PASİFİK GÜNEŞİ
Güney Pasifikte
sıcak bir yaz gecesi
kıyısında mor köpüklü denizin
senin
yıllar yılı yaşadığın
şirin
kasaba
Mallacootada,
Hani bir zamanlar seninle
birlikte olmayı düşleyip de
olamadığımız sevda cennetinde,
Oturmuş bakıyorum batan güneşin ardından
sonsuz bir melankoliye salarak beynimi...
Şimdi anımsıyormusun bilmem,
Yıllar önce
sen de böyle
batıp gitmiştin bir akşamüstü
karartarak dipsiz sularda yüreğimi...
Yavaş yavaş
kayboluyor kızıllığı
dağların ötesinde batan güneşin,
Morarıyor ak dalgalar akşamla
küresel bir ölüm gibi çöküyor üstüme karanlık
çoğaltarak yalnızlığımı sonsuz bir boşlukla,
Bürüyor gökle yeri
Pasifikin koyu laciverdi,
Hafif bir yel esip üşütüyor düşlerimi,
Çırpınıyor dalgalar kıyılarda
kanayan yaralı yüreğim gibi...
Ustaca mor mermere yontulmuş
ve sularla göklerin sınırına oturtulmuş
gizemli bir Venüs heykeli gibi
uzanıyor kıyıda bir kadın,
Gözleri yıldızlardan bakıyor
Teninde ipek örüyor yakamozlar
saçları senin saçların.
Saçların seriliyor okyanusa
dalgalanıyor sularla saçların
sevda yüklü kayıklar gibi,
Gözlerin düşüyor sulara
tutuşuyor okyanusun yüzü
alevden balıklar gibi...
Güney Pasifikte
sıcak bir yaz gecesi
Uzanıp sıcak ve ıslak kumların üstüne
senin dizlerine uzanır gibi
dikip gözlerimi gökyüzüne
aranıyorum gözlerini.
Gökyüzü senin yüzün
gözlerin gibi gülüyor yıldızlar,
Savruluyor beynim boşluğa
dönüyor sonsuz bir karanlıkta
yalnız ve uzak yıldızlar gibi
dönüyor sistemsiz,
dönüyor bir başına,
Kalkıyor zamanın sınırı
yaşamın sınırı kalkıyor
Gidiyor yüreğim doludizgin
gidiyor başı boş,
Savruluyor zaman
geçmişten geleceğe
gelecekten bugüne
bugünden ötelere,
Kabarıp dalgalanıyor yüreğim
coşup ağlıyor, serseri, sarhoş...
Yüreğimde
sevdalar büyüyor
okyanuslar gibi,
Kavgalar patlıyor yüreğimde
vuruşuyor yaralı sevdam
sonu kuşkulu bir kavgada
Spartakuslar gibi...
Güney pasifikte
sıcak bir yaz gecesi,
Gözlerim alacasında sürekli
gelip giden dalgacıkların
kulaklarımda bir yalnızlık melodisi.
Kim bilir sen
yıllar ve yıllar önce
bu nemli sıcak kumların üstünde
kaç kez uzanıp seyrettin yıldızları,
Ve kim bilir kaç kez okşadı
pürüzsüz bronz tenini senin
Pasifikin koyu mavi suları.
Gözlerin yıldızlarda
Yıldızlar
alıp götürüyor beynimi
25 yıl öncesine,
25 yıl önce görmüştüm seni
Manila sokaklarında
dişe diş bir kavgada.
Boynunda
uzun kırmızı fular
elinde ekmek vardı
özgürlük savaşçılarının yanında
göğsünü siper ederek yürürken
Marcos karanlığına karşı...
Ben pamuk işçileriyle birlikte
omuz omuza, yürek yüreğe
döğüşürken yaşam hakkı için
yanan günün bağrında
Çukurovada,
Ayrı ayrı dillerden
aynı şeyi söyledik birlikte,
Yan yana, sırt sırta gelip
dokundu umutlarımız biribirine.
Birlikte savunduk bir barikatı
silahlara karşı yüreklerimizle,
Yoksulluk akan dört bir yanından
ve dertlerle döşenen her adımbaşı
gecekondu sokaklarında
çağrılar dağıttık gelecek için,
Özlemlerimizle boyadık duvarları
göğüs gererek zulüm çetelerine.
Ayrı ve uzak ülkelerde
aynı düşlerin özlemiyle
meşaleler gibi tutuşup yandık,
Aynı anda
yoksulluğu birlikte yaşadık,
hürriyetsizliği birlikte,
yıkık, dökük işçi semtlerinde...
Soğuk bir güz gününün esintilerinde
yakarken damarda kanımızı kavga ateşi
öfkemiz bayrakken bacaların tepelerinde,
Yıllar sonra birgün
Melbourne'da gördüm seni
tarihin tanık olduğu en uzun, en çetin
ve en görkemli hemşire direnişinde...
Her caddede sen vardın
her hastane kapısında sen,
Nöbetteydin
gösterideydin
bir değil, beş değil
yüzlerle, binlerleydin...
Gözlerin yanıyordu güneşler gibi,
Gözlerin gülüyordu bal kıvamında,
Her eylemde resmettim seni
Kimi yazdımsa, hep seni yazdım
Kime baktımsa, hep seni gördüm
yağmurdu
rüzgardı
soğuktu
fırtınaydı
yol boylarında düzen bekçileriyle
döğüşe döğüşe sertleşti ellerin,
Kanlı karanlık dünyasını
aç gözlü yarasaların
yana yana ışıtıp
güneşçe açtı
gözlerin...
