Etkin olduğu zor seçilen uzaktaki yanardağdan serpildi,
gün doğumunun şanlı kıpırtısında sarı renginin alaşımın..
Dalga olup sevişti ilk kendine yollanan denizinde o dalgaların;
etrafın rüya mavisinin sardığı ile dalgaların beyaz köpüğü ve
kararsız bir sarı vardı ufukta, sanki olması gereken yerde göğün.
Bembeyaz Ay Dede, yine tepedeydi, ama kararsız belli
bir dağınıklık içindeydi ve dertop değildi, çok net değildi;
ama olanca berrak, iç ısıtan, yapışmış sarmaş bulutu’na …
Sanırım tarihin getirdiği eski bir Viking ifadesiydi onun saçı sakalı.
Yeterince yaşanan rüya gerçekçi, kompozisyona uygun kerrata.
Uzaktaki ada, sanırsın Avilion, renk o sarı, incelmiş, nadideleşmiş
ve bir köprü oluşturmuşmuş o adaya doğru, inilen berat.
Alçalarak ele veren kendisini taş bir basamakla ve bu ünlü
harflerin usülü belli ettiği tek bir inişle, işte portre böyle!
Dalgalar gibi kararsız ama yumak bir denizkızı, insan şekilli
erişti yine, o dalgaların arasında kara yeleli vücut askısı’ndan;
denizlerde-fırtına Poseidon’un antik anlatılarında, görsel resimin.
Suların; bir kaya mı vardı üç farklı yerde, kapkara, peydahlayan
Leydi’sini dalgaların ve Poseidon’u, bir tanrı ama insan cinsinden?
Farklı farklı konaklı üç kaya oluşumundan Promete büstlenmiş..
Fazla dikkat çekmeyen kovuk fark etmiştim çırpınışında bu
kıpırtıların, üç beyaz nokta kapsayan iç-tavan bölmesinde –
Yeşil ışık salıyordu korkunç! her şeyi yaptı uyardı şuuru!
İblis Ana-eskiz bitmeyen ufkunda olayların esininden kara deliğin,
başkalaşan öyle doğa olup erinçsiz yuttu mu denir tsunami?
Yuttu mu Meksika Körfezi menşeili, tarihin o ticaret adlandırılan
gemilerinin yer küreyi turlayışı mukabilli akıntısı Gulf Stream’in,
Avrupa’yı, sıcak hava gelen ve bilinen, buzul can çıkaracak!
Şimdi yeryüzü yeni mi oluşuyor, sarmış tepeleriyle şu deseninin;
kesen’leriyle, Ege gibi dolanmış da ulaşmış sıravari dizilmiş
rüzgarı Okyanus’a hayat, kaynak ve işte o kız orda, sevsen
ne derdi? yarım yamalak, elinde var kitabı, uykuya yatmış,
yapışmış kitabına sıkı sıkı, bırakmayacak onu ve büzdüğü
kumunu; derin safhasında rüyaların, nikbin ifadeli, hücre
yenilenişi çerçevesinde saf onun ifadesi, saçları yayılmış plaja,
kumsalı yutmuş, tanecikler bürümüş, üst uzay gibi huni olmuş,
toplanan çarşaf gibi büzüştürülmüş, o kızın saçlarına doluşmuş…
Rüzgarı çekmişti yunusların uzakta oynaştığı, kendine; gergefi..
som altın-likit kumları, bahçelerin kul-baş göz baş eğdiği,
Güneşin kızarıp ikiye ayrıldığı o yerde; zoomladığımızda:
Farklı yerlerde de bulunmaya başlayan, görüyoruz o iki parçacığı,
tek yarıktan geçerek oraya ulaşan: Güneşi bölmüş ikiye!
Ve bulutlar örtmüş, onun üstüne ninni, göstersin diye
tekrar Güneş. İkiye bölünen, kenetlemiş Cennet’le Cehennem’i…
gelen derinlerden gökyüzünden, ikiz karmaşası’nı ışık
dağı ortaya çıkarmış; diğer yarısı göklerden onun iniveren;
bulutun öz nüvesinden, şahsen özünü, yegane.. Güneşi bölmüş
bulutların kararınca! ki bir rüya, kız uyuduğunca kitabıyla…
Örtü okyanus olmuş ona! Delişmen ve ipeksi dokusu;
zarar vermeyen dalgalar, süklüm püklüm, rüyalar ayarlı …
Üstü örülmüş küçük kızın uykusunda, örtmüş şefkat Baba!
Yapraksı sulak kuyrukları yunusların, su sıçratıyor…
‘Bir hiçim sensiz.’, desen de “sen bak kendine, yoksa fersiz
bakar göz..”; bakarken işte sessiz, görüyorum da bir içim …
Düze çıkarmak için mi kendilerini, oluşturdular birlik olup;
saçma bir kasidesini Wasteland’ine Thomas Stearns’in
İncil adını yakıştırmayı? karaya oturtacaklar kendilerini!
