İstanbul dünyanın en güzel şehri diyenlere itiraz edeni duymadım. Çünkü, dünyanın güzellikleriyle ünlü tüm şehirlerinin, öyle ya da böyle benzer özeliklerini taşıyan şehirler de var. Ama İstanbul bir başka, İstanbul eşsiz. Bu gerçek, bugün olduğu gibi yüzlerce yıl önce de böyleydi, sonsuza kadar da böyle olacak.
Ferhedilmesiyle bir çağı kapatıp, yepyeni bir çağ başlatan başka hangi şehir var? İşte bu yüzden İstanbul yüzlerce yıldır eşsiz bir şehir.
Her güzelin bir kusuru var demiş ya atalarımız; bizim güzeller güzeli prensesesimizin, İstanbulumuzun da bir değil belki birkaç kusuru var. Ama bizi en çok üzen trafiği. Yollarda adım adım ilerleyen araçlar, egzoz dumanı, motor gürültüsü... Penceremizin, kapımızın önüne kadar park edilmiş araçlar...
Hani, masallarda prensesin başına bir hal gelirse beyaz atlı bir prens gelir ve kurtarıverir ya. Bizim güzeller güzeli prensesimiz İstanbul'un da kurtarıcısı bir prensi var: Büyükada!
Adanın ilk sakini Bizanslılar, ona Prinkipo demişler. Fıstık Ahmet namıyla tanıdığımız Ahmet Tanrıverdi, “Hoşçakal Prinkipo: Bir Rüyaydı Unut Gitsin” adlı kitabında Prinkipo sözcüğünün anlamı için “Prensin arka bahçesi” diyor. Yine bir Büyükadalı olan Sanatçı Fedon ise “Prinkipo, ada prensi demek” diyor. Yabancılar hâlâ Büyükada'ya Prince Island (Prens Adası) diyorlar. Biz İstanbul adalarının en büyüğü olduğu için kolaya kaçıp, Büyükada deyivermişiz.
Aslında Marmara'nın en büyük adası, Büyükada değil; Marmara Adası, Paşalimanı ve Avşa ondan daha büyük. Fakat İstanbul'un görmediği ada ne kadar büyük olursa olsun, büyük ada, İstanbul'un Büyükada”sıdır.
Hani kurtarıcı prens demiştik ya, Büyükada için. Kurtarıcılığı şundan: İstanbul'un trafik keşmekeşinden kurtulmanın en kestirme yolu Adalar. Ancak Büyükada'dan başka, Kınalı, Burgaz, Heybeli ve Sedef olmak üzere, İstanbul'un karşısına dizili, meskun 4 ada daha olmasına rağmen İstanbullu için Büyükada başka. Büyükada'ya defalarca gittiği halde diğer adalara bir kez dahi gitmemiş çok İstanbullu tanırım. Bu yazıyı okuyanlardan birçoğunuzun da bu gruba girdiğinden adım gibi eminim. Bunun birçok sebebi olabilir, ama bu yazının konusu bu değil.
Nüfus ve trafik açısından, dünyanın en yoğun şehirlerinden biri olan İstanbul'un hemen yanıbaşındaki bu kaçış yeri, gerçekten kurtarıcı bir prens gibidir. Çünkü motorlu araç yok, trafik yok; motor sesi, egzoz dumanı yok. Yollar, kaldırımlar sizin. Tabii, fayton çıngıraklarını duyduğunuzda yol vermek kaydıyla.
Burada doğup burada büyümüş ve 84 yıldır da Büyükadalı olmaktan vazgeçmemiş, efsane futbolcu Lefter, bu konuda benimle aynı fikirde değil: “Sen trafik yok san. Faytonlar neyse de bisikletler yüzünden yolda yürüyemiyoruz” diyor.
Lefter gibi diğer doğma büyüme adalıların da ortak şikayetleri var. Karmaşada boğulmaya, boğuşmaya alışmış bizlere bu kadar dinginlik veren Büyükada, ömürleri burada geçmiş Büyükadalılara artık eskisi kadar huzurlu gelmiyor.
Fıstık Ahmet, “Hoşçakal Prinkipo: Bir Rüyaydı Unut Gitsin” kitabıyla kendisi gibi herşeyiyle Büyükadalı olan insanların dertlerine tercüman olmuş. Fıstık Ahmet, Büyükada'yı Büyükada olmaktan çıkaranlara, rengini, kokusunu, tadını bozanlara pek de kucağını açmıyor.