Seni üzüm bağlarında gördüm
Yarra vadisinde,
Alınterindi içtiğimiz şarabı mayalayan,
Rengini üzümlere verdi
ak alnından
akıttığın kızıl kan.
Ellerin salkımlaştı bağ kütüklerinde,
Zeytin bahçelerine yağdı gözlerin,
Ter ve şarap kokulu sevdanla
akın eyledin damarlarıma.
Sarsıldı dünyam
kanadı yolları ömür koşusunun
dilimde bir destan gibi
doluşup kaldın yıllarıma...
Seni okaliptüs ormanlarında gördüm
rozalyalarca rengarenk
kanaryalarca cıvıl cıvıl
alıcı kuşlarla çığlık çığlığa,
Tomurcuklandın dallarda baharın
Açıldın kırda bayırda çiçek çiçek
Hava gibi doluştu dünyama
tılsımlı bakışların.
Yediğim zeytinlerle işledin iliklerime
İçtiğim şaraplarla yıllandırdın sevdamı
Sevgiye hasret ruhumu gel eyledin
Okşadın açlığımı buram buram
Takılıp kaldı kalbime gülen gözlerin...
Güney Pasifikte
sıcak bir yaz gecesi,
Dolanıp duruyor yüreğim
bir başıboş mayın gibi
Mallacootadan Merimbulaya.
Saçların okşuyor kumsalları
o kıyıdan
bu kıyıya...
Kumlarda öylece duruyor ayak izlerin,
Kıyıda bir kadın oturuyor
gözleri senin gözlerin.
Özlemin içimde ateş kuyusu
yokluğun yakıp kavuruyor sinemi,
Oynaşıyor denizin çırpıntılarında
gözlerinden fırlayan kıvılcımlar
yıldızlı gecelerde yakamozlar gibi.
Yıllar sonraydı belki
belki de aynı anda
bir şenlikte gördüm seni.
Mavi atlas üzerine işlenmiş
efsunlu bir resme benziyordun,
Sere serpe uzanmış suların üstüne
aşk tanrıçası Venüse benziyordun...
Ürkek ve alımlıydın deniz kızları gibi,
Rengarenk güller açmıştı yüzünde,
Yanıp sönüyordu gülüşlerin
Yıldızlar alıp götürmüştü gözlerini.
Boynunda uzun kırmızı fular
dudağında doyumsuz kahkahalar
savuruyordu serin bir meltem eteklerini.
Bir partide gördüm seni,
bir düğünde gördüm,
bir mitingte,
...........
Alıp götürdün kendinle
kan çiçeği gözlerimi...
Ve günün birinde
göz göze geldik seninle
serüvenimizin hiç beklenmedik
bir yerinde.
Ellerimiz tutuştu önce
ateş bastı gönüllerimizi,
Yandı kalplerimiz alev alev
dilimizle sürdüremedik gerisini...
Ömrümde ilk seninle dansettim
isteyerek ve doymamasıya,
Güldüm ağız dolusu ilk kez seninle
Bin yıllık şarap gibi sızıp kaldı aşkın
kalbimin derinliklerinde.
Yüzünde
anlatımı olanaksız
bir mutluluğun izleri vardı,
Ellerinde
yakıp kavuran
sonsuz bir özlemin ateşi.
Gülüşün bir aşk orkestrasıydı
çılgın ezgileriyle inleten gökle yeri...
Kakadu parkında gördüm seni
Aborjini halkıyla omuz omuza,
İşletilmesin diye uranyum,
Karartmasın diye mavi gökleri
nükleer ölüm bulutları
bir avuç asalağın
doymazlığı uğruna,
ve yok edilmesin diye
doğa ananın güzelliği.
Çöl gecelerince sertti bakışların
ölüm tüccarlarının karşısında,
Sıcaktı umutların geleceğe dair
ve de parlak, çöl güneşi gibi...
Gözlerinde parıl parıl yıldızlar
Gözlerinde sonsuzluğu bulutsuz göklerin
Gözlerinde sarar evreni dipsiz bir sevda,
Gözlerin nar çiçeği
Gözlerin aşk alevi
Gözlerinde yarınlar...
Gözlerin ilk gülüşüdür yaşama bebeklerin,
Gözlerinde dolaştım uzayın sonsuzluğunu,
Gözlerinden doğuyordu Pasifikte güneş,
Gözlerin ışığıdır sevda vurgunu yüreklerin.
Alıp götürür beni gözlerin
çığlık çığlığa
kanata kanata
turunç ve püren kokularıyla
esrik kıyılarına Akdenizin.
Yokluğun korlanır bağrımda
özlemin hançerler yüreğimi,
Ömrümde
iki güzele
ağladım yalnızca,
Ömrümde
iki sevgiliyi özledim hep,
Bir Akdenizi
Pasifik güneşi,
ve bir de seni...
Kasım ‘02
Merimbula
SENİN ADIN
Senin adını verdim
kalbe dolan içli duygulara,
Püfür püfür esen rüzgara,
Ve gözü öpen tüm manzaralara
senin adını...
