Paylaşmada önemli bulduğum bazı kilit noktalar var. kendimce sıralarsam 'iletişim' olmazsa olmaz bir kaundur zaten benim için. İletişimin olmadığı düzlemlerde iki insanın ya da insan gruplarının melek gibi iyi niyetli olsalar bile, anlaşmalarının imkanı olmayabilir ki iletişimi hazırlayacak olan yine niyettir halihazırda. Bugünkü dünya için diyebilirim ki, mutlu olmak isteyen bunca yekpare kütleler varken bu kargaşalar neden çıkıyor. Alışılmış bir düzen mi var? kabuklarını kırmaktan korkan koza içine dürtülmüş mü bu kişiler? Neler yapmalı? evet, tam teşekküllü bir paylaşımın önünü açmalıyız ve bunun için ilk önce iletişimi sabit kılmalıyız. Global olarak da
İşte şimdi ana konumuza geldik arkadaşlar. Bu iletişimi tüm dunyaya yaymak için teknolojimiz yetersiz kalıyor. Ve kalacaktır da. İleride ışınlama olabilir hatta fantastik gelse de zaman yolculuğu bile gerçekleşebilir kim bilebilir ama bunlar asla bizi yaşatacak şeyler değildir önce bunu anlamamız lazım. bizi yaşatacak olan birbirimize duyduğumuz sevgidir! ! ! saygıdır... Teknoloji ise bizi bu dünyadaki yaşamdan zevk almaya iter ve rahat yaşamamızı sağlar. şimdi düşünelim, mağara devrinde şu anki zekamızla olsaydık, avcılık yapmak zorunda kalsaydık, ateşimizi kendimiz yaksaydık belki daha fazla yorulurduk şu anki dunyadan ve tabi ki öyle olurdu. ama sonra ne olacak? O insan yaşamaya devam edecek değil mi? Fakat sevgisiz paylaşımsız bir dünyada, birbirine guvensız ınsanlarla dolu bir yeryuzunde yaşamak imkansızlaşır. çünkü birbirlerinin kuyusunu kazmaya calısan faz durumlu insanlar kendi dallarını kesmeye başlar ki o zaman gezegen toptan bir iflasa gider..savaşlar olur ve uygarlık çöker..
Şimdi bir örnek vermek istiyorum. kıyamet gününü geldiğini düşünün. Kendi canınızın derdindesiniz ya da bi köşeye oturup kaldınız kaderinize gömülüp. Nolcak. Kime yardım ederdiniz; annenize babanıza çocugunuza ya da sevgilinize eşinize arkadaşlarınıza mı? hiç tanımadığınız kaçışıp duran insnalara mı? Ya da sormak gerekir yardım eder miydiniz? Buna uğraşmak.. buna uğraşmak! !
Sevgili arkadaşlar. işte en zor anlarda sevgi tartan özellikleri kendisinde muhafaza eden bir teraziyi kaybetmemek önemli. İletişimin başlıca yolunu baki tutacak olan soyut budur. ve sonra paylaşım olayı da sabitlenir. Paylaşımdaki insani özellik çok önemlidir. İletişimi yayan teknoloji olsa da global dünyada, iyi niyeti karşımızdakilere içten hissettirmediğimiz sürece anlaşmazlıklar sürer gider ve bir uzlaşma doğmaz.
sonsuz sevgiler ve saygılar
akın akça
--
toplum evet toplum. bu yazıyı buraya asmamdaki ana gaye şu. daha önce bilinçli olarak dusunmemıştim ama en azından bir kaç kez arabaya binmiş olmam yeterli kendi açımdan. ehliyet almak için o da. bundan sora da bineceğimi snamam. karbonmonoksit v.s. keşke herkes bisiklet kullansa. kaçımız dıkkat edıyoruz buna. evet buzullarla ilgili v.s. şiirlerime arkaplan olması açısından bazı yazılar toplamıstım. ve gezegenimizin düzeni için izninizle buraya asıp sizinle paylaşıyorum. herkese güzel geceler dilerim. belkide greenpeace çi olmalıyız. doğayı koruyan insanların sayısı artıkça, yozlaşmaya dur diyemeyen sanayi artıkları da yeryüzünden silinip gidecektir ve dunya guzel bir yer olacak. bunu yapmalıyız
Paleolitik/Epipaleolitik Çağ (Eski Taş/Yontma Taş Çağı) :
Tarihöncesi uygarlığının gelişme sürecinde, kültürel evrelerin en uzunu ve buzul çağlarının kültürel karşılığı olan; insanlığın ilk ortaya çıkışından, MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesine kadar süren arkeolojik çağ. Bu çağda çaytaşı, çakmaktaşı, hayvan kemikleri ve ağaç gibi doğal maddelerden yapılan ilk aletlerin kullanılmaya başlandığı ve insanların mağara, kaya sığınağı gibi yerlerde 'büyük gruplar'/'kalabalık aileler' biçiminde yaşadıkları bilinmektedir. Paleolitik insan, besinini avcılık ve toplayıcılık yoluyla tüketime hazır olarak sağlamakta; kendisi besin üretmemekteydi. Ateş, bu çağda bulunmuş ve çiğ yenemeyen besinleri pişirmeye, ısınmaya, yırtıcı hayvanlardan korunmaya yaramıştır. Mağara ve kaya sığınaklarının duvarlarına çizilen resimler yine bu çağın belirgin özelliklerindendir. Paleolitik Alt, Orta ve Üst olmak üzere üç alt döneme ayrılmaktadır. Epipaleolitik Çağ ise, doğayı denetimi altına almaya başlayan insanın, besi üretimine geçişinin hemen öncesinde yer alan çağdır. Anadolu ve Trakya için ise, bugüne kadar bilinen 212 Paleolitik/Epipaleolitik yerleşme arasında Yarımburgaz (İstanbul) ve Karain (Antalya) mağaraları, bu çağı en iyi yansıtan yerleşmelerdir.
Neolitik Çağ (Yeni Taş/Cilalı Taş Çağı) :
İnsanın yoğun avcılık-toplayıcılıktan üretime, göçebelikten yerleşik yaşama geçtiği, MÖ yaklaşık 10.000 yıl öncesinden başlayan ve 'İlk Üretimciliğe Geçiş Evresi' olarak da adlandırılan Neolitik Çağ'ın en önemli özelliği, besin sorunlarının çözümüyle gerçekleştirilen büyük bir 'devrim' olmasıdır. Neolitik Çağ insanı, bazı bitkileri tarıma almış, birçok hayvanın da evcilleştirilmesini gerçekleştirmiş; avcılığın yerine hayvancılık, toplayıcılığın yerine ise tarım ya da rençberlik geçmiştir. İnsanoğlu ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Üretimle birlikte gelen yerleşik yaşam, köylerin ve giderek kentlerin kurulmasına yol açmıştır. Arkeologlar tarafından, ilk kez bu çağda ortaya çıkan, besinlerin depolandığı, taşındığı, pişirildiği çanak çömlek yapımı kıstas alınarak, Çanak Çömleksiz ve Çanak Çömlekli diye iki alt döneme ayrılan Neolitik Çağ, Anadolu ve Trakya'da, bugüne kadar bilinen, 257 yerleşme ile temsil edilmektedir. Bu yerleşmeler arasında yer alan Çayönü (Diyarbakır) , Cafer Höyük (Malatya) , Aşıklı Höyük (Aksaray) , Kuruçay (Burdur) , Çatalhöyük (Konya) ve Hacılar (Burdur) gibi yerleşmeler, gerek küçük buluntuları, gerek mimari kalıntıları, gerekse o dönem insanının sanatsal, dinsel yaratımı açısından bu çağın en ilginç yerleşmelerinden bazılarıdır.
Son buzul çağının bitişiyle iklimde meydana gelen değişim daha ılıman ortamda yaşayan bitki ve hayvan türlerinin çoğalmasına olanak vermiş, günümüzdekine benzer doğal bir ortam oluşmuştur. Arpa, buğday gibi bitkilerle koyun, keçi ve domuz gibi hayvanların yabani ataları bu ılıman ortamın flora ve faunasının arasına girmiştir.Bu olumlu değişimin sonucunda insanlık tarihinin ilk büyük devrimi olarak kabul edilen NEOLİTİK DEVRİM yaşanmıştır.
Neolitik devrim insan topluluklarının binlerce yıl boyunca geçimini sağladığı avcılık ve toplayıcılık yerine üretime başlaması yani tarım ve hayvancılığı öğrenmesidir. Neolitik devrim elbette ki dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan değişik insan guruplarınca aynı anda yaşanabilmiş değildir.Elde edilen arkeolojik verilere göre, bu devrim ilk kez Ortadoğu’da ve M.Ö. 9000-7000 yılları arasında uzun bir süreç sonunda gerçekleşmişti
Bu dönemde Anadolu’nun güney kesimlerinin uygun şartlara sahip olması ve sözü edilen bitki ve hayvan türlerinin doğal yaşama alanı olması nedeniyle Neolitik Çağın ilk kez burada başladığı düşünülmekte ve bu düşünce de arkeolojik verilerle sürekli olarak desteklenmektedir.
İnsan topluluklarının bu dönemde üretime geçmesi bir dizi gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Artık beslenmek için av hayvanlarının peşinde göçetmeye veya tükenen bitkilerin yerine yenilerini aramaya gerek kalmamış, aksine ekilen tohumların yetişmesini, üreyen hayvanların büyümesini uzun süre bir yerde bekleme gereği doğmuştur. Bunun sonucu olarak da insanlar göçebe hayat tarzından yerleşik düzene geçmeye başlamışlar, ilk köy toplumları da böylece yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Güneşte kuruyan çamurun sertleşmesinin öğrenilmesiyle ilk evler, daha sonra da kilin pişirilmesiyle çanak çömlek yapımı gelişmiştir.
