Pervaneler Karanlıkta Ölür/ F'ye.../ Den ...

Emine Tansu
26

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Pervaneler Karanlıkta Ölür/ F'ye.../ Denememe yazısı

/Her sevi gerekçesiz kelimeler doğurur,
her doğan, sevi’ye seviyesizce mahkum olur/

Günlerdir içimde safra, yüzümde çıban bu işaretler. Neyin nesi bilmiyorum. Yıldızlar kadar sürecek mi savaşım? Yoksa içerde mi alacağım soluğu yine? Zindanlara nöbet olmaktan, histeri travması geçirmiş alışkanlıklardan, çöp kutularını karıştırıp durmaktan sıkıldım. Kendi sokağında yırtık güz aydınları taşıyan kollarım! Nerede kaybettim ben aramadığımı? ..
Vaveyla... Her baktığımda daha çok özlüyorum adından kovuluşumu... Koparsam, yüzümdeki soğuk izi siler mi? Tiz bir tebessüm, ıslak bir sis serpilir mi günceme? Tesadüfün deliğinden geçirdiğim her iğne suratımda devşirdi pençesini. Dikişli gözlerimi aralayabildim. Etime mıhladığım “ben”cil düğmeleri kavlattım, başımdan kaynar sular döktüm köklerime. Aşağı da karanlıktı yukarısı kadar... Gördüm...
Çirkin kahkahama saplanmış boğuk hüzün! Süngülerini vur yüzüme ya da çatlasın zehrin. Genzimde yanık kozalak kokusuyla yaşamasını da bilirim ben. Çivi çividen alır hıncını; kol kırılır, yen içinde bir yere taşınır lüzumluca. Bu kuyuyu iğneyle çıkardım ben, karanlık çektirmem çıkrığıma...
İşte o gün –ya da o günden sonra artık- sapsarı bir uzlete düştüm. Saçlarıma esir bir cinayetin ürpertisi, dağlara gömüldüm. Topuğumla ezdim hatırlı hatıraları, kum birikti enseme oluklardan akan sudan, bahanelerden... Yine kendime öldürmüştüm seni. Ateş gibiydi gözlerim, etrafımda yabanıl sarmaşık gazelleri, gariptim... Ben sensizliğe geldim. Nazardan beterdi... Yirmi beş gün boyu, yirmi beş yıldır biriktirdiğim korkuları ambalajlamakla bitti. Kapı aralığından bir kasımpatı geçti. Sen sandım... Döndüm, yokluğun çoğalmıştı... Kaç yüz değiştirdim aynada, kaç turnusol değdirdim suskunluğuma, kaç ışık hızından öteydim, bilme! Duymamak için eğri gidişini, kulaklarımı bir midye kabuğunun içine kilitledim. Mahurda cızırtılı taş plak dönerken, esefle dinledim. Şaşırdım, bunaldım, bilmedin... Müjgan da terke meyilliydi artık gözlerimi... Biliyorum, aramızda zardan duvarlar vardı, tahtadan totemler... Gülünce, gülmezdi iç cebinde gezdirdiğim çocuk, benizsiz kalırdı rıhtımda yakamozlar. Parmaklarımdan nilüferler sızıyor diyorum ben, taşıma suyla yanıyorum ireminde, anlamıyorsun. Böldüm diyorum omzumdan yukarısını, kestim sırnaşık dilimi. Kaldırdım aramızı ikimizden, yuttum hikayemi. Tadı felaketti!

/Gözlerini yumduğunda memleketin kokmazdım,
Bundandı bütün sınırlardan dökülmem ıslak kaldırımlara/

Baktığımda anladım. Gemi kopmuş bir tay ağzında kalmış helva ekmek saatleri, kadran suç üstü yakalanmış incir yaprağında dahi. Üstsüz başsız kalmışız üstelik uluorta, aşk önlüğümüze yama! Yer ile yeksan kış ortasında, yanına gidebilmek yanından... tipik bir heyula...
Baktığımda anladım. Siyahtım... Lanetinden bile kilometrelerce uzaktım. Gözünde aç bir tevazu. Kıpırdarsam, vurulacaktım...
Baktığımda anladım. Yüzümde gezinen kelebek rüzgarı değildi, karanlığın değildi üzerimde yanan. Dudaklarımı ısırmam adına nispetti...

/Görmüyor musun? Unuttum! /

Terazime kefe oldum, seni doldurdum içine. Hayat bir kıvılcım demiştim. “Doğmadan önce ve öldükten sonraki karanlıkların arasına sıkışmış bir kıvılcım”. Ateş böcekleri ışıkta ölür, pervaneler karanlıkta, anlamadın... Işığıma senin karanlığını örttüm artık, gül tohumlarını söktüm. Baş harfini söylememek için delirdim günlerce. Ayyuka çıktım herkesin ağzından, indim en yüksek sese, argındım. Kente ölü cümleler doğurdum cam kenarlarında; soğuktu, yalnızdım, asayişti üstelik... Kıstım sesimi kulaklarında ve bir gölge boyu uzadım...

Ben,
giderken de seni götürdüm yanımda,
sıkıca sarındım bakırdan mahmurluğuna tan yerinin.
Sürmedim tünel karanlıklarını,
topal bir ışkındım toprağında yalnızca.
Bulutlardan çırpmıyorum kalbimi hiçbir alkışa,
ya da hiçbir damlaya koşasım gelmiyor artık...
Gözaltımda mosmor “düşünce” ipuçları,
dost bırakmıyor yarınlık...
Ölürsem,
Yanağındaki çukura gömülmek istiyorum,
Vaziyetimdir!
Mevsimi geldi, kiremitlerde acemi bir zemheri jurnali.
Artık mecalsiz göçüyorum,
Kanatlarımda keçeleşmiş bir uyku ağırlığı, kurşuni
“Aşıp aşıp giden yollar benimdir...”

Git dedin,
kaldım...
Ben bir balabandım, yaralandım
Dağlarda erguvan sesi, çamlarda cır cır böcekleri...
Şah damarım!
Sana ışık dedim, sömür ağzımdaki utangaçlığı.
Pervaneler karanlıkta ölür dedim sana,
Anlamadın
Git dedin,
Saatlerce öldüm koynunda...

Emine Tansu
Kayıt Tarihi : 4.1.2006 11:32:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Emine Tansu
    Emine Tansu

    sayın karataş ve yakup bey, çok teşekkür ederim.. öyle içten okudum ki yazdıklarınızı..

    Cevap Yaz
  • Mehmet Şakir Karataş
    Mehmet Şakir Karataş

    ''Bu kuyuyu iğneyle çıkardım ben, karanlık çektirmem çıkrığıma...''

    içe iğneyle kazılan kuyudan, (-güzel- ) bir ışık
    çıkmış, ışığı olan yolunu bulur.....

    saygı ve selam ile...,

    mehmet şakir karataş

    Cevap Yaz
  • Yakup İcik
    Yakup İcik

    deneme yazisi gayet basarili gayet anlasilir,ayrica siirde cok güzel ve okunasi tebrikler sayin bayan Tansu...

    Cevap Yaz
  • Emine Tansu
    Emine Tansu

    ışık gidince ölür pervane,
    ağzında uyur kelebeğin mayalanmış koza.
    dut ağacı,
    beyaz kireç,
    şıra...
    yapış yapış betonlar.
    avaze kadife balıkları çarığın altında döneler.
    fener sönünce ölür kayıklar.
    kıyıda kalır gömgök olmuş ellerim...

    Cevap Yaz
  • Mustafa Sülü
    Mustafa Sülü

    pervane kalmadı ortalıkta....

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (6)

Emine Tansu