Senin adınla çağırıyorum
doğa ananın doğurduğu
en görkemli çiçekleri,
Senin adın
yapılara vurduğum renklerin
en güzelleri...
Mavi gökyüzü
Sıcacık gün ışığı
Tropikal yağmurlar
Ve kaynak suları
senin adın.
Senin boynuna sarılır gibi
sarıldım yaşama yeniden,
Yaşamın adı, mor karanfillim
senin adın...
AĞLADIM ARDINDAN
Ağladım ardından uzun uzun
erkekliği felan atıp bir yana,
Bu işin bir sınırı yok artık.
Duyup kalbin feryadını
taaa derinden
ve bağıra bağıra
dosta- düşmana karşı
ayrılıkların ardısıra
ağlayabilmektir insanlık...
Ağladım ardından tatlı zalim
hani sen
Yarra ırmağının kıyısında
sisli bir kış gecesi
bırakıp gittiğin zaman beni.
Yürüdüm,
sırtına hançer saplı
kasvetli kahırlı
elli yaşında
bir delikanlı gibi.
Yürüdüm
başım önümde
boynum bükük...
Yürüdüm
yüreğim paramparça
umutlarım dökük...
Kim bilir sen nasıldın
ve neler duyumsadın
kanadını kırdığın kuş için?
Bakamadım bir daha
dönüp de geriye.
Sürdüm son hızla arabamı
karanlıklarda yalpalayan
kırık bir ok gibi,
büyük bir tayfunda çakan
korkunç şimşek gibi
sürdüm ileriye...
Eğer kesmeseydi
o akşam bana
300 dolar ceza polis efendi,
Dalıp son hızla
bırakacaktım kendimi
çıkışı olmayan bir tünelin
derinliklerine...
Ağladım ardınsıra
defalarca,
Göz yaşlarım kezzap gibi
yakıp deldi
değdiği her yeri,
Efkarımdan kurtlar kuşlar ağladı
Feryadımdan dağlar taşlar inledi.
Ne olur kal yanımda,
Bastırmasın dünyamı
sık sık
karanlık,
Gidişleri durdur artık
Ağlatma beni bir daha…
AYRILIŞ
Parçalayarak kırık kalbimi
azıksız bir ırgat elinde
kötürüm bir kıraç karpuzu gibi
kanata kanata
sürdüm dışarı seni.
Dolaşıyor şimdi
sonsuz ve karanlık bir boşlukta bedenim
güneşi sönmüş ve donmuş suları
yapayalnız bir gezegen gibi,
Bir elinde kanlı bir hançer
ötekinde kanayan yüreği...
İKİ GÖZÜM
Dudakların iki yaban kirazı
gözlerin kehribar üzüm senin,
Ne üzüme doyabildim
şu doyumsuz dünyada,
ve ne de kiraza sevgilim.
Ateşinle yanıyorum beyaz gül,
Özleminle eriyorum gün be gün,
Bulutlanıyor gözlerimin önü,
Yürüyor giderayak
rüzgarlı bir kış gününe adımlarım,
Canımın çekirdeği
Kalbime gömülen çakır dikeni,
Gönlümün tatlı belası,
Ciğer parem, iki gözüm,
Bulutlara gönder yüreğini
Özleminle göğünüyor özüm...
HAK EDİLMEMİŞ
SEVGİLER ÜZERİNE
Ben yüreğimi
dağlara vururdum,
İnlerdi dağlar
bin yıllık yoldan!
Ben sinemi
yollara sererdim,
Tozum tozum tozardı yollar
kalp atışlarımdan!
Gözlerimi
bulutlara verirdim ben,
Ağlarlardı için için
kavuşulmaz bir
ayrılık gibi ardımdan!
Toprağa verirdim
ben ellerimi,
Yeşerirdi bin renkle
binlerce filiz avuçlarımdan!
Ben sevdamı
güneşe söylerdim,
Sarardı güneş
ana gibi
yar gibi
kollarımdan!
Sana en güzel yıllarımı verdim...
Sana yüreğimin en içli duygularını...
Sana boydan boya ömrümü...
Sana ben,
Sence verilmemesi gereken
neyim varsa hepsini verdim...
Bukalemun gibi somurtup kaldın
kendi içindeki kara dünyanda,
Ne gözlerin ışıldadı bir kerecik,
Ne rüzgarda savruldu saçların...
KAYIP DÜNYA
Belki bir gelenekti bu bizler için,
Yaslanıp dağlarca omuz omuza
romantik yalnızlığında günlerin
hüzünlenirdik hep yaz akşamları...
Sıcak geceler ve böcek sesleri,
Birbirine karışırdı sürekli
baygınlık tüten karanlıklarda
yıldızlarla şehrimizin ışıkları...
Kuşlar meltem yeli taşırlardı
serin sulardan kanatlarıyla,
Çiselti öpücükleriyle atardı tan,
Mutluluk basardı dağları, ovaları...
Bir düş çeşnisiyle yaşanılırdı hep
Başıyla bitimi hiç bilinmeyen
alışık olunmayan varlığa yokluğa
sarıp okşayası bütün varlıkları...
Günün birinde çekip gittin ansızın
girip dönüşü olmayan bir yola,
Söndü gözlerimizde yıldızlar,
Kurudu yaşamın pınarları...
