Yusuf Aygun - Peygamber... Şiiri - Antol ...

Yusuf Aygun
27

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

NASIL BİR PEYGAMBER?

Peygamberlik, insanlık tarihiyle yaşıt, H.z. Adem’in yaradılışı ile başlayan özde hilafet göreviyle ilgili bir kurumdur.Allah insana olan merhametinden,tevhidin tesisi ve kula kulluğun ortadan kalkması iradesinden dolayı peygamberleri tebliğ,tebyin,talim ve numune-i timsal olmaları için bazen bir kitapla bazen da daha önceki peygamberin hukukunu uygulamaya devam etmek üzere göndermiştir.(Bkz:Nahl:2,36,43-44,Enbiya:7,25) Allah kendisine uyarıcı göndermediği toplumları asla sorumlu tutmayacağını(Bkz:Şuara:208-209) çünkü soyut insan aklının vahyin katkısı olmadan hakikate ulaşamayacağını belirtmektedir.(Bkz:Enam:131) Çok büyük filozzoflaların bile basit bir müminin inancına ulaşamadığı düşünülürse risalatin gerekliliği daha rahat anlaşılabilir.Peygamberler vahye muhatap olma bakımından diğer kullardan farksızdır,yani onlar vahye muhatap olma anlamında nesne,vahyi yayma ve yaşatma anlamında ise öznedir,peygamberler sadece vahyi ileten postacı olmayıp onun anlaşılması,açıklanması, yaşanması, uygulanması ve pratiği anlamında evvele kendi nefislerinde tatbik eden edilgen bir role sahipken,vahyin diğer insanlara bir hidayet,yol gösterici,hak ile batılı ayırt edici bir yaşam ve hayat nizamı olarak anlatmak ve kendisine uyanlarla beraber onu hakim kılmak noktasında ise etken bir role hayızdır.(Bkz:Bakara:151,Aliİmran:164) Yani peygamberler sadece mesajı iletmek üzere gönderilmiş ve kurgulanmış olağan üstü robot vari varlıklar değildir, onlar biyolojik ve fiziki yapısı itibariyle tamamen bir insandır,tarih boyu onların olağan bir beşer olması insanların dikkatini çekmiş gerek inananlar gerekse de inanmayanlar onlarda olağan dışı özellikler aramıştır.(Bkz:İsra:94) Kuran ise onların kendilerine vahy edilmesi dışında birer beşer olduğunu(Bkz:İbrahim:11) ve zaten insanların onları taklit ve örnek edinebilmesi için bunun şart olduğunu belirtmekte ve onlarda olağan dışı özellikler arayanların davranışlarının yanlışlığına dikkat çekmektedir.(Bkz:İsra95) Çünkü Allah insana gücünün üstünde bir teklif sunmamakta(Bkz:Bakara:286) ve bu teklife aracı(elçi) ve numune kıldığı peygamberleri de onun kendi cinsinden göndermektedir.Bu husus imanın ikinci rüknü olan Peygamberlere iman ilkesinin tarih boyunca insanlar tarafından sağlıklı anlaşılması hususunda kırılma noktası olmuştur.İnanmayanlar, ‘bize yanında hazineler bulunan, kendisine olağan dışı özellikler verilen mucizelerle desteklenen bir melek gönderilmeliydi,bu gönderilen kişiler de bizim gibi yiyen, içen, çarşıda dolaşan, acıkan hatta bazıları fakir ve kendilerince toplumun alt katmanlarından kişiler bu özelliklere sahip birisi nasıl Allah la iletişim kurabilir.’Bu vazife ille de verilecekse bizden birisine verilseydi.’(Bkz:Zuhruf:31) dediler.(Bkz:Muminün:33-38,Furkan:7-8,21) İnanmayanlar benzer isteklerle ve gerekçelerle peygamberlere ve peygamberlik müessesesine karşı çıkmışlardır.Sünnetullah(Allah’ın sosyal yasaları) gereği peygamberlerden mucize isteyenlere Allah inanmamaları durumunda helak la cezalandırmak neticesini doğuran bir takım Kevni(genel tabiat kanunları) kanunlara aykırı olaylar göstermiştir ki bunlar asla peygamberden kaynaklanmaz.