaya kaldırıp mülkün gerçek sahibinden bağışlanma dilemeliyiz. Bu ayda sofralarımızdaki insan halkasını yeni yeni misafirlerle genişletmeliyiz. Unutmamalıyız ki misafir bereketiyle gelir. Bir sofraya ne kadar çok el uzanırsa sofradaki nimetlerin bereketi o nispette artar. Tok gönüllü olanlar sofralarını dostlarına hep açık tutarlar.
Oruç nefsin kötü arzularını kırar. Kişi aç kalınca nefsanî duygular azalır. Bu haldeki insan, zayıflığını hatırlayarak gerçek hâkimin ve kuvvet sahibinin Allah olduğunu düşünür, ona teslim olur; enaniyetini yener. Oruç tutan insanın başıboş hareket etmesi mümkün değildir. O ancak kendisine çizilen hak ve helâl dairesinde hareket edebilir. Fakat Allah yarattığı ve zaaflarını çok iyi bildiği kuluna altından kalkamayacağı şartlar da koşmaz. Bir ay boyunca onu hayattan soyutlamaz. Kişi ramazanda belli ölçülere uyarak hayatını devam ettirir. Cinsel hayatı bile bazı zamanlar içerisinde kısıtlansa da iftar sonrası dilediğince sürer. Bununla ilgili olarak gelen şu ayet bir kısım sınırlamaları ortaya koyması açısından önemlidir:
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.”(Bakara 2/187)
Bu ayda ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara!...

RAMAZANIN MANEVÎ AYDINLIĞI
M.NİHAT MALKOÇ

Açılsın kapılar, dağılsın kara bulutlar, yıkansın ruhlar, arınsın kalpler… O geliyor… O ki ayların sultanı, tenimizin canı, maneviyat kervanı, müminlerin hanı… Aç beyinler doyacak, ruhlar cilalanacak, kalpler mutmain olacak, gönül bahçeleri sevgi çiçekleriyle dolacak.
İyi ki geldin ramazan, gönül mabetlerimize teşrif ederek içimizdeki karanlıkları aydınlattın. Kurumuş gönül bahçelerimizin en nadide çiçekleri filizlendi. Rabbini unutanlar manzara-i umumiye bakarak yitiğini aramaya koyuldular. Manevî fırsatlar önümüze serildi ramazanla birlikte… Allah’ın sonsuz rahmetine mazhar oldu kullar… Rahmet sofrası önümüzde duruyor. Herkes kaşığının büyüklüğü ölçüsünce bu sofradaki manevî lezzetlerden payına düşeni alacak. Ne yazık ki bazıları bu nimetlerden istifade etmeyi düşünemeyecek bile.
Ramazan bize hayat vermeye, ruhumuzun eskiyen yanlarını tamir etmeye geldi. Bizlere bîçareliğimizi haykıran, gerçekte güç ve kudret sahibinin yalnız Allah olduğunu hatırlatan bu rahmet ikliminde büyütmeliyiz manevî hissiyatımızı. Ramazandan çok şeyler bekliyoruz. Ramazan bizleri değiştirecek, ruhlarımızı imar edecek, kötü alışkanlıklarımızdan eser kalmayacak inşallah… Ruhların Kâbe’si gönüller ramazan ikliminde daha bir müşfikleşecek. Kaskatı kesilen ruhlar ramazan iksiriyle hayat bulacak, genişleyip ferahlayacak… Katılaşmış kalpler pamuk yumuşaklığına erişecek. Birbirinden hep şüphe eden ve güven konusunda sınıfta kalan insanlar ramazan bağıyla birbirinden emin olacaklar.
Ruhumuzun karanlık dehlizlerini aydınlatacak ramazan… Minarelerden yayılan ışıklar ve mahyalar yolumuzu tayin etmede kılavuzumuz olacak. Sofralarımızı bereketlendirecek ramazan... Zenginle fakir arasındaki uçurum iyice küçülecek, yok olma noktasına gelecek. Zenginle fakir, siyah deriliyle beyaz derili, tahsilli insanlarla okumamış insanlar aynı manevî adrese yönelecek camilerde. Farklılıklar ramazanla birlikte buz gibi eriyecek, ortaklıklarımız dostluğun sigortası olacak. Manevî darboğazı aşmak için önümüze fırsatlar serilecek. Millî birlik ve beraberlik iyice pekişecek. Sahurda çalınan davullar manevî uykuda ısrar edenleri, kendilerini var eden(ler)i unutanları uyaracak. İnsanlar sevgide birleşecek inşallah…
Ramazanla birlikte hayatın merkezine oturacak bir yıl boyunca unutulan camiler… Saflar tutulacak teravih namazlarında. Açlar doyurulacak, sadaka ve zekât müessesesi çalışacak yine. Alım gücü olmayan garibanların kilerleri şenlenecek. Fakirler, zengin sofralarında ağırlanacak. Yıl boyunca duvara asılan ve unutulan Kur’an-ı Kerimler duvardan indirilerek ramazan ayı boyunca okunacak, hatta hatim edilecek. Kur’an hayata dâhil olacak...
Gündüzler oruçla, geceler teravihle idrak edilecek. İnsanlar hayırda yarışacak adeta... Maddî ve manevî kriz unutulacak, soframız ve gönüllerimiz bereketlenecek, canlanacak… Asık suratlarda gülücükler belirecek, gönül bahçelerinde zakkumlar yerini gonca güllere bırakacak. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler, vakıf ve dernekler tarafından ramazan sofraları kurulacak. Bu sofralarda mideler aşla, ruhlar manevî feyizle ve muhabbetle doyacak.
Mübarek ramazan ayı, tadını unutamadığımız pideleri ve birbirinden güzel tatlıları soframıza taşıyacak. Ağzımız pide ve baklavalarla, muhayyilemiz ise dinî sohbetlerle tatlanacak. Ruhumuz ve damağımız, hasret kaldığı maddî ve manevî tatlarla hayat bulacak…
Ramazan iklimi insanları çepeçevre kuşatıyor. ‘Ramazan’ deyip de geçmeyin, bizdeki ramazan medeniyeti bir çınar gibi kök salmıştır hayatımıza. İslam ve insanlık her geçen gün biraz daha unutulsa da ‘ramazan’ köklü bir gelenek ve manevî atmosfer olarak devam ediyor. Ramazan ayı, yitiklerimizi hatırlatarak onları bulmanın artık bir mecburiyet halini aldığını haykırıyor bizlere. Ramazan geldiğini hayattaki feyiz ve bereketten, maddî ve manevî canlılıktan rahatlıkla anlayabiliyoruz. İçimiz genişliyor bu yüce aşk iklime girdiğimizde…
Ramazan, idrakimize vurulan paslı zincirleri kıracak. Ruhlarımızda manevî temizlik seferberliği başlayacak. Ramazan, eskiyen ruh dokularımızı yenileyecek. İyi ki geldin ramazan… Bu ayın İslam ümmetine hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

RESULULLAH’IN RAMAZAN HUTBESİ

M. NİHAT MALKOÇ

Sıcakların dereceleri zorladığı bu yaz günlerinde İslam dünyası ve bütün Müslümanlar ramazanın rahmet ve bereket ikliminde serinliyor. Bu mübarek ay’ı layıkıyla idrak edenler nice sevaplar kazanarak onun manevî bereketinden hakkıyla istifade edeceklerdir. Fakat öyle kişiler de vardır ki onlar oruç tutarlar ama tuttukları orucun kendilerine bir faydası olmaz. Çünkü o kişiler gıybet ve koğuculuk yaparlar, böylece insanları birbirine düşürürler. Rasûlullah(sav) buyurdular: “Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (teravih ve teheccüd) kılanlar vardır ki, namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur.”(İbn-i Mâce, Sıyâm, 21) Allah bizleri böyle insanların zümresine dâhil olmaktan uzak tutsun. Zira bu durum manevî iflastan başka bir şey değildir. İyi düşünülürse anlaşılır ki manevî iflaslar maddi iflaslardan daha iç acıtıcıdır. Zira maddi kayıplarınızı, gecenizi gündüzünüze katıp daha çok çalışarak tekrar elde edebilirsiniz. Fakat manevî kayıpların kulu götüreceği son nokta ne yazık ki cehennemdir.

Ramazanı kıymetli kılan sebeplerden biri de kutsal kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlanmış olmasıdır. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)

Resulallah Efendimiz ramazan ayını ve bu ayda tutulan orucu çok önemsemiştir. Onun ramazan ve oruç hakkında nice güzel sözleri ve müstakil hutbeleri vardır. Ashaptan Selman-ı Farisi Radiyallâhu Anh anlatıyor: Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, Şaban ayının son gününde bize okuduğu bir hutbede şöyle buyurdu: “Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi. “Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.” “Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.” “Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.” “Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.” “Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.” “Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay müminlerin rızkını arttıracak aydır.” “Bu ayda her kim oruçlu bir mümine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.”

Her biri manevî bir yıldız olan ashaptan bazıları bu sözleri duyunca, yoksulluklarını düşünerek “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mümine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler: “Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.” “Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.” “Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız: “Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, kelime-i şahadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir. Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri Cehennemden Allah’a sığınmaktır.” “Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.”[et-Tergib ve’t-Terhib, 2:94-95]

Ne kadar mühim bir ayda olduğumuzun idraki içerisinde oruçlarımızı tutmalı, teravih ve vakit namazlarımızı kılmalı, şükrümüzü layıkıyla eda etmeli, soframızı fakirlere açmalıyız.

RESULULLAH’IN RAMAZANLARI
M.NİHAT MALKOÇ

Gönül göklerimizin parlayan yıldızı ramazan, içimizi aydınlatarak yürek mahzenlerimizdeki karanlıkları kovdu. Evlerimizi huzurla dolduran ramazan, kuruyan gönül ırmaklarını taşırdı; sükût eden yürek tellerimizi titretti. Nadasa bıraktığımız salâvatlar şimdi içimizde yankı buluyor. İnananların payına düşüyor günde beş vakit ezan… Çoraklaşan gönüllerimiz bir damla ab-ı hayat hükmündeki tevhid ve tehlillerle can bulur.
Ramazan, Müslümanlara en büyük müjdedir aslında. Bilindiği gibi mübarek ramazan hicretin ikinci yılında farz kılınmıştı. Kâinatın güneşi Efendimiz çok sevdiği ashabıyla ancak dokuz yıl oruç tutabilmişti. Bu ramazanlar rahmanî duyguların yürek semalarımızı çepeçevre sardığı vakitlere kapı aralardı. Asrı Saadet döneminde ramazan yaklaşınca hayat da ona göre yeniden tanzim edilirdi. Herkes iç dünyasını tövbelerle temizler, ruhların dirilişine zemin hazırlardı. Resululllah Efendimiz ramazanın yaklaşmasıyla beraber Müslümanları toplar, bu ayın ehemmiyetine dair vaaz ve nasihatlerde bulunurdu. Zaten bu devrin altın kalpli ümmeti aylar öncesinden bu ayın heyecanını duymaya başlardı. Hayat bir anlamda yenilenirdi.
Bir başkaydı asr-ı saadetteki ramazanlar… Çünkü insanlar bugünkü gibi gaflet denizlerinde kulaç atmazdı o zamanlar... Haramlardan şiddetle kaçınırlar, şüpheli şeylerden de uzak dururlardı. Onların hayatı düz bir çizgide, rahmanî dairede sürüp giderdi. Bu kutlu zamanda yaşayanlar Resullerine kayıtsız şartsız bağlıydılar. O’nun için canlarını feda etmeyi göze alabilirlerdi. Onlar büyük küçük demeden ailece ramazan ikliminde soluklanırlardı.
Ramazanlar şüphe yok ki müminlerin ibadet şevkini ve heyecanını artıran müstesna zaman dilimleridir. Yalnızlığın hançeriyle yaralanan mabetlerin yüzü bu ayda güler. Öte yandan Hz. Muhammed(sav) ramazana büyük ehemmiyet gösterir, onu hürmetle karşılar, hüzünle uğurlardı. Ümmetinin bu kıymetli vakitleri ganimet bilmesi için onları uyandırırdı. O’nun şu sözleri ramazana verdiği değere işarettir: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ay sizi gölgeledi. Öyle bir ay ki, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi o aydadır. Yine öyle bir ay ki, Allah (Celle Celaluhû) gündüzlerinde oruç tut¬mayı farz kıldı, gecelerinde teravih namazı kılmayı nafile kıldı. Kim bu ayda hayırlı bir işle Allah’a yaklaşırsa başka aylarda bir farz eda etmiş gibi olur. Kim bu ayda farz olan bir ibadeti yerine getirirse başka zamanda yetmiş farz yerine getirmiş gibi sayılır. Bu ay sabır ayıdır. Sabrın karşılığı cennettir.”
Sayılı günler olan ramazan; sevapların katlandığı, günahların miktarınca yazıldığı nurlu zamandır. Ramazanın rahmet ve bereket ikliminden nasiplenememek ne büyük bir bedbahtlıktır. Bu ayda sağanak halinde yağan rahmet ve bereket yağmurları, çölleşen yürekleri yeşertir. Ramazan ayının başladığı bir günde Resulullah şöyle buyurmuştu: “İşte bereket ayı Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ay yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir. Dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı sizinle iftihar eder. Öyle ise, kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Asıl bedbaht olan da, bu ayda Allah’ın rahmetinden nasibini alamayandır.”
Ramazanın bütün özellikleriyle yaşatılması Müslüman olarak en büyük arzumuzdur. Sadece aç kalmak ramazanı ihya etmek için yeterli değildir. Oruç diyet olarak görülmemelidir. Oruç Hakk’a yakın olmaktır. Bu günlerin heyecanını bütün hücrelerimizde hissetmeliyiz. Kimi insanların sahura kalkmadığına şahit oluyoruz. Onlar uykularına kıyamıyorlar. Oysa sahur bu ayın şiarlarındandır. Resulullah: “Sahur yemeğini yemek berekete sebeptir. Sizden biriniz bir yudum su içmekle de olsa sahuru terk etmesin. Çünkü sahura kalkıp yiyip içene Allah rahmet etmekte, melekler de istiğfarda bulunmak¬tadır.” diyor.
Resulullah Efendimizin ramazanları dopdolu geçerdi. O, ramazanın sadece gündüzünde değil, gecesinde de hep ibadetle meşgul olurdu. Nefsiyle hesaplaşan Efendimiz, ramazanın son kısmında da itikâfa girerdi. O’nun ramazanları ibadet ve kulluk açısından bereketliydi. Bizler O’nun ümmetinden olduğumuz için bu hususta da onu rehber edinmeliyiz.