4/8/2009
SAHTE SEVDA
Oluk oluk içime akıyor kanım
paslı bir hançer gibi saplandın sırtıma,
Seni, coşkun dağ suları gibi
billur bir duyguyla sevmeseydim eğer
asla yapamazdın bu zalimliği bana.
Oysa ben
kalbimin sesiyle koştum sana,
Sevgimin gülleriyle donattım gövdeni
Gecene ışık yaptım uykusuz gözlerimi,
Sevdana su gibi
ve yarana merhem gibi sundum
çocuk yüreğimi...
Oysa sen,
kalleş bir gülüşle vurdun sevdamı
kalbinle sarmaş dolaşken kalbim
tam ense kökümden..!
SEN GİDELİ
- Mansaryar’a
Sen gideli
hiç göğermedi
yüreğimin çimenleri,
Güneş küserek terketti
güney yarım küreyi yapayalnız
Solgun ışınlarıyla çiseledi dolunay
silik bir düş gibi yorgun gecelerime,
Kayboldu gökte gemici yıldızları
Sarardı resimler çerçevelerde
Yalnızlık taş gibi çöktü sineye,
Gözlerim hep yolda kaldı
ellerimse boşlukta,
Dönmedin niye.
4/6/’09
Melbourne
SENSİZ GECELER
-ezo’ya
Sensiz gecelerde ışımaz durgun sular,
Ay yükselmez gökte
alıp başını gider yıldızlar.
Ağır bir karanlık dolar gönlüme
uzak bir anımsanışın buğulu gözleri gibi
tek renkli bir düş kalır senden geriye
ve yüreğim sisli bir boşluğa düşer,
Sularda şavkındır vuran gözlerime
küllenir ateşi sevdanın yavaş yavaş
üstüme bir mavi hüzün çiseler...
14/4/2009
Melbourne
SIĞ VE DERİN
Elbet bulamazsın beni
sevda imi Bosforosun
iki yakasına uzanamayan
bencil, geçmiş zaman şarkılarında...
Elbet bulamazsın beni
hüznü göğe ulaşamayan,
feryadı okyanusları aşamayan
sığ acıların akşamlarında...
Ve sen asla ulaşamazsın bana
yüzyıllarca karakutusunda
asılı kalmış bir örümcek gibi
ve modasal şarkıların aksak tınılarında
çırpına çırpına helak olsan da...
Çünkü sular sığ ve derin,
Ve ben
çok uzaklardayım senden
hem karadan, hem denizden
hem yerden, hem de gökten
ve hem de gözden, gönülden,
yetişemez bana ellerin.....
Yüreğin açılmadıkça engin sulara
çımgılanmadıkça gözlerinde aniden
yıldırımlı sevdaların kızıl kıvılcımları,
Seni bana ancak
kocaman kartallar getirebilir metal kanatlı...
Ve bunun ceremesi
yirmidört saat hapisliktir
yirmidört saat kanatsız çırpınış kafeste,
Ondan ötesi
inmektir bir dipsiz kuyunun dibine
göçmenliktir kıştan yaza
değişmektir geceyi gündüze
.............
Ve en acayibi
“bilmeyene bir acayip hal ” gibi
sürekli kanayan yaralar bırakır gönülde
bu topraklarda aşkın tökezlemesi...
Nisan 2005 Melbourne
ORTAKLIK
Dert ortağın olayım senin
Sen ağlarsan ben ağlayım
Sen gülende ben güleyim
Yapıştır göğsünü göğsüme
İş ortağın olayım senin
Sen işlersen ben işlerim
Sen düşende ben düşeyim
Kaynaştır ellerini ellerime
NE ÇARE
Günde yüzlerce kere
çıkartıp resmini
bakıyorum saatlerce
ışıltılı gülen gözlerine...
Günde yüzlerce kere
yağmurlar yağıyor
sicim sicim
senin için
ağlayan gözlerimden...
Günde yüzlerce kere
kanıyor yüreğim
zalim aşkının senin
hançer darbelerinden...
Günde yüzlerce kere
gidip geliyor beynim
binlerce kilometreyi
nöbet tutmaya eşiğinde...
Günde yüzlerce kere
ölüp diriliyorum bela çiçeği
sen bundan habersizsin
ne çare..!
Eylül 2002
GÜN VURMUŞ
Gün vurmuş
ıslak camlarına gökdelenlerin,
ışıl ışıl gülümsüyor sonbahar,
Hafif bir yel esiyor
gidiyor savrulup yelin önünde
ilk sararan yaprakları güllerin,
Ve dökülüp dağılıyor habire
kanayıp damlıyor yerlere
hançerlenmiş duyguları yüreğimin…
İşte,
hep böyle
sarı günlerinde
bütün sonbaharların
sürükler götürür beni
bilinmeyen bir yerlere
hüzün yüklü duygular.
Ve tüm sonbaharlarında dünyanın
patlar içimdeki uçurumlardan
boz bulanık çağlayanlar…
Ağır ve acı duygularıyla
kanlı süngüler önünde
esir alınmış neferler gibi
sürükleyip götürür bir yerlere
üzerinden tırpan geçmiş düşlerimi….
Gün vurmuş
ıslak camlarına gökdelenlerin,
Gözlerin gibi gülümsüyor sonbahar sabahı
ellerimle yükselttiğim yapılarda,
Bir şeyler anımsatıyor bana,
Bir şeyler gelip bıçaklıyor beynimi,
Bir şeyler kopup gidiyor yarınlarımdan.