(Bkz:İsra:90-96) İnanmayanlar genelde bu gösterilen harikuladelikleri inkar ve alayla karşılamış ve peygamberin şahsından zannederek sihir ve büyü diyerek reddetmişlerdir.(İsra:59,101Araf:146,132) Kavramsal olarak Mucize; aciz bırakan anlamında olup meydan okuma ifade eder. Kafirlere karşı aciz bırakıcı delil niteliğindeki olaylara mucize denilirken(Mucizenin oluşumunda talep eden ve meydan okuyan iki taraf vardır ve bir iddialaşma söz konusudur) daha sonra meydan okuma söz konusu olmadan görülen İnayete(İlahi yardım ve destek) de mucize tanımı çerçevesinde bakılmıştır.oysa İnayet Kevni(Tabiat yasaları) kanunlara aykırı olmasına rağmen meydan okuma gerekçesiyle gerçekleşmediğinden mucize değildir..bu İnayetlere İkram ve yardım anlamında Keramet denilir.Keramette; Mucize gibi Allah tarafından meydana getirilir ve Peygamberin bu olayda bir dahli ve gücü söz konusu değildir.(Bkz:Mümin:78,Rad.:38) (Allah peygamberler dışında bir takım kullarına da çeşitli ikramlarda bulunur) Daha sonraki dönemlerde kavramsal zemininden kaydırılan bir çok kavram gibi İnayet(Keramet) ve Mucize kavramı bir birine karıştırılmış ve belli çabalarla elde edilen ve sahip olmak için iman dahi gerekmeyen marifetlerle bu kavramlar aynı zannedilmeye başlanmıştır. Şiş saplama,para psikoloji, ateş üzerinde yürüme,uzun süre aç ve uykusuz durabilme v.s gibi aslında insanın belli eğitimlerle elde edebilmesi mümkün olan imanla ve dinle hiçbir ilgisi olmayan Budist rahiplerin ve Hint fakirlerinin ve illizjonistlerin değişik versiyonlarını yapabildikleri hususları Kurandaki Keramet ve Mucizeyle aynı sayma ve cebinden çıkarır gibi Keramet serdetme ve bunların Evliyaya(Allah dostu:Kuranda bu kavram müminlerle ilgili kullanılırken Mutasavvıflar bunu özel bir sınıf hakkında kullanır) mahsus ayrıcalıklar ve faziletler olduğunu zannetme yanılgısı devam edip gitmektedir. Özellikle felsefi Tasavvufla başlayan bu süreç daha sonra asli kaynaklarla da desteklenerek içinden çıkılmaz bir hal almış ve mitolojik şahsiyetlerin uçma kaçma hikayelerine çevrilmiştir.Daha önceki bir yazımızda belirttiğimiz Peygamberimizle ilgili onun tek mucizesi Kurandır sözü bu çerçevede anlaşılmalıdır. Bunu söylediğimizde insanlar bize şu soruları yöneltti peki peygamberin yaşadığı Kuranda da örnekleri bulunan olağan dışı olaylara cevabınız nedir.? Bu kişilerin sorduğu sorular, meydan okuma ve aciz bırakma anlamındaki Mucizenin ıstılahı(kavramsal tanımı) ile yardım ve inayet anlamındaki Kerameti bir birine karıştırmaları sebebiyle aynı zannetmelerinden kaynaklanmaktadır.Örneğin Bedirde Allah’ın meleklerle inananlara yardım etmesi(Bkz:123-124) ,Uhut’ta yenilgiden kaynaklanan ümitsizlik ve hüzünden sonra onlara bir sükunet bahşetmesi(Bkz:Aliİmran:154) tanım olarak Mucize değil İnayet(Keramet) kapsamında düşünülmelidir. çünkü bu olaylarda bir meydan okuma değil müminlere kendi güçleri dışında yardım vardır.Kuranın kendisi ise bir belağat ve fesahat abidesi olarak edebiyat ve şiirle uğraşan Arap toplumuna meydan okumakta ve bu kelamın bir benzerini meydana getirmeyi kendilerine teklif etmektedir.