RUHANÎ BİR ATMOSFER: RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan, hayatımıza zenginlikler katan mübarek bir atmosferin yürekleri kuşatmasıdır. İftar ve sahur sofraları, sohbetler, teravihler, mahyalar, davulcular, maniler, pideler, tatlılar hep bu ayı çağrıştırır bize. Ne mutlu bize ki böyle güzelliklere sahibiz.
Ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zira zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz besbelli... Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara!...
Ramazanın gelişiyle beraber İslam coğrafyası birlik ve beraberlik ruhuyla yeniden hayat kazandı. Tabir caizse hayata hayat geldi. İslam değerleri bir kez daha dünya gündemine oturdu. Müslümanlar kış uykusundan uyandı. Nadasa bırakılan ruhlar, ekime hazır hâle getirildi. Oysa bir aylık ibadet bizi Cennete ulaştırmak, Cehennem ateşinden korumak için kâfi değildir. Müslüman yılın 365 günü Allah’la beraber olmalıdır. İbadetleri ramazana sıkıştırmak kendimizi aldatmanın bir başka sinsi yoludur. Müslüman’ın bir gününün nasıl geçeceği Kur’an’da ve hadislerde belirtilmiştir. Hayatımızı bu doğrultuda şekillendirmeliyiz.
Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı rahmet, mağfiret ve bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Öncelikle bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü, verdiği şeyin peşinde kalmaz. O, verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının hakkıyla idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.
Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Zamanımızda keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Bugün çok mal ve para kazanılmasına rağmen, kazanılanların zekâtı miktarınca verilmediği için, fakirler sevindirilmediği için elimizdekilerin bereketi olmuyor, kazancımızın çoğu elimizden uçup gidiyor.
Dikkat edin muhterem Müslümanlar!... Ramazan boyunca kapanan cehennem kapıları ramazanın gidişiyle beraber tekrar açılıyor. Zincire vurulan şeytanın eli ayağı çözülüyor. Müslümanın işi daha da zorlaşıyor. Unutmayınız ki kulların zorlu imtihanı, son nefese kadar soluksuz devam ediyor. Sakın ola ramazanda kazandığınız güzel davranışları bir kenara bırakmayın; kahve ve meyhane köşelerine dönmeyin. Bu ramazan, hayatı anlamlı kılmanız için adeta bir milat olsun size… Bir aylık ibadetle cennete gidilebileceğini sanmayın, aldanmayın, yanmayın. Allah hepimizi gelecek mübarek ramazana eriştirsin. Kıldığınız namazlar, tuttuğunuz oruçlar, verdiğiniz zekât ve fireler kabul ve makbul olsun. Gelecek ramazan bayramınız şimdiden kutlu olsun. Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.

RUHANÎ BİR ATMOSFER: RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Ramazan, hayatımıza zenginlikler katan mübarek bir atmosferin yürekleri kuşatmasıdır. İftar ve sahur sofraları, sohbetler, teravihler, mahyalar, davulcular, maniler, pideler, tatlılar hep bu ayı çağrıştırır bize. Ne mutlu bize ki böyle güzelliklere sahibiz.
Ramazanın feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanabilmek için adeta maneviyat seferberliği ilan etmeliyiz. Çünkü ramazan sayılı günlerden ibarettir. Bu günlerin içini hakkıyla doldurmalıyız. Zira gelecek ramazana kavuşacağımıza dair hiçbirimizin elinde herhangi bir senet yoktur. Akıllı insan, her türlü ihtimali göz önünde bulundurarak idrak ettiği ramazanı son ramazan olarak bilir ve gereğini yapar. Zira zaman hızla akıp gidiyor. Her geçen gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz besbelli... Ramazan gibi bereketli ve feyizli günleri layıkıyla değerlendiremezsek sevap-günah dengesi bozulur. Geçen günler fayda değil, zarar hanemize yazılır. Ne mutlu sayılı ramazan günlerini layıkıyla dolduranlara!...
Ramazanın gelişiyle beraber İslam coğrafyası birlik ve beraberlik ruhuyla yeniden hayat kazandı. Tabir caizse hayata hayat geldi. İslam değerleri bir kez daha dünya gündemine oturdu. Müslümanlar kış uykusundan uyandı. Nadasa bırakılan ruhlar, ekime hazır hâle getirildi. Oysa bir aylık ibadet bizi Cennete ulaştırmak, Cehennem ateşinden korumak için kâfi değildir. Müslüman yılın 365 günü Allah’la beraber olmalıdır. İbadetleri ramazana sıkıştırmak kendimizi aldatmanın bir başka sinsi yoludur. Müslüman’ın bir gününün nasıl geçeceği Kur’an’da ve hadislerde belirtilmiştir. Hayatımızı bu doğrultuda şekillendirmeliyiz.
Ramazan ayı yardımlaşmanın gözle görülür biçimde arttığı rahmet, mağfiret ve bereket ayıdır. Fitre ve zekâtlar yanında, durumu iyi olan Müslümanlar fakirlere gıda yardımı yaparak onları sevindirirler. Fakat müslümanın yardım yapmasının da bir usulü vardır. Öncelikle bir elin verdiğini öbür el bilmemelidir. Yardım ederken garibanlar incitilmemelidir. Türkiye’de yardım manzaralarını görünce üzülüyoruz. Hiçbir ciddi organizasyon yapılmadan yardımlar itiş kakış bir vaziyette dağıtılıyor. Ortalık savaş alanı gibi karmakarışık bir durum arz ediyor. Böyle yardım yapmak dayanışmanın ve İslam’ın ruhuna aykırıdır.
Allah rızası için yardım edenler, en çok sevdiklerinden verirler; verirken de hiç mi hiç huzursuz olmazlar. İşe yaramaz şeyleri vermek muteber değildir. Kıymetsizi verip kıymetli sevaba erişmek mümkün mü? Fedakârlık etmeyen sevdiğini elde edemez. Bununla beraber yardımsever kişinin gözü, verdiği şeyin peşinde kalmaz. O, verdikçe haz alır. En iyisinden, işe yarayanından verir. Yüce Rabbimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, iyilik ve hayra nail olamazsınız. Ne infak ederseniz, Allahü teâlâ, onu hakkıyla bilir ve mükâfatını verir.”(Al-i İmran 92) Bu ayetin iyi okunması ve manasının hakkıyla idrak edilmesi gerekir. Yoksa verdiklerimiz bize fazla bir getiri sağlamayabilir.
Günümüz şehir yaşantısında merhamet ve yardımlaşma duyguları bir hayli azalmıştır. Modern yaşam tarzında bencillik almış başını gidiyor. Zamanımızda keserler hep kendine yontuyor. İnfak etmekle fakir olunacağı zannediliyor. Bugün çok mal ve para kazanılmasına rağmen, kazanılanların zekâtı miktarınca verilmediği için, fakirler sevindirilmediği için elimizdekilerin bereketi olmuyor, kazancımızın çoğu elimizden uçup gidiyor.
Dikkat edin muhterem Müslümanlar!... Ramazan boyunca kapanan cehennem kapıları ramazanın gidişiyle beraber tekrar açılıyor. Zincire vurulan şeytanın eli ayağı çözülüyor. Müslümanın işi daha da zorlaşıyor. Unutmayınız ki kulların zorlu imtihanı, son nefese kadar soluksuz devam ediyor. Sakın ola ramazanda kazandığınız güzel davranışları bir kenara bırakmayın; kahve ve meyhane köşelerine dönmeyin. Bu ramazan, hayatı anlamlı kılmanız için adeta bir milat olsun size… Bir aylık ibadetle cennete gidilebileceğini sanmayın, aldanmayın, yanmayın. Allah hepimizi gelecek mübarek ramazana eriştirsin. Kıldığınız namazlar, tuttuğunuz oruçlar, verdiğiniz zekât ve fireler kabul ve makbul olsun. Gelecek ramazan bayramınız şimdiden kutlu olsun. Allah inananların yâr ve yardımcısı olsun.

