Politika sözcüğü birleşik sözcüktür ama poli-tika olarak ayrılmaz. Polis sözcüğünden gelmektedir. Polis, 'şehir' demektir. Eskiden şehir yönetimini, şehirleşmeyi bilme anlamında kullanılmıştı.
Politika aslında sanat, bilim, düşünce demekti, politikacı ise sanatı, bilimi bilen kişi, sanatçı, bilim adamı, filozof demekti.
Geçmiş çağlarda politikacı olacak kişilerin sanatçı, bilim adamı, filozof olması şartı vardı. Eğer sanatçı olmazsa bu kişi estetikten, güzellikten, ilhamlardan yoksun olacak, dolayısıyla da yeni kuracağı şehirlerde ya da var olan şehirlerde yapılan binalar estetik olmayacak, düzensiz yerleşime (bugün gecekondulaşmayı buna örnek verebiliriz) izin verecekti. Politikacı bilim adamı olmalıydı. Çünkü matematik, geometri, mimarlık vb bilimlerden habersiz olursa gelen projelerin o şehre uygun olup olmadığını, insanların o projeler harekete geçince rahat edip etmeyeceklerini bilmeyecekti. Hatta yakınlarının çıkarlarını gözeterek, paraya göre projelere izin verecekti. Filozof olmalıydı. Filozof kişi kendini tanıyabilmiş, kendini bulmuş, kendini yönetebilen kişiydi. Kendini bilmeyen kişi başkasını anlayabilir miydi? Kendini idare edemeyen kişi başkasını idare edebilir miydi? Tabi ki hayır...Kişi kendisinde yönetici değilse halkında da yönetici olamazdı.Ayrıca hareketlerinin, konuşmalarının doğru düzgün olması için filozofluk şarttı.
Fakat günümüzde 'Politik olmak nedir? ' diye sorarsak alacağımız yanıt,
'her ortamın adamı olabilmek' olacaktır. Politik kişi dediğimizde ise aklımıza her yönüyle, hitabıyla, giyimiyle, hareketleriyle insanları etkileyen kişi gelmektedir. Politikacı dediğimizdeyse çoğumuz iki yüzlü, sözünü tutmayan kişileri algılarız. Peki bu sözcüklerin ne kadar iyi özellikleri varken bugün neden kötü bir hale düşürmüşüz, bunun nedeni nedir?
Zamanla gördüğümüz politikacılar mıdır?
Hayır!
Neden biz, kendimiz....
Bunu çoğu kitaplarda da yer almış bir örnekle açıklamaya çalışacağım. İnsan yaşamı bu örnekte bir tren yolculuğuna benzetiliyor. İnsanlar bilet alıyor, tek tek ya da gruplar halinde değişik istasyonlardan, değişik zamanlarda tirene biniyor. Tren hareket ediyor, yolculuk başlıyor. İki kompartıman var. Birinde şartlar çok kötü, ışıksız, soğuk, temiz değil, gürültülü vb. Diğerinde iyi. Kötü kompartımandaki yolcular şartların iyi olmadığı için şikayetçiler, diğer kompartımandakiler ise diğer yolcuların varlığından, gürültüsünden, kokusundan vb şikayetçiler. İkisi de yöneticilerinden memnun değiller. Hepimizi memnun edecek yeni bir yönetici bulalım derler. Bu düşünce üzerine yönetici olmak isteyen adaylar ortaya çıkar. Nedense bu kişilerde yöneticilik özelliği var mı, yok mu araştırılmaz, akıla gelmez. Adaylar her iki tarafa da duymasını istedikleri sözleri söyler. Yani şartları değiştireceklerini vaad eder. Seçim yapılır, iyi konuşan, iyi vaadlerde bulunan, duymak istenilenleri en inandırıcı söyleyen kişiler duygusal olan yolcularca yeni yönetici olarak seçilir. Seçilenler ilk günler ilk heyecanla lokomotifin başına geçer, düğmeye yeni bir şekilde basarlar. Birkaç yıl, hatta birkaç ay sonra sorunlar çözülmediğinden tekrar memnunsuzluk başlar.
Ne olacak?
Yolcular tekrar yönetici aramaya başlarlar.
Bu böyle devam eder.
Düşünelim, kim suçlu?
Tİrenin kendisi mi, biz mi, politikacı dediğimiz yöneticiler mi?