Bir şeyler oturuyor kalbim üstüne
ağır mı ağır,
acı mı acı
duman duman dağılan anılarımdan…
Harıl harıl çalışıyor yapı işçileri
dağılarak üçer-beşer yapılara,
Soğuk sabah yelleriyle ürpertili elleri,
Gözlerinde geçen gecenin uykusuz yorgunlukları,
Beyinlerinde ev ve araba taksidi
elektrik, gaz, su ve bilmem ne faturası,
yiyecek, içecek petrol ve okul parası.
Yalnızca ellerinin nasırında yaşıyor
birer abide gibi yükselttikleri
görkemli yapıların hatırası…
Arı gibi çalışıyor yapı nişçileri
Koşuyor ayakları
koşuyor kolları
koşuyor kafaları.
Çatıyorlar
örüyorlar
boyuyorlar,
Tomurcuk kızlar gibi gülümsüyor yapılarda
işçilerin emeklerinin hünerleri
ve döktükleri alın terleri…
Gün vurmuş
koyaklardaki okaliptüs ormanlarına,
Yeni doğmuş bebekler gibi kıpır kıpır
nemli toprakta körpecik çimenler,
Dumanlanıyor Melbourne’un sabahı yeniden
sisler içinde uyuklar gibi koca şehir şimdi,
Dipsiz bir kuyuya bakar gibi bakıyorum
Philip koyuna
Sunbury’nin en yüksek noktasından,
Dalgalanıyor gözlerimin içi.
Bir garip yalnızlık çöküyor üstüme
Dumanlanıyor gönlümün sıradağları
şehrimin sisli sabahları gibi…
Harıl harıl çalışıyor yapı işçileri
Bense yıkma çabasındayım durmadan
hayalimde kurduğum sevda sarayını
bu yeşil tepenin güney yamacında.
Seninle başlayacağımızda yaşama yeniden
filizler gibi tomur tomur
çocuklar gibi cıvıl cıvıl
garbi yelince püfür püfür,
Oturup sıcak yaz gecelerinde üst balkona,
seyredeceğimiz yıldız sağınaklarını
Melbourne’un lacivert göklerinde,
Uzayıp giden ışıklı yollarını şehrimizin,
Sisli maviş sabahlarını denizin,
Güz akşamlarının sarı hüzünlerini,
Kuru dallarda sızlanışını
kış gecelerinde fırtınaların,
Kuş cıvıltılarını
bahar sabahlarında şarkı şarkı,
Gönlümüzde sevda fırtınaları
ellerimizde sıcacık dünyamız
ve gözlerimizde
ak yelkenli akşam bulutları.
Şimdi ben,
kuru bir okaliptüs gövdesiyim
bu serin sonbahar sabahında,
Beyni yorgunluklarla yüklü,
Yüreğü dopdolu keder
bir dertli tepeciğin
güneye bakan yamacında.
Ve sen,
kayıp bir cennetsin benim için
kalbimin incecik kornalarında…
İçimde sisli uçurumlar derinleşiyor
Kırılıp dökülüyor birşeyler gözlerimde,
Ve sürükleniyor acılı yüreğim
hazan yapraklarınca yelin önünde.
Soğuk bir yel esiyor
dökülüyor umutlar geceye,
Üşüyor işçilerin yarım kalan düşleri,
Islak ıslak parıldıyor Melbourne
gün vurmuş gökdelenlere…
Kasım 2002
Melbourne
SEVGİLİ ÖZLEMİ
Bir garip dervişim ben
yetişir bana
bir lokma
ve bir hırka.
Bir garip dervişim ben
yaşatır beni
mavi gökyüzü
şırıl şırıl akan su
ve sımsıcak gün ışığı.
Bir garip dervişim ben
bir yudum sevgi yeter bana
yeter ki
nefesini
nefesimle birleştiren
altın kalpli
bir sevgilim olsun yanımda...
GECE YARISI
Gece yarıyı çoktan geçti
Söndü tüm evlerde ışıklar
Duvarda asılı resmin
bakıyor gözlerimin içine
‘kalk gidelim’ der gibi.
Gece yarıyı çoktan geçti
Ay dolandı dağları ovaları
Kuşlar sabah şarkılarına
başlamak üzere
Soldu saksıda
senin için aldığım çiçek
Bahtına kahreder gibi…
Gece yarıyı çoktan geçti
Bir yıldız kaydı aramızdan
Uçtu kalbim çırpınarak
Gün burnuna vurulup düştü
Kızardı şafakta laleler gibi…
Kasım 2002
Melbourne
BİR ONULMAZ YARA
Gittin,
Hangi ellerdesin şimdi
ve kimler koklar güllerini
bilemem...
Gittin,
Kalbim kanayıp durdu ardından
ağu yaştır gözlerimden içime akan
silemem...
Gittin,
Toz bulutları kaldırarak yollarda
Ve kahır katarları bırakıp dünyama
gülemem...
Gittin,
Dönmekle onulmaz bu kanlı yara
kendi olmasa da gölgesi düşer anılara
dönemem...
