Rakkâse-i Aşk Yahut Tuhfe

Mustafa Tatcı
129

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Rakkâse-i Aşk Yahut Tuhfe

Sevenlerine Tuhfe gülzâr içinde bir gül
Bimâristâna şifa Hakk'a ulaşan gönül.

Erenlerin gözdesi Seriy’le hem-asr idi
Tecrîd odası onun cennetten bir kasr idi

Bir ceylan gibi Tuhfe aşk avcısı elinde
Bin Mansûr'u dar etmiş saçının her telinde

Muhabbet tercümanı ezelden güzel olan
Hakk’ın sırrını söyler Hakk'a göz ve el olan

Mürekkebi kan olan bırakmadı bir ‘alem
Belki dile gelirdi Mansûr olsa da kalem

Ah Tuhfe, hangi kafta kaldı simurgtan bir iz
Arşta kanat vuranlar cevlan eder gölgesiz

*

Ey iki gözüm dinle meczûbenin Pîrini
Ferîd-i Attar yazmaz, Tuhfe'nin aşk derdini

Çünki o rakseden nûr hangi kaleme gelir
Ne kelâma dökülür, ne de bir deme gelir

Kalem ilk nûrdan almış emri, beyânı Tuhfe
Bu âlem levhasının nokta-i ânı Tuhfe

Bir içli nây sesidir bimâristânda avâz
Tuhfe'de Hay sesidir kıştan kalma bir ayaz

Geceye kaçmış bir nûr esâtirî bir yıldız
Melâmetten bir nişan bırakıp gitmiş bu kız

Âlem onunla döner Tuhfe'den alıp dersi
O ateş, şeyler onun nûrunun rakkâsesi

Hüviyet-i zat ile boyanmış rengi tenin
Damlası deryâ olmuş efendim bu Tuhfe'nin

Cân cânâna kavuşmuş kimsenin haberi yok
Bil ki aşk tarihinde böyle gönül eri yok

Derdine gönül veren hırkayı suya atar
Güne karışan damla suya nisbetle buhâr

Tuhfe'den de er çıkar Murtaza'nın izinde
Giden her bir nisâdan ey Serî işbu dinde...

Âşık yok her Tuhfe'nin içinde bir Serî var
Âh ki sevenler ölmez, hep sevilende yaşar

Gel de oku sinene ilmek ilmek dokunsun
Âlemde bu kıssâmız Tuhfe diye okunsun

*

Rivâyet olunur ki bir gün Serî Sakati
Hastalanmıştı gece kalmamıştı tâkati

Teheccüd vakti geçti, dinmedi ıztırâbı
Salat-ı subh vaktinde geldi manen cevâbı.

Bülbül gibi inledi güle karşı seherde
Dedi şu namazımı kılayım deva derde

Edâ etti namazı, gönlüne şöyle baktı
Hatiften gelen nidâ ona bir sır bıraktı

Taşraya çıktı sonra rastında bimâristan
Yola revâne oldu Serî Sakatî o ân

Ehl-i ibtilâ ile dertleşmek için Serî
Der-i bimaristandan daldı şöyle içeri

Gezinirken içerde dilinde bin bir âhla
Güya ki gece idi aydınlanmıştı mâhla

Bir tecrid odasında Tuhfe ile göz göze
Gelince içten içe indiler birden öze

Bir buluttan sıyrılıp parlayan aydı Tuhfe
Her avcının okuna kaşları yaydı Tuhfe

Tertemiz libâsıyla ab-ı hayâta billûr
Can burnuna gülâbdan amâ gözlere bir nûr

Gönüllere belâydı gözlerindeki elâ
Gökçek cemâlin gören ne mümkün öyle kala?

Serî gönlüyle baktı kapayıp gözlerini
Zira dayanamazdı gören o aşk erini…

Bu melukut güzeli zincirlenip duvara
Kan revan içindeydi ayaklarında yara

Dedi Serî: Çün beni gördü Tuhfe ağladı
Okuduğu güfteyle gönülleri dağladı.

Sordum bimaristanın sahibine: Ey ahi
Bu hasta kimin nesi nedir bunun günahı?