Onu dinlediğimizde hak vermiyor da değiliz: 'Yaz aylarının sıcağında pazar günleri, karşı kıyıların varoşlarından akın edenler, Kenan Evren Parkı'nı istila ederler. Belediye burayı düzenlerken soyunma yerleri ve tuvalet yapmadığından, göz önünde soyunup giyinen erkeklerle, bahçe duvarlarına bitişik zakkumların arasında def-i hacet yapan diğerlerini görmek sıradan görüntüler oldu. Çimenlere serilen gazeteler üzerine kurulan yer sofralarında açlıklarını gidermelerine, pilli müzik çalarlarından yükselen canhıraş arabesklere, etrafı rahatsız ederek top oynamalarına, bitip tükenmeyen denize atlamalarına, mayolu kızlara taciz edici lâf atmalarına ve röntgenlemelerine, oluşan çöplerini kutuya atmayıp etrafa serpmelerine, çiçekleri koparmalarına müdahale etmek ne mümkün! Hemen terbiyesizleşerek verdikleri cevapların tamamında gizli bir düşmanlık var: Cennette yaşıyorsunuz, işiniz ne, temizleyin! '
Fıstık Ahmet, taşralaştırılan bir Büyükada'dan söz ediyor. Bir zamanlar yalnızca Türkiye'nin değil, yeryüzünün en kozmopolit yerlerinden biri olan Büyükada'nın taşralaştırılmasına, tektipleştirilmesine, doğma büyüme Adalı biri olarak tepki gösteriyor.
Bu tepki; her gün büyüyüp değişen koca bir şehrin yanıbaşında, bambaşka bir hayatı tercih etmiş birinin; yapıları, sokakları ve insanıyla bir coğrafyanın belleğinin silinmeye çalışıldığını fark etmiş bir eski zaman Adalısının haklı serzenişleri.
Her şeye rağmen Büyükada, biz zavallı metropollüler için bir cennet. Ada'da geçirdiğimiz bir hafta sonu bile bizi epeyce şarj etti. Alışması en zor at dışkısı kokusuna bile ikinci gün alıştık.
Biz İstanbullular için “bir avuç yer” olan Büyükada, gezmeye çalıştığımızda gördük ki gerçekten büyükmüş. Aslında büyüklüğünden çok, yokuşları yoruyor insanı.
Elbet, biz de eksik kalmadık fayton keyfinden, ama bir tur güzergahından giderek gezemez, fotoğraflayamazdık Büyükada'yı. Üstelik de adanın sokakları oldukça çekiciydi. Birinin güzelliği, bir önceki gördüğümüzü unutturan bembeyaz köşkler, güllerle bezenmiş bahçeler, sardunyaların sarktığı balkonlar... Çektikçe çekesi geliyor insanın, bu güzelliklerin fotoğrafını.
Biraz tarihinden bahsedelim Büyükada'nın.
1930 yılında Karacabey mevkiindeki Rum Ortodoks mezarlığı yakınında bulunan ve Büyük İskender'in babası Makedonya Kralı II. Filip'e ait olduğu kabul edilen ve “Büyükada Definesi” olarak kayda geçirilen altın sikkeler, adanın tarihine ilişkin en eski bulgu. 207 altın sikkeden oluşan define, şu anda İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunuyor.
Büyükada hakkında, Bizans öncesi yerleşimlere ait çok az bilgi var. Büyükada, diğer İstanbul Adaları gibi yaklaşık yedi yüzyıllık Bizans döneminde hapishane ve manastırlarıyla ün kazanmış. Bu dönemde Bizans'ta ortaya çıkan taht kavgaları, siyasi ve dini içerikli anlaşmazlıklar neticesinde Büyükada'ya prensesler, prensler, din adamları sürgün olarak gönderilmiş ve bunlara korkunç işkenceler yapılmış.
İstanbul'un Türkler tarafından fethinden yaklaşık birbuçuk ay önce Fatih Sultan Mehmet'in kenti kuşatması sırasında Baltaoğlu Süleyman Bey, bir donanma ile Kınalıada, Burgazada ve Heybeliada'yı teslim almış, yalnızca Büyükada bir kaleye sahip olduğu için kısa bir süre direnebilmiş.
Kimi tarihçilere göre Türklerin Adaları alması ile huzur ve sükun da gelmiş. Yerli halk balıkçılık ve tarımla geçinmiş. Manastır ve kiliselerdeki keşişler, el yazması dini eserleri çoğaltarak hayatlarını sürdürmüşler.
Ancak Ada'ya Türklerin yerleşmesi, 1846'da küçük gemilerin hizmete girmesiyle başlamış. 1875'de daha büyük gemilerin gelmesi ile düzenli seferlere geçilmiş. Bu tarihten sonra Ada'da nüfus hızla artmış. Zengin Türklerin yanısıra yabancılar da Ada'ya rağbet etmiş ve köşkler, konaklar, oteller, dönemin mimari usluplarını yansıtan binalar, kiliseler yapılmış. Türklerin azınlıkta olduğu Büyükada'ya Osmanlı döneminde, 1895 yılında, Abdülhamid'in emri ile küçük bir cami yapılmış ve adı da “Hamidiye Camii” konulmuş.