15 Eylül’09
Melbourne
AKDENİZ ÖZLEMİ
Akdeniz aşk demektir güneşin kızı
şarap demektir kan kırmızı,
İyot ve tuz kokar aşk Akdenizde
Başkadır Akdenizde güneş
başkadır meltem yeli,
Akdeniz sıcak ve yumuşaktır
sevgilinin kucağı gibi...
Felsefenin ana rahmidir Akdeniz
uygarlıkların beşiği
ve doğa ananın
çocuklarına verdiği
pek çok nimetin
kökleri Akdenizdedir,
Akdeniz bolluktur güneşin kızı
berekettir...
Buz gibi pınarları
evliya gibi çınarları
reçine kokan çam ormanlarıyla
dünyanın gözdesidir Akdeniz,
Güneşi ve suyuyla,
Ceylan gözlü kızları
yağız delikanlılarıyla
cennetin kendisidir Akdeniz...
Akdeniz aşk demektir güneşin kızı,
Yazları üryan yatılır orada,
Sevda üfler akşam yeli,
Kumu ilactır derde- belaya,
Ömründe bir kerecik de olsa
sırt üstü uzanıp sıcak sulara
beşikte bebekler gibi
sallandıysan eğer
mini dalgaların üzerinde,
Yolu yok,
yıkanamazsın bir daha
bir başka denizde.....
DOĞA ANA
Görmeden gidiyoruz
çöllerinin yeşertildiğini,
Billurlaştığını sularının
arındırılarak kimyasal kirlerden,
Ve göklerinin mavi atlas gibi
süslü ak bulutlarla gülümsediğini...
Görmeden gidiyoruz
sımsıcak kucağında
kızların ve oğullarının
gelincikler gibi açtığını,
Ve tüm insanlarının
gönüllerince üretip
gönüllerince paylaştığını...
Ayıklayamadık teninden
keneleri ve bitleri,
Kapatamadık göğsündeki
nükleer mikropların
açtığı delikleri!
Ne kadar sürecek daha
sırtında bir avuç asalağın
kanlı saltanatı,
Ve kan göleklerinde
sulanan kovboyların
silahlı, mikroplu ve dolarlı tahribatı..!
Kesinkes bilemiyorum ama
umarım sürüp gitmez böyle
temizlenir göklerin, denizlerin.
Değişir kaderin günün birinde
ve taze bir kız gibi güzelleşir tenin...
İşte geldik, gidiyoruz.
Doymadan sana,
Doymadan /acılı /cefalı
ve sevdalı yaşamına...
Yitirmeden umudumuzu
gelecek güzel günler adına,
Ellerimiz öfkeli
içimiz kan ağlasa da,
İşte geldik, gidiyoruz
şen olasın doğa ana...
Eylül 2003
Melbourne
YALNIZLIK HÜZNÜ
Yalnızlığın hüznü çöktü üstüme
bulutlanıverdi gözlerimin önü
karardı yüreğimde ansızın
alıp sabahlarımı dünlere taşıyan
belirsiz duyguları giden günlerin,
Birşeyler çınladı kulaklarımda
bir yankı gibi çok uzak ve derin…
Kayboluverdi nedendir bilinmez
Ufuk çizgisi orta çağında ömrümün
Kaygı mıdır tasa mıdır
yoksa karayas mıdır
gönlümün közünde yanarak tüten,
Belirsiz bir zaman dilimi sanki
beynimi kemiren bulanık düşler dünden.
Nereden çıkılmıştı yola ve ne zaman,
Nerelerde tözekezleyip kaldı kim bilir
uğruna yüreğimizi kanattığımız düşler
Yaşamın taktığı kollarımıza armağan gibi
atsan atılmaz, satsan satılmaz,
geri gelmez yaşananlar günün ardından
birşeyler kaplamış dünden öteyi
tüter sızlayan kalbim üstünde
yanarım yalnızca dumanım çıkmaz…
Ocak 2003
SEN OLMASAYDIN
Soğuktu bütün kadınların çehreleri
Gülüşleri hapsedilmişti içlerine
Anlamsız bakıyordu gözleri bir yerlere
Sıcaklık çekip gitmişti ellerinden.
Sen olmasaydın eğer,
Kuruyacaktı
bahçemizde açan
pembe güz çiçekleri,
Solacaktı
nemli toprakta
yemyeşil çimenler,
Yitirecektik bahar sabahlarını...
Keder akıyordu işgücünün alnından
Kuruyup kalmıştı şakaklarında
Ödenmeyen çalışmanın ağır teri
Endişeyle bakıyordu gözler uzaklara.
Sen olmasaydın eğer,
Kararacaktı güneşin doğuşu,
Solacaktı bağrımızda yeşeren filiz,
Duracaktı yüreğimizin atışı
Yitirecektik çocuk cıvıltılarını...