SEKSEN ÜÇ YILA BEDEL MÜSTESNA BİR GECE
M.NİHAT MALKOÇ

Kur’an’da adı geçen tek ay Ramazan ayıdır. Bu ayın içinde fazileti diğer gecelerle kıyaslanamayacak kadar büyük bir gece vardır ki o gecenin adı Kadir Gecesi’dir. Kadir Gecesi, Kur’an’da adı geçen, faziletleri saymakla bitirilemeyen, Hakk ve halk katında bir mübarek gecedir. Öyle ki bu geceyle ilgili olarak “Kadir Suresi” adlı bir de sure indirilmiştir. Yüce Rabbimiz beş ayetli bu surede Kadir Gecesi’yle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır… O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar.”
Ahir zaman ümmeti; ömürlerinin kısa olduğundan, bu kısa ömürde yeterli ibadet edemeyeceklerinden yakınır. Böyle yakınmalarda bulunan iyi niyetli kişilerin imdadına Kadir Gecesi yetişmektedir. Ayette de görüldüğü üzere “Kadir Gecesi, içinde Kadir Gecesi olmayan bin aydan daha hayırlı bir gece “olarak nitelendiriliyor. Yani bir insanın seksen yıllık ömrüne bedeldir bir Kadir Gecesi… Zira ‘bin ay’ seksen üç sene dört aylık bir süreye karşılık gelmektedir. Bu geceyi hakkıyla idrak edenler bir gecede seksen üç yıllık ecir ve sevaba kavuşmaktadırlar. Bu, ahir zaman ümmeti için büyük bir lütuftur. Fakat kurtuluş için bir akşamı yeterli görmek basiretli müminlerin yapacağı iş değildir. İbadette esas olan az da olsa her zaman ve düzenli yapılmasıdır. Diğer günlerde farzları ve sünnetleri yerine getirmeyenin Kadir Gecesi’nden çok fazla sevap ummaya hakkı veya yüzü var mıdır?Bir düşünün!...
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim bu gecede ilk olarak dünya semasına indirilmiştir. Bu geceyi önemli kılan unsurların başında bu gelmektedir. Kadir Gecesi’nde müminlere adeta manevî bir şölen verilir. Bu şölen tan yerinin ağarmasına kadar fasılasız devam eder. Bu kutlu şölenle ilgili olarak En Sevgili şöyle buyurur: “O gecede melekler ve Cebrail Rablerinin izniyle her iş için arka arkaya iner. O gece, tan yerinin aydınlanmasına kadar bir selâmettir.”
Müstesna bir zaman dilimidir Kadir Gecesi… Resulullah “O gece yeryüzüne inen meleklerin sayısı çakıl taşlarının sayısından çok daha fazladır” buyurarak gecenin feyiz, bereket ve rahmetini vurgular. Allah bu gecede rahmet kapılarını ardına kadar açar kullarına. Affını talep edenleri bağışlar, duaları kabul eder. Basiretli müminlerin oturduğu hanelere, bereket, nur ve rahmet yağmurları yağar. Müminlerin kalpleri Allah sevgisiyle çarpar.
Yüce Rabbimiz Kadir Gecesi’ni ramazan ayının içinde gizli tutmuştur. Bunun en büyük hikmeti Müslümanların ramazanın her gecesini Kadir Gecesi’ymişçesine dolu dolu geçirmelerini sağlamaktır. Ramazanın son on günü içerisinde, özellikle ramazanın yirmi yedinci gecesi olma ihtimali yüksektir. Fakat akıllı Müslüman her geceyi adeta bir Kadir Gecesi’ymiş gibi ibadet ve taatle geçirir. Bu gecenin kendine mahsus bir ibadeti de yoktur. O gece camiye gidip yatsı, teravih ve vitir namazlarını cemaatle kılmak, eve dönünce de kaza namazı kılmak, bol bol Kur’an’ı Kerim okumak, dua ve tövbe istiğfarda bulunmak gerekir.
Sevgililer Sevgilisi, kâinatın serveri, dünyanın yaratılış sebebi Hz. Muhammed(sav) “Kim inanarak, sevabını ancak Allah’tan bekleyerek Kadir Gecesi’nde kıyam üzere olursa (uyanık kalıp ihya ederse) geçmiş günahları affedilir.” buyurarak bu gecede yapılacak ibadetlerin önemini belirtir. Gelin bu geceyi son fırsat olarak görüp içini ibadetle dolduralım.
“Hüküm Gecesi” demek olan Kadir Gecesi manevî bir fırsattır. Sözlerimi büyük fıkıh âlimlerinden Hayreddin Karaman’ın 1965’te kaleme aldığı bir şiirle noktalamak istiyorum.
“Bizi rahmetine daldır ilâhî
Kur’an’ından nasip aldır ilâhî
Aradan perdeyi kaldır ilâhî
Nasipsiz inmesin kollar bu gece”
Bu “Milenyum Çağı”nda İslam ümmeti dağınıklık ve perişanlık içinde... Son sözüm dua niyetine: Kadir Gecesi ümmed-i İslam’ın kurtuluşuna ve uyanışına vesile olur inşallah…

SELAM SANA EY RAMAZAN!...
M.NİHAT MALKOÇ

Selam sana ey Ramazan!...
Gönüllerimizdeki karanlık bulutları dağıttın mübarek gelişinle… Huzurun ve bereketin ikliminde soluklandırdın bizi. Rahmetin ve mağfiretin, atmosferimizi çepeçevre kuşattı. Af umuduyla ellerimiz semaya yöneldi gecelerde ve seherlerde. Garipleri ve öksüzleri sevindirdin bereketli sofralarınla. Şeytanlar zincire vuruldu bu mukaddes zaman diliminde. Feyzinle kanatlandı pörsümüş ruhlarımız. Günahlarımız bir mum misali eridi duaların sağanağında. Karanlıklar dağıldı, şafak yetişti müjde niyetine. Gönüllerimizin tozunu aldı sahurun seher yelleri. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan Anamur’a kadar şenlendi şehit kanlarıyla sulanmış vatan… Doğudan esen yeller iki cihan serverinin, Resulullah’ın kokusunu bahşetti bizlere. Onun mübarek kokusuyla bayram eyledi asrın telaşlarında debelenen ruhumuz.
Selam sana ey Ramazan!...
Beklenen sevgili, kapımızı teşrif edince gönüller bayram yerine döndü. Müminlerin gönül göklerinde parlayan yıldızlar, güneşi kıskandırdı; bir hoş eyledi gönlümüzü. On bir ayın şahı, gönül kalelerimizi kuşattı. Bizler de gönüllü teslim olduk bu dost kuşatmasına. Gam ve kederlerimizi dağıttı şimalden esen tatlı rüzgârlar. Yüreklerdeki günah kirini ve pasını sildi ramazanın zımparası. Tövbe nöbetlerinde anadan doğmuşçasına ak pak oldu yürekler. Nur yağdı semavatın yedinci katından yeryüzüne ve viranlaşan hanelerimize. Cana can, kana kan, zamana heyecan geldi bu demlerde. Gönül bahçelerimizdeki yetim gülleri suladı rahmet yağmurları. Recep dedik, şaban dedik, ramazan dedik. Umutla, sabırla, heyecanla bekledik sayılı günleri. Beklediğimize değdi ramazanın gelişi.
Selam sana ey Ramazan!...
Bir aylık misafirimiz olan ramazanı memnun etmek için ne yapmıyoruz ki… Bu müstesna günlerde sofralarımız diğer zamanlardan daha dolu ve renkli oluyor. Bunun ötesinde bereket kuşatıyor mutfaklarımızı. İnsanlık gönül ışığını senin kaynağından alıyor. Ey ufukların sultanı ramazan! Parlak ışıklarınla karanlıkları kovuyorsun göklerimizden. Heybende getirdiğin maneviyat erzakıyla gönüllerimizi doyuruyorsun tıka basa. Bir zamanlar kuruyan gönül çaylarımız senin sevkinle ve şevkinle coşarak akıyor şimdi. Ruhlarımıza tarifsiz huzur bahşediyorsun. Sırların ve hikmetlerin genişledikçe genişliyor zamanın avucunda. Hanelerimiz nurlara gark oluyor iftarda ve sahurda. Cennetin kapılarını açan altın anahtar oluyorsun müminlere. Vicdanların pası sökülüyor, yüzler gülüyor sahurda ve seherde.
Selam sana ey Ramazan!...
Katılaşan yürekler ramazan ikliminden geçtikten sonra hamiyet yarışına giriyor. Tövbesiz dudaklar da sabahlara kadar pişmanlık gözyaşları döküyor. Nefisle şeytan arasındaki rabıta zayıflıyor bu ayda. İnsan şeytandan uzaklaşıp yüzünü meleklere dönüyor. Nefse kelepçe takan ramazan, onun hareket alanını da iyice kısıtlıyor. Tefekkür penceresinden yaratılış kudretlerini seyreden kullar, teslimiyet bayrağını çekiyor Hakk’a ve hakikate. Ramazanda fitre ve zekâtlar adresini bulunca solgun yüzlerde bir papatya gülümsemesi beliriyor. Secdelere değen alınlar pişmanlık gözyaşlarıyla yıkanıyor. Karanlığa gömülmüş ve buz tutmuş gönüllerde rahmetin çırası yanıyor. Bütün canlar Hakk’ta bir olup felaha eriyor. Camiler altın devrini yaşıyor ramazanlarda. Saflar müminlerle dolup taşıyor teravihlerde.
Selam sana ey Ramazan!...
Gufran ayı ramazanda gecelerimiz ibadetle ışıklanıyor. Bu ayın uhrevî havasında ruhlar diriliyor. Gönüller fethediliyor sevgi sözcükleriyle. Ramazan gülleri, kokusunu bırakıyor secdelerde ve secdelere değen alınlarda. Caddeler, sokaklar, köyler ve şehirler ramazan boyasıyla boyanıyor bir kez daha. Lâhutî hisler ayaklanıyor yürek kalelerinde. Yoldan çıkmak üzereyken ramazan bizleri terbiye ediyor, yola getiriyor, adam ediyor.

SEN GELDİN YA!...
M.NİHAT MALKOÇ

Sen geldin ya, ey ramazan!…
Kuruyan damarlarımıza kan, gözlerimizin ferine can geldi. Yeşile hasret gönül dağlarında açtı çiçekler… Merhamet ağacının yaprakları yeşerdi. Sonbahar hüzünleri geride kaldı. Rahmet bulutlarını sağıyor nurlu nazarlar… Gönül göğümde neşeyle uçuşuyor kuşlar… Yüreklerin narı nura tebdil oluyor bu rahmet göğünün altında. Heybemde sakladığım bir tutam huzur, en zor vaktimde senin rahmet ve saadet ikliminde abad eyledi keyfi kaçan kalbimi. Göklerime taşıdığın ateşböcekleri karanlığıma ışık oldu.
Sen geldin ya, ey ramazan!…
Yüzümüzün karası yerini berrak gölgelere bıraktı. İçimdeki karaların üstüne ak bir tabaka oldun. Süveyda’nın karalığı yok oldu gitti. İçimde günahlarımı yakan yangın oldun. Hücrelerimi temizledi ateşin. Secdeleri ısıttı mübarek alınların ateşi. Ruhumu huzur tepelerine uçuran bir çift kanat oldun. Rüyalarımı süsledin çepeçevre. Viran bahçelerimi bezeyen gonca gülümsün sen. Çöl suya nasıl hasretse bizler de öyle hasrettik sana. Onun içindir ki gözlerimiz yollarını gözledi on bir ay boyunca. İşte geldin, dünyamızı mamur eyledin.
Sen geldin ya, ey ramazan!…
İçimi kemiren aç kurtların düşmanı oldun. Ruhumun paslı menteşelerini cilaladın. Yüreğimin zincirlerini kırdın halka halka… Azat ettin basiret nazarlarımı. Baharı soludum kışın ortasında. Şüphelerim yok olup gitti bir bir… Dağıldı kalbimi yoran efkârım… Ayak izlerini takip ederek doyumsuz hazlara ulaştım. Ertelemeden doyasıya yaşadım sevinçleri. Endişelerimin anlamsızlığına tercüman oldun. Etrafımda kol gezen ihanetlere fırsat vermedin. Yunusça sevgilerle, Mevlanaca hoşgörülerle yumuşattın benliğimi. Silindi zamanın tozları aşk süpürgesiyle. Akşamın karanlığı sabahın duruluğunda kaybolup gitti.
Sen geldin ya, ey ramazan!…
Zihnimi kurcalayan sorular cevap buldu. Yıllar yılı kendimle süren kavgalarım barışın sükûnetinde yok olup gitti. Sen kapımın eşiğinde durdukça sancılarım tekerrür etmez bir daha. Kaygılarım anlamını kaybeder ilelebet… Gece sayıklamalarım yerini rahmani rüyalara bırakır. Menzile varmak için tükenmez bir enerjiyle donanır ruhum… Güneş yüzlü dev adamlar girer rüyalarıma. Harlanmış yüreğim ateşini verir toprağa. Yalınayak düşerim gönül sahillerine. Kumların kızgınlığına bahşederim korlaşan ateşimi. Rüzgârlara saldığım saçlarımın esintisi içimi ferahlatır. Yaşadığımı hissederim bütün iştahımla.
Sen geldin ya, ey ramazan!…
Gönül sürgünlerimin kutlu durağı oldun. Sığındım sevgine, şefkatine, merhametine. Şeffaflaştı gizli saklı duygularım. Aynalar tuttum yüreğime… Her soluk alıverişinde sis çöktü aynalara. Kuruyan gönül çağlayanları tekrar coşkunca akmaya başladı. Açık denizlerde kaybolan gemilerim ancak buldu rotasını. Kıblemin önündeki engeller kalktı birer birer… Hafızam fitne ve fesat çöplüğü olmaktan kurtuldu bir anda. Çelikleşti hakikati kavrayan iradem… Yalnızlıklarım son buldu, kalabalıklaştı gönül coğrafyam… Yüreklerden sızan lavlar doldurdu günah çukurlarını. Cehennem kapandı bir ay boyunca. Güzellikler davranışa dönüşünce dünya güzelleşti alabildiğine. İman bağıyla bağlandı kardeşlik…
Sen geldin ya, ey ramazan!…
Gerçek manasını buldu hayat… Yaşanmışlıklar hakikatin süzgecinden geçirildi. Yalan tortuları temizlendi birer birer… Kal-u belada verdiğim sözü hatırlattın bana. Utandım bir kez daha hakikate yüz çevirmişliğimden. Pişmanlıklarımı aşırdın Ağrı dağının tepesinden. Gönül ateşlerinde pişirdin benliğimi. Mevlana misali evvel hamdım, sonra piştim, ahir yandım… Şımaran nefsimi terbiye ettin iman ocağında. Kabuk bağlayan yaralarım derman buldu seninle… Akıl ağacının meyvelerini koydun idrak sepetine. Avundum önüme serdiğin manevi nimetlerle. Oruçla birlikte gül koktu kirli nefesler… Ey ramazan yeniden doğdum seninle…

