Protez Bir Aşk Bizimkisi Şiiri - İlhan ...

İlhan Kılıç
68

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Protez Bir Aşk Bizimkisi

PROTEZ BİR AŞK BİZİMKİSİ...
Dişiniz hasar gördüğünde uzmanına gider ölçülerinizi verir
Kemik porselen yada altın diş yaptırırsınız tam ağzınıza uyacak şekilde..
Aynen yaşadığımız ilişkilerimiz gibi..
önce elimizdekini koruyamamaktan yıpranmasına izin verdikten sonra aklımız başımıza gelir.
Oysa her gün ilgilenseniz dişinizle, temiz tutsanız soğuk sıcak aynı anda içmeseniz o diş çürümeyecek gerekli besinlerini verseniz çürümeyecek ilişkileriniz gibi tıpkı
Eşinize erkeğinize dişinize gerekli özeni göstermek ilgi göstermek zorundasınız sahiplenmekle iş bitmiyor sonra protez birine sahip olursunuz dişiniz gibi.
İlişkileri yürütmek güçtür elbet ama aşk varsa olayları olduğu gibi kabul etmek lazımdır..
O saf temiz aşkları özledim
Henüz çocukluk günlerimdeki
Henüz al yazmalım selvi boylumu, Almancının karısını, yılanların öcünü seyretmeden
Bilmeden ilişkileri hesapları masumca sevdiğimiz günleri özledim.
kızların adı arzu yada alev yada yosun değildi belki miyase Fatma elif gülizardı ama gülüşleri hep candandı gülüşlerinde hiç acı yoktu..
hepimiz siyah önlük giyerdik hatta lastik ayakkabı giyerdik çorabımız belki olmazdı, yamalıklı pantolonla sevgilimizin yanından geçmekten utanmazdık, utanmazdık ama dik dik de bakmazdık utangaçlık vardı
Kızların saçı hep siyahtı ya ortadan ikiye taranırdı.
Ya da anaları belik yapardı iki tane ama uzun olur oğlan saçı gibi olmazdı.
Çeşmede karşılaşırdık bize toprak testiden su ikram ederlerdi hele birde seviyorsa sizi
Türküdeki gibi
“URUN URUN KAŞ ALTINDAN BAKINCA CAN TELEF EDERDİ”
O gece o bakışlarla uyurdunuz kalbiniz bir dahaki karşılaşmaya kadar küt küt atardı
şimdiki gibi aşkınız bir cep telefonun ucu kadar yakın değildi.
onun için daha çok düşünür daha çok özlerdiniz.
Öyle fazla beklentileriniz yoktu yada beklentileriniz doğayla uyumlu idi
Bronz ten yada sıfır beden
Bunlarda neydi
Elma yanaklı,kalçalı,perçemli olsun yeterdi. Kalıba sokmazdınız aşkınızı
şimdi kalıplar var
Kadınlar işi gücü olsun uzun boylu olsun yaşı benden büyük olsun eh evi arabası da olursa fena olmaz.
Erkekler aman göbekli falan olmasın
Selülit varis vb olmasın eh hayat müşterek çalışsın çalışsın ama evine de zaman ayırsın öğretmen olursa fena olmaz yani diyerek eğitim fakültelerinin puanını tavan yaptılar.
Sonra herkes siparişlerine göre birini buldu genelde tabi ama yinede mutlu olmadılar
ALLAHTAN sanal denen bir olgu çıktı
Başladınız burada aramaya
Onda gördüğünüz eksikliği yıpranmışlığı burada gidereceksiniz güya eh hani kolayı da var uymazsa size protez dişiniz gibi çıkarır koyarsınız bir kaba en fazla......

İlhan Kılıç
Kayıt Tarihi : 8.12.2009 11:50:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Rıza Karataş
    Rıza Karataş

    Sen..
    Herkes kadar korkak Gözlerin kadar ıraktın bana.
    Bir o kadarda yalnızdın bana.
    Senkendine yetemeyecek kadar az içime sığmayacak kadar çoktun bende!
    Söylesene ey silik harfim
    ...Gözlerimin feri içimin şen yeri!
    Hangi aşk’a hangi acıya konu edersin beni.
    Adınla başlayan kaç harfi gömüp kendine
    Kendinden soyutlarsın beni.
    Oysaki aramızda yok yere çılgınlıklar
    Yok yere oyunbozanlık yapan düşlerin derme çatma rıhtımına çektiğimiz kaç yalnızlık
    Kaç ayak sesi
    Kaç militan çığlık çoğalırdı içinde!
    Bana tekil susarken içinde anlasana yar kaç şiir biriktiriyorum dilimin ucunda
    Boğazım kuraklanıyor sana!
    Sus diyorsun içime..
    Susuyorum kendime..