Haziran 2003
Melbourne
UZAKTAKİ SEVGİLİ
Uzak yollarına baktım
Yolunda öldüğüm güzel
Sevdanla çağlayıp aktım
Salında kaldığım güzel
Ben sevdanın esiriyim
Gahi uslu, gah deliyim
Aşk bağının gazeliyim
Dalında solduğum güzel
Yaşım yirmi, gönlüm deli
Açtı kalbimin gülleri
Güneş yaptım gözlerini
Yörende döndüğüm güzel
Gönlümde sultan gibisin
Damarımda kan gibisin
Nefes gibi, can gibisin
Kendimi bulduğum güzel
Ağustos 1974
DARA DÖNÜŞÜR
Gönlümü kaptırdım ben bir güzele
Yanar yalım yalım kora dönüşür
Güzelin kucağı bir gül bahçesi
Güllenir allanır nara dönüşür
Zifir karanlıkta ışıtır beni
Tipide boranda ısıtır beni
Sevdası kavurur tüm bedenimi
Dağın doruğunda kara dönüşür
Acısı, umudu döner başımda
Sanki gerçek gibi durur karşımda
Sevdasın büyütür kanlı yaşımda
Gülistanda zalim dara dönüşür
Mayıs 2002
YAR YOLUNA
Güzel senin sevdanla ben
Taştım taştım durulmadım
Melburn'dan ta Bangkok'a
Koştum koştum yorulmadım
Kalbimi serdim yoluna
Ömrümü verdim uğruna
Kondum aşkın doruğuna
Sarhoş olup ayılmadım
Ekim 2005
SEVDAN URGAN OLDU
Seni düşündüm de sabaha kadar
Girmedi gözüme bir damla uyku
Hayalin kuşattı tüm benliğimi
Sevdan urgan oldu sardı boynumu
Dilimi bal akan diline verdim
Elimi sıcacık eline verdim
Gönlümü sevdalı gönlüne verdim
Vücudun kapladı tüm vücudumu
Nefesinle estin ciğerlerime
Kanın hücum etti ta can evime
Gözlerin yerleşti gözbebeğime
Sana karıştırdım bütün uzvumu
Temmuz 2002
AŞK ATEŞİ
Yüreğimde aşk ateşi
Kara sevdan yakar beni
Çek tetiği del sinemi
Zalim seni çok özledim
Gülüm seni çok özledim
Çalıp aldın beni benden
Kalbim gitti bedenimden
Kurtuluş yokmudur senden
Zalim seni çok özledim
Gülüm seni çok özledim
Bin yıllık bir yolda mısın
Gökteki yıldızda mısın
Yüreğimde yara mısın
Zalim seni çok özledim
Gülüm seni çok özledim
Ellerim ulaşmaz sana
Sesim gelmez kulağına
Düşüp ölem ayağına
Zalim seni çok özledim
Gülüm seni çok özledim
Mart 2001
ADİOS
Senin sonun mudur yoksa
yaşamın sonu,
Aklımın ucundan geçirmek bile
çok zor geliyor bunu,
Apaçık bir gerçeklik oysa
Gidiyorsun
gönlümün kanayan bebeğinde
açarak kocaman bir derin yara!
Adios amiga Carmia.....
Yaralı kalbimin afyonlu ilacı,
Ayaklarımdaki altın pranga,
Genzimde tüten acı...
Biliyorum
umut utkuyu döllemez bu yolda
sevda göklere ağmaz,
Ama yok başka tutunacak dal,
Yok gidebileceğin bir diğer yol
Kapmış eteğini sıkı sıkıya
loş gecelerin esrarlı kıskacı...
Firdevs bahçesinin sahte meleği
Mutlu yarınlar sana
bronz tenli
Esmeraldas güzeli,
İlletli bir beden gibi kalacak
hatıran bana!
Adios amiga Carmila....
Mart 2003
Ocean Grove
BİR ACAYİP BİLMECE
Uslanmaz sevdalı baştım
Güzelliklere yoldaştım
Hep iyiliğe yanaştım
Kötülüğe varamadım
Yoktu dayanacak varım
Ne çatım ne de duvarım
Yolumda beklerdi darım
Bir başka yol aramadım
Buharlaşıp göğe ağdım
Yağmur olup yere yağdım
Dipsiz kuyulara doğdum
Karanlığı saramadım
Sarptı çetindi tüm yolum
Yaşam kırdı belim kolum
Yüreğime indi zulum
Günü hayra yoramadım
Akşamları günüm azdı
Giden çoktu gelen azdı
Yarın düne mezar kazdı
Hiç bir güne yaramadım
ERKEN GİDENLERİN ARDINDAN
Nereye böyle
yüreğimizin sevgi bağı güzel kardeş
bu denli erken
batar gibi güneş
ve aniden, alelacele.
Nereye böyle
bırakarak sinemiz üzerinde bir top ateş
günümüzü keder-tasa
ömrümüzü kara yasa
sürüklerken gece.
Nereye böyle
annesiz yavru bir kuş gibi öksüz yüreğimizi
en doyumsuz yerinde yaşamın
ve acılara boğarak en derin
batışların pençesinde.
Nereye böyle
o gülen göz bebecikleri
kararırken tomurcuk güllerin,
boğar günü yokluğunuz
kanlı kara zincir gibi
kapkaranlık bir dehlizde.
13/12/2007
Lorne
KANTONLU LEE
Tepende ateş kasırgaları
Yalımla buharlaşır alnında ter
Yüksek fırınların karşısında
veya beton yığını yapılarda
dişleyerek ekmek çıplak kolları...
Loş ve serin bir odacıkta
ağır yorgunluğu altında yanan günün
çok eski ve otantik bir Çin melodisi
alıp götürür uzaklara duyguları,
Ve İlaç gibi gelir yorgun kaslara
Kontonlu Li’nin parmak uçları...