Aseramik Neolitik Dönem
Neolitik Çağın ilk evresinde insanoğlu ilk yerleşimleri kurmuş olmasına rağmen henüz topraktan çanak çömlek yapma aşamasına gelememiştir. Bu ihtiyacını ahşap ve taşları oyarak biçimlendirdiği kap kacaklarla sağlamışlardır. Bu nedenle bu döneme ASERAMİK NEOLİTİK DÖNEM adı verilir.Bu dönemin başlıca merkezleri Çayönü, Nevala Çori, Aşıklıhöyük, Caferhöyük olarak sayılabilir.
Çayönü
M.Ö.7300-6750 yılları arasında yerleşmeye sahne olan Çayönü özellikle mimarisiyle dikkat çeker. Aseramik Neolitik döneme ait üç yapı katında ızgara ve hücre planlı iki değişik mimari yapılanmaya rastlanmıştır. Erken döneme ait olan ızgara planlı yapılarda evlerin tabanı taş ızgaralar üzerine oturtulmuş, dallarla örtülen ızgaralar daha sonra çamur ile sıvanmıştır. Bu şekilde yaratılan hava akımı sayesinde nemden korunma olanağı sağlanmıştır. Daha geç dönem tabakalarında rastlanan hücre planlı yapılar ise birbirinden ayrı olarak bir meydan etrafına inşa edilmişlerdir. İçinde dikili taşların bulunduğu böyle bir meydana ilk kez Çayönü’nde rastlanmıştır. Meydanı çevreleyen binalardan ilk sıradakiler diğerlerinden daha büyük ve özel olarak muhtemelen törensel amaçlarla inşa edilmiştir. Bu iki yapı türü arasında bir de ilginç olarak bir Ata Kültünün varlığını gösteren kesik kafataslarının bulunduğu yine dinsel amaçlı bir yapıya rastlanmıştır. Bu yapının avlusunda bulunan sunak niteliğindeki bir taş insan ve hayvanların kurban edildiğini düşündürmektedir.
Çayönü’nde ilk olarak buğdayın tarıma alındığı ve köpeğin evcilleştirildiği bilinmektedir. Avcılık da üretimin yanında önemli bir şekilde yer almıştır. Aletlerini yapmakta obsidyen ve çakmaktaşının yanısıra kemikten de yararlanmışlardır. Ayrıca çevrelerinde buldukları bakırı da basit yöntemlerle işleyip kullanmışlardır.
Nevala Çori
Üç yapı katına rastlanan yerleşmede 8-10 odalı ve hücre planlı yapılara rastlanmıştır. Üzerinde kol kabartmalarının bulunduğu 3m yüksekliğindeki dikilitaşların ve bir insan yontusunun bulunduğu yuvarlak yapılı ve törensel işlevi olduğu düşünülen yapı dikkat çekicidir.
Aşıklıhöyük
M.Ö 7. binin ilk yarısına ait yerleşmelerin bulunduğu höyük Aseramik Neolitik Dönemin ilginç yerleşmelerinden biridir. Henüz üretime geçilmediği halde yerleşik düzene planlı bir şekilde geçilmiştir. Bu durum buraya yerleşenlerin daha önce başka bir yerleşim kurduklarını göstermektedir. Ayrıca yapı malzemesi olarak çevrenin özgün malzemesi olan taş yerine yapay olarak elde edilen kerpiçin kullanılması da bu düşünceyi desteklemektedir. Aşıklıhöyük’de evler gruplar halinde tek, iki veya üç gözlü olarak inşa edilmiş olup aralarında sokaklara rastlanmıştır. Yakınlarında bulunan Melendiz Dağı kaynaklı Çiftlik yöresi obsidyenini işlemişler ve önemli ölçüde ticaretini yapmışlardır. Ticaretten elde ettikleri gelir ve çevrelerinde bulunan av hayvanlarının bolluğu nedeniyle üretimle uğraşmadıkları düşünülmektedir.
Neolitik Dönem
Akeramik Neolitik dönemden sonra insanlar yavaş yavaş kilin özelliklerini keşfetmeye başladılar. Kilin şekillendirilip ateşte pişirilmesiyle seramikli dönem başlamış oldu. Bu dönem seramikleri monokrom olarak yapılmıştır. Acemice pişirme teknikleri yüzünden genellikle dışları siyah, içleri ise kırmızı kalmaktaydı.Seramikli Neolitik Erken ve Geç Neolitik olmak üzere iki evrede incelenmektedir.
Erken Neolitik Dönem
Bu dönem yerleşmeleri daha çok Anadolu’nun güney yörelerinde yoğunlaşmışlardır. Çatalhöyük binden fazla konut ve 6000’e ulaşan nüfusu ile Yakın Doğunun en büyük Neolitik yerleşmesi olarak kabul edilmektedir. Biri doğuda diğeri batıda olmak üzere iki höyükten oluştuğu için bu adı almıştır. Erken Neolitik tabakaları doğu höyüktedir. M.Ö.6250-5400 yıllarına tarihlenen Çatalhöyük Konya Ovasının en verimli yerine kurulmuştur. Hasan Dağı kaynaklı zengin obsidyen yataklarına da yakın olan Çatalhöyük bu avantajı hem obsidyen işlemede hem de obsidyen ticaretinde iyi kullanmıştır.
Çatalhöyük evleri taş temeller üzerine kerpiçten, tek katlş ve düz damlı olarak inşaa edilmişlerdi.Evler birbirlerine bitişik olarak yapıldıkları için aralarında sokaklar bulunmuyordu. Fakat evler arasında yer yer büyük avlular bulunmaktaydı. Ulaşım düz damlar üzerinden sağlanmaktaydı. Evlerde kapı pencere gibi oluşumlar bulunmamaktadır. Evlere giriş dam üzerindeki bir açıklıktan sağlanmakta ve bu açıklık aynı zamanda baca görevini görmekteydi. Evlerin içlerinde ocak, fırın, küçük depolar ve oturma yatma gibi işlevleri olan sekiler bulunmaktaydı. Ölüler bu sekilerin altına bacaklar karına çekik (hoker) durumda ve sepetler içerisinde gömülmekteydi. 20-25 metrekare genişliğindeki dikdörtgen planlı bu evlerin yanısıra daha büyük ve daha özel yapıldıkları farkedilen binalar bulunmaktaydı. Sayıları 63’ü bulan bu yapıların duvarları beyaz kille sıvanmış daha sonra da av, tapınma ve daha birçok konudaki renkli fresklerle bezenmişlerdir. Tapınak olarak nitelenen bu yapılardan ele geçen pişmiş topraktan yapılmış kadın figürinleri bir Anatanrıça inancının varlığına işaret etmektedir. Yine bu yapılarda Anatanrıçanın doğa üzerindeki egemenliğini simgeleyen arslan, boğa, geyik gibi vahşi hayvan figürin ve kabartmalarına da rastlanmıştır.
Avcılığın önemi sürmesine rağmen tarım ve hayvancılık oldukça ilerlemiştir. Buğday, arpa, mercimek, bezelye gibi ürünler tarıma alınmıştı. Önce büyük baş hayvanlar daha sonra da koyun ve keçi evcilleştirilmiştir. Seramikler elde biçimlendirilip tek renkli olarak, kalın çeperli, ağır ve basit şekillerde yapılmışlardır. Seramiklerin yanında dokumacılık ve sepetçiliğin varlığı mezar buluntularından anlaşılmaktadır.
Bu dönemin diğer önemli merkezleri arasında Köşkhöyük(Niğde) , Erbaba (Beyşehir) , Kuruçayhöyük (Burdur) , Yümüktepe(Mersin) , Gözlükule (Tarsus) sayılabilir.
Geç Neolitik Dönem:
Bu dönem ekonomisinde avcılığın yeri oldukça azalmış, bunun yerine kuru tarım yaygınlaşmıştır. Çanak çömlek yapımı da iyice yaygınlaşmış, elde biçimlendirmenin devam etmesine rağmen daha ince çeperli, daha iyi pişirilmiş, kahve, gri, devetüyü renklerinde seramikler yapılmıştır. Oldukça az sayıda krem astar üzerine kımızı bezemeli kaplara da rastlanmıştır. İlk olarak insan başı ve hayvan biçimli kaplara da bu dönemde rastlanır. Yaşama biçiminin değişimiyle birlikte inanç sisteminde de değişiklikler ortaya çıkmıştır. Av ile ilgili sahneler unutulmuş yerine üreme, çoğalma kaygısı ile ilgili olarak Anatanrıça inancı yaygınlaşmıştır. Kadının doğurganlığı ön plana çıkmış, avcılıkla birlikte doğumdaki rolü henüz bilinmeyen erkek ikinci plana itilmiştir. Ortak kutsal alanlarda azalmış, ölüleri yerleşme dışına gömme geleneği başlamıştır.
Çatalhöyük, Hacılar, Can Hasan, Kuruçay, Gözlükule, Yümüktepe, Fikirtepe bu dönemin önemli yerleşmelerindendir. Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım yıkıcı felaketten olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi kimileri de yer değiştirmiştir.
KÜÇÜK BUZUL ÇAĞI
Güneş aktivitelerinde görülen değişiklikler ve volkanik faaliyetler küçük buzul çağının oluşma nedenleri arasında sayılıyor.
Uzmanlar 'sıcağın aşırı derecede düşmesi ve yağışlar, küçük buzul çağının göstergesidir.' diyorlar.