    Her gece düzenli olarak ölüp gözlerine düştüğüm yar!
    Sahi
    Gidenler mi vardı içinde ? yoksa geri dönmeyi unutmuş başkaları
    Başkalarında mı kaldı gözlerin
    ey satırlarımın sessiz harfi!
    B/ak; Ne kadar da sessiz ağlıyordu göz bebeklerin
    Annesini yitirmiş
    Cebindeki mavi bilyelerini kaybetmiş bir çocuk kadar mağdurdu hayata.
    Yarım yamalak diz kapaklarında saklıydı acısı
    Bir yanı hayat!
    Bir yanın öl diyordu.
    Öl ve git..
    Hayatın basit kurallarına sarılıp sus ve git diyordu bakışlarındaki ürkek zamansızlık.
    Anlamsızlıklar çoğalıyordu içinde
    Anlam konduramıyordu ansızın gelip içine sızmaya çalışan kelimelerime
    Yüreğinin surlarını delmeye çalışırken
    Ucu yırtık kağıtlarıma akan kelimelerimle paçavra hissediyordum kendimi
    Beni kendine anlamsız kılarken..
    Saçlarına dokunuyordum hasretin nasır tutmuş bağrıyla
    Nasırlaşmış şafakları saçlarından söküp ellerine bıraktım!
    Elleri ellerim oluyordu birden
    Kanayan avuçlarıma sargı beziydi!
    Gözlerime baktı ve
    Susup beni içinde öl diyordu!

    Susuyordu zamansızlık çöküyordu omuzlarına
    Zamansızlığıma mı bu deli çığlığın ? yoksa zamanın koynuna alamayışın mıydı bu denli sitemin!
    Celladın koynuna bırakıp beni
    Akrebin zehrine tamah edişin
    Beni susuşun kaç heceydi!
    Söylesene kaç cümlelik ağıtla dizdin beni boğazına?
    Cam kesiği yaralarınla izine sürüp alnındaki kesiğe yamadın mı beni?
    Söylesene Mavi gözlü Marmara'm.
    Boğazın derin sularına atıp beni yıkadınmı içinde beni..
    Martı leşlerini önüme sunup! hayat bu demek miydi
    Beni kendine anlamsız kılışın..
    Sustum

    Sonra ;
    Dudakların geldi aklıma! Sığınıp kana kana sen içeceğim dudakların
    Kanatırken dişlerinle akıtacağın sevda sözcükleri dolandı dilime
    Sustum..
    Belki bilmezsin! Aşk en çok susarken konuşurdu.
    Ben sana aşk kesip dilim dilim ömrümü sunarken
    Çokmu acı geldi de dudaklarına
    Kustun beni içinden..

    Şimdi ;Soğuktu ellerin
    Yüzündeki bir tebessüme bile sığdıramazken
    Hayatında koca bir anlamsızlığa sığdırmıştın beni.
    Koca bir korkaklığa sığınıp cesareti tatmamıştın bal dökerken kelimelerim!
    Sadece baktın içimi deşip çağlayan ırmaklar akıtırken dudaklarına !
    Gelmemiştin gelmiş gibi yapıp
    Kirlenmiş aşkların ardına sığınarak suçlu görüyordun AŞK’ı.
    Ağzına kadar doldurup acıyı burnundan getiriyordun.
    Oysa ki ben sana cennetin Şol ırmaklarından su içirip!
    Acıya tövbeler ettirmek için gelmiştim.
    Ama sen beni sadece bir gece olsun! Yanaklarına süreceğim masalına bile kahraman saymadın!

    Saçlarına sürüp dudaklarımı nefesimle okşarken! son kez baktım gözlerine
    Gözlerinde bir ayrılık resmi çiziyordu gözlerine bıraktığım ressamlar!
    O’nlarda bana ihanetteydi!
    Rengten renge boya emrini verdiğim ressamlar!
    Ah..
    Onlarda ayrılığı çiziyordu bakışlarınaonlarda hayatın saçmalıklarına aldanıp!
    Artık git diyordu!
    Sus ve git..

    Kalmayı çoktan unutmuştu O Ve giderken geri gelmeyeceğini bilerek gidiyordu.
    Ve gitmemesi gerektiğini son dizem de anlayacaktı!

    “Gözlerin Kudüs! ellerin Irak bana!
    Hangisini fethe zorlasam bir istanbul oluyorsun içimde!
    Boğuluyorum Marmara’nda..”

    Hadi Kefen biç kelimelerime nasılsa kalemim cehenneme emanet!

    Cevap Yaz
  • Seren Koç
    Seren Koç

    çok güzeldi hoştu

    Cevap Yaz
  • Sokak Şairii
    Sokak Şairii

    günümüz hastalığının teşhisi...

    Cevap Yaz
  • Rıza Karataş
    Rıza Karataş

    ________YOKLUĞUMLA KAL_________
    Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…

    Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim?

    Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun.

    Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum,
    lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk
    edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi.

    Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi.
    Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başınabırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim?

    Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim?

    Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.

    Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş...

    Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce,
    hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili?

    Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda.
    Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece...

    Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi...

    Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? ..

    Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandıyüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir
    çıldırış...

    Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere...

    Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı
    kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık...

    Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili...

    O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek
    geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden
    vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili...

    Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık...
    Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'

    Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben!

    Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez
    biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için...

    Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni
    görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına.

    Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...

    Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları
    örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? '

    Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın
    sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni
    tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki...

    Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp
    gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı...

    Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun.

    Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni
    sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için...

    Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun

    Cevap Yaz
  • Deniz Yıldız
    Deniz Yıldız

    harika

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (5)

İlhan Kılıç