1861'de Padişah Abdülaziz döneminde İstanbul'da kurulan ilk üç belediye dairesinden biri olarak Yedinci Daire diye anılan Adalar Belediyesi Teşkilatı kurulmuş ve merkezi Büyükada olmuş.
Büyükada, 1894'de meydana gelen depremde ve 1900'lü yılların başlarında çıkan çarşı yangınında önemli hasarlar görmüş.
1945 yılından sonra ekonomik olarak güçlenmeye başlayan İstanbullu Türkler, Büyükada'yı yazlık mekanı olarak tercih etmeye başlamışlar ve bu tarihlerden itibaren iskele çevresinde başlayan yapılaşma, kıyı boyunca devam ederek tepelere doğru tırmanmış.
Önce 6-7 Eylül 1955 olayları, sonra 1974 Kıbrıs harekatının ardından yükselen milliyetçi hava, Ada'nın çoğunluğunu oluşturan Rumlar'ı kaçırmış.
Büyükada'nın o günlerde yaşadığı acıları şu anekdot nasıl da sarsıcı bir şekilde önümüze koyuyor:
Büyükada'da Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerle komşu olarak yaşayan büyük romancı Reşat Nuri Güntekin, 6-7 Eylül olaylarının ertesinde, vapur iskelesinde rastladığı bir komşusuna: 'Siz maddi zarar gördünüz, bizimse insanlığımız zarar gördü.' diyor.
O trajedilere göğüs germiş, doğup büyüdüğü toprakları terk etmeye direnmiş, halen yaz kış burada yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi aileler var. 1984 yılından itibaren sit alanı olarak ilan edilen Büyükada'da şimdilerde o kötü günlere oranla daha huzurlular. Ancak Anadolu'dan İstanbul'a oradan da Büyükada'ya gelen ve boşalan evlere yerleşenlerden bir miktar şikayetçiler. Ada kültürüyle doğup büyümemiş bu insanların ahengi bozduğunu düşünüyorlar.
Yazar Orhan Türker, “Prinkipo'dan Büyükada'ya” isimli kitabında: “İstanbul adaları içinde, Türkleşmeye en çok direnen ada, Prinkipo (Büyükada) olmuştur. 19. yüzyılın ortalarına kadar fakir Rum balıkçılar ve bahçevanlarla, inzivaya çekilmiş yoksul keşişlerin barınağı olarak görülen Prinkipo, 1856 Islahat hareketlerinin getirdiği özgürlük havası ve ekonomik canlanmaya paralel olarak, Osmanlı ülkesinin, yaşam tarzı Batıya en yakın, en zengin ve en özgür köşelerinden birisi olmuştur. II. Abdülhamit döneminin son yıllarında, Ermeni, Musevi ve az sayıda Türk ailesinin yaz aylarında buraya akını, Adanın Rum karakterini etkilememiştir. Rumlar, İstanbul'da ikinci bir evi olmayan, kış aylarında da burada yaşayan bir nüfus olarak ekonomisini ellerinde tutmuşlardır. 1963 Kıbrıs olayları pek çok Rum semtinin aksine, Prinkipo'yu çok hızlı etkilememiştir. Çözülme ve göç 1974'te hızlanmış, Rum işyerleri ve evleri hızla el değiştirirken, ada Türkleşme sürecine girmiştir.” diye bahsediyor.
Bugün, kimi şikayetler olsa da Türkiye'nin geldiği nokta itibariyle Ada halkı daha güvende; günübirlik ziyaretçilerden şikayet etseler de edebi, adabıyla bir Büyükada gezisi yapmaya gelmiş konuklarına karşı misafirperverliklerini eksik etmiyorlar.
Eğer siz de güzel bir hafta sonu için Büyükada’ya gelmişseniz şunları yapmadan dönmeyin:
İskeleden yukarı doğru baktığınızda küçük bir saat kulesi görürsünüz. Hemen yanından 30 liraya kiralayacağınız bir faytonla Küçük Tur yaparak Ada'nın tabiat güzelliklerini, köşkleri görebilirsiniz. Eğer biraz daha paraya kıyar, ödemeyi 50 liraya çıkarırsanız, bu sefer adanın yerleşim olmayan güney bölgesini de içine alan, yani tamamını görebileceğiniz Büyük Tur'a çıkabilirsiniz.
Saat meydanı civarında, pek çok sokakta, dizi dizi bisikletler göreceksiniz. Eğer bisiklet sürmeyi biliyorsanız saati 5 liradan başlayan fiyata bir bisiklet kiralar, gezinizi daha özgürce yapabilirsiniz.