Tİren diyemeyiz, tren bizim idaremizle hareket etmektedir, politikacı dediğimiz yöneticiler diyemeyiz, çünkü o kişiler bizim aramızdan çıkmış, bizim seçimimizle yönetime gelmiş kişilerdir. Bizim düzeyimiz ne ise o kişinin de düzeyi aynıdır. Aramızda demek ki sanatçı, bilim adamı, filozof olan kişileri bulma çabası göstermemiş, duymak istediklerimizi söyleyen, kendimiz gibi olan kişileri yönetici olarak başımıza getirmişiz. Bizim gibi sorunları olan kişilerdir onlar. Sorunumuz içimizde bilim adamı, sanatkar, filozof kişilerin olmaması mı, yoksa onları arama ihtiyacı duymamamız mı?
Şimdiki dünya böyle kişilerden yoksun mu?
Bugün başarısızlıklarımızın çoğunu zamana yükleriz, ' zamanım yok' gerekçesiyle savunmaya geçeriz. Çoğu kez de bir hizmeti yerine getirmekten zamanım yok bahanesiyle uzaklaşır, kaçarız. Nelerden kaçıyoruz, nelerden kaçmıyoruz? Bunları görmemiz, nedenlerini araştırmamız gerek. Bizim gibi herkesin zamanı çok değerli..Kimsenin boşa harcayacağı, fazla bir zaman lüksü yok kendince.
Peki değişik faaliyetlerde gönüllü adıyla oluşturulan guruplardaki kişiler üstelik maddi bir karşılık da olmadığı halde nasıl bu zamanı bulabiliyorlar?
Düşünmeliyiz, şu vakİte kadar ne yapmaya çalıştık, diğer insanlara neler kazandırdık?
'Çok koştuk yaşamda' deriz. tamam koştuk ve bir şeyleri yaşamaya çalıştık, peki düşünüyor muyuz, bu koşuda ne için, neler ürettik, önemli hedefler belirleyip de mi koştuk? Bunlar aklımıza gelmez, yerine yarını düşünmeye çalışırız. Ancak yarının yüzde yüz olacağı, ya da olmayacağı belirsizdir. Biliyoruz ki Atlantis kıtası bir gecede sulara gömülmüş, yok olmuştur. Belirli olan yaşadığımız an ve bu ana dek neler başarıp, neler başaramadığımız. Şu anki yaşam bir hamburger. Acelece yapıyor, sonrası da hemen yiyip bitiriyoruz. Kısa yoldan yapıp, alıştığımız sonra da hemen tükettiğimiz bir yaşam.
Bugün standart bir insan olmak için ne gereklidir?
Ölçülerimiz neler?
Büyürüz, evleniriz, bir çocuğumuz olur. Daha ilk okul yıllarında hatta okumayı bilmeden onu testlere alıştırırız, anlamadan çözdüğü testlere. Çocuğumuz için hedefimiz mutlaka bir üniversite eğitimi alması. Yeteneklerine bu üniversitenin uygun olup olmadığı hiç önemli değil. Bizim istediğimiz bir bölüm tercih edilir ama olmuyorsa herhangi bir bölüm de olabilir. Üniversiteyi kazanınca hedef mezuniyet. Sonrası bir iş yapması gündemde. İşin aldığı eğitimle uygun olup olmaması önemli değil, hele çok kazanç getiren bir işse hemen tercih edilir. Ya da ailevi gelir getiren bir iş varsa hemen o işin başına geçirilir. Eh artık standartlar az çok tamamlanmıştır. Toplumda yeri, mevkisi var, geliri güzel, sıra evlenmesinde..Ne de olsa bu kadar emek verdiğimiz çocuğumuzun, ölmeden mürrüvetini görmek hakkımız ya. Bazen bu tercihi ona bırakırız, bizim de onaylamamız şartıyla. Çoğu kez seçimi biz yapar, ona onaylatırız..Bizim aile yapımıza, terbiyemize uygun bir ailenin çocuğu olmalıdır. Evlenir, onun da çocuğu olur, aynı bizim düşüncemizle o da çocuğunu yetiştirmeye başlar, çünkü o biz tarafından iyi bir şekilde yetiştirilmiş, anaya, babaya, çevresine hayırlı biri olmuştur. Bu arada bizim yaşlılık dönemimiz başlamıştır, maddi açıdan garantiye alınmış bir yaşlılık. Ve yaşamda görevimizi en iyi yapmamızın verdiği rahatlıkla gözlerimizi kapar, sonsuzluğa karışırız.