Konuk gelen uzak yollar! ! sisler içinden ulaşanlar, sönük;
ordalar! Onlar baş taraflarında, varışlarının başlangıcında!
Evet kıvrılıp da tıslayan o dost yol-dağlar arasından;
burgu şevki veriyor şelalelere, nehre iniyor kastettiğim yol -
oluşturan hepsini bunların- burnu köklerine onun varıyor
bir olgun kadın çehresinin ve kadının manidar tılsım gözlerinin…
Kuzeydoğu’dan inen bir mavi nefes elçisi, soluk dirilten, ah o;
diri esiyor hülyalar, kıpır kıpır, capcanlı ve duru!
Çağıl Çağıl sular, yeni doğan bebeğin istikbal-gür saçları gibi;
akıyor doyumsuz, ama başıboş değil, zarar kendine vermiyor.
Yanı başında bir yemyeşil alan var çünkü, bu yüzden.
Ve o gümbürdeyen çayır, üreyişte sürekli toprak ana’dan;
dirilmiş ve yukarı, ebemkuşağının bulunduğu yere yükselmiş -
bir sanki tünel oluşturmuş, sıyrılıp topraktan yine onla tümlenen.
Ve yine yanardağ can vermiyor mu? ama bir bakireye bu sefer;
bir dağ yola çıkıyor, badireler olacak ve olacak uzun süre:
Yanardağın can verdiği kayalar zincirine tekabül bir başka dağ! !
Habersiz gitmekte, arkasında dağ doğan arabanın şöförü;
aksi istikamette, dört nala mı? Nereye peki gidiyor?
Efsundan ileti bir tam yekpare gözyaşına benziyordu
o en yukarıdan gelen tiz ışını tez bir sesli’nin ….
Kadın’ın gözleri altı morluğu, kırsalın atları devşirdiğinin;
Cümbüş sarmış her yanını suratın ve yanı başında onun..
O araba, dağ şeridinin ve gökteki yeşil bağcığın
uzattığı, hangi belin deri kemeri ki ayrıca hep gidiyor :
Taşıyan onu, eğri bir uzay gibi belki tam daire değil;
aynı koordinatlarla bağdaşmayan farklı bir enerji bırakımı …
yapacaklarımızın tahmini, şu an yaptıklarımızdan sonraki …
olayların devamına balta vuran, geçişlerdeki tortu olanlar…
bir daha tıpa tıp bulunmuyor bu yüzden, bir kez gerçekleşen.
Yoksa hareketleri, geliş ve gidişleri Güneş’in, gezegen
ve gökadaların bir ve aynı. Sahiden bunlar geçenler mi
aklımdan, yoksa onun içindekiler bile hareketli-ebedi mi?
kurt deliğinde yönünü arayan Mobius Şeridi, bu mu
başlamayan ve bitmeyecek olan zamanın daireselliği?
Aşk nasıl da olabiliyorsa büyük bir korku kabusu
ki sevgi bile fark ediliyorken körlemesine endişenin tablosu:
işte böyle bırakama seni, zaten kavramış o yumuk ellerin yamuk;
şimdi Arkaik, koşuşuyor sıcaktan körpe bunalan mamutlar,
kafalarını sokacak.. doğru Güneş’e ama, ve oracığa düşüyorlar..
Mağaralardan dirilen eskiçağ Neolitik güç vermiş kayaçlara!
Dağ duvarları ve çağlayan olmuş bu güzelin saçları …
kaşları kadın’ın olmuş ucu bucağı gözükmeyen dalgaları
.. kuduran deryanın kalkan şaha, kaşların iç kenarlarından inen
közü oluvermiş burnun, ulaşmış sanki beyne, tabi ulaşmış yüreğe!
kısrak yürüyor kadın’ın çehresinde, menşeğe!
Yüz, çeneden doğru bir bütün bu altın kumsal ile! …
Orada duran bir deniz kabuğu var, kulağını daya ona! !
Sana söyleyecek sevginin dertlerini ile onun müjde
kısmet vergi dağılımını: otururken rahat, şezlongda; iyi oku! !
Bitki adamlar, bitki kadınlar yontuyorlar saksıyı,
şekil vermek için heykele. Fakat unuttukları şey, yükselttikleri
kuruyacak gibi bir ensiz; masumluklarına çapsızlıklarının
güveniorlarsa, bu da olmayacak sevgi sensiz, onsuz biz neyiz?
‘Ne değiliz’ veya, bütünleştiğimizde onunla daima?