Bir Cariyedir dedi Bimaristan sahibi
Onun da meczubiyet imiş bunda nasibi

Hocası bend eyledi getirip bunda onu
Anlatması pek uzun söze değer bir konu

Ayaklarında zincir Tuhfe hep dinliyordu.
Arada gökten gelen bir ahla inliyordu

Kulak verdi Sakati ne diyor Tuhfe diye
Şöyle diyordu Tuhfe: Aşk ehline hediye:

*

“Ey insanlar sanmayın ben deliyim
Ben serhoşum lâkin uyanık kalbim

Suçum yoktur aşka düşmekten başka
Zincir elde, zincir vurulmaz aşka

Bu aşk beni düşürmüştür hayranım
Aşka kapı oldu benim her yanım

İyiliktir bana her yaptığınız
Kötülük yok, sizler öyle sanınız

Efendiyi seven aramaz bir suç
Aşka düşen kulun her anı uruç

*

Serî’nin ciğerini yaktı Tuhfe’nin sözü
Kan çanağına döndü giryeden iki gözü

Ve kendini kaybetti sayhası yankılandı
Bu âhı işitenler aynı ateşle yandı

Geçti bir vakt aradan Serî kendine geldi
Serî, dedi cariye lakabıyla seslendi

Tuhfenin hitabına lebbeyk çekti gönülden
Adımı bilen bu kız bir koku almış gülden

Dedi Serî göz nurum, nerden bu âşinâlık?
Tuhfe; ezelden Serî, ilmim değil dünyalık

O zamandan beri ki, O’na cahil değilim
Ta elestte verildi Serî bana bu ilim

Eyvallah dedi Serî, Tuhfe’yi çözdü o dem
Bir meczûbede gizli şaşırma, ilm-i âdem

Cenab-ı Hak dilerse ihsân eder Tuhfe’ye
Ey Serî, ortağı yok bu şaşkınlığın niye?

Kendine geldi Serî bir dem tefekkür etti,
Döndü Tuhfe’ye bakan zâta teşekkür etti

Bimaristandan onu salıverdi sahibi
Onun da ta ezelden varmış evet nasibi..

Var git dedi Tuhfe’ye Serî yol verdi o ân
Dedi nereye gidem, ey Serî ey azîz cân

Gönlümün mâlikidir giden de o kalan da
Hep kendi karar verdi dünde yarında anda

Mülküne kendi memlûk ben kulum o padişah
Kal derse sabrederim git derse de eyvallah

Bunları konuşurken geldi Tuhfe’nin dostu
Tazim etti Serî’ye elini kalbe kodu

Dedi Serî, ey kişi bana tazîm etmeden
Bu câriyeye tazîm yeğdir hatta cümleden

Sebeb nedir Tuhfe’yi ne için attın habse
Anlamamışsın onu, zâhir uymuşsun nefse?

Dedi, aklı gitmiştir yemez, içmez, uyumaz
Dahi libâs yıkamaz, rakkâseliğin yapmaz.

Ben ona, bilir misin? Yirmi bin dirhem verdim
Aş verdim, ekmek verdim, hastalandı em verdim

İyi rakkase idi, ümidim suya düştü
Aklını rafa kodu yahut cinler üşüştü

Ben de onu getirdim bimaristana kodum
Şifa bekledim Hak’tan ümidi sona kodum

Tuhfe rakkase idi, yanık yanık okurdu
Sabâdan gazellerle sîneleri dokurdu

Duyanlardan rivayet, şöyleydi bir gazeli
Dile getirmişti o gönlündeki güzeli

“Sana yemin olsun ki her an her nefesimde
Aşka söz verdim kalbim aşk dedi kafesimde

Bozmadım yeminimi sevdim ilk günden beri
Benden ayrı olmayan içimdeki dilberi

Vücudumun zerresi senin sevginle dolu
Başka bir zevk değildir Tuhfe’nin budur yolu

Ey kendisinden başka efendim olmayan zât
Beni bırakıp gittin çokluğa heyhat heyhat

*

Yerinden kalkıp udu eliyle pareledi,
Gözünden yaş dökerek Tuhfe’den özr diledi

Dedi o zat Seri’ye Tuhfe’ye su-i zanla
Töhmet ettik ne yazık, ey ahî bizi anla

Suçlamıştık Tuhfe’yi sevdi diye birini
Bencileyin câhiller ne bilsin aşk erini

Su-i zan ettik yazık kırdık bir yüce hâtır
Bizim gibi câhile yetmez kırk katır, satır

Bunları duyan Tuhfe kırgın bir gönül ile
Döndü o zattan yana şunu getirdi dile;