Standartlara uygun bir insan yaratmakla noktalanan bir son çizdim değil mi sizce de? Bu standartın dışında olanlar da var tabi ki...Dileğim bu örneğe uymayan bireylerin da artması.
Standart insan dediğimiz kişide siz özgür bir irade görebiliyor musunuz? Örnekte olduğu gibi eğitim, iş, para, çocuk sahibi olma hayatımızı idame ettirmemiz için gerekli şeyler. Fakat burdaki ölçüler, seçimlerin özgür idareyle yapılmadığından, sonsuzlukta da fazla bir şey ifade etmediğinden değersiz ölçüler. Biz öldükten yüzyıllar sonra adımızı anacak biri kalır mı?
Neydi peki bizdeki eksiklik?
Çoğumuzun yaşadığı yaşamda 'ideallerimiz' eksik olan. Gerçek bir amacımız olmalı, bunu da kendimiz seçmiş olmalıyız ki sonuç olumlu da olsa, olumsuz da 'bunu ben kendi özgür irademle seçtim' diyebilmeliyiz. Bugün ne yazıktır ki hepimizin seçtiği hedefler, küçük. Yaşamın biteceğini de ayrımsadığımızda ise geç kalmış ve katılaşmış olmaktayız. Kısaca 'kendimiz' olamıyoruz.
Oysa biraz yukardaki tirenin dışına çıkabilsek keşke.
Nereye gidiyoruz?
Bizi çeken kişi kim?
Olmam gereken, istediğim yerde miyim, yoksa birilerinin isteğiyle mi burdayım? ? ?
Toplumda yerim ne?
'Ben' olarak ne ifade edebiliyorum? ? ?
düşüncelerini kendine sormayı kaçımız akıl edebiliyor?
Şu an çoğumuz bir çok konuda kolayca sürü gibi yönlendirebilmekteyiz. Bir ürün çıkar, yapılan reklamın etkisiyle hepimiz o ürünü denemek isteriz. Çok kısa zaman sonra aynı ürünü başkası çıkarır. Onun reklamı daha çok hoşumuza giderse, diğer ürünü bırakır, daha yeniyi alırız. İki ürün de aynıdır ama bunu araştırma gereği bile duymayız. Reklamını daha çok sevdiğimizden, duymak istediğimiz daha güzel sözleri duyduğumuzdan o en yeni ürüne daha çok para verebiliriz.
Son yıllarda içimizden filozofların, düşünenlerin çıkmama nedeninin küçücük bir örneği. Dış görünümün bizi nasıl cezbettiği. Ne yazık ki içe doğru hiç birimiz hareket edememekteyiz, kendimizin gidebileceği rayı aramamaktayız.
Son günlerde çoğu yerde gördüğümüz bir sözcük;
' BİREYSEL GELİŞİM' çok gülüyorum...
Ne yazık ki günümüzde ticari hale getirilmiş. Bireysel gelişime hepimizin ihtiyacı var.... Ama bu kurslarla başarılır mı? Birkaç ayda bu sağlanır mı?
Eğer böyle olsa herkes kursa gider, gelişir. Proğram bitiminde gelişmiş birey olarak sokağa çıkar. Böylece hiçbir sorunlu kişi olmaz. Herkes aynı olgunlukta olur, kavga, hırsızlık gibi kötü olan hiçbir davranışlar yok olur.
Hepimiz gelişmiş düzeye geldik ya... Sonuç mükemmel...
Böyle olmadığına göre demek ki bireyin gelişimi kurslarla sağlanamamakta. Bireysel gelişimi yapabilmemiz için öncelikle kendimizi tanımamız, keşfetmemiz, felsefi yönümüzü tanımlamamız gerekmektedir. Sadece günden güne büyük gayretle, alın teriyle çalışarak, amaçlarımızı hedefleyererek, kendimiz bireysel gelişimi ortaya çıkarabilmeliyiz öncelikle.
Ne yazıktır ki bugün olayların yanı sıra kavramlar da yer değiştirmiştir. Değerli şeyler değersiz, değersiz şeyler değerli olarak gösterilmektedir. Örneğin okula yolladığı çocuğuna ne der çoğu anne, babalar?