(Bkz:Bakara:23-24) İşte bu Kuranın onları aciz bırakması ve meydan okuması Mucize tanımına girer,bunun dışındaki kıyamete kadar devam eden mucize İslam’ın kendisini kabul edenlere sunduğu dünya ve ahiret huzurudur bu mecazi manada bir Mucizedir.Yukarıda bahsettiğimiz İnayet kapsamındaki benzer olaylar değerlendirildiğinde hep bahsettiğimiz çerçevede gerçekleştikleri görülecektir.Ama Keramet menkıbelerini iman ve inanç biçimi haline getirmiş kimselerin bu söylediklerimizi anlaması oldukça zordur.Maalesef seleften sonra özellikle Felsefi Tasavvufla(bununla züht ve takva hayatını ilke edinenleri kastetmiyoruz) ümmetin peygamber ve alim telakkisi de değişmiştir. Bu düşünce sahiplerinin mantığı peygamber ve ümmet yarıştırma mantığıdır onlar şöyle demektedir ‘ Musa(a.s) asa ile denizi yarıyor, yılanı ejderha yapıyor,İsa(a.s) ölüyü diriltiyor, dilsizi konuşturuyor, körün gözünü açıyor, Süleyman(a.s) cinlere hükmediyor v.s ve onların etrafındaki müminlerde olağan üstü haller varda alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizde niçin olmasın bizim peygamberimiz ve alimlerimiz onlardan daha mı? düşük.’(Kurandan başka mucize arayanlara Kuranın cevabı.Bkz:Ankebut:50-51) İşte bu kıskançlıkla ve bu tip Allah’ın yardım ve inayetlerini ve de o ümmetlerin inkarcılarının önce ısrarla istediği fakat Allah onların meydan okumalarına cevap verdiği halde inanmamalarıyla sonuçlanan(Bakz:Aliİmran:183) ve helaklerine yol açan mucizeleri sanki bir üstünlük vesilesiymiş zannetmelerinden dolayı peygamberimize de yakıştırmaya kalktılar neticede ümmetin dünyasında bir sürü hurafe ve çelişki oluşturdular.Sonunda Üsvey-i Hasene (Taklit ve Takip edilecek en iyi model) olan peygamber(Bkz:Ahzap:21) gitti onun yerine taklit edilmesi mümkün olmayan her işini Allah’ın verdiği olağan üstü güçle yapan ve bir kulun uyması mümkün olmayan meleksi ve mitolojik bir varlık peygamber olarak telakki edildi. peygamber bu haliyle yalnız kalmasın diye üretilen İnsani Kamil(Felsefi tasavvufla giren bir kavram olup mükemmel, günahsız insan manası içeriyor) kavramı ve kerametleriyle peygamberlerinin arkasından giden ümmet bireyleri türetildi.Bu İnsan kavramına Allah’ın yüklediği değer ve anlamın anlaşılamayışı ve yanlış anlaşılmasıyla alakalıdır.Kuranda belirtildiği üzere varlıkların en üstünü(Ehsen-i Takvim) ve mükemmeli olan insan Allah’ın Halifeliği gibi bir makama laik görülmüşken(Bkz:Enam:165) ve Allah insana kendi ruhundan üflemişken(Bkz:Hicr:9) bu düşünce sahipleri onu Hint,İran,Yunan felsefesi ve muharref kitapların oluşturduğu olumsuz ve hurafe kültürle eksik, günahkar addetmişler ve bu Allah tarafından kendisine değer verilen varlığın değerini yok etmeye çalışmışlardır. Felsefi Tasavvufun İslam dünyasında hakim kültür haline gelmesiyle bunu başardıkları da söylenebilir.Yani şunu demek istiyoruz ki insan olmak ve insani özelliklere sahip olmak öyle zannedildiği gibi hafife alınacak bir husus olamadığı gibi bilakis çok şerefli bir meziyettir,melek olmak ise bundan daha aşağı(derece bakımından) bir durumdur.Çünkü Allah bütün mahlukata olduğu gibi meleklere de insana secde etmesini emretmiştir.