SEVAPLARIN HASAT MEVSİMİ: RAMAZAN…
M.NİHAT MALKOÇ

Müslümanlar için rahmet ve bereket ayları olan üç aylar adeta sevapların hasat mevsimidir. Recep, Şaban ve Ramazan diye peş peşe sıralanan bu aylarda çok mübarek geceler de mevcuttur. Bu aylar içerisinde bulunan Regaip, Miraç, Berat ve Kadir geceleri maneviyat ikliminde alabildiğine soluklandığımız mukaddes zaman dilimleridir. Regaip gecesi, Recep ayının ilk cuma gecesine, Miraç gecesi, Recep ayının yirmi yedinci gecesine, Berat gecesi, Şaban ayının on beşinci gecesine, Kadir gecesi ise Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlar. Fakat Kadir gecesinin tam vakti ihtilaflıdır. Sevgili Peygamberimiz, bu aylarda her zamankinden daha çok ibadet eder ve “Allah’ım! Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.” diye dua ederdi.
Ramazan on bir ayın sultanı sıfatıyla her yıl kapımızı çalar, hayatımıza bambaşka bir renk ve ahenk katar. Bu ayın mübarek atmosferi manevî dünyamızı çepeçevre kuşatır. Ağzımız kötü sözlerden, midemiz ise abur cubur yiyeceklerden uzak durur. İç dünyamız manevî bereketle hayat bulur. Gerçek huzurun ikliminde soluklanırız. Hayat bulur hayat…
Ramazanlarda evlerimizde bambaşka bir heyecan ve telaş yaşanır. Küçüğünden büyüğüne kadar hemen herkes bu tatlı heyecana iştirak eder. Ramazanın iftarı ve sahuru huzurun ve manevî lezzetin doruğa ulaştığı demlerdir. Ya teravihlere ne demeli, küçük büyük camilere doluştuğumuz, bin bir hatıramızın yaşandığı mübarek teravihler!... Ramazanla birlikte uzun süre camilerden uzak kalan ayaklarımız, ilahî huzurun ikliminde rahat ederler. Cumalık gidişler her akşam kılınan teravih namazlarıyla taçlanır; ruh huzura kavuşur.
Ramazan insanı munisleştirir. Oruçlu insan kötülük yapmaz, başkalarına bulaşmaz. Mevlana gibi hoşgörülü, Yunus gibi sevgi dolu olur. Kendisine bulaşmak isteyenlere Peygamber Efendimizin yaptığı gibi oruçlu olduğunu hatırlatır ve susar. O büyük insan, ramazanda Müslüman’ın tavrını şöyle özetler: “ Şayet birisi kendisiyle itişmeye veya kendisine karşı ağız bozmağa kalkışırsa ‘ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun”
Bu hadiste de belirtildiği gibi gelecekte pişman olmamak için hayatımıza çekidüzen vermeliyiz. Allah’ın çizdiği yolda yürümeliyiz. Anne babalarımıza sağ iken yetiştiğimizde onlara ‘öf’ bile dedirtmemeliyiz, rızalarını kazanmalıyız. Resulullah’ın adı geçtiğinde ona selatü selam getirmeliyiz. Ramazan geldiğinde onu ibadetlerle geçirip Hakk’ın razı olacağı kullar içerisinde yer almalıyız. Sayılı günlerimizde basiret gözümüzü dört açmalıyız.
Ramazanın bereketi hayatın her yanına siner. Cadde ve sokaklar daha bir renkli olur. Açılan kitap fuarları, verilen konferanslar gönül çağlayanımızı daha da coşturur. Akşamleyin alınan o güzelim susamlı pideler neşemizi ve iştahımızı doruğa çıkarır. Hele verilen toplu iftarlar!... Eşimizi, dostumuzu buralarda görür, sohbetleri derinleştiririz. Hayatın yoğunluğunda ihmal edilen gidip gelmelere vesile olur Ramazan, dost buluşmaları için bulunmaz bir nimettir. Kısacası ramazan hayata hayat katan müstesna bir zaman dilimidir.
Ramazanla birlikte yaşlı dünyada taze başlangıçlar yaşanır. Ramazan şenlik ayıdır aynı zamanda… Gönüllerimiz, camilerimiz ve şehirlerimiz bu ayda şenlenir. İftarda ve sahurda sofraya oturunca bayram sevinci yaşarız. İftardan önce şöyle bir dua okunması çok uygundur: “Allah’ım senin için oruç tuttum, sana iman ettim, sana güvendim ve dayandım, senin lütfettiğin rızık ile orucumu açıyorum, geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla Rabbim!”
Bu ayda kandiller ve mahyalar içimizi aydınlatır. Anne ve babalar oruç tutan yavrularına şefkat gösterme, ikramda bulunma ve merhamet etme konularında yarışırlar. Eller Allah’a kalkar, mülkün gerçek sahibinden af ve mağfiret dilenir. İşlenen günahlardan dolayı pişmanlık duyulur. Bu kıymetli süreçte gökten rahmet ve bereket sağnak sağnak yağar. Kısacası ramazan, sıradanlaşan hayatı anlamlı kılmanın yoludur. Ne mutlu bizlere! Şükrolsun ki bir kez daha bu güzel duyguları yaşamak nasip oldu bize. Bizi bu günlere eriştiren Allah’a binlerce şükürler olsun. Ramazanınız mübarek, iftar ve sahurunuz bereketli olsun.

SINIR ÖTESİNDE RAMAZANLAR
M.NİHAT MALKOÇ

Bütün dünyada bir ay boyunca ramazanın doyumsuz atmosferi gönüllerimizi şenlik yerine döndürecek. Diğer zamanlara göre hayata can ve heyecan gelecek. Yürekler maneviyatla dolup taşacak. Zaman nehirlerinden akıp giden her gün, hüzün tortusunu da geride bırakacak. Gönlümüzdeki hatıralar kalacak geriye. Yaşanmışlıklar bu hatıra sarmalı içinde yarınlara aktarılacak. O unutulmaz iftar sofraları, teravih öncesinde ve sonrasında demli çaylar eşliğinde edilen sohbetler gönül köprülerimizi daha da sağlamlaştıracak. Böylece zaman akacak, bizler de zamanın akışına uyup onun bıraktığı derin izleri takip edeceğiz.
Ramazan bütün dünyada aynı heyecan atmosferiyle evlerimizi şenlendirebilecek mi acaba? Gurbetteki dostlarımız ramazanı sıladakiler kadar coşkulu yaşayabilecek mi? Bizler iftara doğru mübarek ezanı ve iftar topunu beklerken yurtdışında yaşayan insanlarımız bu saatlerde ezanın boşluğunda hüzünlenmeyecekler mi? Gurbette yaşanan ramazanlarla sılada yaşanan ramazanlar bir mi? Ülke içerisinde gurbet hayatı yaşıyorsanız buna bir yere kadar katlanılabilir? Ya kiliselerin gölgesinde, ezandan ve izandan mahrum yaşıyorsanız bu içinize hüznün kurşundan gölgesini düşürmez mi? Efkârlanıp bir köşede öylece kalakalırsınız.
Sevgi ve muhabbet iklimini gönüllere taşıyan ramazan, gurbetçilerimizi de bambaşka dünyalara götürüyor. Gurbette ramazanı doyasıya yaşamak zor olsa da bu toprağın insanları bunu sağlamak ve çocuklarına ramazan heyecanını doyasıya yaşatmak için canla başla çalışıyorlar. Çünkü çocukların zihnine nakşedilen ramazan motifleri onların gelecekteki hayatlarının şekillenmesinde öncü rol oynayacak. Zor şartlarda olsak da çocuklarımız bu manevî havayı teneffüs etmelidir. Şimdi Avrupa’da da büyük camilerimiz ve mescitlerimiz var. İftardan sonra bu camiler ağzına kadar doluyor. Avrupa’daki Müslümanlar yitiklerinin kıymetini biliyor artık. Gurbetin zorluklarına rağmen inançlarına dört elle sarılıyorlar. Avrupa’daki diğer milletlerden Müslümanlar da aynı caminin kubbesi altında huzura yelken açıyorlar. Buralardaki camilerde her milletten insana rastlayabiliyorsunuz. Hepsinin kalbi Allah, Kur’an, peygamber aşkıyla atıyor. Hepsinin payları farklı olsa da paydaları İslam…
Ramazanın gelişi hayata apayrı bir dinamizm getirir. İftar çadırları kurulur. Kitap fuarları düzenlenir. İftar neşesinden sonra teravih namazlarına gidilerek dinî ve sosyal bağlar güçlendirilir. Özellikle iftar çadırları insanların aynı amaç ve ideal uğrunda bir çatı altında olmasını sağlar. Bunları Avrupa’da doyasıya yaşamak mümkün değildir. Fakat son zamanlarda bazı gayretli vatandaşlarımız sayesinde Avrupa’nın değişik ülkelerinde iftar çadırları kuruluyor. Burada sadece Müslümanlar değil, ramazana ilgi duyan yabancılar da ağırlanıyor. Hatta yabancılar da Müslümanlarla birlikte bu işe el atıp hoşgörünün en güzel örneklerini gösteriyorlar. Sevgi ve hoşgörü iftarlarında farklı inançlardan insanlar aynı mekânları paylaşıp aynı manevî havayı teneffüs ediyorlar. Bazı gayrimüslimler bu uhrevî havadan etkilenerek Müslümanlığı seçip hayatlarında köklü değişiklikler yapıyorlar.
Eskiden daha zordu gurbette ramazanı yaşamak... Şimdiki imkânlar ramazanları biraz daha kolaylaştırsa da gurbetteki ramazanlarda yetim çocukların hüznü var. Çünkü bu coğrafya size orucun havasını, hazzını ve manevî mertebesini yaşatamıyor. Sokaklardaki insanlar yiyip içerken, sigaralarını tüttürürken, birahaneler dolup taşarken ramazan biraz da lafta kalıyor. Yalnız ve çaresiz hissediyorsunuz kendinizi. Ramazanı üç yıl yurtdışında yaşamış bir insan olarak bunu tecrübe ettim. Ülkemin ramazanlarının ne kadar eşsiz olduğu kanaatine vardım.
Gurbette ramazanlar da, bayramlar da buruk geçmeye namzettir. Bu gurbetten kastedilen yurtdışıysa işiniz daha da zor demektir. Fakat ailenizle birlikte yaşıyorsanız onlardan aldığınız güçle zorlukları omuzlayabilirsiniz. Ramazanın heyecanını ve telaşını gurbet sokaklarında göremezsiniz. Oysa benim güzel ülkemde, Türkiye’mde iftara yakın saatlerde sokaklar karınca yuvası gibi canlıdır. Gurbette imsakiyeye bakarak oruç tutmak ayrı bir sorundur. Varsın olsun, dünya gurbetine bir de bu eklensin. Sabır her derdin ilacıdır.