Dünya atmosferinin dış sınırına gelen güneş enerjisi miktarındaki azalma dünyanın soğumasına neden olmakta ve böylelikle sıcaklıklar hızla düşmektedir.
İklimbilimcilere göre sıcaklıklar geçmiş dönemlerde de azalmalar göstermiştir. ve dönem dönem sıcaklıkların hızla düşmesi buzul çağlarını doğurmuştur.
Küçük Buzul Çağı ile ilgili öğrenmek istedikleriniz 32. sayfamızda.
GÜNEŞ'İN GALAKTİK ÇEVRESİ
Yıldızlararası ortama ait bir kısım parçalar güneş sisteminin içerisinden geçmektedir. Atomik parçalardan ve az miktarda tozdan oluşanbu galaktik ziyaretçiler, gezegenlerarası ortamda dolaşabilecekleri gibi güneş sistemindeki büyük cisimler ile de çarpışabilir. Herbir parçacık mikroskobik ölçülerde olmasına rağmen güneş sistemindeki toplam kütleleri inanılmayacak kadar büyüktür. Bu parçacıklar bir gezegenin çevresi ile nasıl etkileşir? Gezegenin atmosferinde etkileri var mıdır? Şimdilik bu şaşırtıcı soruların cevaplarını kimse bilememektedir.
Bu soruların cevaplarının güneşin galaksi çevresindeki yıldızlararası ortamın daha iyi anlaşılmasıyla verilebileceği bekleniyor.
Bu ilginç gelişmeleri 38. sayfamızda okuyabilirsiniz.
KÖPEKBALIĞININ ÇEKİCİLİĞİ
Görünüşte çok itici birer hayvan olarak görülen köpekbalıklarının turim aracı olduğunu hiç duydunuzmu?
Maldiva Adasında köpekbalığı turizmi yaşanmakta. Avını parçalayarak yiyen bu vahşi hayvanları doğal yaşamlarında izlemek için insanlar deniz altındaki dalışlara katılıyorlar. Toplu halde yaşayan bu tehlikeli hayvanlar kayalıklardaki gizemli görüntülerle birleşince tam bir göz banyosu oluşuyor.
Köpekbalıklarının bilemediğiniz ve cezbeden güzelliğini içeren yazımızı 30. sayfamızda okuyabilirsiniz.
Yaz tatilinin başlamasıyla bilimden uzaklaşmayın ve derginizi yanınızdan ayırmayın...
M. Hulki Cevizoğlu
http://www.populerbilim.com.tr/arsiv/temmuz01/editor.html
-
İnsanoğlu Mars koşullarına dayanır
Bilim adamları ABD’nin Mars’a görderdiği uzay aracı Mars Odyssey’den alınan bilgilerden yararlanarak yaptıkları değerlendirmede insan bünyesinin Mars’ın iklim ve yüzey koşullarına dayanabileceği kanısına vardılar.
BBC / Richard Black
NTV-MSNBC
10 Aralık 2003 — Mars’ın atmosferi kuşkusuz insan vücudunda bazı olumsuz sonuçlara yol açabilir, ancak bunların hiçbirinin ölümcül olmaması, Mars’a insan yollanması olasılığını artırıyor. Veriler ve ölçümler, American Geophysical Union’ın San Fransisco’da yapılan toplantısında tanıtıldı.
Dünya’nın manyetik çekimi adeta bir kalkan gibi işleyerek yeryüzündeki yaşamı ve insanoğlunu zararlı kozmik ışınlardan koruyor. Ancak Mars yüzeyinde gezinen uzay adamları böyle bir doğal korumadan yoksun olacaklar ve binlerce yıldır vücudun alışkın olduğu dünya koşullarının yerini, zorlu Mars koşullarının alması durumunda, insan bedenini ani değişikliklere uyum sağlayamayabilir.
Bu ani değişimin etkisini belirlemek için, bilim adamları Mars yüzeyindeki radyasyonu ölçüyorlar. National Space Biomedical Research Institute’dan Cary Zeitlin’e göre insan bedeninin Mars’ta maruz kalacağı radyasyon baskısı, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda bulunan astronotların maruz kaldıklarının hemen hemen iki katı. Bu durum Mars radyasyonunun insan üzerinde biyolojik etkileri itibariyle soru işaretleri bırakıyor.
KANSER VE KATARAKT OLASILIĞI
Bir diğer sorun da yolculuğun süresi, zira Uluslararası Uzay İstasyonu’nda geçirilen 6 aylık süreye karşın Mans’a yolculuk 3 yıl sürecek. Bu süre şüphesiz insan bbedeni için çok uzun olabilir. Mars’taki kosmik radyasyon, galaksinin her tarafından gelen adına “ağır iyon” radyasyonu verilen bir tür galaktik bir radyasyon. Bu tür radyasyonun kanser, kataraktın yanı sıra ve sinir sisteminde kalıcı etkileri de olabilir.
KORUMA TEKNOLOJİLERİ GEREKLİ
Tüm bu riskelere karşın Dr. Zeitlin, insanoğlunun Mars’a sasağlim gidip gelebilecğini düşünüyor. Sağlıklı bir Mars yürüyüşü için Dr. Zeitlin, önce radyasyon etkilerini düşürecek bazı teknolojilerin geliştirilmesi gerektiğini belirtiyor, ayrıca Mars’a giden uzay adamları korunaklarını yüzeydeki mağaralara kurarak radyasyonunu etkisini azaltabilirler.
Tüm bu bilimsel iyiniyet bir yana, ilginş olan Mars’a gönderilen Odyssey’nin de Güneş’in zararlı radyoaktif etkilerinden dolayı tamir edilemeyecek derecede bozulmuş olması. Marie aracı Ekim ayından beri işlemiyor.
MARS’TA BUZUL ÇAĞI
Odyssey’nin gönderdiği diğer bilgiler de Mars’ın küresel bir iklim değişikliğinden geçtiğini gösteriyor. Ekvatora yakın düşük enlemlerdeki sıcaklığa karşın, yüzeye yakın noktalarda donmuş su kütleleri bulunması bilim adamlarını Mars’ın buzul çağdan yeni çıktığını gösteriyor. Los Alamos National Laboratory’den Dr William Feldman, bazı düşük enlemlerdeki buzulların eridiğini, ancak diğer noktalarda buzun erime sürecinin daha uzun sürdüğünü ve bu nedenle yüzeyde, parçalı buzul bölgeleri oluştuğunu ifade ediyor.
Mars’ın yüzeyindeki buzul ve su miktarları uzaktan nötron emisyonlarının ölçümlenmesiyle elde ediliyor. Bu ölçümlere göre, buz halinde bulunan su miktarı kimi bölgelerde yüzeyin yüzde 10’unu oluşturuyor.
http://www.ntvmsnbc.com/news/247320.asp
Repenomamus robustus adlı bir memeli türünün yavru dinazorları yediğine dair kanıtlar, evrim teorisinde bazı revizyonlar gerektirecek. Memelinin 60 cm boyunda ve 7 kg ağırlığında olduğu saptandı.
Memelinin karnından dinozor çıktı
Çin’de bilim adamları memeli hayvan fosilinin midesinde bir yavru dinazor fosiline rastladı. Bulgu, memelilerin 130 milyon yıl önce küçük dinazorları yediklerine işaret ediyor.
13 Ocak 2005 — Memelinin bir dinozoru yemesi aynı zamanda evrim teorisi içinde bir önermeyi de değiştiriyor. Memelilerin dinozorlara yaklaşmaya korktukları için dinozor yiyemedikleri tezi de böylece geçerliliğini yitirmiş oldu. Artık memeliler dinozorların dev gölgelerinden kaçan yaratıklar yerine, ufak ve korumasız dinozor yavrularını yiyebilen bir tür olarak tasvir edilebilecek. Bulunan memeli hayvanın boyu bugünkü şartlarda büyük bir kediye benzerken, dinozor yavrusu ise 12 cm büyüklüğünde.
DİNOZORLAR DA YEM OLUR
Karnında bir dinozor fosili bulunan memeli hayvan, dinozorlar çağı ile ilgili mevcut önyargıları zorluyor. Metrelerce büyüklükte tırpan gibi dişleriyle etrafa saldıran dinozor imajının yanı sıra, kedi büyüklüğünde bir hayvana yem olan küçücük dinozorlar da o çağın gerçeği olabilir. Nature dergisinde yayımlanan araştırmayı kaleme alan bilim adamlarından American Museum of Natural History uzmanı Dr. Meng Jin, bulguyu “tezleri tersine çevirdi” şeklinde değerlendirdi.
MİNİK DİNOZOR PSİTTACOSAURUS
Dinozor yiyen memeli hayvan Repenomamus robustus adlı bir türe ait olup, modern canlılar arasında hiç bir akrabası yok.
Yırtıcı memelinin 60 cm boyunda ve 7 kg ağırlığında olduğu saptandı. Memeliye yem olan dinozorun ise, Psittacosaurus türüne ait olduğu belirlendi. Dinozorun küçük bir kafası ve kıvrık bir gagası bulunuyor; bilim adamları bu türü gagasından ötürü ‘papağan’a benzetiyor. Psittacosaurus’un kolları kısa, bacakları koşmaya müsait şekilde uzun. Türün yetişkinleri 2 metreye kadar büyüyordu.
DİNOZORLAR SİLİNDİ, MEMELİLER ÜREDİ
Dinozoru memelinin midesinden büyük parçalar halinde çıkaran bilim adamları, Repenomamus robustus’un minik dinozoru çok çiğnemeden yuttuğu sonucuna vardı. Bilim adamları, dinozorlar yeryüzünden silinene dek erken memelilerin ancak küçük olanlarının hayatta kaldığını düşünüyor. Bunun nedeni de memelilerin büyüdüğünde dinozorlarca kolaylıkla farkedilerek yem olması. Dinozorlar 65 milyon yıl önce bütünüyle öldükten sonra, memeliler daha rahat üreme şansı buldu ve büyüdüler.