(Bkz:Bakara:34) bu Allah’ın insana biçtiği değeri ortaya koymaktadır. onun için Allah peygamberlerini bu yüce vasıfla yaratmıştır ona tabi olanlardan da melek olmalarını değil insan olmalarını beklemektedir.Tarihi süreç içerisinde insanların peygamberlere karşı oluşan yaklaşımlarını şu üç mantık çerçevesinde ifade etmek mümkün olacaktır.Peygamberleri Allah’ın elçileri olarak telakki edip onlara uyanlar,bu kimselere Kuran ortak bir isim olarak Müslüman diyor.(Bkz:Hac:78) Bu kimseler tarih boyunca peygamberleri uyulacak ve itaat edilecek Allah’ın örnek ve seçilmiş kulları olarak telakki etmişler ve yaşantı olarak onların yolundan gitmeye gayret etmişlerdir hiçbir Müslüman onları aracı ve Allah’ın bir parçası yahut yer yüzündeki yansıması olarak telakki etmemiş ve beşer üstü varlıklar olarak algılamamıştır. bu telakki sahiplerinin peygamberlere karşı misyonu onlara(peygamberlere) Ensar(yardımcı) olanlardır.(Bkz:Saf:14) İkinci sınıf ise değişik gerekçelerle peygamberleri inkar eden, onları insan olmaları,seçkin bir sınıftan(Mele ve Mütref) olmamaları, kendi milletlerinden yahut kabilelerinden olmamaları, kendi geleneksel dinlerini(Bkz:Sad:4-5) (Kuran buna atalar dini demektedir) reddetmeleri(Bkz:Bakara:170) ,çoğunluklada toplumun ileri gelenlerinin(Mel’e ve Mütref,Tağut) (Bkz:Araf:75-76,Hüd:27) iktidarıyla peygamberlerin getirdiği öğretinin(Tevhit) çatışması ve kulları kul ve köle edinenlerin sömürdüklerinin ellerinden çıkıp sadece Allah’a kul olmasını kabul edememelerinden kaynaklanmaktadır.(Bkz:Fatır:42-43) Üçüncü ve yaygın olan sınıf ise peygamberleri kabul etmekle birlikte onlara dinin öğretilerine ve Tevhidin gereğine göre değil de kendi yanlış(zan) ve hurafe (Türedi) bilgi ve kültürlerine uygun bir tanım ve misyon yüklemelerinden kaynaklanan inanç biçimidir.(Bkz:Furkan:43) Bunlar yukarıda da ifade ettiğimiz üzere peygamberleri mitleştirip ve soyut efsaneler haline getirip hayatın dışına çıkaran ve dini felsefeleştiren kimselerdir,peygamberlerin öğretilerini tahrif edenlerde bunlardır kendi kültür ve anlayışları doğrultusunda kutsal kitapları yorumlayan bu kimseler dindeki sapmalara sebebiyet vermişler ve dini toplumdan buharlaştırmışlardır.İnsani vasıflara sahip bir peygamberi akıllarına yediremeyen bu kimseler peygamberleri melek ve yarı ilah varlıklar haline getirmekte buna da referans olarak dini metinlerdeki Müteşabih(Benzeşik) ayetleri dayanak yapmaktadırlar(Bkz:Aliİmran:7) güya peygamberleri ululamayı niyet edinen bu kimseler aynı sapkınlığı Salih ve alim kimseler noktasında da yapmaktadırlar. Hıristiyanların İsa’ya Yahudilerin ise Uzeyr’e Allah’ın oğlu deme sapkınlığı bu yanlış(Şirk) mantıktan kaynaklanmaktadır.(Bkz:Tevbe:30-31) Aynı anlayış Nuh’un kavminin daha önce yaşamış ve aslında Salih kimseler olan şahısları aracı (Şefaatçi) putlar haline getirmelerine sebebiyet verdiği gibi(Bkz:Nuh:21-24) benzer mantık Arap toplumunda daha önce yaşamış dört Salih şahsiyetin Allah’ın ortakları(Şefaatçi) şeklinde kendini göstermesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.(Bkz:Necm:15-23) insan tabiatı tarih içerisinde gerek inanç ve gerek inançsızlık gerekse de salim ve batıl inanç olarak benzeşmekte ve kendini tekrarlayıp durmaktadır.