SOMALİ AÇLIKTAN KIRILIRKEN İFTAR YAPMAK…
M.NİHAT MALKOÇ

Yaşadığımız zaman içerisinde idrak etmekte olduğumuz ramazan, cömertlik ve yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kulluk şuuruyla oruç tutan müminler, ömür boyu zorunlu yarı aç yarı tok yaşamak mecburiyetinde kalan fakirleri ve kimsesizleri daha iyi anlarlar.
Gönülleri şen eden mübarek ramazan ayı, şefkat ve merhameti çağrıştırıyor. Doğu Afrika’nın açlık ve kuraklıkla kırıldığı, yanıp kavrulduğu bu zor günlerde bizler onlar için neler yapabiliyoruz? Oruç tutan müminlerin, düşkünleri koruyup gözettiği bir ayın gölgesinde serinliyoruz. Biz Müslümanlar, açlığa mahkûm bu insanların ellerinden tutabiliyor muyuz?
Ramazan deyince aklımızı iftar sofraları geliyor. Ramazanda sivil toplum örgütleri, dernekler, vakıflar ve belediyeler fakir zengin ayrımı yapmadan halka iftar sofraları hazırlarlar. Böylece ramazanın ruhuna uygun yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir.
Bir de zenginlikte ve şatafatta yarışılan iftar sofraları vardır. Bu sofraların konukları da sanıldığı gibi fakirler değil, kendini soylulardan sayan zenginlerdir. Oysa gereğinden fazla lüks ve şatafatlı sofralar, gösteriş, riya, israf ramazanın ruhuyla ve oruç ibadetiyle bağdaşmaz. İslam, ölçülü olmayı gerektirir. Gün boyu aç kalan müminin, akşam ezanıyla birlikte çektiği açlığın acısını çıkartırcasına tıka basa doyması hem dinen, hem de tıbben uygun değildir.
Ramazan ne kilo verme, ne de kilo alma ayıdır. Ramazan, fiyatları artırıp köşeyi dönme ayı da değildir. Ramazan köşe bucak dilenerek insanların merhamet duygularını sömürme ayı da olmamalıdır. On bir ayın sultanı ramazan; ruhu manevî kirlerden arındırma, tefekkür ve muhasebe ayıdır. Allah’ın bize verdiği nihayetsiz nimetleri düşünerek şükretmek, doğuşumuzdan itibaren, aldığımız son nefese kadar yaşadığımız kulluk sürecini gözden geçirmek ayıdır. Ramazanda zengin iftar sofraları kurmada değil, kullukta yarışmalıyız.
Oruç bir ibadettir. Oruçla birlikte ruhumuzu temizleriz. Daha az yer, daha çok tasadduk ederiz. Zekâtlarımızı hesaplayarak onları gerçek sahiplerine ulaştırır, malımızı kirlerden temizleriz. Sadaka vererek belalardan emin oluruz. Yetimleri düşünür, onların ellerinden tutarız. Böylece fakirle zengin arasında sevgi ve dayanışma köprüleri kurulur.
Bugün Müslümanlar ve tüm insanlar açlıktan 29 bin çocuğun öldüğü Somali’ye karşı merhamet imtihanından geçiyor. Bugün açlığın pençesinde ölüm kalım savaşı veren Somali bir zamanlar kendi kendine yeten müreffeh bir ülkeydi. Batı, kirli elleriyle bu toprakları da sömürdü. Köylü halkı şehirlere doldurdular, böylelikle üretim azaldı. Somali 19. yüzyılda Avrupalı sömürgecilerin uğrağı oldu. 20. yüzyılda İngiltere ile İtalya arasında paylaşıldı. 2. Dünya Savası sonrası bağımsızlığını kazandıysa da darbeler ve iç çekişmelerden kurtulamadı.
Kurulduğundan beri huzur yüzü görmeyen Somali, 1977’de ABD nüfuzuna girdi. 1991’de diktatör Barre’nin devrilmesinden sonra ülkedeki otorite boşluğu doldurulamadı. O günden bugüne iç karışıklıklar ve çatışmalar dinmedi. Bu çatışmalarda bir milyona yakın insan hayatını kaybetti. Son yıllarda deniz korsanlarının saldırılarıyla dünyada adını duyurdu. Ülkedeki radikal “Eşşebab” örgütü, ülkedeki karışıklık ve çatışma ortamını daha ha azdırıyor. Bu örgüt uluslararası yardım çalışmalarına da engel olarak yardımları köstekliyor.
Son zamanlarda Somali’de bir trajedi yaşanıyor. Rahmet ve mağfiret ayı olan bu ramazanda bizler Somali’deki kardeşlerimize elimizden geldiğince destek vermeliyiz. Çoluk çocuğumuzla sofralarımıza oturduğumuzda Somali’de iftar yapamayanları da düşünmeliyiz. Peygamber Efendimizin dediği gibi “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!”(Buhari)
Bazı yardımseverler, yardımların Somali’ye ulaş(tırıla)mayacağından endişe ederek yardım yapmaktan vazgeçiyor. Dürüstlüğünden şüphe etmediğimiz ciddi yardım kuruluşlarına yaptığınız yardımlar mutlaka yerine ulaştırılmaktadır. Farz-ı muhal yardımınız yerine ulaştırılmasa da, sizin sevabınızdan bir şey eksilmez; vebal yardımları ulaştırmayanlarındır.

ŞÜKÜRLER OLSUN RAMAZANI GETİRENE…
M.NİHAT MALKOÇ

Bize üç ayların ilk ikisi olan Recep ve Şaban aylarından sonra Ramazanı da görmeyi nasip eden yüce Allah’a had ü senalar olsun. O’nun ilmi her şeyi ihata etmiştir. Rahmeti gazabına galebe çalmıştır. O’nun mübarek varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. O hep vardı ve bundan sonra da hep var olacaktır. O’nun saltanatı iki cihanda da bakidir, varlığı ve hükmü zaman ve mekân ötesidir. O ki isterse yaşatır, isterse öldürür. Her şeyin fani olduğu bu dünya gurbetinde sadece O bakidir. Bütün güzellikler onun cemalinin eşyaya yansımış hâlidir. Rabbimizin azametini tasvir etmek müşkildir. Son söz ve mülk O’nundur. Onun içindir ki biz sadece O’na el açarız; yalnız O’ndan isteriz. Bütün güzelliklerin O’ndan geldiğine inanırız.
99 isminin yüzü suyu hürmetine bizlere öncelikle sağlık, afiyet ve bol rızık ihsan eyle!... Evlerimizi bereket ve huzurla doldur ya Rabbim!... Birike birike dağların boyuna erişen günahlarımızı bağışla!... Bizi günah işlemeye meylettiren nefsimizin şerrinden koru!... Bizleri şahsiyetini kaybetmiş, nefsinin oyuncağı olmuş bahtsız zümreden eyleme! Dilimizden Kur’an’ı eksik etme! Bizleri hak ve hakikat ışığını görebilen basiretli insanlardan eyle!...
Bizlere eşsiz nimetler verdin, sofralarımızı bin bir çeşit lezzetle donattın. Basiretten mahrum nazarlarımız ilahî rahmetini görmekten aciz olduğu için bu nimetleri çalışıp kazandığını zannetti. Oysa biz çalışsak da, araya vesileleri koysak da veren el sensin. Ne yazık ki biz günahkâr kulların şükründen acizdir. Rızık namına her şeyleri olsa da kulların kanaat hazinesinden mahrumdur. Onun için gözlerimiz doymuyor, şükre ayıracağımız vakti dünyalık biriktirmeye ayırıyoruz. Dünya bize cazip geliyor, aceleciliğimizden her şeyin karşılığını peşin istiyoruz. Bizleri hakkıyla ve kalbiyle şükredenlerden eyle ya Rabbim!...
Heva ve heves zincirleri elimize, ayağımıza, yüreğimize dolanmış. Ne yazık ki nefs-i emmaremizin kölesi olmuşuz. Bizi bu prangalardan kurtar, sana gelen, seni Rab bilenlerden eyle bizi!... Bütün günah ve isyanlarımızın kiriyle sana geliyoruz. Lütfünde, kahrın da hoştur senin. Senden başka sığınacak açık bir kapımız yok… Bizi kapından boş çevirme Allah’ım!...
Senin rahmetinin ve merhametinin kaplamadığı bir santimetre kare bile yoktur. Kulun bütün günahlarına rağmen yine de yarattığın kulunu affeden ve acıyansın ey yüceler yücesi… Bütün insanların mahşer meydanında toplanacağı, anne babanın bile evladından kaçacağı o dehşetli kıyamet gününün sahibi ve hükümranı sensin. Bizi de affeyle ve bize hesap gününde acı… Amellerin tartıldığı o büyük günde üzerimizden rahmet nazarlarını eksik etme ne olur…
‘Malik’ sıfatınla mülkün gerçek sahibi sensin. Bize o tükenmez hazinenden bizi ezdirmeyecek ve azdırmayacak kadarını lütfeyle!... Kalbimizdeki dünya(lık) sevgisini gider; senin muazzez sevginle doldur. Çölleşen gönüllerimizi ilahî kelamın rahmetiyle yeşert!...
Şeytanların zincire vurulduğu, rahmetinin taştığı bu mübarek ramazan günlerinde ellerimizi ve gönüllerimizi sana açtık; bizleri dergâhından boş çevirme Allah’ım! Mescitlerin müminlerle dolduğu bu manevî iklimde bize de sevaplardan pay nasip eyle!... Günahlarımızı ‘nasuh’ tövbesiyle yakmamızı, yepyeni ve tertemiz bir kulluk sayfası açmamızı bizlere nasip ve müyesser eyle!.... Bizleri de şükrünü eda eden kulların zümresine ilhak eyle!... Günahlarla kararan kalplerimizi tövbelerle cilala, kalplerimizi sana çevir!... Malayaniden uzak eyle!...
Rahmeti ve azameti kelimelerle ifade edilemeyecek kadar büyük olan Allah’ım… Üzerimize gelmekte olan belaları, isyan ve şerleri geri çevir, kaza oklarına kalkan ol!...
İçinde bin aydan daha hayırlı bir gece olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu, kulların açlıkla imtihan edildiği mübarek ramazanda sevap heybemizi doldurmayı bize nasip eyle!... Tövbelerin kabul olduğu aydır Ramazan… Bizler de bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlardan dolayı tövbe ediyoruz, pişmanlık duyuyoruz, tövbelerimizi kabul ve makbul eyle!... Tesbih, tehlil ve tekbirin dillerden gönüllere aktığı bu ramazan günlerinde bizi rahmet kanatlarınla kuşat!... Sen hakim-i mutlaksın... Şeytanın nefsimizi üzerimize saldığı bu imtihan dünyasında bizi bize bırakma Allah’ım!... Senin her şeye gücün yeter. Âmin… Âmin…

TRABZON’DA ESKİ RAMAZANLAR
M. NİHAT MALKOÇ

İnsanoğlunun geçmişe özlemi hiç bitmedi, bitmeyecek. Biz buna arabesk bir ifadeyle nostalji de diyoruz. Bırakın on yılları; bir yıl, bir ay, hatta bir hafta öncesine bile özlem duyuyoruz. ‘Eskiler çok güzeldi’ diye mi bu hasretimiz? Aslında bu, bir garip durum; ama mâzi güzel de, çirkin de olsa özleniyor. Bana öyle geliyor ki geçmişe özlem duymak, insanın doğasında var. “Âh o eski günler…” diye başlıyoruz söze… Devamını varın siz düşünün…
Geçmişe özlem duyduğumuz zaman dilimlerinin başında, tartışmasız, ramazanlar ve dinî bayramlar gelir. Söze hep “Nerede o eski ramazanlar, nerede o eski bayramlar…” klişe ifadeleriyle başlarız. Buna bazıları nostalji, bazıları da ‘geçmişe takılıp kalmak’ diyor. Varsın dileyen dilediği gibi nitelendirsin. Öyle veya böyle, bu bizim toplumsal bir gerçeğimiz...
Oysa özlemle andığımız, o yere göğe sığdıramadığımız geçmiş ramazanları ve doyumsuz bayramları bugün de yaşamamız pekâlâ mümkündür. Ha, bazılarının serzenişle “Nerde o günler... Biz çoktan yaşlandık, torun torba sahibi olduk” dediklerini duyar gibiyim. Fakat her yaşın gönül damağımızdaki tadı başkadır. İnsan yaşlandıkça hayattan kopmuyor, aksine daha sıkı sarılıyor hayata. Geçmişi ihya edip o asil zamanı günümüze taşıyabiliriz.
Bütün Türkiye’de olduğu gibi Trabzon’da da eski ramazanlar bir başka güzel ve bir başka özeldi. Hemen her gün her evin misafirleri olurdu. Misafirler kapıda(ev müstakilse bahçede) güler yüzle karşılanırdı. Gelenler hoşbeş edildikten sonra, hâl ve hatırları sorulurdu. Misafirler sofranın başköşesinde oturtulur, kendilerine müstesna bir muamele gösterilirdi. İftar topu patladıktan sonra yemeğe önce misafir başlar, onları evin ahalisi takip ederdi.
Ramazanda sofralar sanatkârane dizilir, kusursuz olmasına özen gösterilirdi. Oruç ya hurmayla, ya da suyla açılırdı. İftar sofrasında evvela çorbalar içilir, sonra ana yemeğe geçilirdi. Ardından ev yapımı nefis tatlılar gelirdi. Yine evde açılan yufkalardan yapılan börekler yenirdi. Sofradan kalktıktan sonra tavşankanı çaylar eşliğinde sohbet faslı başlardı. Erkekler ve kadınların bir kısmı teravihe gider, evde kalanlar sohbetin demini koyulaştırırdı.
Ramazan sofralarında edinilen bilgi, görgü ve tecrübeler unutulacak gibi değildir. Nasıl unuturum o bereketli sofraları. O sofralar bize paylaşmayı, hakkaniyeti, saygıyı, sevgiyi, aile sıcaklığını, kanaatkârlığı, kardeş olmayı ve kardeş kalmayı öğretti.
Trabzon’da ramazan aylarında sokaklar capcanlı olurdu. Sahilde iğne atsan yere düşmezdi. Dolunayın ışığı altında gündüzle gecenin farkı olmazdı. Yaz ramazanlarında iftarını yapanlar, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden ilk fırsatta kendilerini dışarı atardı.
O zamanlar araba sayısı bugünkü kadar çok olmadığı için yollar genellikle tenhaydı, yürümeye müsaitti. O yıllarda şehirle deniz arasına o ucube Karadeniz Otoyolu, bir kara kedi misali, girmediği için sahiller cıvıl cıvıl olurdu. Kimi Ganita’nın serin havasında yüzünü masmavi denize çevirir, tavşankanı çayların eşliğinde, yalnız değilse derin sohbetlere, yalnızsa derin hayallere dalardı. Çocuklar ya bisiklet sürer, ya da salıncaklarda sallanırdı.
Yaz ramazanlarında ciddi bir hastalığı olmayanlar evde durmazdı. Büyük küçük herkes kendini mutlaka deniz kenarına atar, denizin sessizliğine karışırdı. Moloz’da fuar kurulur, buradaki çarpışan otomobil, salıncak, gondol, atlı karınca, elma kurdu, balerin, tren gibi aletlerde eğlenilirdi. Püfür püfür esen denizin karşısında bir banka oturulur, fırıl fırıl dolaşan esmer tenli çocukların kese kâğıdında sattığı çekirdeklerden alınır, keyifle çıtlatılırdı.
Gelişen teknoloji birçok şey gibi ramazanı da vurdu. Televizyon, evlerimizin başköşesine kuruldu. Eskiden insanlar ramazanlarda bu ayın ruhuna uygun işler yaparlardı. Bu çerçevede en çok da Kur’an okurlardı. Camilerde okunan mukabeleleri takip ederlerdi. Çünkü Kur’an bu ayda, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nde indirilmeye başlanmıştı.
Mâziden habersiz yaşayan şimdiki gençlik, akıllı telefonlardan başını kaldır(a)madığı için, ramazanı hakkıyla idrak edemiyor. Facebook, twitter, skype gibi iletişim vasıtaları bizi toplumsallaştırması gerekirken iyice yalnızlığa itiyor. İnternet karşısında çivi gibi çakılıyoruz.