Fosiller iki yıl önce fosil zengini olarak bilinen ülkenin kuzeydoğusundaki Liaoning bölgesinde köylüler tarafından bulunmuş ve Çinli yetkililere teslim edilmişti. Pekin’e götürülen fosiller Çinli ve ABD’li bilim adamları tarafından iki yıldır inceleniyordu. Liaoning bölgesi küçük dinozorlar ve ilk kuş fosilleri açısından oldukça zengin bir bölge
http://www.ntvmsnbc.com/news/304884.asp
Tarih öncesi çağlarda, dinozorlar uzun zaman önce yeryüzünden yok olmuş ve hayvanlar yaklaşmakta olan buzul çağı yüzünden güneye -daha sıcak bölgelere- göç etmeye başlamıştır.
http://www.kho.edu.tr/yayinlar/cizgi/ocak2003/18/
Bundan 20.000 yıl önce; tarih öncesi 'Dünya' tehlikelerle doluydu yani en azından Buz Çağı'nın başlangıcında. Soğuktan korunmaya karar veren gezegenin belli başlı yaratıkları…………
http://forum.girisim.org/showthread.php? t=5
Gelecek buzul çağı 15 bin yıl sonra
Bilim adamları, küresel iklimin gelecek 15 bin yıl içerisinde değişmeyeceğini savunuyorlar. Bu rakam, insanın olumsuz etkisini hesap dışı tutuyor.
Araştırmayı yürüten bilim adamlarından Dr. Eric Wolff, dünyanın gelecek 15 bin yılda buzul çağına girmeyeceğini ifade etti. Dr. Wollf buna karşın, yeryüzündeki metan ve karbon diyoksit gazlarının yol açtığı sera etkisinin son 440 bin yılın en yüksek seviyesine ulaştığını da altını çizdi. Mevcut sera etkisinin dünyaya zararının tahmin edilemiyor, çünkü dünya bu durumu ilk kez tecrübe ediyor. Sera etkisinin dünya ekolojik tarihinde ilk defa bu kadar yüksek değerlere ulaşmasından dolayı, geçmiş değerlere kıyasla herhangi bir tahmin yapılamıyor.
‘Dünya ısındıkça yeşerecek’
1 MİLYON YIL ÖNCESİ ‘İNİLECEK’
Bilim adamları ikinci aşamada, buzul kökünün içine hava balonları yerleştirerek, atmosferin son 740 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin deneyini yapacaklar.
Araştırmanın bir sonraki aşamasında 100 metre daha kazılacak, 900 bin ila 1 milyon yaşındaki buzul köklerine inilecek. Bu katmanda ısı son 1 milyon’dan beri değişmiyor. Söz konusu derine inme işlemi, iklim koşulları daha elverişli olduğu için yılın ancak iki ayında yapılabiliyor; Aralık ve Ocak.
UZUN DÖNEM İKLİM SİMÜLASYONU
Geçmişteki yağış rejimleri, iklim koşulları ve değişimlerinin uzun dönem grafiğini çıkaran bilim adamları, uzun vadeli tredleri tespit ediyor ve bunların ışığında geleceğe dönük tahminlerde bulunabiliyorlar. Antartika Buzul Kökenleme Projesi bünyesinde 10 Avrupa ülkesinden 12 bilimsel kurumdan araştırmacılar bulunuyor. Araştırma sonuçları, hakemli bilim dergisi Nature’ın son sayısında yayımlandı
http://www.ilet.gazi.edu.tr/index.php? islem=detay&id=335
bakılacak adresler
http://www.biltek.tubitak.gov.tr/jeolojik/index2.htm
BEYAZ ADAMIN BUZUL CAĞI! (bu yazı genel anlamda bir suçlamayı barındırması açısından değil, ama uygun önlemleri alma açısından yer teşkil etmelidir bence. faydalı oldugunu düşündüğüm için seçmiştim. kaçımız uykuda yol almıyoruz ki? İnsanoğlunun uyanışına gerçekten hazırmıyız ya da isteklimiyiz doğanın korunuşu adına?)
27 Haziran 2004, Pazar
cem sancar [email protected]
BATI TARZI “İLERLEMECİ-BEYAZ” MEDENİYETİN NETİCESİ: FOSSSS!
Açgözlü tüketicilerin yarattığı Karbon Uygarlığı, gezegenin bütün dengelerini bozdu. İklim değişiyor, Buzul Çağı geliyor…
Beyaz adam, elindeki tüfeğiyle, uçsuz bucaksız ovaya hakim olan bir tepenin üstünde bacaklarını gererek durduğunda…
Önünde uzanan el değmemiş ovalar, yerlilerin, Kızılderililerin cesetleriyle dolmuştu. Kadınlar, çocuklar, delikanlılar ve yaşlılar Beyazlar tarafından ani bir baskınla katledilmişlerdi.
Tepedeki muzaffer adam yok ettiği insanlara, medeniyet düşmanlarına, ilkel ve vahşi ve de barbar saydıklarının ölülerine inançlı bir edayla göz attı ve başını kaldırıp balta girmemiş ormanların, şifalı suların, yüce dağların üzerine bağırdı:
“Büyük bir medeniyet kuracağız burada. “
Eliyle cesetleri işaret etti. “Doğayı esir alacağız. Dünyayı yeniden yapacağız. Bu kez yalnızca bana hizmet eden bir dünya olacak bu! ”
Kendisini, Amerika adını taktığı bu kıtada çiçekler ve şenliklerle karşılayan “aptal halkın” derisinden imal ettiği iktidar salıncağına atıp, gururla sallandı ve tabiata dost yaşayanların yanmış çadırlarına tiksinti dolu bir öfkeyle bakıp tamamladı sözünü:
“Bu geri uygarlıklar, bu aydınlanmamış büyücülükler, bu çimene yatıp uyumacalar bitecek artık. Gezegeni tüten fabrika bacaları saracak. Sanayide ilerleme insanlığı kalkındıracak.”
Sonra aradan yıllar ve yüzyıl geçti. Aynı beyaz adamın bu kez likit ekranda savaş simülasyonlarıyla oynayan torunlarını bile endişelendiren bir şey oldu: Dünya alarm verdi!
Dünya, beyaz adamın sınırsız sahiplenme hırsını yanıtladı:
“Bittim… “
Kıyamet 20 yıl içinde kopacak!
Beyaz Adam, -ki artık yarattığı Batı Medeniyetinin İmparatoruydu- Oval Ofisi’ndeki antika aynanın önünde, yüzünde kendine tapan insanların sırıtışıyla durdu ve kibirle sordu:
“Ayna, ayna, söyle bana, var mı bizden büyüğü bu dünyada? ”
Aslında yanıtı biliyordu İmparator. Bundan önce yüzlerce kez sormuş ve her defasında, “En büyük sensin Corc” yanıtını almıştı.
Ayna, ki büyük bir petrol şirketinin sahibi tarafından hediye edilmiş 200 yıllık bir aynaydı ve konuştuğunda Beyaz Adam’ının canını gerçekten çok sıktı:
“Artık senin için yapacağım bir şey kalmadı. Çünkü bu kez, gerçekten içine ettin dünyanın be adam”! ..
Beyaz Sisteminin Aklı olarak aynadaki “süper bilinç”, yani Pentagon; İmparator George W. Bush’un okuyup anlaması için büyük puntolarla yazdığı raporda aynen şunları söylüyordu:
“Küresel ısınma üç yıl içinde başlayacak. 20 yıllık bir zaman dilimi içinde görülmemiş bir kuraklık, açlık ve kaosa yol açacak, ölümün eşiğine gelmiş insanların ayaklanmasına ve devletlerin su, enerji kaynaklarını korumak için girecekleri nükleer savaşlara sürüklenecek.
Bu iklim değişikliği, çok yakın bir gelecekte hem gezegen hem de İmparatorluk için terörizmden daha tehlikeli olacak”…
Hollanda’yı sel basacak.
Beyaz Adam’ın “şak-tak” paşaları Beyaz Kıyamet’in görünümlerini de bir, bir sayıyorlardı:
Pentagon Genel Kurmayı”nın raporuna göre 2007 yılında çıkacak olan dev bir fırtına, Hollanda kıyılarını vuracak ve ülkenin geniş bir bölümünü yaşanmaz hale getirecek. Lahey hava cıva olacak…
Avrupa, Sibirya olacak.
2010 - 2020 arasında Avrupa kıtasında sıcaklık ortalama 14.5 santigrat derece düşecek. Ancak Amerika ve Avrupa kıtasında, sıcaklığın 35 santigrat dereceyi geçen gün sayısı da artacak. İklimdeki dengesizlikler, tarımı ve ülke ekonomilerini vuracak. İngiltere soğuk ve kurak, yani Sibirya dizaynı olacak.
Deniz kenarlarında cehennem.
Deniz kabaracak, kıyılardaki Avrupa’nın kentleri, yükselen suların altında taklaya gelerek Lahey'le aynı kaderi paylaşacak.
Milli bütünlük falan kalmayacak.
Hindistan, Güney Afrika ve Endonezya kuraklık ve açlık yüzünden iç karışıklıkların pençesinde darma-duman dağılacak. Kitlesel “indir..” ve yağma olayları başlayacak.
”Su”dan sebepli savaşlar çıkacak.
Nil, Tuna ve Amazon nehirleri çevresinde belâ çıkacak, oralar savaş alanına dönecek.