' Sana biri vurduysa, sen de ona vur, hatta daha kuvvetli vur! '
Kant yüzyıllar önce içgüdüsel hareket etmememiz gerektiğini savunmuştu. Ama bugün biz bunun ayrımında bile olmaz olduk. Örneğin bir köpek 'hav ' dese yakınındaki diğer köpek ona yanıt olarak 'hav', hatta iki kez 'hav, hav' der. Ne kadar da yukardaki örnekle örtüşüyor değil mi? Bu hayvansal bir harekettir. Oysa biz ne köpek değil, insanız.. insan olduğumuzu da unutmamız gerektir. Bir odada, sınıfta, büroda, hatta açık bir alanda kötü koku ilk çıktığında duyulur, sonra yavaş yavaş bu kokuya alışılır, hatta koku artsa da ayrımsanmaz, duyulmaz olur. Zamanımızda da değerler yüzyıllar boyunca yavaş, yavaş değişmiş, hatta kötü hale gelmiş. Neyin değiştiğini, neyin kötüleştşğini fark edememişiz. 'Özgürlük', 'dürüstlük' gibi erdemlerin tanımları değişmiş, yeni tanımlara da hepimiz alışmışız.
Her zaman çoğunluk ne derse, neye inanırsa o doğru demek mi? Doğruluk nedir? Tanımı herhangi bir yerde yazılı mı? Tariflenir mi? Sorsak herkes bir başka doğru tanımıyla karşılık verir. Doğrusu evrensel olan doğruya, 'doğru' denilmesidir. Bugün de bunun tanımını yapmak imkansız hale getirilmiş. Doğru zordur, tercih edilmez. Düşünelim bir derede akıntı çıktı karşımıza, ulaşacağımız yere varmamız için akıntıya karşı yüzmemiz gerek. Bu zor da olsa, tercih etmemiz gereken bir eylem. Böyle davranmazsak ulaşacağımız yere varamayız değil mi? ? Yaşamda da kendimizi akıntıya bırakmaz, zordan kaçmaz, çabalarsak; günden, güne doğruyu bulacağızdır. İsmi unutulmamış gerek bilim adamlarının, gerek devlet adamlarının, düşünürlerin hiç biri yaşamlarında her zaman doğru hareket yapmış değillerdir. Onların da yaşamlarında hataları olmuştur. Ama yaptıkları doğruları bulup, örnek almamız zor değil. Hiçbirimiz bilgisiz insanlar değiliz, üstelik de bilmediklerimizi öğrenebileceğimiz kütüphaneler, kitaplar bulunmakta.
Ne yazık ki çoğumuz okumayı sevmeyiz.
Okuyanların çoğu da zihinlerinin bir yerinde bu bilgileri depolar.
Bilgi sadece alınırsa, okunursa, öğrenilirse bize yararı olmaz. Bilgilerimizi eyleme dönüştürmemiz, uygulamamız gerektir.
İnsanlar zaman içerisinde nasıl yaşıyorlarsa ona uygun sözcükler üretmişler, giderek de yaşamda ihtiyacı olan sözcükleri daha çok kullanmaya başlamışlardır. 'Bencil' sözcüğünün anlamını sorsak bilmeyen yok gibidir. Çünkü bencil kişiyi yaşamda çok görmekteyiz, bencillik yönümüzü de çok kullanmaktayız. 'Ben' den türetilmiştir. Devamlı kendini, yakınlarını düşünen, eylemlerini, çıkarlarınca yapan kişilere deriz. Peki ' Diğergam' ne demektir diye sorsak acaba kaçımız anlamını bilir? Bencilin anlamını bilenler kadar bunu bilen var mı? Diğergam 'diğerleri için yapmak' demek, bencil sözcüğünün karşıtı. Bencillik daha çok ki yaşamda, bunu bilen, anlayan da çok...Nasıl yaşadıysak ona göre sözcük ürettik, sonra da çok kullandığımızın anlamını da hemen biliverdik işte!
Bu toplumu yaratan bizleriz. Yöneticilerimiz olan politikacılar da bizlerden biri, içimizden çıkmış kişiler. Yönetmeye geçtiklerinde bencillik yönleri ağır gelir. Kendini, akrabasını, yakınlarını, arkadaşlarını düşünerek yönetir bizleri.