*

Dilde adı, gönlüme hitâb edip Allah
Dedi yaklaş farktan cem’e her gâh

Gel beri! emrine eyvallah dedi canım
Beni seçti tuhfe-i uşşak için cânânım

Attım korkuyu sardı aşkın nuru beni
Vecdile döndü Tuhfe’nin o anda bedeni

Gönlüne muhabbetten bir habbe değen er
Uşşaka tuhfe olur da her gah ah eder

*

Tuhfe sustu yine sessiz feryada büründü
Mahzûndu Seri Tuhfe’nin sahibine döndü
-
Bak a bahâsı neyse, câriyenin ey kişi
Ziyadesiyle vermek olacaktı ilk işi

Döndü Tuhfe’nin sahibi Seri’ye: Ey fakîr
Sen kim, bu cariye kim, gücün neye muktedir?

İşin aslı şu idi bu kişiden konuşan
Hak idi ve bunu ârif idi anlayan

Anlamamıştı Serî Hak’tan gelen nükteyi
Et ve kemik sanmıştı aşk kesilen Tuhfe’yi

Hangi dinar, ya dolar alamaz aşk mülkünü
Kafta ankâ olmayan çekemez aşk yükünü

Anladı Serî hemen sahibinden konuşan
Hak’tan gayrı değildi nüktede sırdı bu ân

Tuhfe diye gördüğün aşktır, kadın değildir
Aradığın yârdır o, gör bak yadın değildir.

Bir an duraklayıp da kendini toparladı
O zata bahası ne, Tuhfe’nin tekrarladı.

Sonra döndü savmaya para bulurum diye
Gönülden niyâz etti, başladı beklemeye

Tuhfe’yi almak için para bulamam diye
Ağlıyordu bir yandan düşmüştü endişeye

Tazarru etti Hakk’a o gece ta subha dek
Subh-ı sadıkta birden kapı vuruldu tak tak

Dedim kimdir bu saat, kapıyı dakkeyleyen?
Muhiblerden biriymiş hemen orda bekleyen

-Şeyhinden destûr alıp içeri girdi dervîş
Ahmed bin Müsennâydı, azîzim bu ne cünbüş

Dedi: Sultanım bu şeb, uykuda gördüm bir düş
Hatiften bir ses geldi: Serî’nin nezdin eriş

Şu parayı ilet de Tuhfe’yi satın alsın
Kulumuz olsun mesrûr, Tuhfemiz de hür kalsın

Uykudan uyanınca ahmed Hakk’a şükretti
Koşup gitti Serî’ye olanları nakletti

Serî der ki: -O gece sabaha dek oturdum
Namazı kılıp çıktım bimâristânda durdum

Bîmâristân sâhibi görünce geldi beri
Dedi:-Merhaba Serî! Durma da gel içeri

Anladım tahkik Tuhfe Hakk’ın sevgili kulu
Hiç şüphem yok Tuhfe’nin Hak’tır gerçektir yolu

Erenler meclisinde rakseden bir pervâne
Kanat bırakmış yoğa, var olmuş yane yane

Dün gece bana hâtif nidâ etdi. Uyandım
Tuhfe bir veliyedir, bildim sultanım, yandım

Konuşurken bunları Tuhfe uzaktan gördü
Ağlıyordu bir yandan âh Serî, âh diyordu:

Niçin ifşa eyledin adımı meşhûr ettin
Sırrımı duyurup da melâmetten dûr ettin

Bendeniz Rabbim ile bu hırkanın içinde
Lamekan kavmi ile gah Çin’de gah Maçin’de

Devredip yaşıyordum zamanı ân ederek
Deli Rakkâse diye halka ünvân ederek.

..

Tam bu sırada geldi bimâristân sahibi
Serî döndü adama akçanın burda hepsi

Beş bin akçadır tamam, say Tuhfe’yi bize ver
Tuhfe dediğin kadın bil ki her şeye değer

Dedi: -Vallahi almam. Serî az buldu sandı
Beş bini düşünmeden on bine dek çıkardı.

O zât dedi ey Serî bana versen dünyayı
-Vallahi almam senden getirdiğin akçayı

Bir yandan ağlıyordu. Dedi: hâlisen-lillah
Tuhfe şimdiden sonra azâddır vallah-billah

Dedim ki: -Kıssa nedir? Dedi: ey nûr-ı didem
Dün gece bendenizi tevbih etti bir adem

Kim diye dikkat ettim Resûl-i Ekrem idi
Hem yanında Rakkâse ve ehlullah cem idi

Şahid olun ben artık Tuhfe kim biliyorum
Cenâb-ı Hak affetsin sizden özr diliyorum

Seri sonra dönüp de Müsennâ'ya bakmıştı
O hüzünlenmiş dahi gözünden yaş akmıştı

Dedim:-Niçin ağlarsın? sebeb ne ey Müsennâ
Tuhfe mi hale sebep, ne oldu söyle sana

Dedi Ey Serî, bana düşümde Cenab-ı Hak
Tuhfe için ver kurtul malını, ol nefsten pâk

Şimdi geldim ki benim Tuhfey’e ayırdığım
Para nasip olmadı, sebeb bu ağladığım

Keşke Tuhfe fakirin elinden azad olsa
İyiler arasında adı her dem yad olsa

Demek ki Allah benden râzı değil sultanım
Temizlenmedi gitti bu âb u gil sultanım…

Malım mülküm sadaka ey Seri şahidim ol
Bir hırka bir lokmadır bundan sonra bana yol

Dinledi ikisini Serî hayrete daldı
Tuhfe’nin bereketi onu kendinden aldı

Âh dedi, Ulu Rabbim! Sen nelere kâdirsin
Bunca suret içinde fail-i mutlak birsin

Tuhfe bütün bunları dinlerken gönlü zârda
Palâs geçirdi eğne, göz yaşlı gönül yârda

Ağlayıp hıçkırarak çıkıp gitti aradan
Hayret ender hayret ki hiç bir iz bırakmadan

Ardına düştük onun Ka’be’ye dek aradık
İbn Müsennâ yolda vefat etti biz kaldık

Ben ve sahib-i Tuhfe tavâf vakti Ka’be’de
Ellerimiz semâda gönlümüz seccâdede

Allah rızası içün Tuhfe’yi arıyordum
Bu sırada ciğeri dağlayan bir ses duydum.

Bu, Tuhfe’nin sesiydi yangına düşmüştü söz
Bu bir gazel değildi derûnu yakan bir köz

*

Hastadır bu dünyada Hakka aşık olmayan
Dermanı dert bilmeyen, dertte derman bulmayan

Muhabbet kadehiyle sulanır bunda âşık
Hasret kalır lebinden feyz alıp can bulmayan

Ona doğru yükselir Hak sevdasına düşen
Et ve kemik yığını bunda canan bulmayan

Ey aşk yolunda sanıp kendisini aldatan
Şaşkın şaşkın dolanır Onu el’an bulmayan

*

Tuhfe’yi gördü Serî dedi Tuhfe, sen misin
Lebbeyk, Üstadım! Dedi sesi verâdan derin

Bu geçen zaman içre bir et deri kalmıştı
Vücûdu tükenmişti, dilde zârı kalmıştı

Serî sordu bu halktan uzlet ihtiyâr ettin
Ne oldu bu sürede dilde kime yar ettin?

Ey Serî dedi Tuhfe, Hak yakîn ihsân etti
Güyâ ten idim gitti, kendisine cân etti

Bil ki sevenler yolda, yok olur, bak Müsennâ
Aşk ile vuslat etti cânı erdi canana

Cennet benim gölgemdir, aşkıma düşen cânlar
İbn-i Müsennâ gibi ölünce bunu anlar

Serî bunu duyunca, Tuhfe’ye dönüp dedi:
Sahibin de benimle birlikte gelmiş idi

O da Kabe’ye vardı, teslîm eyledi cânı
Senin aşkına düşen nasıl bulmaz cânânı

Bunu duyunca Tuhfe, derinden eyledi âh
Hû’ya garkoldu cihân, şehadet etti ervâh

Ne beden kaldı ne ten, döndü vuslata hicrân
Melekut semavatta tekbire durdu o ân

Ka’be’nin duvarından aldılar bedenini
Techiz ettiler uşşak birlikte kefenini

Seri’nin gözyaşları tehlil ü tekbirlere
Karıştı Tuhfe ile ölümsüz dirilere

Kime değerse Tuhfe aşkı yaktı kül etti
Küllerinin içinden aşk bağına gül etti

Ey bir Rakkâse ile rakseden âşık gönül
Pervane’den ibret al sen de ebediyen gül

Mustafa Tatcı
Kayıt Tarihi : 20.8.2024 14:19:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!