Nükleer silahlanma yayılacak
Su ve enerji kaynaklarını korumak için Japonya, Almanya, Kuzey Kore, Güney Kore, İran ve Mısır nükleer silah olaylarına girecek.
Hayatta kalma savaşları.
Din, ideoloji ya da “şerefsizsin lan” şeklindeki ulusal onur savaşları tarihe karışacak, savaşların tek amacı 'hayatta kalmak için öldür! ' olacak.
Kitlesel göçler
Amerika İmparatorluğu ve Avrupa Kolonisi, kuraklığın 400 milyon insanı tehdit edeceği Afrika'dan kitlesel göç akınlarıyla boğuşacak. Zenginleri garibanların taarruzundan korunmak için sınırlara “Çin Setti” yapılacak. İskandinav ülkelerinden de güneye göç başlayacak. 8200 yıl önce iklim değişikliğinin yol açtığı dev kitlesel göçün bir benzeri yaşanabilecek. Turizm yalan olacak.
Milyonlarca insan ölecek.
Parayı veren düdüğü çalacak…
20 yıl içinde, dünyanın doğal kaynakları nüfusu besleme kapasitesini kaybedecek. Savaş ve açlık nedeniyle milyonlarca insan ölecek, sonunda yeryüzünde doğal kaynakların besleyebileceği -elbette beyaz tenli ve tombul- az sayıda insan kalacak…
Ve Buzul Çağı
Pentagon konuşunca olay oldu ama, aslında 30 yıldır bilim adamları konuşuyorlardı. Fakat, beyaz adam kendi uygarlığının hedefleriyle o kadar övünüyordu ki, dünya elden gidiyor diye bağıran insanlara da Kızılderili muamelesi yaptı.
Kıyamet uyarısı yapan çevreciler; servet ve mülkiyet düşmanlarıydı. Ne demekti yani sanayileşmenin sonucu yaratılan medeniyet karbon zehri medeniyetidir. Ne demekti yani, atmosfere gönderilen karbon hiç olmazsa sınırlanmalıdır. E peki ya gelişme, ya ilerleme?
Dar kafalı çulsuz solcular ve sabit fikirli anarşistlerdi bunlar. Yok, ormanlar, petrol kaynakları yakılmamalıydı da, yok, “güneş” enerjisine geçilmeliydi de; yok, Büyük şirketlerin spreylerine, silahlarına filan ayrılan paralar gezegendeki fakirlerin hayatta kalmalarına harcanmalıydı da; yok atom bombası, nükleer deneme filan son bulmalıydı da, yok daha az uçak, daha az otomobil, daha çok vejetaryen, daha az tüketen bir dünya acil olarak kurulmalıydı da!
Falandı da, filandı da…Yok artık! ...
Batının çevreci kılığındaki vatan hainleriydi bunlar. “Biz tüketiyoruz, çünkü zenginiz, tüketebiliyoruz”, diye yazmışlardı özgürlük heykelinin alnına! Bütün bunlar tüketmekten aciz servet düşmanı, ilerleme düşmanı terörist kafaların uydurmalarıydı, o kadar.
İmparatorluk, “gezegenin sorunlarının insan kaynaklı olduğu ” tezine karşı çıktı en çok.
Buna çok karşıydılar. Çünkü, insan denince, dar kafalı tüketicilerden söz edildiğini biliyorlardı. Çünkü, sistemin nereden kafayı yediği belliydi…
Hemen harekete geçti iyi okullarda okumuş, temiz tıraşlı W. D. C. Çocukları.
Dünya bitiyor, felaketler geliyor, diye çırpınan bilim adamalarını karaladılar, çelme taktılar, canından bezdirdiler. Bunu yaparken de kıyameti haber veren uyarıcılara karşı, özgür gibi yapan bir “basını” kullandılar.
Cep harçlıkları karbon üreticisi petrol şirketleri tarafından ödenmeyen bilginlerin dillerinde tüy kalmamıştı oysa:
Sanayi ve kimyasal tarımın atmosfere tükürdüğü karbon çoktandır ozon deliğini büyütmüştü, cilt kanserleri patlamıştı.
Küresel ısınma Antarktika’daki üç büyük buzulu eritmiş, Grönland’ın eriyen buzullarından boşalan soğuk sular eğer Golf Stream akımını kesecek olursa, eko-sistem tersine dönecek ve Avrupa’nın tamamı ve Kuzey Amerika’nın yarısı ani olarak Buzul Çağı’na girecekti. İklim değişimi, Kuzey yarı kürede korkunç kışlara ve çok yakın zamanda da insan yaşamının imkansız hale gelmesine yol açacaktı.
Yakında, Hollanda denize boğulacak, New York, Londra ve Bangkok gibi şehirler sular altında kalacak ve oluşan seller dünya tarım alanının yüzde otuzunu yok edecekti.
Küresel ısınmadan dolayı en hızlı eriyen buzul, Himalaya buzulları Güneydoğu Asya’da yaşayan yüz milyonlarca insanı tehdit etmekteydi.
Hızla artan enerji miktarı şiddetli tipilere, kar fırtınalarına neden olacak, kısa yazlarda artan sıcaklık karadan ve denizden buharlaşmayı arttıracak daha fazla yağmur, daha fazla erozyon, daha fazla çöl yaratacak, bazı ülkeler tamamen suların altında kalırken, kıtaların iç bölgeleri boşalacaktı.
Gezegende 1 milyondan fazla canlı türü yok olacaktı. Çevre sorunları nedeniyle mülteci durumuna düşen insan sayısı şu an 25 milyon tahmin ediliyordu. Bu insanlar, eski yerlerine yakın yerlere sığındıkları için şimdilik zengin Batının gözünden uzaktılar.
Gezegenin en büyük sigorta şirketlerinden biri olan Munich Re, tabii afetlerin meydana gelme sıklığının her on yılda ikiye katlandığını ve böyle giderse sigorta sektörünün iflasına yol açacağını söylüyordu.
Yalnızca Amerika’da, iklim felaketlerine bağlı zarar, 1950’de 100 Milyon Dolar’ken 1990’da 6 milyar dolara çıkmıştı.
Karbonların kullanımına zar zor getirilen sınırlamaya rağmen ozon deliklerinin büyümesi güneş kremleri ve gözlükleri üretenlerin dışındakiler için, mesela Yeni Zelanda’da, kanser yaygınlığından dolayı çocukların güneşe çıkmalarının yasaklanmasına neden oluyordu.
Her yıl, sıcak dalgaları Amerika kıtasının orta batısından Türkiye ve Romanya’ya kadar yaygınlaşmakta ve en zayıfların ölümüne yol açmaktaydı. Sıcaklık sonucu 2010 yılında ölümlerin iki katına çıkacağı beklenmekteydi.
Sivrisinekler sıcaklık düşmediği için uzun yaşamakta ve sıtma yeniden yayılmaktaydı. Sıtma, şu an, en az korunan fakir dünyanın tepelerinde göründüğü için, sıtmanın Avrupa Kolonisi’ne ulaşıp ulaşmayacağı tartışılıyordu.
Kuraklık, fareleri avlayan canlıları yok ettiği için fareleri çoğaltıyor, fare sürüleri yerleşim bölgelerine saldırıyor ve veba yeniden ortaya çıkıyordu. Latin Amerika’da veba olaylarına rastlanıyor, İmparatorluk bu kemirgeni kontrol etmek için önlemler alıyor ama yoksul hükümetlerin buna ayıracak fonları bulunmuyordu. Bu yüzyılın sonuna doğru farelerin ve özellikle sivrisineklerin yayacağı sıtma, humma, yarı humma ve veba dünya nüfusunun yüzde 60’ını etkileyecek ve sıtma vakalarında 50-80 milyonluk artış görülecekti...
Sonunda…
Tibet platosunda çöller doğmaya başladı. Kostarika’nın altın kurbağası tükendi.
Mercan kayalıkları bitti. Yaşam alanları, habitatlar ve ormanlardan havaya bir çığlık gibi karbon yükseldi. Karbon, eski bir lanet gibi üstümüze indi…
Diye sarstı bilginler Beyaz Adam’ı. Ama umurunda bile değildi onun. Şatafatından gözü kamaşmıştı. Küresel Kıyameti önlemek için toplanan çevreci toplantıları engellemeyi sürdürdü.
Kyoto Protokolü adı altındaki Buzul Çağını Yavaşlatma Projesini de veto etti.
Beyazlar, İmparatorlarını desteklediler. Tabii ki, zengin beyaz tebaadan söz ediyoruz.
Önce Petrolcüler konuştu:
“Çevrecileri devre dışı bırakmak birinci önceliğimizdir. Bundan daha acil bir önceliğimiz yoktur. Eğer petrol endüstrisi ayakta duracaksa, çevrecileri tarih dışı bir yaratık haline getirmelidir.”
Sonra Tüccarlar konuştu:
“Küresel ısınmayı yavaşlatmaya çalışan Kyoto Protokolü’ne imza atmadığınız için, siz imparatorumuz G. W. Bush’la iftihar etmekteyiz…”
Kıyameti önlemek İmparatorluğun çıkarlarına karşıydı. Bu anlaşılmıştı artık…
Gezegen biterken, Batı Medeniyetinin para üzerine kurduğu “zenginlik” ideali, hakim beyaz kültürün aşağılamaktan zevk duyduğu gerçek bir “kaybediş” haline gelmekteydi. Tabiat, onu esir almaya çalışan Beyaz Avcının canına ot tıkamaktaydı.
Dünyanın sadece bilimsel bir akılla anlaşılacağına pabuç bırakmayan Üfürükçü Takımı diyordu ki:
Zengin Atlantis Kenti ilerlemenin ve teknolojinin kurbanı olup battı! Derlerse inanma, kendini Tanrı sanan İmparatorlar yüzünden battı, derlerse inanma, beyaz insanın hırsından battı, derlerse? ...
İnan…
Son Güncelleme (22 Ağustos 2004, Pazar)
http://www.gergindergi.net/content/view/31/
BİR DÜNYA MASALI- Yalçın ERGİR
Bundan dört sene önce, özür dilerim, dört milyar altı yüz milyon sene önce eriyik bir kitle vardı. Bağrından koptuğu anasının yörüngesinde, alevler içerisinde dolanıp duruyordu.
Sekiz yüz milyon sene geçmesi gerekti azıcık soğuması, kendine gelebilmesi ve bundan sonra da ne yapacağına karar verebilmesi için. Sonra çok sessiz, çok yalnız bir milyar sene daha geçirdi. Hiç yılbaşlarını kutlayacak dostu olmadı o aralar. Havada kesif bir amonyak, metan kokusu; birbirini kovaladı yıllar.
Daha sonra nerden geldiği bilinmez bir konuğu oldu; bir canlı = bir bakteri (cyanobacteria) . Artık üzerinde bir hayat, bir kader ortağı vardı. Bu bakteriler milyarlarca sene sürecek hayatlarına başlamışlar, fotosentezle kitleler oluşturmaya başlamışlardı.
Zaman su gibi akıp gidiyordu. Günümüze iki milyar altı yüz milyon sene kalmıştı, kıtalar oluşuyordu artık. Bir sekiz yüz milyon sene daha habersiz geçerken, artık sahnede Eukaryotic hücreler de vardı. Hani şu hayvanları, bitkileri, mantarları oluşturan hücreler.
Göz açıp kapayıncaya kadar, bir milyar üç yüz milyon sene daha geçiverdi. Çok hücreli hayvanlar, özellikle deniz yaratıkları boy göstermeye başlamışlardı.
Şunun şurasında günümüze dört yüz otuz dört milyon sene kalmıştı. Eli kulağındaydı Galatasaray’ın şampiyonlar liginde karşısına dişli rakipler çıkmasına. Yapılamazdı o sıralar kıtalararası şampiyonalar, kıtalar arası yolculuklar; çünkü kocaman tek bir super kıta vardı: Gondwana. Kuzey yarım küre tamamen okyanustu. Daha sonra Gondwana kuzeye doğru hareket edince, kuzeyde muazzam buzullar oluştu. Deniz suyu seviyesi düştü ve zar zor oluşmuş canlıların %60 ı telef oldu. Bu yeryüzündeki ve denizlerdeki canlıların yediği ilk büyük darbeydi.
Günümüze dört yüz milyon sene kala hava sıcaklıkları mevsim normallerine geldi, istikrar sonucu denizler yeniden yükseldi ve ilk çenesiz balıklar ortaya çıktı.
Artık tohumlu bitkiler, küçük ormancıklar görülmeye başladığında, mangallarını devirecek, izmaritlerini atıp onları yakacak magandaların ortaya çıkmasına daha üç yüz elli dört milyon sene vardı.
Örümceklerin atası kanatsız böcekler de bu devirde bir terlik darbesiyle ezilmeden, mesut, mutlu yaşayıp gidiyorlardı.
Derken tüm canlıların %70 inin telef olduğu ikinci büyük darbe geldi çattı. Bu darbe ne kötü yönetim, ne de ekonomik istikrarsızlık sonucu ortaya çıkmıştı. Dünyaya freni patlamış bir asteroit çarpışmıştı. Bugünkü dünya düzeninde astreoidin hangi ülkeye kafadan geçirdiği hakkında muhtelif görüşler öne sürüldü, kaba tahminlerde bulunuldu.
Acısıyla tatlısıyla, yüz değil, yüz milyon sene daha geçti Bu Carboniferous döneminde her tarafta buzullar oluşurken, buzulların ve suyun basınçla altında kalan ormancık bölgelerinde günümüzün kömür havzaları oluştu. İşte iki yüz seksen altı milyon sene sonra, o kömür havzaları yüzünden çıktı dünya savaşları, döndü ağır sanayi çarkları.
Şunun şurasında iki yüz elli milyon senecik kalmışken; Permian döneminde üçüncü ve en büyük darbe geldi. Deniz seviyesi en az yüz elli metre düştü. Günümüzdeki St Helens Yanardağı’nın patlamasından bir milyon misli güçlü volkanik patlamalar oldu. Güneş müneş gözükmez oldu. Kapkara yeryüzü seraya döndü ve deniz canlılarının %97 si, kara vertebralılarının % 75 i, yapraklı kara bitkilerinin %97 si bağıra bağıra yok oldu.
Bu badireyi atlatanlardan yeni türler, yeni bitkiler, yeni sürüngenler gelişti.
Ve iki yüz on üç milyon sene önce muhteşem bir dönem başladı: Jurassic dönem. Çeşit çeşit dinozorlar türedi. Dünya, Spielberg filmlerine dönmüştü. Bu acayip, unutulmaz dönem, dev yaratıkların, dev deniz mahluklarının, dev kuşların birbirini yediği bir efsane dönem olarak ders kitaplarındaki, bilim kurgu filmlerindeki yerini aldı. Nedense hiç bir filme konu olmadı dinozorların çiftleşmesi, olamadı.
Çeşit çeşit böcekler, çiçekli bitkiler, modern memeliler ortaya çıkarken, yüz binlerce senede bir görülen bir darbe daha geldi. On kilometre çapında olduğu sanılan bir asteroit, şimdiki Meksika’nın Yucatan Körfezi dolaylarına çarptı. Tarifi olanaksız çarpma, buharlaşan kayalar, şok dalgalarıyla dünyanın diğer tarafında harekete geçen volkanlar, havalanan toz ve kil tabakasıyla kaplanıveren atmosfer, kararan - soğuyan dünya...
Sonuç: İki ölü, bir yaralı değil; güzelim dinozorların sonu oldu.
Artık devir değişmişti. Mesozoic Çağ bitmiş, Cenozoic Çağ başlamıştı. Günümüze altmış altı milyon sene kala memeliler, çeşit çeşit bitkiler, ilk atlar, Moby Dick’in ataları, film değil, yaşam sahnesindeydiler.
Oligocene, Miocene, Pliocene dönemleri birbirini takip etti. Kimler geldi kimler geçti; ne memeliler, ne primatlar, ne hominidisler, ne homo habilisler geldi geçti ve gelindi bir milyon sekiz yüz bin sene öncesine, dördüncü jeolojik devire; bu devrin bir milyon yedi yüz doksan bin sene sürecek ilk evresi Pelistocene dönemine.
Dünyanın güneşe göre astronomik pozisyonunun değişmesiyle korkunç bir buzul çağı dönemi başlamıştı. Buzullar, Avrupa’nın Asya’nın ve Kuzey Amerika’nın büyük bir kısmını kaplamıştı. Yıllık sıcaklık ortalamaları sıfır derecenin çok altlarındaydı. Ara sıra ılık dönemler de olmuyor değildi; ama buzullu dönemler yüz bin sene sürüyorsa, ılık dönemler sadece on bin senecik sürüyordu.
Pleistocene döneminde artık ilkel insan da ortaya çıkmıştı. Henüz modern değildi. Daha Kazıklı Voyvoda’lara, toplama kamplarında fırınlarda yakmalara, kimyasal ve biyolojik silahlara on binlerce sene vardı.
Günümüze on bin sene kala, son buzul dönemi bitip, ılık Holocene dönemi başladığında, yeryüzü asteroitten beter bir belayla, insanın evrimleşmişi ile tanıştı: Homosapiens.
Ve medeniyet başladı.
Gerisini biliyorsunuz...
Duvarınızdaki Saatli Maarif Takvimi’nin yapraklarını birer birer değil, biner biner de kopartsanız, yukarıdaki satırların başına, dört milyar beş yüz doksan milyon dokuz yüz doksan bin sene önceye dönmeye ömrünüz yetmez.
Şu anda iki uzun buzul çağı arasındaki kısacık ılık dönemi yaşıyoruz. Ömrünüz, şu anda “küresel ısınma var” diye dövünürken, ardından mutlaka gelecek uzun buzul çağını görmeye, şu bir derecelik ısınmanın kıymetini anlamaya, ondan korkmamaya da yetmez.
Belki şu anda bunaltan hayat pahalılığından, dönüp düren dolaplardan, aslında milyarlarca senedir yaşayabileceğiniz, yaşamaya uygun yegane minicik, mikroskopik koşulları ve zaman dilimciğini yaşadığınızı anlamaya da yetmez.
Kıtalar yükselmeye, hareket etmeye, dünyanın dikey aksı, güneşin etrafındaki yörüngesi değişmeye devam edecek. Kaçınılmaz olarak ekinoks - yani güneş ışınlarının ekvatora dik olarak geldiği, gece ile gündüzün eşit olduğu tarihler yine değişecek, Fikret Kızılok’un ölümü artık bir ekinoks gecesine denk gelemeyecek.
İçinde bulunduğumuz ılık dönemden belki on misli daha uzun sürecek bir buzul çağı daha mutlaka gelecek.
Belki Hasan Dağı patlayacak, belki yıldızlı bir gecede komşunun bahçesine üzerine Küçük Prensi’yle bir asteroit düşüverecek -
Ali, Ayşe’ye küs iken, Mehmet sevgisini söylemeye utanırken,
Levent üşenirken, Zeynep hep erteleyip, bir türlü başlamaya cesaret edemezken,
Hasan feci gıcık kaparken, Musa parasızlıktan kıvranırken,
koca dinozorlara yar olmamış yeryüzünde, bizim de neslimiz tükenip gidiverecek,
fosillerimiz bulunacak kuruttuğumuz nehir yataklarında, mars çiçeği tarlalarında.
Merhaba sizlere
Bir gün duracak dünyamızdan
Bugün de çarpan yüreklere
Doğan güneşe, yıldızlı gecelere
Şu minicik zaman diliminden
Hala gönderebilirken
Sevgiler hepinize...
düş hekimi Yalçın ERGİR http://www.ergir.com
('düş hekimi - 2' kitabından / Çınar Yayınları) Bu yazı, yazarın kendisinen izin alınarak yayınlanmaktadır. Kendisine yaklaşımı için IDT üyeleri adına birkez daha teşekkür ediyor ve onu da aramızda görmekten gurur duyacağımızı özellikle belirtiyoruz.
http://www.dogatutkunlari.com/eko.htm
notylar
Kuraklık, fareleri avlayan canlıları yok ettiği için fareleri çoğaltıyor, fare sürüleri yerleşim bölgelerine saldırıyor ve veba yeniden ortaya çıkıyordu
Beyaz Adam, -ki artık yarattığı Batı Medeniyetinin İmparatoruydu- Oval Ofisi’ndeki antika aynanın önünde, yüzünde kendine tapan insanların sırıtışıyla durdu ve kibirle sordu:
“Ayna, ayna, söyle bana, var mı bizden büyüğü bu dünyada? ”
Aslında yanıtı biliyordu İmparator. Bundan önce yüzlerce kez sormuş ve her defasında, “En büyük sensin Corc” yanıtını almıştı.
Ayna, ki büyük bir petrol şirketinin sahibi tarafından hediye edilmiş 200 yıllık bir aynaydı ve konuştuğunda Beyaz Adam’ının canını gerçekten çok sıktı:
“Artık senin için yapacağım bir şey kalmadı. Çünkü bu kez, gerçekten içine ettin dünyanın be adam”! ..
Beyaz Sisteminin Aklı olarak aynadaki “süper bilinç”, yani Pentagon; İmparator George W. Bush’un okuyup anlaması için büyük puntolarla yazdığı raporda aynen şunları söylüyordu:
“Küresel ısınma üç yıl içinde başlayacak. 20 yıllık bir zaman dilimi içinde görülmemiş bir kuraklık, açlık ve kaosa yol açacak
Küresel ısınma Antarktika’daki üç büyük buzulu eritmiş, Grönland’ın eriyen buzullarından boşalan soğuk sular eğer Golf Stream akımını kesecek olursa, eko-sistem tersine dönecek ve Avrupa’nın tamamı ve Kuzey Amerika’nın yarısı ani olarak Buzul Çağı’na girecekti. İklim değişimi, Kuzey yarı kürede korkunç kışlara ve çok yakın zamanda da insan yaşamının imkansız hale gelmesine yol açacaktı.
Yakında, Hollanda denize boğulacak, New York, Londra ve Bangkok gibi şehirler sular altında kalacak ve oluşan seller dünya tarım alanının yüzde otuzunu yok edecekti.
Dünyanın sadece bilimsel bir akılla anlaşılacağına pabuç bırakmayan Üfürükçü Takımı diyordu ki:
Zengin Atlantis Kenti ilerlemenin ve teknolojinin kurbanı olup battı! Derlerse inanma, kendini Tanrı sanan İmparatorlar yüzünden battı, derlerse inanma, beyaz insanın hırsından battı, derlerse? ...
İnan…
http://www.gergindergi.net/content/view/31/2
GRÖNLAND (GREENLAND)
Greenland
Greenland, and especially its northern regions of Ultima Thule, remains a land of fantastical and semi-mythical proportions, with aurora borealis, the vast tundra, glittering columns of ice, monstrous glaciers that calve icebergs into the sea and the proverbially tight-lipped Inuit.
Ever since 15th-century explorers returned from the distant north with wild and woolly tales of a remote region of brutish hairy pygmies, unicorns, mind-bending visions and citadels of ice, Ultima Thule has been the fantasy of all fantasies.
Poets from Virgil and Pytheas to Henry Wadsworth Longfellow have celebrated it in verse; the Weimar Republic used it as a template for one of their mythic Nordic-Germanic societies; and big-haired '70s rock bands, with a penchant for heavy feedback and fuzzy guitar solos, have used it as a clarion call to youthful rebellion.
Full country name: Greenland (Grønland) or Kalaallit Nunaat (local name)
Area: 2.16 million sq km
Population: 56,385
Capital City: Nuuk (Godthab)
People: 87% Greenlander, 13% Danish and others
Language: Danish, English
Religion: Evangelical Lutheran, shamanism
Government: self-governing overseas administrative division of Denmark
Head of State: High Commissioner Gunnar Martens
Head of Government: Prime Minister Hans Enoksen
GDP: US$1.1 billion
GDP per capita: US$20,000
Annual Growth: 0.6%
Inflation: 1.2%
Major Industries: fish processing (mainly shrimp) , handicrafts, furs, small shipyards, tourism
Major Trading Partners: EU (esp. Denmark) , Iceland, Japan, Norway, USA
Member of EU: No
Facts for the Traveler
Visas: Citizens of Nordic countries require only an identification card; citizens of Australia, New Zealand, Canada, Japan, the US and EU countries require a valid passport but no visa for a maximum stay of 90 days. Most other countries require a visa as per the same regulations as Denmark.
Health risks: hypothermia
Time Zone: GMT/UTC +2
Dialling Code: 299
Electricity: 220V,50Hz
Weights & measures: Metric
When to Go
If you think bone-chilling weather and long arctic nights when the sun don't shine is not for you, then aim to be there sometime during the summer months: mid-July to the first week in September. This is feel-good time for Greenlanders; the days are long, the tundra is a riot of wild flowers and red berries and there is a general feeling of wellbeing and contentment throughout the land. The trade off for these fabulous Arctic summers is mind-bending plagues of mosquitoes that sting all the way through late June to early August. If you stay on until October, you'll get a ringside seat for the aurora borealis, although the lights can appear as early as August. Just about all Greenlandic festivals and events occur in the summer months. Going in the harsh winter months between December, January and February is just not a good idea unless you're a scientist studying seasonal effects, or a masochist, or both.
back to top
Events
The biggest event on the Greenlander calendar is the celebration that marks the end of the polar night. This usually takes place sometime in January or February. Come March the capital city, Nuuk, hosts an international snow-sculpture festival, while Uummannaq fjord provides one of the wackiest events for those of you who think golf is a proper game - The World Ice Golf Championships. You'll hear cries of 'Fjord! ' instead of 'Fore! '.
In early April, Sisimiut kicks off what is billed as the world's toughest ski race, with three days of skiing in Arctic conditions. Around Easter, villages north of the Arctic Circle hold dogsled races, and the Festival of Art and Music takes place in Qaqortoq in late June/early July, close to the time of the Nuuk Marathon. Every three to four years, Greenland hosts the Inuit Circumpolar Conference, a week-long forum for the discussion of cultural and social issues. Visitors are always welcomed into both the discussions and the exhibitions. The other large festival is Aasivik, a cultural and political forum that usually takes place mid-July and showcases traditional theatre, drum dances, folk music, and in recent years, Greenlandic rock music.
Environment
Greenland is so far north that its residents are the first to see Old Nick fly across the rooftops each year. It's shaped like a witch's shoe lying on its side, with the back of the heel flush against the arctic polar cap, the tongue sloping down the Denmark Strait and the turned-up toes pointing into the Atlantic Ocean. Over three quarters of the country is unremittingly ice: that adds up to a little under three Texas's worth of ice or, in other words, a whole lotta scotch on the rocks. The sheer weight of all this ice has caused the middle of the country to sag, forming a concave basin which reaches a depth of 360m (1180ft) below sea level. Above the ground towering crystal columns of ice dot the landscape, glaciers calve monstrous icebergs into the sea, and fjords knit the shoreline. If the cosmic defrost button ever got pushed, the ice slush would be enough to turn coastal cities around the world into large urban swimming pools.
The peculiar geography of Greenland and its proximity to the North Pole results in a number of spectacular natural phenomena, but none more awesome than the aurora borealis and Fata Morgana effect. The aurora borealis' wafting curtains of coloured lights, most often a faint green or light rose colour, are caused by charged particles from the sun colliding with the earth's atmosphere. The lights are an ooh-ah spectacle but the Fata Morgana is a seriously trippy affair. Reflections of water, ice and snow, combined with temperature inversions, cause the illusion of solid, well defined features where there are none. Hence those early apocryphal tales of ships sailing on the ice, large cities in the middle of nowhere and green forests appearing on the horizon.
Most of the vegetation in Greenland is stunted but in late summer the lowland areas of the south are carpeted with wild flowers - chamomile, dandelion, harebell, and Arctic poppies - and wild berries. The harsh climate puts off all but the hardiest of animals but what the country lacks in numbers it makes up for in exotica. Above the ground you can see caribou, musk oxen, polar bears, lemmings, and (much-prized for their pelts) the Arctic white fox and blue-grey fox. In the water any number of whale species is likely to give you the fluke, from the Disney-cute orca, or killer whale, to the beautiful white beluga whale. The icy seas are also home to the narwhal with its unicorn tusk, and of course a whole passel of seals and walrus.
Greenland and Greenpeace are a surprisingly volatile mix. Greenpeace's anti-sealing and anti-whaling stance effectively destroyed Greenland's economic base, particularly in north Greenland where subsistence hunting represents 80% of the income. Since then, Greenpeace have recognised that Greenland is a different kettle of fish and (except in the case of endangered species) subsistence hunting is now accepted, but many Greenlanders still feel bitter about the organisation's intrusion into their traditional way of life.
Summer is a relative term in Greenland but basically it's that time between May and July when the thermometer busts a gut to climb over 20°C (68°F) . This is minus the wind factor so it still means a warm jacket or pullover. This is midnight sun time when every day is, well, a day and a night; when citizens take long strolls and spontaneous boat trips at odd moments of the night, and normal calendar time takes a hike. Of course the obverse side of the coin is that when winter comes, it comes with a vengeance. When brass monkey-weather sets in, temperatures in the far north can reach as low -40°C (-40°F) and routinely sink to -20°C (-9°F) in the south. While places in the south might be gratified with a few hours of weak pale sunlight during the winter, the far north experiences true polar nights with weeks of no sun at all.
http://www.lonelyplanet.com
GRÖNLAND (TÜRKÇE)
dunyanin en buyuk adasi. bazilari avustralya daha buyuk diyecektir fakat avustralya kita olarak gecer, bu ise tam adadir. kanada nin dogusuna dogrudur konumu. neredeyse butun alani buzla kapli. lemming, misk okuzu, kutup ayisi ve kakim burda yasar. rengeyigi de var. kizak cekmek icin kopek var.
eskimolar burda konaklar, danimarkalilar da yer alir.
danimarka topragidir, piri reis'in haritasinda iki parca olarak gosterilmi$tir, netekim buzullarin altinda gercekten de ada iki parcadir
danimarka krallığı altında bağımsız bir yönetime sahiptir.(kim takar danimarka kralını) katil zanlısı olduğu için izlandadan kovulan bir adet viking keşfetmiştir.3 yıl sonra izlandaya dönen viking, gittiği barlarda cafelerde bire bin katarak bu kayıp 3 yılını anlatmış, her yeri glasier kaplı bu adaya
'her yer yemyeşil otlak çayır hayret edersin' diyerek kıçından greenland demiştir.bunu yiyen bir grup izlandalı ve dümbük danimarkalı adaya gidip kakırdamış, sanırım haysiyete onura yediremediklerinden adanın ismini aynen muhafaza etmişlerdir.
hayvan gibi altın madenine sahip bir ada olduğu halde soğuk hava şartları engel olmaktadır eurogolda.
baskenti ise godthab ya da nuuk.godthab allahin sitrettigi yer demek olabilir mi acaba izlandaca?
ha bı de buranın supper bı ozelliği var, kış gelmezden hemen önce yapacağınız bir ziyarette, kışın gelmesi ile adadan ayrılmak için altı ay kadar beklemeniz gerekiyor.zira tüm dünyayla iletişimi kesiliyor grönlandın kış aylarında.
danca grønland yazılır
nüfusun %85'i eskimodur
adanın %85'i buzla kaplıdır
(bkz: 85)
adada yaşayanlar eskimo dili konuşur,
kendi parlementolarına 26, danimarka parlementosuna 2 milletvekili seçerler
gunnbjorn ulfsson adında bi herif 900 yılında burayı keşfetmiştti.
kucukluğumden beri asık oldugum yer.. hayatım boyunca da gıtmek ıstedım ve umarım gideceğim yer..bembeyaz,buz,kar,soğuk,isiah ise hatırlattıkları. kelime anlami olarak ye$il ulke demektir
kızıl erik millet gaza gelip gidip oraya yerleşsin diyr yeşil ülke* demiştir..akabinde yerleşme olmuştur..
aciklanan olcumler, gectigimiz yil eriyen kar miktarinin bilinen tum rekorlari kirdigi yonundedir
geli$me; deniz seviyesinde a$iri yukselme hatta gulf stream'in isisina radikal degi$iklik olarak yansimi$tir.
kuzey kutbuna yakın olduğundan, haritalarda olduğundan çok daha büyük görünür.
yumak gibi,bembeyaz fokların fıti fıti gezindikleri ada.
alkol sınırı 14 yaş olan ülke. 56000 nüfuslu ülkede yılda 139 dolayında kitap yazılıyormuş, ve aylık nalkol tüketimi yaklaşık 9,7 litre imiş. gitsem mi ne etsem. kişi başı yıllık gelir $8897.
yenilen yemekten memnun kalındıysa geyirmenin gelenek haline geldiği ada ülkesi.
ulasimin buyuk olcude kopekli kizaklarla saglandigi ulke.adanin kopekleri zor doga kosullarina karsi oldukca dayanikli; diger turlerle karisip bu ozelliklerini kaybetmemeleri icin adanin kuzeyine baska tur kopeklerin girmesine izin verilmiyor. ilulissat'ta insan sayisinin neredeyse iki kati kadar kopek var. adanin en buyuk gecim kaynagi balikcilik.tekneler denizin dondugu kis mevsiminde buzu yararak agir agir ilerliyor ve onlar gectikten sonra deniz tekrar donuyor.kizak kopeklerinin en sevdigi yiyecek ise pisibaligi.
gizli hedefteki onemli bir baglanti noktasi, gronland dan izlanda, alberta, kuzey kanada ve quebec e saldirilabiliyordu.
http://sozluk.sourtimes.org/
-
GULF STREAM
warm ocean current of the N Atlantic Ocean, off E North America. It was first described (1513) by Spanish explorer Ponce de León. The Gulf Stream originates in the Gulf of Mexico and, as the Florida Current, passes through the Straits of Florida and along the coast of SE United States with a breadth of c.50 mi (80 km) . North of Cape Hatteras, it is separated from the coast by a narrow southern extension of the cold Labrador Current and flows NE into the Atlantic Ocean. Where the warm surface waters of the Gulf Stream meet the cold winds accompanying the Labrador Current, one of the densest concentrations of fog in the world occurs. Parts of the Gulf Stream current are diverted SE, forming the Canary Currents, which carry cooler waters to the Iberian peninsula and NW Africa. An ensuing current, known as the North Atlantic Drift, flows NW and provides temperate, relatively warm waters to W Europe. The Gulf Stream has an average speed of 4 mi (6.4 km) per hr but slows down as it widens to the north. At the beginning of the Gulf Stream the water temperature is 80°F (27°C) : the temperature decreases as the current moves north.
Bibliography: See H. Stommel, The Gulf Stream (1977) .
Columbia Encyclopedia, Sixth Edition, Copyright (c) 2005.
-
atlas okyanusundaki sicak su akintisi
amerika kıyılarında herdaim kasırga olmasının sebebi.
avrupa kıtası, özellikle de kuzey avrupa için kritik önemi haiz bir doğal olaydır gulfstream. kıtaya ulaşan enerjinin atmıyorsam %17'si bu sıcak su akıntısını ile taşınır. yani sular, kıtayı, güneşin ısıttığının nerdeyse beşte biri kadar daha ısıtırlar. aynı paralelde kuzey amerika kıtası'nda pek hayat olmamasına rağmen avrupa'da olmasının sebebi de bu akıntıdır. küresel ısınma ile tüm dünya ısınırken avrupa soğuyacak ve kuzey arupa'da yaşam ciddi oranda zorlaşacaktır. bunun sebebi de sıcaklık dolayısı ile eriyen buzlar ile kuzey kutbundan ayrılan buz kütlelerinin, yine atmıyorsam, 65. paralelin altına inerek gulfstream'i kesmesidir. haritası ilk kez benjamin franklin tarafından çıkarılmıştır. ingiltere kıyılarına kışın vuran ve batı avrupayı saran sıcak su ve hava akıntısı... 'körfez akıntısı'.meksika körfezi'nden doğar, alize rüzgarları ile kuvvetlenir, kuzeybatı avrupa kıyılarını etkiler.
MEKSİKA KÖRFEZİ
amerika ile meksika arasindaki su birikintisi, okyanus parcasi...
gulf of mexico diye de bilinir...
pek cok guney amerikali icin amerikaya (yuzerek) giris kapisidir...
zengin petrol yataklarinin bulundugu bi korfezdir..dibinin duz olmasinin sebebi icin (bkz: mississippi)
ALİZE RÜZGARLARI
kıbleden esen bir rüzgar türü... ayrıca kısmen kapalı mekânlardaki hava akımı, cereyan... afrika'nin yumu$ak ruzgarlarindan biri. oralarda bu adda cok prenses varmi$..30-60 derece enlemlerde esen ılık rüzgar.. ticaret rüzgarları diye de bilinen, vakt-i zamanında okyanusu geçen gemilerin yelkenlerini doldurduğu için kaptanların pek bir sevdiği rüzgar. kliması 35 dakka sonra anca soğutmaya başlayan araç. isminden de anlaşılabileceği gibi serinlemek için pencereleri açıp doğal hava akımından yararlanmak en akıllıca
karışık kaynaklar
Akın AkçaKayıt Tarihi : 23.1.2005 07:37:00





- Çocuk
- Okul
- Ölüm
- Sevinç
- Güneş
- Antalya
- Anne
- Araba
- Aile
- Allah
- Çevre
- İhanet
- İslam
- Hüzün
- Yağmur
- Çiçek
- Hayat
- Hayvan
- Tanrı
- Güzellik
- Gurur
- Atatürk
- Ayrılık
- Barış
- Dost
- Eğitim
- Evlilik
- Müzik
- Tarih
- Mutluluk
- Kin
- Kadın
- Kedi
- Köpek
- Türkiye
- Umut
- Vatan
- Para
- Politika
- Savaş
- Peygamber
- Doğa
- Deniz
- Dolunay
- Özgürlük
- Günaydın
- Şehir
- Çanakkale
- Bayram
- İstanbul
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (2)