Portakal Reçeli, Hafıza Ve Hayaller... Ş ...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Kuzeyden esen soğuk rüzgârlarla donduran sert bir fırtınadan kaçmaya çalışırken gördüm onu. Kozalaklarını boş sokaklara saçmış ihtiyar çamları, tenha sokakları, insansız kahveleri, sahipsiz at arabalarıyla terkedilmiş bir kasaba gibi görünen adanın gölgeli karanlığına girdiğimiz sırada arkadaşım omuzlarımdan sıkıca tutup başımı denize doğru çevirdi. Aniden yüzüm aydınlandı. Epeydir bu kadar güzel bir gökkuşağı görmemiştim. Canı sıkılan Tanrı, sihirli fırçasıyla şehrin sisli tepelerine rüyalarda görülen türden bir resim yapmıştı. Arkadaşının marifetiyle gurur duyan çocuklar gibi sevindik haliyle. Kuru sıkıntımız, o neşeli resmin içinde eriyip yok oldu birden. Yine de merakla karışık biraz buruk bir tat kaldı bende. Gökkuşağını en son ne zaman gördüğümü hatırlamaya çalışırken geçmişin gürültülü kalabalığında kayboldum.

Dönüş yolunda, çay ocağının sıcaklığıyla buğulanan vapurun camına çocuksu işaretler çizerken, yorgun hafızamızın bize neden bu kadar acımasız davrandığını düşünüyordum. ‘Cam yangınları’nın başladığı kızıl saatlerde, çocukluğuma ve sonraki yıllara dair hatırlayama çalıştıklarım, çok kısa süren şimşek çakımları gibi zihnimde belirip hemen yok oluveriyordu. Sözcüklerin, görüntülerin yardımıyla çağırdığım anların ayrıntılarını hatırlamakta zorlanıyordum. Yaşadığımız sırada hiç unutmayacağımızı sandığımız, sesler, kokular, renkler, tatlar, ifadeler, duygular cam kürenin içindeki incecik kar taneleri gibi havada uçuşup duruyordu. Hayat yaşlandıkça daha zor idrak edilen bir masal gibiydi.

Bir leylek gibi...

Gündelik hayatımızda, belli yaşlardan sonra genellikle ‘ihtiyarlık işte’ diyerek dalga geçtiğimiz, aslında taammüden unuttuğumuz anlara dair incelikli ayrıntıları çoğu zaman ciddiye almayız. Bize acı veren olaylarla yüzleştirme ihtimali olan bilincimizin, kendi kendine uyguladığı ‘oto sansüre’ belki de bu yüzden boyun eğiyoruz. Ama hayatın notlarını hiç durmadan temize çeken hafızamız, bizi bir türlü rahat bırakmıyor. Hiç beklenmedik anlarda kendisini eğlenceli, hileli oyunlarla hatırlatıyor. Geçen gün, Şadan’ın hediye ettiği portakal reçeli kavanozunun içine bir leylek gibi burnumu daldırınca acımsı, şahane bir kokuyla birlikte kendimi ilkokulumun yemekhanesinde buldum. Yok, öyle Proust’un meşhur ‘çay ve madlen’ hikâyesindeki gibi haz veren bir irkilme değildi. Çok edebi olduğu da söylenemez, keskin bir kokuyla hafızanın böylesine şiddetli bir biçimde uyarılmasına şaşırdım sadece. İlk kez başıma geliyormuş gibi!

Tamamını Oku

Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta