Pel Şiiri - Hikmet Büyükoğlu

Hikmet Büyükoğlu
19

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Pel

Dalgaların ritmine uyumlu bir fısıltı gibi yankılanıyordu adı: Pel. O, taş çağlarının sisli sabahlarında doğmuş, çağların karanlık örtüsüne rağmen ışığını hiç kaybetmemişti. Onun hikâyesi, neolitik ve paleolitik çağların eşiğinde, insanlığın henüz hayata şekil vermeye çalıştığı zamanlarda başlamıştı.

Pel, kayaların ve ağaç gövdelerinin arasına oyulmuş ilkel sembollerin içinde yaşıyordu. Onu ilk bulan, Ayak izlerini mamut kemikleri arasında süren genç avcı Atis’ti. Atis, kabilesinin en cesuru, en hızlısıydı. Ama ruhunun en derinlerinde, gücüyle değil, kelimelerle anlam bulan bir yan vardı. Onun gözleri, ilk defa Pel’i gördüğünde yanmış bir ateş gibi parladı. O, bir kadından öte, toprak ve suyun birleştiği yumuşak bir rüzgâr, akarsuyun kayaları şekillendiren sabrıydı.

Pel, kabilenin büyücü kadınının kızıydı. Onun doğumu, bir ay tutulmasına denk gelmiş, bu yüzden kaderi en başından beri farklı çizilmişti. İnsanlar ona yaklaşırken bir tereddütle bakar, sesinin yankısı bile gölgeleri titretecek kadar büyülüydü. Ama Pel, lanetli değil, kutsanmıştı. Çünkü o, toprağın ve suyun ne dediğini anlayabilen bir dille doğmuştu.

Atis, Pel’e ilk defa bir av dönüşü yaklaştığında, gözlerindeki uzak çağrıyı fark etti. O çağrı, bir mağaranın duvarına çizilmiş hikâyeler kadar eskiydi. Atis, ilk defa yüreğinde kelimelerin şekil aldığını hissetti ve ona bir taş parçasına kazınmış bir geyik figürü verdi. Bu, sadece bir jest değil, bir çağdı. İnsanlığın en eski çağrılarından biri: Sevda.

Pel, onu alıp avuçlarının içine sakladı ve yüzüne döndü. Atis’in gözlerinde tarihin ötesinden gelen bir vaat vardı. Ve böylece, onların hikâyesi başlamış oldu.

İkisi de geceleri, yıldızların altında, mağara duvarlarına ilk mitlerini kazıyan şairler gibi birbirlerine hikâyeler anlattılar. Pel, Atis’e suyun ve toprağın dilini öğretti. Atis, Pel’e avlanmanın ve gökyüzünü okumanın sırlarını gösterdi. Birbirlerine, zamanın henüz isimlendiremediği bir aşkın haritasını çizdiler.

Ama kader, tarih kadar zalimdi.

Bir kış günü, kabile savaşçılarının yüzlerini gölgeleyen taş baltalar, bir başka kabilenin topraklarına açlıkla ilerledi. Atis, savaşa gitmek zorundaydı. Pel ise onun ardından, dua taşlarına kendi ruhunu oymaktan başka bir şey yapamazdı.

Ve günler geçti. Savaş, gürültüsüyle mağaraların derinliklerine kadar sızdı. Atis’in yokluğu, Pel’in yüreğini kemiren bir kurt oldu. Ama bir gün, güneşin doğduğu noktada, sisin arasından bir gölge belirdi. Bu, Atis’ti. Yaralı, solgun, ama geri dönmüştü.

Pel, onun yanına koştu. Kelimelerin yetersiz kaldığı yerde, elleriyle konuştu. Yaralarını sardı, gözyaşlarını saçlarına sakladı. O an, insanlık tarihinin en eski gerçeği bir kez daha yazıldı: Aşk, zamanın ve ölümün bile aşamadığı bir büyüydü.

Ve böylece, Pel ve Atis’in hikâyesi, neolitik mağaralardan bugüne, taş duvarlara kazınmış efsaneler gibi yankılanmaya devam etti. Çünkü aşk, tarihin en kadim sesiydi ve hiçbir çağ onu susturamazdı.

Hikmet Büyükoğlu
Kayıt Tarihi : 27.1.2025 06:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!