(Bkz:Bakara:118) Yani müşriklerin ve tevhit ehlinin devir değişse de mantık biçimleri değişmemektedir. herkes kendi aslına benzemektedir. Hz.Peygamberin ümmeti de ona tabi olmak bakımından şu üç karakteri taşımaktadır(kıyamete değin gelecek bütün insanlar inanan ve inanmayan olarak onun ümmetidir yani tebliğine muhataptır): Birincisi onu,Üsvey-i Hasene görenlerdir.Bunlar onun sahabeleri(ona yakın olan ve doğru inanan yakın arkadaşları) ki bu sahabeler onun bir beşer ve kendisine vahiy edilen bir insan olduğunu biliyor, ona getirdiği vahiy çerçevesinde tabi oluyor peygamberin insan olmasından kaynaklanan durumlarda ise onunla istişare ediyor bazen ona itiraz dahi edebiliyorlardı.örneğin Uhut savaşının yapılacağı yeri peygambere rağmen sahabenin gençleri çoğunlukla istendiği için burası seçilmiştir yoksa peygamberimiz savaşı Medine de savunma savaşı olarak düşünmekte idi. Hiçbir Sahabe peygamberi Allah’ın yer yüzündeki gölgesi yahut aracısı olarak görmüyor idi.Sahabe onu en güzel örnek ve en yetkin öğretmen olarak telakki etmiş peygamber mantığını bu çerçeve üzerine oturtmuştur nas(vahiy) olan konularda ona uyuyorlar olamayan konularda ise onunla istişare ediyorlar,bu istişarelerde her zaman peygamberin fikri kabul görmüyor olabiliyor ve kimse bunu peygambere itaatsizlik ve imansızlık olarak görmüyor idi.peygamber ve ashabı Kuranı beraber öğreniyor ve hükümlerinin hakim olması için beraber mücadele ediyor idi.onları yaşantısı oldukça sade ve gerçekçi idi hiç biri mitolojik, uçan, kaçan,garip ve doğa üstü varlıklar olmadıkları gibi yaşantıları da oldukça rasyoneldir.(sebep sonuç ve doğallık içerisinde devam etmektedir) Samimi olduklarında savaşı ve mücadeleyi kazanıyor(Bedir savaşı) ,zafiyet gösterdiklerinde ise yenilgiye uğruyorlardı (Uhut ve Huneyn savaşı) ,hata edebiliyor(Bkz:Tevbe:25) günah işleyebiliyor. ama gaflete düştüklerinde çokça tövbe edip hemen toparlanıyorlardı.Yani birilerinin zannettiği gibi onların ismet sıfatı yoktu. bir biriyle yardımlaşıyor,adalet,kardeşlik, paylaşım,sadakat, doğruluk,güzel ahlak,doğru muamele, istişare onların görünen ve gerçek yaşantı düsturları idi.bu duygular toplumlarında azalınca da bir biriyle savaşabiliyorlardı.bütün bunlar insani ve doğal şeylerdi ve zaten onlar doğa üstü varlıklar değildi.Allah’ta onlardan insan ve kul olmalarını istiyordu melek yahut mitolojik kahramanlar değil.Bu nesli Tabiin,Tebe-i Tabiun ve müçtehit alimler dönemi yani Selefi Salihin (Kuran ve Sünneti ilke edinenler) takip etti bir takım olumsuzluklara rağmen peygamber telakkisi bu dönemde de değişmedi,fakat uydurma hadisler ve İslam’a yeni giren toplumların kültürlerini İslam’ a taşımaları bozulmanın da işaretlerini verdi. İkinci gurup ve dönem ise Seleften sonra başlayan saltanatında beslediği felsefe ve mitolojinin İslam dünyasına girmesi ve özellikle Hint,İran,Yunan ve Türk kültürü ile giren bazı unsurların İşraki felsefe ile sistematik hal aldığı ve mistik yapılanma ile doruğa ulaştığı Felsefi Tasavvuf telakkisi sürecidir..