Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün
minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım? ..
Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne tatlı şey! ..
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey
müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin
meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet - fiken,
bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin.
Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin
gökten dehâ-yi narı çalan kahramâanını...
Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını! ..
Ümmet toplumundan millete dönüşümde, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte Namık Kemal’in, Tevfik Fikret’in önemli katkıları vardır. Bizde “Efsane Şairler” Namık Kemal’le başlar, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Fazıl Hüsnü Dağlarca ve Attila İlhan… diye sürer. Bu şairlerimizde şiir, bir zevk işi olmaktan öte toplumun değerlerini yaşatan, toplumu iyiye güzele ve doğruya doğru geliştiren, zevk ve beğeniyi olgunlaştıran bir çalışma alanıdır.
İnsanlar gibi toplumlar da birbirleriyle etkileşim içindedirler. Etkileşime kapalı olan toplum durağanlaşır. Bizler,8-13. yy arasında İslami kültüre girerek Türk-İslam sentezini gerçekleştirdik. Yeni ilhamlarla kültürümüzü zenginleştirdik; ama artık Arap ve İran’dan öğrenecek bir şey kalmamıştı. 14-16.yy da ise, özellikle Fatih döneminde Türk-Bizans sentezini gerçekleştirdik ve o dönemde dünyanın en kudretli devletini kurup, kültür ve uygarlığın bayraktarlığını yaptık. Sömürgecilik- Rönesans ve reformla bayrak Batı’ya geçti. Osmanlı toplum sistemi önce durağanlaştı, sonra çöküşe geçti. Bu şiir son döneme aittir.
Tevfik Fikret, Batı’nın biliminin, sanatının, üniversitelerinin ve her türlü kalkınma araçlarının Türk toplumuna kazandırılmasını istiyordu ve iş başındakilerden ümidi kestiği için bunu gençlikten bekliyordu. Bu nedenle bizim edebiyatımızda çocuklara ve gençlere şiirler yazan ilk şair Tevfik Fikret’tir.
Promete, antik çağlarda tanrılar tanrısı Zeus’un keyfiliğine kafa tutan kahramandır. Efsaneye göre ateş ilkel çağlarda Tanrı Zeus’un tekelindeydi. (Ateşi “bilgi, kültür veya uygarlık” olarak da anlayabiliriz.) İnsanlar, soğuk havalarda üşüyorlar; yemeklerini çiğ olarak tüketiyorlar ve çok sıkıntı çekiyorlardı. Promete ise bir yarı tanrı idi. Mitolojide bunlara “Titan” denir. Tanrılardan farkı ölümlü olmalarıdır.
Antalya’da, bugünkü Kaş ilçemize yakın bir antik kent olan Olimpos’un yamaçlarında yerde alevler çıkar. Bugünkü bilgiye göre yerden kendiliğinden çıkan doğal gazdır. Havadaki oksijenle birleşince gece gündüz kendiliğinden yanmaktadır. O zamanın insanı bunu “Zeus’un ateşi” olarak algılamış. Buraya bir Zeus tapınağı yapmış. Rivayete göre Zeus buraya bir bekçi dikmiş. İnsanlar sıkıntı içindeyken Zeus bu ateşi kendi gücü ve egemenliğinin bir nişanesi olarak tekelinde tutuyormuş.
Promete, yanında şarap götürerek ateşin bekçisi olan arkadaşını sarhoş etmiş ve tutuşturduğu bir meşaleyi bayırdan aşağı koşarak insanlara ulaştırmış. İnsanlar çok mutlu olmuşlar ama bu karşılıksız iyiliğin bedelini ödemek Promete’ye düşmüş. Zeus, kendisine ait olan ateşin insanların eline geçmesine çok kızmış. Promete’yi dağda bir kayaya zincirleyip aç ve susuz bırakmış. Bununla yetinmeyip ana bir kartal musallat etmiş. Kartal, her sabah geliyor, kayaya zincirlenmiş Promete’nin göğsünü parçalıyor ve ciğerlerini yiyormuş. Akşam olduğunda gidiyor; sabaha kadar yaraları iyileşen Promete, ertesi gün aynı işkence yeniden yaşamak zorunda kalıyormuş. Prometeyi bu ağır işkenceden iyi yürekli Herkül kurtarmıştır.
PROMETE
Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürün
minkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:
Kalbinde her dakika şu yüce özleyişin ateşten gagasını duy, daima düşün…(Açık istiareler)
Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?
Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım? ..
Onlar (Batı) , niçin göklerde, ben niçin çukurdayım? Kartalla Promete ilişkisini, Batı ile Osmanlı Türk toplumu ilişkisine benzeterek paralellik kuruyor. (Leff’ü Neşr sanatı) Benim sıkıntılı ve aciz halime herkes gülecek ve ben ağlamak zorunda mı kalacağım? Şair bu benzetme ve paralellikle Türk gençlerinin hayal gücü ve yaratıcılığını ateşlemeye çalışmaktadır.
Yükselmek âsümâna ve gülmek, ne tatlı şey! ..
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa... Ey
Göklere yükselmek (kalkınmak, zenginleşmek, uygarlaşmak) ve gülmek ne tatlı şey! Bir gün şu “hastalıklı vatan” canlanırsa (Osmanlının adı ‘Hasta Adam’ a çıkmıştı, açık istiare ve dolaylama) …
müştâk-ı feyz u nûr olan âti-i milletin
meçhul elektrikçisi, aktâr-ı fikretin
Ey ışığa ve bilgiye hasret kalmış milletimin gelecekteki, henüz adı bilinmeyen elektirikçisi,
yüklen getir - ne varsa - biraz meskenet - fiken,
bir parça rûhu, benliği, idrâki besleyen
O fikir ülkelerinin, uyuşukluğu kıracak, (spor, müzik, bilim, sanayi…) halkımızın ruhunu ve kavrayışını besleyecek bilgilerini yüklen getir.
esmâr-ı bünye-hıyzini; boş durmasın elin.
Gör dâimâ önünde esâtir-i evvelin
Onun bünyesini besleyecek meyveleri getir (Her yanı Promete gibi yaralı) … Bunu yaparken ilham kaynağın, çağlar öncesinin bu kahramanı olsun.
gökten dehâ-yi narı çalan kahramâanını...
Varsın bulunmasın bilecek nâm ü şânını! ..
Gökten ateşi çalan kahramanı örnek al. Sen bunları yap yeter ki, varsın insanlar senin büyüklüğünü anlamasınlar. Adını sanını bile bilmesinler. Seni onurlandıracak olmasalar bile senin görevin budur. Belki bu yüzden cezalandırılırsında…
Tevfik Fikret, yaşadığı dönemin yöneticilerinden umudunu kesmiş, kendisini anlayacak bir kafa, bir yürek bulamamanın hüznüyle “yuva” adını verdiği Aşiyan’a çekilmiş ve geleceğe mektup yazıp bir şişe içinde denize bırakan bilge gibi gençler ve çocuklar için şiirler yazmaktadır. Bu şiirleri harp okulundaki Mustafa Kemal ve arkadaşları da diğer gençlerle birlikte okumakta ve ezberlemektedir….
Sedat DemirkayaKayıt Tarihi : 15.8.2008 14:29:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!