PLATONYA / Kendimi Aradım Uzun Yolculuklarda
Yine bir ocak ayı idi. Yaklaşık 26 saatlik yorucu bir yolculuğun ardından nihayet İstanbul'a, Avrupa yakasına güç bela varmıştık. Fatih Köprüsünün bitişinde yine o aynı yazı, sisle örtülü bir şekilde kendini göstermişti 'Welcom to Europa'. Hoş gelmemiştim Avrupa' ya ''Avrupa yakasına'' oysa. Uykusuz, yorgun, bitkin ve tükeniktim.
Kalan son takatimle sarıldım mikrofona; yine aynı sözleri tekrar edecektim.
'İyi günler sayın konuklarımız; Iğdır-İstanbul yolculuğumuzun sonuna yaklaşmış bulunuyoruz. Umarız; rahat, huzurlu ve güvenli bir yolculuk geçirmişsinizdir.............................................................................'
Ağır ağır yanaştık perondaki yerimize. Emanetlerimizi 'yolcularımızı' sağ salim sevdiklerine teslim etmiştik. Özlemle birbirlerine sarılan insanlar vardı Esenler otogarda. Bagajları teslim etmiş daha henüz rahat bir soluk almışken; Erzurum' da, üniversite kavşağında aracımıza binen iki gence takılı kaldı gözlerim. Fazla bi eşyaları yoktu. İyi bir giyime sahip değillerdi. Anlaşılan hazırlıksız bir şekilde çıkmışlardı yola. Ürkek tavırlarla etrafı seyrediyorlardı. 17-18 yaşlarında ya varlardı ya yoklardı.
Neden sonra ağır adımlarla bana yaklaştıklarını farkettim.
Doğruldum.
Kısa boylu olan;
-Abi kusura bakma, bi şey sorabilir miyim?
-Estağfirullah.....Sorabilirsin.
-Biz daha yeni geldik İstanbul' a. Yabancısıyız yani.
-Farketmiştim. Nereye gidecektiniz?
-Daha bilmiyoruz. Ama Taksim' e gideceğiz her halde. Yalnız nereden ne şekilde gideceğimizi bilmiyoruz.
-Yakınınız mı var orada?
-Hayır.
Gerçi geliş nedenlerini anlamıştım ama, sormadan edemedim. Meraklı bir tavırla....
-Peki neden geldiniz İstanbul' a, çalışmak için mi?
Biraz durakladı önce, başını hafifçe önüne eğerek..
-Bunu biz de tam olarak bilmiyoruz.
Diğer gence kaydı gözlerim. O da farklı değildi ondan. Kararsız, korkak tavırlarlarla baktı önce suratıma. Sonra hiddetinden olsa gerek. Biraz sert bir tavırla..
-Abi sen bize gideceğimiz yeri tarif et. Gerisine karışma.....dedi.
Sustum......Sonra
-Hadi alın eşyalarınızı gidelim..
Uzun boylu olan,
-Nereye?
-Gitmek istediğiniz yere göndereceğim sizi.
Ben önde, onlar arkamda yazıhanenin arka kapısında çıkarak ilerledik durağa.
Biraz düşünceli tavırlarla İstanbul' a yöneldi sözlerim.
''-Ulan İstanbul, tarihe tanıklık eden, milyonları barındıran, içinde nice puşt yuvası saklayan, kimine taşı toprağı altın olarak lanse edilen megakent İstanbul! Geldi sana iki kurban daha.Yaşatacak mısın onları,yoksa onları da mı köprü altlarında yatıracaksın zaman sonra? Güzel manzaranda, ne manzarasızlıkların saklıdır şimdi senin İstanbul. Elinden tutacak mısın şimdi bunların? Yoksa bunları da boğazın derin sularına mı akıtacaksın? Neyse İstanbul! Bak onlara, bakabildiğince iyi bak. En azından bu iki hayata kötülerin dokunmasın.''
Durağa varmıştık. Şoföre gençlerin inecekleri yeri tembihledikten sonra...
-Benden bu kadar, kendinize dikkat edin.......dedim gençlere.
Onlarda;
-Ederiz sağol..dediler bana.
Ama acıyordum onlara. İlk kez çıktıkları gurbette, başlarına neler gelecekti acaba. Üstelik daha çok toydular. Allah yardımcıları olsun.
Anadolu yakasında kar vardı. Kar köprüyü geçene kadardı.
Soğuk yağmurlar yağıyordu Avrupa yakasına. Üşüyordum. İç çamaşırlarıma kadar ıslanmıştım üstelik. O gün İstanbul' da kalacak, sabah on gibi tekrar Iğdır' a doğru yol alacaktık.
Hemen kurulanmalıydım. Yazıhaneye vardığımda kimseler yoktu. Otobüsün kapıları kilitlenmiş, şoförler gitmiş ve ben hala otobüsü temizlememiştim. Anahtarım da yanımda değildi. Bütün eşyalarımı aceleyle otobüste bırakmıştım.
Sigaralarımda ıslaktı. En kuru olanını çıkarttım pakettten, kalanını çöpe attım. Bir kaç çakıştan sonra çakmağımı yaktım. Dalgınlık buya sigaramı tersten yakmıştım.
Bu durumu farkeden yazıhaneci arkadaş kahkahayla gülerek;
-Kardeş ne oluyor sana yine dalgınsın..
Sonra bir sigara yakıp uzatarak
-Çok zor bir yolculuk geçirdin her halde?
Derin bir nefes almıştım sigaradan. Dumanlar sanki gözlerimden çıkacak gibi olmuştu.
Kısık bir ses tonuyla;
-Sorma!
Hemde nasıl bir yolculuk. Kurulanmam lazım diyerek...ayrıldım oradan.
Otogarda bir otel odasına attım cüssemi. Sıcak bir duş alarak yatağıma uzandım. Hemen uyumalıydım. Öyle de yaptım.
Sabah kalktığımda hala sisli bir hava vardı dışarda. Sisli yolculuklara ne kadar hazırdım bilmiyorum ama, sisli yaşamımda asık ve soluk suratımla varolacaktım hep. Yalnızdım yine her zaman ki gibi o sabahta İstanbul' da.
Kanayan yaralarıma tuz bastım hep, varolmaya çalıştım hayatın kulvarlarında.
Şimdi uzun yolculuklarda arıyorum kendimi. Sevmek her zaman yaşamımın en ağır bedeli olarak dikiliyordu karşıma ve ben kurtuluşu; yamalı yollarda, asfaltlarda, can pazarlarında arıyordum. Yarın neler getirecek?
Bunu merak ederek gözlerimi açtım her yeni sabaha. Her yeni sabahla sitemlerimi bileyliyordum hayata.
Kayıtsız zamanlar…
***************************************
duygulu duygusuz/tekil dünyalı
Yusuf Bozan
Yusuf BozanKayıt Tarihi : 5.1.2015 11:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