(Sühreverdi,İbni Arabi ve Mevlana bunun en önemli öncüleridir bu şahıslar çok renkli ve karma(değişik felsefe ve inançlardan devşirme) bir batini İslam anlayışına sahiptir) bu anlayış şekilcilik ve taklitçilik üzerine bina edilmiştir.Peygamber örnek insan olmaktan ve tevhidi hakim kılma çabasından sıyrılmış münzevi(felsefi ve ruhani) bir hayatın yarı melek temsilcisi haline getirilmiştir,artık ona itaat onun davasını yer yüzünde hakim kılmaktan çıkarılmış siyasetten uzak münzevi hayat ve güzel ahlak ilkelerine indirgenmiştir,Saltanat artık hak ve adalet savaşçıları değil kendisine sorun çıkarmayacak uysal vatandaşlar üretmeyi istemektedir.onun için peygamber ve örnek şahsiyetler yeniden tanımlanmıştır. Sünnet sarık, sakal, cübbe, bol namaz, nafile oruç,tespih, yemeğe tuzla başlama v.s gibi basit ve şekilcilik düzeyine indirgenmiş ve Allah’ın kainattaki muradı(Bkz:Araf:29,Enbiya:105) (müminleri yer yüzüne varis kılmak) unutturulmuştur.Maalesef bu şekilde bizim peygamber telakkimiz de daha öncekilerinkine benzemiş ve peygamber buharlaştırılmıştır.Üçüncü sınıf kültür ise tamamen bilgiden yoksun kulaktan duyma söylenti ve zanlarıyla Peygamberi ve peygamberliği algılayan sınıftır ki,bu inanca ikinci sınıfın olumsuzluklarının yanında bidat,hurafe ve şirk bulaşmıştır.Bunların içinde peygamberi postacı mesafesinde görenlerden tutun da ona her türlü mitolojik yakıştırmayı anlayış edinenler mevcuttur.Bu saydıklarımız kendini İslam’a mensup sayanların telakkisidir.bunun dışında gerek Müslümanların yanlış temsilinden gerek,bilgisizlikten gerekse de tarih boyu peygambere düşmanlığı alışkanlık haline getiren çağdaş emperyalistlerden dolayı şu an dünyada var olan peygamber karşıtlığı ve anti propagandasıdır.İslam’ın yeniden yükselen değer haline gelmesi ve özünde var olan emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçilerine karşı aksiyoner misyonunun fark edilmesi şeytan ve dostlarına peygambere saldırma onu insanların gözünde kötü ve farklı gösterme dürtüsünü yeniden uyandırmıştır.Bu bağlamda hem görsel hem de yazılı basın kullanılmakta her türlü çirkinlik ve şirretlik sergilenmektedir.Peygamberimizin risaletle görevlendirildiği yıllarda da aynı olaylar sergilenmiş(Bkz:Furkan:4) fakat ters tepmiştir. Fakat şu anda küfredenler açısından şartlar aynı değildir çünkü o gün hem peygamber kendini doğru bir şekilde ifade edebiliyor hem de o günkü müminler peygamberlerinin misyonunu doğru taşıyabiliyorlar idi. Bu gün ise Müslümanlar bu şuurdan ve bilgiden yoksundur. Peygambere sahip çıkmayı kuru gürültü ve protesto mitingi ve birkaç hamasi nutuktan ibaret görerek ona sahip çıkılamayacağı gibi oturup binlerce defa salavat getirip mevlit ve naat okutarak ta bu gerçekleşmez.bunun yolu peygamberin getirdiği mesajı ilk dönem nesli gibi hayat rehberi telakki ederek evvela onu evrensel düzeyde bilgi düzeyine taşımak ve yaşanmasını kendi nefsinden başlayarak misyon haline getirmektir.yoksa bilgisiz ve düzeysiz sevgi hamasetten öteye gitmez.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki,peygamberlik misyonu doğru bir şekilde yeniden Kuran ve Sünnet bağlamında kavramsal zemininde doğru algılanmalıdır.çünkü bu misyon sahih imanın da ana gereğidir.
YUSUF AYGÜN/ İLAHİYATÇI
[email protected]

Tamamını Oku