İnsanların sabah asık suratla geldikleri iş yerlerinden yine asık suratla eve döndükleri saatleri seviyordu. El ayak çekiliyordu. Vakte çöken sessizlik bir taziye evi suskunluğuyla karşılıyordu yaklaşan karanlığı. Konuşamadıklarını yazarmış insan, konuşamadıklarını yazıyordu bu saatlerde. Derdini dinleyecek kimsesi yoktu, derdini anlatacağı kimsesi de kalmamıştı. Eline bir kalem geçtiği vakitlerde kağıtlara anlatıyordu derdini. Alışkındı buna ama bu defa kağıda kalemin ne anlatacağını da bilmiyordu. Sanki zaman durmuştu. Akreple yelkovan aralarındaki anlamsız yarışa son vermiş, belleği de benliği gibi yerle yeksan olmuştu. Yazmak istemedi ilk başta, yazmak için tam ikna olmuştu ki ne yazacağını hatırlayamadı bu defa da…
“Ne yazsam, nereden başlasam da içimdeki yangını söndürsem? diye düşündü uzunca süre.
Dışarda yağan yağmurun sesini dinledi bir ara. Bir sigara daha yaktı. Gözlerindeki yanmayı, günlerdir uyumamış olmasına bağladı. Oysa ağlıyordu. Kainata ve mahlukata can veren su, onun gözlerinde damla damla ateş olmuştu. İçindeki yangına dayanamayan, sönerim umuduyla ve canhıraş şekilde kendini dışarı atan ateş parçalarıydı, gözyaşları… O’nun kimseye anlatamadıkları, kalemin kağıda yazamadıkları dile geldi o ağlarken. Yaşadığı hüzün bedenini kuşatmakla yetinmemiş ruhunu da tepeden tırnağa esir almıştı. Dinleyeni olmayan insan yalnız kalır. Yapayalnız kalmıştı. Hüzün kodesinde esir olan ruhu dışında artık kimsesi kalmamıştı. Dinleyeni yoktu, anlatacağı bir şey de yoktu. Yağan yağmurun sesini dinledi, ağladı. Yağmur bir ara durur gibi oldu ama gözyaşları hiç durmadı.
Her insanın, hatta ölümden ölümüne korkanların bile yaşamaktansa ölmek için can atacağı bir yalnızlıktı yaşadığı. İnsan, bazen de böyle olur, ölmek ister. Ama intihar, sanılanın aksine, en güçlü iradelerin alabileceği bir karar; verebileceği bir emirdir. İnsanın en güçlü yanı ölünce, en güçsüz yanı alır kendi canını. Ne ölecek kadar güçlüydü ne de yaşayacak kadar temiz. Kaybettikleri geldi aklına, kendi eliyle kendi anılarından sildikleri. Yağmur yağıyordu. Hava artık iyiden iyiye kararmıştı. Yalnızdı. Ağlıyordu...
İnsan yürüdükçe kendine varır. Topraktan gelip yine toprağa gitmek bu yüzdendir. Kimse yarı yolda bırakmaz kendini, mutlak surette ölür ve kendine kavuşur. Aynı anda pek çok cinayete karışmış, tek bedende birden fazla kişiyi öldürmüştü. Eline; en sevdiği dostunun, en gizli sırdaşının, en büyük sevdasının, mazinin ve muzarinin kanı bulaşmıştı. Kendinden gelip yine kendine gittiği bu yolda, kendi canını aldığı yetmiyormuş gibi bir de onlarcasının katili olmuştu. Pişmanlık, bir çöl engereği zehri gibi dünyasını istila etmiş ve bedeniyle birlikte ruhunu da esir almıştı. Sanki yer yarılmış, herkes ve her şey yerin dibine batmış da koca dünyada bir tek kendisi kalmış gibi yalnızdı. Toprağa düşen her bir yağmur damlası acı, keder, hüzün çiçeklerini yeşertiyor, çektiği ızdırap içine sığamayıp gözlerinden akıyordu. Yağmur yağmaya devam etti, o ağladı, kimse duymadı…
“Ağlamakla bir yere varılmaz” diye düşündü. Bir şeyler yapmalıydı. Ya ölmeliydi insan, ölecek kadar güçlü olmalıydı. Ya da yaşayacak kadar temiz kalmalıydı. Bir sigara daha yaktı, ölmeyi düşündü. Güçlüydü aslında ölebilecek kadar ama tereddüt etti. Ölümle yaşam arasındaki o incecik çizgide arafta kalmasının sebebi ölmekten korkması değildi. Ömrünün büyük kısmını ensesini kollayarak geçirmişti, ecelle araları açık sayılmazdı ama tereddüt etti ölmek için. Pişmandı! Kendi elleriyle kendini öldürmesinin bile pişmanlığını geçiremeyeceği kadar pişmandı. Sanığın, maktulün ve katilin kendisi olduğu bir mahkeme salonunda kendi avukatlığını yaparak savundu kendini. Karşıda çatık kaşlarıyla oturan hakim gözlüklerinin üstünden ve biraz da hiddetli şekilde açıkladı kararı. “Gereği düşünüldü” dedi. Sanığın idamına..! “Pişmanlığının dikkate alınarak verilen cezanın bir alt sınıra çekilmesine” diye ekledi ve kalemini kırdı. Bu, ölümden beter ama yaşamaktan daha beter bir cezaydı. Yaşayacaktı ama ölecekti, ölecekti ama nefes alıp vermeye devam edecekti.
Mahkeme salonundan çıkan her suçlunun yanında yürüyen jandarmalar gibi iki koluna girdi keşkeleri! Keşkeler kuşatır bazen insanı, pişmanlıklar… İnsan bir şekilde sıyrılır bu keşke esaretinden ama pişmanlık ruhunu sarınca çaresi yoktur. “Her karanlık gecenin ardından aydınlık bir sabah gelir” ama kimileri o karanlık gecede vefat eder. Pişmanlık ruhunu saran insan o karanlıkta yaşar ama ölür, ölür ama nefes alıp vermeye devam eder. Ne yapacağını bilemez halde yapayalnızdı. Ne bir arkadaşı vardı derdini dinleyecek, ne de herhangi bir şeyi kalmıştı artık derdini anlatabileceği. Ne anlatacağını da bilmiyordu üstelik. Yağmur yağıyordu, sigarasından bir nefes daha çekip ağladı. O ağladıkça yağmur yağdı. Yağmur ara sıra durur gibi oldu ama gözyaşları hiç durmadı. Öldü, nefes alıp vermeye devam etti ama öldü.
Çizgili Mavi
Kayıt Tarihi : 15.12.2022 09:57:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!