Çözüm; son günlerde ekranlarımızdaki bir reklamın dediği gibi 'dünyayı değiştirmek' olamaz. Buna kimsenin gücü yetmez. Ancak herkes kendini değiştirebilir.. Değişmeliyiz ki düzen de değişsiz. Yapmamız gereken çok da zor değil...Kendimize bakmamız, kendimizi çok iyi tanımamız. Neredeyiz, ne durumdayız, iyi miyiz, kötü müyüz? Soruları kendimize sorup, doğru bir şekilde kendimize itiraf edebilmeliyiz. Kötü yanlarımızı nasıl iyileştirebiliriz, içimizde çözümler üretebilmeliyiz.
Bugün içinde sarsılmaz değerleri taşıyan insanları fazla sevmemekteyiz. Kişilerin konuşması, hareketleri, giyimi daha önce bizi etkilemekte, biz de yöneticilerimizi bu özelliklerine bakarak seçme yoluna gitmekteyiz.
Aristotales ' Erdemi ortaya çıkaran şartlar' demiştir. Bu o kişinin erdemleri şartlara göre değişmiyorsa, değişmezlik taşıyorsa o kişi erdemli kişi demektir. Zamanımızda insanlar dış görünüşe adapte olup, fiziksel ve dış dünyayı hedef aldığından ilke ve amaçları da buna göre oldu. Mevlana'nın: ' 'İnsanın değeri aradığı şeydir' sözü de bunu doğrulamaktadır.
Yaşamda bir araba, bir ev, para peşinde koşuyorsak bu erdem değil. İnsanlara yararlı olmak için işimizi iyi yapmamızdır erdem. Bunun sonucunda da isteklerimize kavuşacağız.
Tekrar ediyorum biz insanız, hayvanlardan farklıyız, içgüdülerimizle değil aklımızı kullanıp, aklımızla hareket edebiliyoruz. Kendimizi hedeflerimizi evrensel, büyük tutarak değiştirebiliriz. Ama sadece bir kişinin değişmesi demek değil bu..Hepimiz biliriz hani o sahildeki mercanları toplayıp tek, tek denize atan adamı... Adama sorduklarında adamın yanıtını düşünelim, 'Denize ulaşanların mutlu olması yetiyor bana'.. Hepimiz bunu amaçlamalıyız.
Bir çok şeyi biliyoruz, bilmediklerimizi öğrenebiliyoruz, nedense yapamıyoruz, ya da yapmıyoruz. Bu hem zihinsel hem de fiziksel tembellik. Yaşam bize verilmiş, sadece bize ait. Kimse bizim adımıza, bizim yaşamımızı yaşama şansına sahip değil. Biz de bir başkasının yaşamını yaşayamayız. Ancak biz de keşke öğrendiğimiz, kabul ettiğimiz şeylere parelel bir yaşam yaşayabilsek! ! ! Yapmıyor, öldürüyoruz, boş yere harcıyoruz yaşamı. Eksikleri bulup, içimizde büyük bir değişim yapmaya ihtiyacımız var. Her değişim riskir, endişe verir. Örneğin başka bir yerde yaşamaya karar vermemiz bir değişim. O yere uyum sağlayıp, sağlayamayacağımızı, işlerimizin iyi olup, olmayacağını bilemeyiz. Şehir değiştirme kararı alırken riske girdik. Bu kararı kendimiz verdiysek o riski de almamız gerek. İçimizdeki değerleri de aynı böyle, değiştirmeden önce de risk aldığımızı farkederiz, endişe duyarız. İçimizde büyük hedefleri belirleyip, büyük değişimler yapabildiğimiz sürece,riskleri aldığımızda yaşamımız boşa gitmeyecektir. Kolay değildir, ama imkansız da değildir.
Dış görünüşümüzle daha fazla ilgileneceğimize iç dünyamızla ilgilenelim.