Birlik meydanından Yüce Tepe'ye çıkarsanız, Ada'yı, diğer adaları ve İstanbul'u yukarıdan görme imkanınız da olur.
Dik yokuşlar yüzünden biraz yorucu olsa da Aya Yorgi'ye çıkmanızı tavsiye ederim. Hemen yanındaki Yücetepe Kır Gazinosu'nda yiyeceğiniz ızgara köfte, yorgunluğunuzun ödülü olacak.
Birlik meydanından ormanın içine doğru girerek Yetimhaneye ve Hristos Kilisesi’ne gidebilirsiniz.
İskeleden yürüyerek kısa sürede Hamidiye Camii’ne varabilir, Osmanlı'nın son dönem mimari örneklerinden olan bu ilginç yapının fotoğraflarını albümünüze ekleyebilirsiniz.
Yürüyerek San Pacifico, Ermeni Katolik, Paragia ve Aya Dimitri kiliselerine ulaşabilmeniz mümkün.
Bisikletle veya yürüyerek Aya Todori Şapeli, Aya Nikola Manastırı, Profitis İlias kiliselerini ziyaret edebilirsiniz.
Kumsal semtindeki Musevi Sinagogu’nu görmelisiniz.
Ama akşama doğru Dil Burnuna mutlaka ulaşın ve gün batımını burdan izleyin. İstanbul'a dönmek için biraz daha vaktiniz varsa Dil Burnu'ndan biraz ilerideki Aşıklar Gazinosu’nda çamların altında semaverden çay içmeyi de ihmal etmeyin.
Artık mevsimi geldi, yüzmek istiyorsanız, Nakibey, Kumsal, Yörükali ve Prenses plajları sizi bekliyor.
BÜYÜKADA REHBERİ
Ulaşım:
Hafta içi ve Cumartesi günleri İDO'nun Kabataş'tan kalkıp, Kadıköy'e oradan da tüm adalara uğrayarak en son Büyükada'ya ulaşan 14 vapur seferi var. Sabah 06:50'de başlayan yaz tarifesinde son sefer gece 00:00'da bitiyor. Büyükada'dan Kabataş'a son dönüş vapuru ise gece 22:00'de.
Bostancı'dan ilk vapur 06:55'te kalkıyor ve gün boyunca 22 sefer yapıyor. Adadan Bostancıya kalkan son vapur ise 01:30'da.
Pazar günleri Kabataş'tan Büyükada'ya son vapur 23:30'da, Büyükada'dan Kabataş'a ise 21.45'te. Pazar günü Bostancı'dan son vapur, 01:00'de kalkarken Adadan son dönüş vapuru da 01:30'da hareket ediyor.
Ayrıca Mavi Marmara Kooperatifi'nin Bostancı ve Maltepe'den, ilk önce Büyükada'ya yanaşan tekneleri de sık aralıklarla sefer yapıyor. (Mavi Marmara tekne tarifelerini son sayfada geniş olarak bulabilirsiniz.)
Konaklama:
BÜYÜKADA PRINCESS OTEL
Tel: (0216) 382 16 28 -29 - 30
HOTEL SPLENDID PALACE
Tel: (0216) 382 69 50
SAYDAM PLANET HOTEL
Tel: (0216) 382 26 70 - 382 33 66
VİLLA RIFAT
Tel: (0216) 382 60 68
İDEAL PANSİYON
Tel: (0216) 382 68 57
CLUB MAVİ
Tel: (0216) 382 60 75
AYA NİKOLA BUTİK PANSİYON
Tel: (0216) 382 41 43
Web: www.ayanikolabutikpansiyon.com
BUTİKADA HOTEL
Tel: (0216) 382 86 50 - (0216) 382 70 62
Web: www.butikada.com
PANORAMA BUTİK HOTEL
Tel: (0216) 382 30 30
Web: www.panoramabutikhotel.com
MARINE HOUSE BUTİK HOTEL
Tel: (0216) 382 29 29
Web: www.marinehousehotel.com
Yeme-İçme:
PRİNKİPO MEYHANESİ
Tel: (0216) 382 33 91
MİLTO RESTAURANT (Balık ve et)
Tel: (0216) 382 53 12
ALİ BABA RESTAURANT (Balık ve et)
Tel: (0216) 382 63 52
YENİ LİDO RESTAURANT (Et ve balık)
Tel: (0216) 382 43 09
YENİ FAÇYO REST. (Balık ve et)
Tel: (0216) 382 60 63
KONAK LOKANTASI (Türk ev yemekleri)
Tel: (0216) 382 54 79
Kayıt Tarihi : 19.10.2009 05:45:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Dergilerde yayınlanan yazılardan.
![Mesut Bıyık](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/10/19/prensin-arka-bahcesi-buyukada.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!