Kutsal bir orman ve ormanın martısı karlı yerin göğünde
kanat çırpan, tartan havayı ve şöyle bir bıraktığında ruhsal
çekişmelerini bilinçaltının daha da hızlandı onun uçuşu!
Kuyuların sakladığı tuz ruhunu serbest bırakmış gidiyor, hey!
Ney çaldırıyor toz kar tabiat ve susmayacak, hep, ve ne güzel…
Yukarda ağaçlar, onların dibi başı kar ve ağaçlar yine daha alta!
Oh, ne düşsel! insanı yutar, insan devam eder mi, eder …
Ey, sorsalar kim bilir bu martı besi almadan uçtu kaç kereler?
.. Kutsal ormanın içinde, dolandı gitti ancak kararlı ki birdenbire!
Cennetin ötesi yer edindi pembe perdelerinden geçip
de ulaştığında yemyeşil birkaç adacığın etrafını çevirdiği
bir su birikintisinin, huzurunda iki sevgilinin dans durmamacasına
ediyor olduğu ve bunun da şahidi vardı, bir çift ak pak kuğu:
Öpüşüyorlar gagaları yardımıyla yüzer iken kutsanmış suda,
nasıl ki bulutlar da, özgür atlar gibi, sonsuz çayırlarda,
diklenmiş, şahlanmış yukarıda ve dallarını bitiştirmiş ağaçlar da!
Bulutların tümcesi yarmış yine bulutlardan ‘küçük bir yüreği’:
Görünmez, sezilemez bir şimşek, doku doku hissediliyor;
‘I love you’ görüyorum bir adet, hadi kendini tekrar varet!
ki böyle baki olacak aşk, sevgi sunacak bu en ulvi sunak!
O şerefli ağaçlar yürüyecek yine ve zaten kıpırdamaya
başladılar yine, uyku için başlangıç oluşturan bir mevkide:
Daldılar kartopu gibi yaklaşmakta olanlar su köpüklerine …
Can kazandı Erydike hüneri ile Gaia’nın, güldü Aphrodite’te:
Ultimate Warrior, The ’75; o şerefli ağaçlar yürüyecek gene!
Japon-kağıt evinden kafayı daldırdı çocuk ve evi yıktı da
dokundu bu yunuslara uçan, aerodinamikten çakan!
Ne var ki hala tutuyor kağıt evi, hürmet borcu sanırım bu…
Uçaklar ilerliyorlar havada ve havanın az altındaki denizde
başlayan sarmalında kendi öz yörüngesel hareketlerinin!
Denizin altından çıkanlar’ı, zıplayıp çıkıyorlar hemen yukarı! !
Çocuk büyümüş deminki ve denizi topluyor, o bir balıkçı;
bu sefer ona bakıyor delen bir çift meraklı, pörtlek göz, göğü!
Gözler, yıldırım kıvılcımları oluşturuyor, sarsıyor göğü!
Yunuslar yine burada ve o eskiden gördüğüm araba:
Yola düşmüş küçük kız yunusların izdüşümleri peşinden koşuyor.
Küçük erkek ve kız çocuğu yine, iki tane yukarıda süzülüyor;
Ebedi ışığın uzattığı gölge bi tutam, ketum değil, sadece masum…
Yine derin dalgalar yaklaşıyor ama çok daha büyümüş,
Sevimli çocukları korunan değerlerin, saf öpüşüyorlar …
Bir sarışın sırtını dayıyor dağa ve saçları ipeksi, deviriyor öylesi;
Nice çağlayan tetikledi, saçlarını uzatmıştı ta aşağı kadar!
Kadın çıplak, fışkırıyor görülmüş olan o eriyik yanardağdan
Kollarını uzattı ve Ay’a doğru balıklama sıçrıyor:
kendisi için, arınmış ruhundan ve özünü bulmuş o balıkçı
erkek çocuğa sorduklarında, bunu demişti o büyüdüğünde…
Papağanlar ve yunuslar ile gölge olmuş insan şekilleri
birleşiyor ve yine bulutlar, sürüklenişinde bulutların kavuşarak! !
Arz özlemli uçan uçaklar uktelerine haberci kuşlar oluyorlar,
Sararak dört yandan Gülliver’in kadınını cüceler ülkesinde,
bu hayali gaiplerden üfürüyorlar durmamacasına getiriyorlar …
Kadın uzanıyor boylu boyu plaja, onu izliyor herkes
Ve ah bu bulutlar, bembeyaz atlar peydahlanıyor! Zıp zıpp!
durduramıyorum, zaten istemiyorum da, süzülüyorlar
Ve düşerken yukarı gözbebeğinden gezegeni çekirdeğinden
Çatlatarak çığlar salıyorlar orta yere koştukları içinden
Büyük bir topak oluşturup, sevincini odaklayan hareketin ….
Kayıt Tarihi : 20.1.2005 00:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)