Birini düşünün sabah belli saatte kalkıyor, işine gidiyor, işini nasıl olursa olsun yapıyor zamanı doluncaya dek, sonra işten çıkıyor, bazen arkadaşlarıyla bir yerde oturuyor, konuşuyor, oyun oynuyor, evine gidiyor, evde yemeğini yiyor, televizyonu izliyor, yatma saati gelince yatıyor, sabah olunca kalkıp gene işine gidiyor. Bu böyle yıllarca çok çok az değişikliklerle sürüp gidiyor, şimdi bu insandan ne bekleriz? Zamanımızda dış görünümüzle, fiziğimizle ilgilenirken, içimizi görmekten yoksun kalmaktayız. Ne için var olduğunu unutmaktayız. Maddelerin, arzularının kölesi olmuşuz. Böyle kişiler nasıl derinleşebilir, nasıl değişebilir? Bir haftalık yaşamımı düşünelim, örnekteki kişi gibi otomatik olarak mı yaşıyorum, fazla bir rolüm yok mu kendimin kendime verdiği, başkalarının bana vermiş olduğunu mu oynuyorum? Pasif bir köle gibi mi yaşamın? Böyleyse hemen önlem alman gerekiyor. Evrensel hedefler için yapabileceğin ne var araştırıp, ortaya koyman gerekiyor. Yaşamda pasif olmak kolay, ama zamanlar boş yere öldürülmek, bize sunulan yaşamlar da böylece boşa harcanmak. Aktif olmalıyız, kendimizin bize verdiği rolü oynamalıyız. Biz insanlar bu yaşama aktif olur, üretirsek gücümüzü hissedeceğiz. İnanarak 'ben yapabilirim', 'ben başarabilirim' diyebilmeliyiz. Kimsenin bizim iç dünyamızı yargılama yetkisi yok, sadece biz dürüstlükle kendimizi yargılayıp, doğrularımızı oluşturabiliriz. Karma felsefesinde etki, tepkiyi yaratır. Hiçbir şey yoktan oluşmaz, ne ekersek yaşamda, mutlaka onu bir gün karşımızda göreceğiz.
Değişme isteği sadece insanlara aittir, başka bir varlıkta bunu göremeyiz. Bir hayvan, bitki yerimi, arkadaşlarımı, eşimi değiştireyim diye düşünemez bile. Ama insanlar da değişimi gereksiz şeylerde kullana, kullana değişik arkadaşlıklar, milletler, dinler ortaya çıkarmış, kavgaları başlatmışlar. Birleştirici olacaklarında bölücü, ayrıştırıcı olmuşlardır. Günümüzde antidepresif ilaçlar daha da arttığı halde neden depresyon bitmiyor? ? ?
Hepimizin dünyaya bakmamız gerek, kendimizi derinleştirmemiz, içimizde değişimi başlatmamız gerek. Olaylara evrensel bakalım, sadece yaşadığımız yeri değil, diğer yerleri de; sadece kendimizi değil, çocukları, yaşlıları, özürlüleri, komşularımızı da görelim. Bölücü değil, birleştirici, uzlaştırıcı olalım. Her insan çok güçlü olamayabilir, ya da kendini güçsüz, zayıf, küçük hissedebilir. Fakat bunun farkına varması bir ilerlemedir.
Bunları farkederse aşabilir. Zayıflıklarımızı bilelim ki güçlendirebilelim, güçlü yanımızı bulalım, ortaya çıkaralım, sağlamlaştırabilelim.
Bunlar da bilgiyle aşılacak, geçmiş kültürler incelenerek bulunacaktır. Geçmiş kültürler araştırılınca karşımıza çok ilginçlikler çıkacaktır. Onların gelenekleri, inançları, neye güldükleri, neye ağladıkları, hastalarını nasıl tedavi ettikleri, nerde zayıf oldukları, neden yok oldukları bize ışık tutacaktı. Araştırmamız, karşılaştırmamız bizi birleştirici yapacak, kendi yerimizi de belirlemeye yarayacaktır. 'Bu özelliklerin hangisini ben taşıyorum? ' ' Bu kültürel mirastan bende neler var? ' diye düşündüğümüzde kendimizi tanımamız kolaylaşacaktır. Bireysel gelişimimiz için (dışsal değil, içsel) neler yapmamız gerektiği konusunda çok şey öğrenip, düşünmeye başlayacağızdır. Yaşamda edilgen değil, etkin olalım. Uyum içinde, var olan içinde kaliteyi seçelim. Kalite zor olduğundan azdır, az olduğundan değerlidir. Kolay her yerde bulunur, ama kısa ömürlüdür. Sıradan bir yaşamı yaşamaktan kaçınalım. Bireysel ilerleme genel eğitim ve kültür düzeyi yönünden toplumsal ortalamanın ilerlemesine bağlıdır. Bu nedenle bir kişi bir şey biliyorsa, yeni bir şey keşfettiyse bunu diğer insanlara da bencilce davranmadan aktarmalıdır. Kişi çok şey biliyor, ya da bulduğu bir şeyi sadece kendi yararına kullanıyorsa, başkalarına aktaramıyorsa, ya da aktarmak istemiyorsa, bildikleri hiçbir değer ifade etmez. O yok olduğunda, bildikleri de, keşfi de yok olup gidecektir. Az bilen bir kişi, az bilgiyi bile diğerlerine öğretme çabası içindeyse, bildikleri çok bilenden daha değerlidir. Yaşamı da anlamlıdır. Bu şu örneğe benzer çölde yürüyen bir gurup insandan, bir tanesi, bir tas su bulunca, kendisi içiyorsa, diğerleri için bir anlam ifade etmez. Ama bulduğu yarım tas suyu, birer yudum paylaşarak içerse herkes için çok anlamlı olur. Hepimiz nerede olursak olalım aynı yerküre üzerinde yaşamaktayız, aynı dünyayı paylaşmaktayız.