TÜRK EDEBİYATINDA RAMAZAN
M.NİHAT MALKOÇ

Edebiyat ve hayat yapışık ikizler gibidir. İnsanı ilgilendiren her şey edebiyatı da ilgilendirir. Hayatta ne yaşanıyorsa o, bir şekilde edebiyata da yansır. Edebiyatı hayattan soyutlayamazsınız. İster şiir olsun, isterse roman veya başka türler; bunların hemen hepsi hayattan izler taşır. Hayat edebiyatı da içine alan geniş bir dairedir. Bunun yanında edebiyat da hayata tutulan aynadır. O aynada hayatın söz kalıbına dökülmüş halini görürüz.
Edebiyatımızda Ramazan konusu geniş bir biçimde yer almıştır. Çok köklü bir tarihî geçmişi olan Türk edebiyatı bu temayı da yaygın bir şekilde ele almıştır. Ramazan konusu ağırlıklı olarak şiirimizde işlenmiştir. Türk Edebiyatı’nda on beşinci yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan Ramazan şiirleri, 18. yüzyılda yoğunluk kazanmış, değişik nazım şekilleriyle kaleme alınarak günümüze kadar devam etmiştir. Ramazan temalı şiirler, eskisi kadar olmasa da bugün de yazılmaya devam ediliyor.
Divan ve Halk edebiyatlarında 15. yüzyıldan beri Ramazan hem dini ve manevi yönüyle hem de mizahi yönüyle işlenmiş, bu çerçevede çok geniş ve canlı bir kültür dünyası meydana getirilmiştir. İbadet yönünün yanında iftar, sahur ve bayramıyla da insanlar üzerindeki etkisi, bazen hayal ve mizah unsurlarıyla birlikte ele alınmıştır. Ramazan, klasik edebiyatımızda da önemli bir yer tutmuştur. Divan edebiyatı şairlerinin, ramazan ayının gelişini kutlamak için yazdıkları ve devlet büyüklerine sundukları kasidelere “ramazaniye” deniliyordu. Bu kasidelerde ramazan bahsi giriş bölümünde ele alınıp işleniyordu. Örnek bir ramazaniyeden küçük bir kısmı dikkatinize sunuyorum:
“Bu aya hürmet olunur / Herkese izzet olunur
Ramazana mahsus şeydir / Fakire ihsan olunur.”
Edebiyatımızda Ramazan konusunu ele alan diğer bir tür de manilerdir. Konusu Ramazan olan maniler miktar olarak diğer edebî türlerden çok daha fazladır. Ramazan manileri diğer maniler gibi anonimdir. Hiçbirinin altında yazanın ve söyleyenin adı yer almaz. Muhteva açısından derinlik arz etmezler, anlamları sığdır. Halka hitaben söylendikleri için görünen anlamları esastır, şiirsel derinlikleri yoktur. Bu manzumelerde imge yoğunluğu bulunmaz. Ramazan manilere şu örnekleri verebiliriz:
“Hakk’ın bize ihsanısın / Hem ayların sultanısın
Sen bir saadet kânısın / Ey mâhı sultan merhaba

Kavuştuk Ramazan’a, / Hem de büyük ihsana,
Bu ayda oruç tutmak, / Huzur verir insana”
Edebiyatımızda pek çok şair ve yazar, ramazanın gelişini büyük bir iştiyakla beklemiş ve onu özlem dolu şiirlerle karşılamıştır. Fakat inanç zayıflığı içerisinde bataklıklarda debelenenlerin bu ayın gelişiyle birlikte keyifleri kaçmıştır. Orucun manevi ağırlığı onları ezmiştir. Yahya Kemal bir şiirinde ramazana dair duygularını şöyle kelimelere döker:
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti”
Ramazanın konu olarak işlendiği bir diğer edebi tür de fıkralardır. Bektaşi fıkralarına baktığımızda bunlarda ramazanın ağırlıklı olarak işlendiği görülür. Fakat fıkralarda ramazanın manevi ağırlığına zarar verilmez. Bizim bilge Nasreddin Hocamız da fıkralarında ramazana değinmiştir. Bu fıkralarda ölçü ve üslup dini duyguları asla rencide etmemiştir.
Eskiden televizyonlara mahkûm değildik. Ramazan gecelerinde zamanı faydalı ve eğlenceli geçirmek için Karagöz, meddah, ortaoyunu gösterileri yapılmıştır. Bu Oyunlarda ramazan bahsine genişçe yer verilmiştir. Artık geride kalan o günleri özlemle anıyoruz.

Maneviyatı güçlü şair ve yazarlar; eserlerinde ramazanın gelişinden duyulan sevinci, bu ayın bitişinden dolayı hissedilen hüznü, Kadir gecesinin kıymetini, iftar ve sahurları, çocukluklarında geçirdikleri ramazanları konu olarak ele alıp işlemişlerdir. Bu şair ve yazarlar arasında Sabit, Nazım, Enderunlu Fazıl, Enderunlu Vasıf, Sururi, Nedim, Koca Ragıp Paşa, Leyla Hanım, Edirneli Kânî, Enderunlu Vasıf, Şeyh Galib, Sümbülzade Vehbi, Eşrefoğlu Rumi, Şeyh Üftade, Niyazi Mısri, Aziz Mahmud Hüdayi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Mehmet Lütfi, Bursalı İsmail Hakkı, Ahmet Rasim, R. Cevat Ulunay, Ruşen Eşref Ünaydın, Halit Fahri Ozansoy, Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek, Samiha Ayverdi ve Sezai Karakoç isimlerini sayabiliriz.
Ramazana dair hatırası olmayan yok gibidir. Edebiyatçılarımız da bu mübarek aya dair hatıralarını değişik zamanlarda dile getirmişlerdir. Bununla ilgili olarak Refik Halit Karay’ın ‘Eski Zamanlarda Ramazan Hazırlığı’, Ercüment Ekrem Talu’nun ‘Birinci Gün’, Samiha Ayverdi’nin ‘İbrahim Efendi Konağında Ramazan Hazırlıkları’, Abdulbaki Gölpınarlı’nın ‘Eski Ramazanlar’, Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Kandiller Yanarken’, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun ‘İbadette Cuşiş’, Musahipzâde Celâl’in ‘Şeker Bayramı’ isimli nefis yazıları muhakkak okunmalıdır. Gönül dünyamız o güzel hatıralarla beslenmelidir.
Romanlarımızda, hikâyelerimizde ve bir kısım tiyatro metinlerinde ramazanın manevi atmosferine temas edilmiştir. Bugünkü şair ve yazarlarımız da ramazan konusunu gerek şiirlerinde gerekse roman ve hikâyelerinde ele alıyorlar. Fakat bu eserlerde yaşamakta olduğumuz ramazanlardan ziyade, daha çok eski ramazanlara nostaljik(özlemli) bir bakış açısıyla yaklaşılıyor. Çünkü geçen zamanla birlikte pek çok şeyimiz gibi, ramazanlarımız da heyecanını kaybetmiş, bilinçli bir şekilde yozlaştırılmıştır. Eski ramazanları özlüyoruz.

ÜÇ AYLARIN ESİNTİSİ
M.NİHAT MALKOÇ

Dünya geçici zevklerin uğrak yeridir ve şüphesiz ki bir aldanıştan ibarettir. Burada ruhlar ancak manevî hissiyatla doyar, yeşerir ve hayat bulur. Makyevelist düşünceyle hareket edenler dünyanın yükünü sırtında taşıyan çağdaş hamallardır. Onların huzur bulması katiyen mümkün değildir. Çünkü gittikleri yok çıkmaz sokaktır. Keşke bunu bilip geri dönebilselerdi.
Rabbimiz biz kullarını sınamak için yeryüzüne göndermiştir. Her hâl ve hareketimiz mercek altındadır. Yaptıklarımızı inkâr etme şansımız yoktur. Amellerimiz her gün manevî bir cihazla kayda alınmaktadır. Bunlar vakti gelince adeta bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirilecektir. Yüce Allah Zilzal Suresi’nde kıyametin dehşetini anlattıktan sonra görülecek hesapla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse onu görür. Artık kim zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, onu görür.”(Zilzal 99/7–8)
Dünyaya geliş gayesini hakkıyla idrak edemeyen insanlık, gece gün demeden dünyalık biriktiriyor. Bir evi varsa ikincisini elde etmenin uğraşı içerisine giriyor. Arabası olmayan araba almaya, arabası olan modelini yükseltmeye çalışıyor. Kimsenin öteki dünyayı düşündüğü yok. Günlerimiz maddenin cenderesinde geçiyor. Ruhlarımız alabildiğine kirlenmiş; Kur’an ahkâmı rafa kaldırılmış… Böylesine kurak bir manevî mevsim yaşıyoruz.
İç dünyamızın derin yaralar aldığı, her şeyin zahire göre hükmedildiği böyle bir dünyada kalplerimizde yüce duyguların barınmasını beklemek fazla iyimserlik olur. Üç aylar, ruhların kuraklaştığı ve çoraklaştığı dönemlerde berrak bir su misali buraları yeşertir, hayat verir. Yeter ki bu güzide zaman dilimini manasına uygun olarak değerlendirelim.
Recep ve Şaban ayları, rahmet ayı olan Ramazanı karşılayan aylardır; Ramazan ayının müjdecisidirler. Ruhlar bu aylarda ramazan iklimine hazırlanır. Resulüllah (sav) bir hadis-i şerifinde; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım ve Ramazan ümmetimin ayıdır” buyurmuştur. Bunun yanında Mısır’da yetişen büyük velilerden Zünnun-i Mısrî de üç aylarla ilgili şu güzel teşbihi yapıyor: “Recep tohum ekme, şaban sulama, ramazan ise hasat ayıdır.”
Sevapların bire on, günahların ise miktarınca yazıldığı bu nurlu vakitlerde malayani işlerle zamanımızı öldürmemeliyiz. Çünkü gelecek yılın üç aylarına erişip erişemeyeceğimiz şüphelidir. Onun için yaşanan anın kıymetini bilip gereğince ihya etmeliyiz. Hiç kimsenin yarına sağ salim çıkacağına dair seneti yoktur. Aslında yarın diye bir şey de yoktur.
Üç aylar sair zamanlara göre çok daha renkli ve bereketlidir. Bu aylarda kalplerde sanki maneviyat seferberliği düzenlenir; uhrevî derinlik hat safhaya ulaşır. Müslümanlara yitirilmiş cennetin kapıları ardına kadar açılır. Fakat bu kapıdan geçebilmek ancak kulluk vazifelerinin layıkıyla yapılmasıyla mümkündür. Kapı geniş olsa da günahlar sırtımıza yüklenmişse bunlarla o kapıdan geçemeyiz. Ancak imanî ve insanî değerlerin atmosferinde soluklananların kuş gibi hafif olan ruhları ve tenleri cennet kapısından girmeye layıktır.
Üç aylar bir yıllık zamanın üç altın dilimi sayılır. Körleşen ve sağırlaşan hayatlar bu aylarda rayına oturur. Yıl boyunca Cumalar hariç kimsenin pek uğramadığı, cemaatin tek saf bile oluşturamadığı kutlu mekânlarımız olan camiler bu aylarda müminlerle dolup taşmaya başlar. Hele ramazan gelince camilerde yer bulmakta iyice zorlanırsınız. Kadını erkeği, çocuğu yaşlısı safları doldurur. Yüreklerimizde adeta manevî bir seferberlik başlar. Minarelerdeki mahyalar içimizdeki karanlıkları aydınlatır. Bedbinlik ve karamsarlık yerini nikbinliğe ve taptaze ümitlere bırakır. Hayat ancak bu güzel zaman diliminde anlamını bulur.
Mübarek üç aylar arınma aylarıdır. Kirlenen ruhlar bu aylarda paklanır, kalpler huzura erer. Üç aylar girince Müslümanlar olarak geçmişin muhasebesini yapmalı, geleceğe iman ve ihlâsla şekil vermeliyiz. Yaratılış gayesini düşünüp ona göre yaşamalıyız. Bu ayların feyiz ve bereketinden azamî derecede yararlanmalıyız. Kolay kolay ele geçmeyecek bu güzel fırsatlar kaza edilmemelidir. Bereketli üç ayların Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Ne mutlu bu günlerde Hakk’a ve hakikate uygun yaşayanlara!...