Evrensel sorunları yok sayıp, bana ne diyemeyiz. Örneğin depremler karşısında kimsenin kayıtsız kalmaması gibi.
İnsanlar işitmek istediklerini duyduğu yerde olmak isterler. Ama gerçek olan bu demek değildir, düşünmeliyiz. Evrensel hedefler için ne yapıyorum, ne yapabilirim? Bunları araştırarak, inceleyerek, karşılaştırırsa belki kendisi farketmeden bile içindeki değişimi sağlayacak, kibirden, bencillikten uzaklaşacak, hizmet etmekten kaçmayacaktır.
İşte bizi yöneten politikacı dediğimiz kişiler biz kendimizi değiştirirsek değişecektir. Çünkü onlar da bizim içimizden çıkmış, bizim seçtiğimiz kişilerdir. Eski çağlardaki anlamıyla politikacı sözcüğü böylece gerçek anlamına kavuşacaktır. Bizler kaliteyi yakalayabilirsek, politikacılar da gerçek yerlerini bulabileceklerdir.
Nesrin GöçmenKayıt Tarihi : 13.7.2005 03:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Nesrin Göçmen](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/07/13/politika-ve-politikaci-duzyazi.jpg)
Güzel, güncel ve aydınlatıcı bir yazıydı..
tebrikler Nesrin hanım.
selam ve saygılar
İspartaya vardım Demirel nerede
Boş ver dedi Erkan Mumcu burada
Bayburt'a uğradım Oltan Sungurlu
Vatandaşla gezer kırda göründü
Sahi Keçeciler nereye gitti
Konserler bittiler Cem Uzan bitti
Humarcı Sinirli ülkeyi yuttu
Perinçek apoyla gorda göründü
Bahçeli yaylada haykırır durur
Erbakan da gevrek gevrek oturur
Baykal lafla yine gemi getirir
İsmail Cem aynı yerde göründü
Ecevit de dertli dertli şiir yazarmış
Rahşan hanım kiliseye kızarmış
Mehmet Ağar kürtçe lavek düzermiş
Eskimiş partisi hurda göründü
Dedi bağımsızlık çıktı Haydar Baş
Televizyonlar yayında parti boş
Çillerlerle birlikte kuruylar düş
Sizlere iktidar nerde göründü
Yıldırım bey fıkra söyler kızarmış
Vural savaş gazeteci yazarmış
Kemalin birisi masonlarla gezermiş
Diğer Kemal kızgın zorda göründü
Abdullah Gül halkla gönülde serde
Hasan Celal Güzel susmadı zorda
Bülent Arınç gelmiş mecliste burda
Kordonda İnönü orda göründü
Eski günler hayalimden çıkmıyor
Geçti Özal baktım hayal göründü
Erzincana vardım kimse bakmıyor
Koca vali sanki burda göründü
Erdoğan Başbakan dahada gitmez
Menderes merhumu Ömer unutmaz
Bazı liderler var gösteriş etmez
Muhsin Bey düğünde barda göründü
Ömer Ekinci Micingirt
www.micingirt.firtina.de
Çok önemli cümle..
sevgiler
Teşekkürler paylaşımınıza
TÜM YORUMLAR (4)