YAHYA KEMAL’İN RAMAZAN DUYGULARI
M.NİHAT MALKOÇ

Milletimiz Müslüman olduktan sonra onun inançları topyekûn kültür ve edebiyatımıza yansımıştır. Bin yılı aşkın bir zamandan beri şairlerimiz ve yazarlarımız eserlerinde bu dinin inançlarına vurgu yapmışlardır. Bunlardan birisi de şair Yahya Kemal Beyatlı’dır.
Beyatlı “Eğil Dağlar” adlı eserinde ramazana dair düşüncelerini dile getirmiştir. Bu eserde ramazan ayına şöyle değinmektedir: “Bugünkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayatı te¬lakkide daima üçe ayrıldıkları gibi ramazanı tahassüste de üçe ayrılıyorlar. Bu üç zümrenin yalnız müşterek bir noktası var! Ramazana tehassür! Bir zümreye göre ramazan bir şehrayindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlı Karagözlü, kahveli; nargileli, şuruplu şerbetli, amberli hacıyağlı, kandilli kâğıt fenerli bir şehrayin. Bu zümrenin ramazan geldi mi hasreti coşuyor, hey gidi günler hey! Nerede eski ramazanlar diye bir acıklı hikâyedir tutturuyorlar ki her mevzu gibi yavaş yavaş beylik üsluba ge¬çecek. İkinci bir zümre başta Dârü'l-Hikmetü'l-İslâmiyye ve bütün müttekîler ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, di-yorlar ki: Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sevdiği tarz¬da, bir şehrayindir, rengârenk gûnâgûn levhaları olan bir es¬ki Şark âlemidir, diye Frenkler de seviyor; hatta bu efendile¬rin çoğu, ramazanı sevmeyi onların şairlerinden, ressamların¬dan öğrenmiş olsalar gerek! Ramazan nefsimizle, dünyevi-hırslarımızla mücadele ettiğimiz bir aydır.”
Yahya Kemal Beyatlı ömrünün önemli bir kısmını yurtdışında geçirmiştir. Bu yüzden gurbet ellerde ramazanın havasını hakkıyla teneffüs edememiştir. Bir İstanbul sevdalısı olan Yahya Kemal Beyatlı zaman buldukça İstanbul’un özellikle fakir semtlerini dolaşır. “Atik Valde’den İnen Sokakta” adlı şiirinde ramazan iklimine dair duygularını dile getirmektedir.
Şair Beyatlı, 1934 yılında İstanbul’un yeni semtlerinden Moda’da oturmaktadır. Bir Ramazan günü, Ramazan’ın hissedilmediği Moda’dan Üsküdar’ın Atik Valde semtine gider. Atik Valde Camii’nden Karaca Ahmet’e inen sokakta durur, yoksul halkı, kerpiç evleri, bakkal dükkânını seyreder. Bu sırada edindiği izlenimi daha sonra şiir olarak kaleme alır. İşte “Atik Valde’den İnen Sokakta” adlı şu şiirinde bu manevi atmosferi bulabiliyoruz:
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
Bizim insanlarımız oruç tutmasa da oruca ve oruçluya saygı ve hürmet gösterirler. Yahya Kemal de oruca ve oruçluya gösterdiği derin saygıyı bu dizelerde dile getirmiştir.

DOĞRULUK AYI RAMAZAN
M. NİHAT MALKOÇ

Eski dildeki "sıdk" kelimesinin günümüz Türkçesindeki karşılığı olan "doğruluk" güzel ahlâkın eşiğidir, insanî bir meziyettir. Müminlerde bulunması gereken hasletlerin başında gelir doğruluk. Bu duyguyla mücehhez ruhlar her açıdan pak olur. Böyle bir manevi olgunluğa erişmiş ruhlarda yalan, yanlış, ihanet ve ifsat duyguları barınamaz.
Doğruluk, erdemlerin sertacıdır. Hasta ruhların manevi ilâcıdır. İmanın kemâlâtının aynasıdır. Vicdanlar ancak onunla arınarak berraklaşır. Onun içindir ki nebilerin en büyük vasıflarından biri olarak belirtilmiştir. Yüce Rabbimiz (c.c.) Bakara Suresi'nin 177. ayetinde "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır." buyurarak doğruluğun önemine vurgu yapmaktadır.
Doğruluk insanlığın (insaniyetin) zirvesidir. Doğruluk bizleri ihanetten, hasetten, kinden, nefretten, düşmanlıktan ve yalandan uzaklaştırır. Böylece "emin" sıfatına sahip oluruz. Peygamber Efendimiz de bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz, doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru/sıddık’ olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı/kezzab’ olarak tescillenir.” (Buhari, Edeb, 69.)
İnsanı insan kılan ve hayatı yaşanılabilecek bir kıvama getiren, hissiyatın en asili olan doğruluktur. Doğru insan, ucu nereye varırsa varsın hakikati konuşur, gerçeğe uygun bilgi verir, dürüst ve güvenilir olur, şartlar ne olursa olsun, vaadine sadakat gösterir. Doğruluk da beraberinde adaleti ve onun yansıması olan hakkaniyeti getirir. Bütün bunlar bir araya gelince hayat arzulanan huzura ve istikamete kavuşur. Neticede dünya cennete dönüşür.
Doğruluk saygıyı, sevgiyi, diğerkâmlığı, şefkat ve merhameti, dolayısıyla da yardımlaşmayı beraberinde getirir. Bunlar da hayatı güllük gülistanlık haline dönüştürür.
Ramazan her yönüyle doğruluk ayıdır. Gerçi Müslümanlık iddiasında bulunan kişi sadece ramazanda değil ömrünün her yılında, her ayında, her haftasında, her gününde, her saatinde, her dakikasında ve her saniyesinde doğruluk üzere yaşamalıdır. Fakat ramazanda bu husus biraz daha ön plana çıkar. Bu konudaki hassasiyetlerimiz daha bir artar.
Bir irfan mektebi olan ramazan, manevi cihetteki basiret nazarlarımızı keskinleştirir. Bu ayda hayata iman ve Kur'an ölçeğinde bakmaya daha bir gayret ederiz. Onun içindir ki doğruluk bu ayın ana nüvesini oluşturur. Zira doğruluk ıskalanırsa tutulan oruçların da bir ehemmiyeti kalmaz. Doğruluk da tabiatıyla cenneti beraberinde getirir. Peygamber Efendimiz ramazana dair ümmetine şu müjdeyi vermiştir: “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, İman, 28.)
Mümin, özüyle ve sözüyle her zamanda ve her mekânda doğru olan ve karşısındakine güven veren insandır. Zira imanla doğruluk arasında güçlü bağlar vardır. Doğrular (sıddıklar) Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın kendilerine nimet verdiğini bildirdiği dört grup insandan birisidir.
Müslümanlık bir iddiadır, onu tavır ve davranışlarımızla ispatlamak temel vazifemizdir. Vaktiyle Allah Resulü, kendisine, “Ey Allah’ın elçisi! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki onu senden sonra kimseye sormayayım.” diyen sahabiye (Süfyan b. Abdullah’a), “Allah’a inandım de ve dosdoğru ol!” (Müslim, İman, 62.) buyurmuştur. Zor da olsa, bunun gereğini hakkıyla yerine getirmek zaten iyi bir mümin olmak demektir.
Ramazanın aziz milletimize, ümmet-i Muhammed’e ve dünya coğrafyasına hayırlar getirmesini Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Rabbim oruçlarımızı kabul ve makbul eylesin.

İDRÂKLERDEN TAŞAN RAMAZAN NEŞVESİ
M. NİHA MALKOÇ

Zamanın bereketlendiği, huzur ve sükûnun hayatımızı çepeçevre sardığı mübarek ve muazzez bir ayın başındayız. Bu ayı mübarek kılan esas şey, hayat rehberimiz olan Kur'an-ı Kerim'in bu ayda "Hatemü'l-Enbiya" olan Hz. Muhammed (sav)'e (Kadir Gecesi'nde) indirilmesidir. 83 yıla (bir başka deyişle bir ömre) bedel olan Kadir Gecesi'nin bu ay içinde olması ona ayrı bir değer ve önem kazandırmıştır. Bu önemli zaman dilimi , ramazanı on bir aya sultan kılmıştır. Bu yüzdendir ki ramazan, ayların tartışmasız en hayırlısıdır.
Ramazan; günahlardan arınma, yani manevî temizlik ayıdır. Bu aya erişen kimseler nasuh tövbesiyle, sanki hiç yaşamamış gibi, hayatlarına yeni bir başlangıç yapmalıdır. Yaşadığı günü ömrünün son günüymüş, yediği iftar ve sahur yemeğini son yemeğiymiş, kıldığı namazı son namazıymış gibi düşünüp o şuurla hareket etmelidir. Zira bu ramazandan sonra gelecek yılların ramazanlarına erişeceğimize dair hiçbirimizin elinde bir senet yoktur.
Başınızı ellerinizin arasına koyup bir düşünün... Geçen seneki ramazanı idrak edip de bu zamana erişemeyen nice insanlar vardır. Onlar bu seneki ramazana erişemeyeceklerini akıllarından geçiriyorlar mıydı? Elbette hayır! Çünkü hiç kimse ölümü kendine yakıştıramaz. Fakat siz ne düşünürseniz düşünün, kaderin hükmü vakti saati gelince tecelli edecektir.
Maneviyatın tekâmül ettiği ramazan mevsimi, kendi ellerimizle yazdığımız hayat kitabımızı gözden geçirmek ve yeniden düzenlemek (temize çekmek) için iyi bir fırsattır. Bu ayda kendi kendimize "Ben nerede yanlış yaptım (veya yapmaktayım) diye sormalıyız. Aldığımız cevap bundan sonra gideceğimiz yolun güzergâhını belirleyecektir.
Ramazan imsaktan iftara kadar bir rahmet ve bereket vaktidir. Mukabelelerden teravihlere, davetlerden aile sohbetlerine kadar vaktin nasıl geçtiğini anlayamazsınız. Zaman çabuk geçse de, bu hızlı geçiş onun bereketinden hiçbir şey eksiltmez. Bazen 28, bazen 29, bazen de 30 gün sürse de bu size asla ağır gelmez. Çünkü oruç tutan kişiler manevî açıdan tekâmül etmiş kişilerdir. Onlar için ramazan bir külfet değil, Hakk'ın lütfu olan bir nimettir.
Ramazan, ruhlarımızın ilkbaharıdır. On bir ay boyunca ağırlaşan ve hantallaşan ruh dünyamız ramazanla birlikte adeta bir kuş gibi kanatlanıp uçar. Bu ayda tıpkı kışın ağır hava şartlarında yaprağını kaybeden ağaçlar gibi yeniden yaprak açarak ve çiçeklenerek kendinizi yenilersiz. Bu yenilenme sizi hafifletir ve zinde tutar. Üzerinizde biriken ağır yükü gönlünüzün omuzlarından atar. Size sanki yeniden doğmuş olmanın hafifliğini yaşatır.
Ramazan orucunu sadece yemekten içmekten kesilmek olarak görenler ne çok yanılıyorlar. Zira oruç tutmak sadece belli başlı maddî nimetlerden uzak durmak değildir. Meselâ dilin de orucu vardır ki bu, gıybet ve iftira etmemek, kötü konuşmamaktır.
Ramazan; yemekten yatmaya, çevremizdeki insanlarla ilişkilerimizden ibadet hayatımıza kadar birçok alışkanlıklarımızı değiştirir. Oruç, hayatımızı adeta yeniden tanzim eder. Namazlarımızı daha bir huzur ve huşu içinde kılarız. Dilimizden tövbe istiğfar sözleri düşmez. Bu ayın rahmet esintilerinin tesiriyle daha bir eli açık oluruz. Kur'an ile aramızdaki mesafeleri kaldırıp, Allah'ın kitabıyla daha bir içli dışlı yaşarız. On bir ay boyunca duvarlarda asılı duran Hak kelâmını indirip hatmederiz. Mânâsı üzerine derin derin düşünür, tefekkür ederiz. Hayatımızı Kur'an'ın merkezine alarak onun ahkâmıyla hareket etmeye çalışırız. Kur'an'ın lafzı dilimize, ahkâmı gönlümüze ve aklımıza bengisu misali hayat verir. Büzüşen maneviyat damarlarımız açılır, karanlıklara mahkum ettiğimiz idrâklerimiz aydınlanır.
Büyük bir fedakârlık gösterip de nefsinin yolundan gitmeyen insan, ramazana sarıldıkça, onun içini amellerle ve hayır hasenatla doldurdukça manevî açıdan tekâmül eder. Rabbimiz bunu asla karşılıksız bırakmaz. Ona hak ettiğinin nice katı sevabı verir. “Ademoğlunun her ameli kendisi içindir, oruç hariç. O benim içindir ve onun karşılığını ancak ben veririm.” (Buhârî, “Savm”, 9; Müslim, “Sıyam”, 161) ifadesi gereğince bu ayı hakkıyla ve lâyıkıyla değerlendirenler iki cihanda da aziz olur. Asla pişman olmazlar.

RAMAZAN MEDENİYETİ
M. NİHAT MALKOÇ

Gelişi büyük bir özlemle beklenen mümtaz bir aydır ramazan. Öyle ki onun manevî rayihasını ta üç ayların ilki olan Recep ayında doyasıya hissederiz. Şaban'da ona yaklaşmanın o ulvi heyecanını duyarız gönül hanemizde. Gelince de nurlara gark olur gönüllerimiz. Onu, evlerimizi tepeden tırnağa temizleyerek güler yüzle ve iştiyakla karşılarız.
Ayların sultanı olan ramazan, gönüllerimizin de biricik sultanıdır. O gelince kendimize çekidüzen veririz. 11 ayda boşladığımız hayatımızı ona uyarlarız. Bu durum ona duyduğumuz sevgi, muhabbet ve ihtiramdandır. O ki bizi kendimize getirir. Hayatı sorgulamamızı sağlar.
Ramazan, uzak kaldığımız değerlerimizi ve değerlilerimizi bize hatırlatır. İftarından sahuruna, mahyasından teravihine, huzur derslerinden sadaka taşlarına, zekâtından fitresine kadar hayatımıza şekil ve ahenk verir. Sığ kalan hayatımızı alabildiğine derinleştirir.
Ramazan bize geleneksel hayatın doyumsuz lezzetlerini sunar. Unutmaya yüz tuttuğumuz paylaşma kültürünü bize hatırlatır. Karagöz'den Meddah'a kadar geleneksel oyunlarımız bu ayda arz-ı endam eyler. Adeta nadasa bırakılmış gönüller bu ayda (gül)şen olur. Sözüm ona modern hayatın o soğuk metalik ve samimiyetsiz atmosferinden kurtuluruz.
Gufran ayı olan ramazan rahmetini, merhametini ve bereketini beraberinde getirir. Bu ayın manevi ikliminde ruhlarımız kirlerden arınarak kasvet atmosferinden kurtulur. Büyük bir arzuyla ve iştiyakla teneffüs ettiğimiz ramazan iklimi adeta bir inşirah neşvesi yaşatır bizlere.
Ramazan, sair zamanlarda ibadetlerden uzak kalan ruhların pasını tövbe ve istiğfar zımparasıyla siler. Gönüllerimiz Allah'a yakınlaşarak manevi rabıtalarını kuvvetlendirir. Vakit namazlarını cemaatle kılmaya gayret ederiz. Çocuklarımızı ve torunlarımızı yanımıza alarak teravihlere koşarız. Namazların öncesinde okunan mukabelelere iştirak eyleriz.
Ramazan, birbirinden ayrı düşmüş gönül puzzle'ımızın parçalarını birleştirir. Eksik yanlarımızı tamamlar. Gönül yaralarımızı pansuman eder. Kanamakta olan açık yaralarımıza merhem olur. Rabbimizin kulluk imtihanı gereği bizlere vermiş olduğu nimetlerin muhtaçlarla paylaşılmasına vesile olur. Solmuş gözlere fer, kurumuş dudaklara tebessüm gelir.
İyilik mevsimi olan ramazan bizleri her yönüyle iyileştirir. Hasta gönüllerimizi rehabilite eder. Hayata sevgiyle bakmamızı sağlar. Güzelliklerin ortak değerlerimiz olduğunu bize hatırlatır. Dünle bugün, bugünle yarın arasında güçlü ve sağlam köprüler kurmamızı sağlar. Siyahtan beyaza kadar bütün renklerin insanlık paletinin tamamlayıcısı olduğunu gönül kulaklarımıza fısıldar. Renklerin kardeşliğinin bizi kurtaracağını bize öğretir.
Olma ve olgunlaşma ayı olan ramazan, köklü bir medeniyeti de beraberinde getirir. Bu medeniyettir ki bizi insanlaştırır, insan kılar. Bütün seslerin tek bir sesin yankısı olduğunu bize öğretir. Bütün renklerin bir ana rengin tonları olduğunu açık seçik gösterir.
Ramazan; zaaflarımızı terk etme, mükellef bir kul olarak Hak karşısında iri ve diri durma ayıdır. Madde ve onun kibirli sahipleri karşısında eğilip bükülmemektir. Yalnızca Allah'a kul olmaktır. Yani başka bir anlamda söylersek kula kulluk etmemektir.
Ramazan, her ne sebeple olursa olsun, gönülleri bir şekilde kırılmış insanları hoşnut etme ayıdır. Zalime karşı mazlumdan yana olma ayıdır. Safımızı ve tavrımızı netleştirme vaktidir. Hakla batıl arasında gidip gelmekte olan yolları ferasetle teke indirme vaktidir.
Ramazan garip gurebayı sevindirme, ona kimsesizliğini hissettirmeme ayıdır. Onun içindir ki üzerinden bir yıl geçen malların zekâtının tercihen bu ayda verilmesi daha uygundur. Bununla birlikte belâların def edilmesi için sadakalar bu ayda daha da artırılır.
Bütün ibadetlerin özü ve özetidir mübarek ramazan. Bu kutlu ayda ruhumuzu bir çeşit bakıma alır, yıkıma ve kırıma uğrayan yanlarını tabir caizse onarırız. Buna ruhların yıllık bakımı da diyebiliriz. Araçlarımıza yıllık bakım uyguluyoruz da ruhlarımıza niye böylesi bir yıllık bakım uygulamayalım? Üstelik hayatın darbelerinden en çok da onlar zarar görürken...
Bugün muzdarip olduğumuz hız ve haz çağında ramazanın mürebbiliğine her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız vardır. Zira her geçen gün kanayan yaralarımızı ancak o iyileştirebilir. Sivri ve agresif davranışlarımızı munisleştirir. İyilik yapma, tövbe edip günahlardan kurtulma, bunların neticesinde sevap kazanma bu ayın doyumsuz meyveleridir.
Millet ve fert olarak ramazanın kıymetini hakkıyla ve lâyıkıyla bilelim. Onu mahzun bir hâlde uğurlamayalım. Unutmayalım ki ramazanın bize ihtiyacı yok, bizim ramazana ihtiyacımız var. Rabbim bizleri sevap mevsimi olan ramazanı idrak edenlerden eylesin.


ŞEHR-İ RAMAZAN HOŞ GELDİN
M. NİHAT MALKOÇ

Müslümanlar için büyük bir kıymet ve kutsiyet ifade eden Ramazan ayı tekrar gönüllerimizi teşrif etmiştir. Bizi bu mübarek aya kavuşturan yüce Rabbimize ne kadar şükretsek yine de azdır. Zira geçen seneki Ramazan ayında aramızda olup da bu Ramazan'da aramızda olmayan o kadar çok insan var ki... Biz de pekâlâ onlardan biri olabilirdik.
Ömür bir nehir misali dur durak bilmeden akıp gidiyor. Geçen Ramazan'la bugün arasında dile kolay tam bir yıl gibi uzun bir zaman geçmiş. Biz bu zaman içerisinde Hakk'a ve hakikate uygun işler yapabilmişsek ne mutlu bizlere. Aksi durumda belli ki ziyandayız.
On bir ayın sultanı Ramazan, hayata hayat katan manevî bir huzur ve sükûn ayıdır. Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfiret ve bereket ayı olarak da bilinir. Bu yüzdendir ki her yıl büyük bir heyecanla, mutlulukla ve coşkuyla karşılanır, gönüllere buyur edilir.
Kur'an ayıdır Ramazan. Zira yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim bu ay içerisinde nâzil olmaya başlamıştır. Onun içindir ki bu ayda Kur'an'la daha yoğun bir biçimde hemhâl oluruz. Öte yandan Ramazan bir ömre bedel (83 yıl) bir geceye (Kadir Gecesi'ne) ev sahipliği yapan gufrân ayıdır. O ki rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluşa vesile olan ihsan ayıdır.
Arapçada “savm” ve “sıyam” kelimeleriyle karşılanan oruç Farsça karşılığı olan “rûze” kelimesinin Türkçeleşmiş biçimidir. Savm ve sıyam kelimeleri “bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, eylemsizlik, sükûnet, yemekten, içmekten, söylemekten, yürümekten ve cinsî münasebetten bireyin kendini alıkoyması” gibi anlamlara gelmektedir. Ramazan kamerî (hicrî) takvime göre şabandan sonra ve şevvalden önce gelmektedir. Bu kutlu geliş her yıl bir önceki yıla göre on gün evvel gerçekleşmektedir.
Nefisleri tezkiye ederek adeta cilalayan oruç ibadetinin farziyeti Kur'an ayetleriyle sabittir. O, İslâm'ın beş şartından ve en önemli şiarlarından biridir. Zira Rabbimiz oruçla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz”, “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara Suresi 2/183-184)
"Günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” manasına gelen "ramad" mastarından doğan "Ramazan" kelimesi Kur'an'da sadece bir yerde geçer. O da Bakara Suresi'nin aşağıdaki 185. ayetidir: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir”
Oruç, nefislerin terbiyesi için elzem bir ibadettir. On bir ay boyunca dizginleyemediğimiz hayvanî yönlerimizi bu ayla birlikte kontrol altına alırız. Bu yönüyle bir şahsiyet ve irade eğitimidir de. O ki dünyevî ihtiraslarımıza engel olur. Hayatımızı karartan israf ve şatafatın önlenmesi hususunda bir daha düşünme fırsatı verir bize. O, bir sabır mevsimidir. Sabredenler bu kutlu ayın nihayetinde bayram edecekler biiznillah.
Manevî bir murakabe (denetim) ayı olan Ramazan, hayatı değiştirir ve dönüştürür. Ramazan'la birlikte cemiyet hoş bir havaya bürünür. Bu ibadet ayı evde, camide ve çarşıda varlığını hissettirir. Hayatımızı düzene sokan bu güzel ayda sofralarımız da düzene girer. Diğer zamanlarda bir araya gelemeyen aile fertleri iftar ve sahurlarda aynı sofra etrafında toplanır. Rabbim bu sevap mevsimini hakkıyla ve lâyıkıyla idrak etmeyi bizlere nasip eylesin.

Nihat Malkoç
Kayıt Tarihi : 29.6.2023 17:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!