3 Ocak ’11
Melbourne
PASİFİKTEN
DÜZİÇİNE BAKARKEN
Düldül’ün tepesi kar
eteğinde yeşil bir dünya
gökte beyaz yelken bulutları
vadilerden çağlayıp akar sular...
………………………………………………….
Ne de çok özlemi var o yerlerin içimde
bir bilsen, anlatamam bunu, lal olmuş dil ile
bu herbiri birbirine karışmış, kördüğüm dizelerle,
Nasıl kavrulur gönül
tutuşan anılarıyla geçmiş yılların
tırmanırcasına bir yalçın dağı
bir yaralı maral didinerek,
Hani açılıverir ya
yeni doğmuş güzel bir güne gözlerimiz
uzak ve erişilmez bir umut esintisi gibi
parlayıp durur öyle sevgilinin sureti
ve kafeste kuştur çırpınır yürek…
Anlatamam sana,
Acılı sevdasıdır çektiklerimizin,
Hani bazan dayanılmaz bir sancı gibi
bastırıverir özlemi içimizi
gönlü gül anamızın
dert yüklü ellerinden yeyip içtiklerimizin,
Toprak, ekmek ve zeytin resimleri
gelir geçer gözlerimizden,
Asılıp kalır göklerde öylece
serin gecelerin ağustos yıldızları
suların çağıltısı
sevinci çocukların
ve kuşların şakıyışları,
Çok eski devirlere ait bir yapıt gibi
silik çizgilerle örtünür özlemin düşü
ve köklenip kalır meydan okuyarak onca yıllara,
Bunu bir ben bilirim özgürlük yarasınca sancıyan
açıp yüreğin penceresini her sabah her akşam
bin yıllık yollardan bakanlar bilir o dağlara,
Yetmez dilim, yetmez düşlerimin boyutu
yüreğim, ben bunu anlatamam sana...
20/1/2011
KESK U SOR U ZER
Sevilay’a
Bakarsın günün birinde
yeşerip boy atar o umut aniden
dört ufkunda birden
ol Kurdi coğrafyanın
açarak kar çiçeklerince her seher,
Ve dalgalanır nazlı nazlı yüceltilerinde
yıldızlarla öpüşen görkemli dağların
cıvıl cıvıl bir Newroz gününde
ve bir ak güvercin güzelliğinde
süsler gökleri
kesk u sor u zer…
9/10/2011
Melbourne
GÜZELLİK BAKİDİR
Zorunlu kalınsaydı
karanlık bir yaşamın otunda
sarınmaya düşsel bir örtüye
kaybederek ışığını beynin,
Kucağına sığınırdım mutlaka!
Gerekli olsaydı
baş eğmek ve kapanmak yere
titreyerek ağır tinsel güdüyle
her zaman mechul olan bir nesneye,
Bütün tanrılardan önce
güzelliğin dolardı gözlerime!
Fakat beyin ve yüreğimde benim
güneş gibi aydınlık
ve doğa kadar güzellik içinde
duygularımla düşüncelerim.
Bütün tinsel güdüler safsata
Tanrılar masal devleridir,
Işık, ısı, toprak, su ve hava
sonra bilim, emek ve insan,
Ancak bunlarla varılır sabaha
ve bir de güzellik bakidir...
7Aralık’08
TAŞ YAŞAM
Taşlı yollarında ayaklarım kaldı
Yanan sıcaklarda terim ve kanım,
Aşk ekmek sanılırdı o yerlerde
Ve yaşam denilen şey yalnızca
Kurutulmuş bir çiçekli daldı.
Toprak kıraç, ana kısırdı
Acılar resmoldu kaldırımlara,
Şimdi kara taşlarda belli belirsiz
Göğermeden solan tomurcuklarımız
Kırdı düşlerimizi hasretin yolları.
5/7/2007
Melbourne
TÜRKÜ YAZAN
DİLLER GİBİ
Umut gülsün yarınlara
Geçit verme karanlığa
Ör kalbini dostluklarla
Kışta açan güller gibi
Geleceğe aç kolların
Kardeşliğe yansın bağrın
Sar insanlığın yarasın
Derman sunan eller gibi
Ruhun barış ile yansın
Gönlünde sevgi kaynasın
Yarınlara adın kalsın
Türkü yazan diller gibi
LALELER YURDUNDA
BİR KOCA ÇINAR
- Şerafettin ağbiye
Orada,
çimen ovalarının ortasında
laleler yurdunda
yeşil parklarda
zamanla yarışır bir koca çınar,
Sesi kuşların şakımasıdır, nefesi rüzgar...
Düşlerinde şiirler ballanır
yüreği al aldır laleler gibi
elleri sevgi dokur bütün aleme
gönlüyle yeşertir çölleri,
Dilim dönmez benim,
ellerim becermez
resmetmeye o ruhun güzelliklerini...
Orada,
Gövdesi gurbette
gönlü sılada
bir koca çınar
elleri ekmektedir
elleri kavgada
türküler kadar özlem otağı
sümbüllerce gökçe sevdada
ve laleler gibi anadolu yadigarı,
Dallarında ülkeler konaklar
Şiir söyler kuşlarla, çiçeklerle
Sevdası dansa kaldırır yıldızları...
21 Kasım ‘10
AĞLAMA
Ağlama,
Sen ağlarsan
sel basar ovaları,
Denizler dağlara vurur
Söndürür yıldızları karanlık
Kaybeder gönlümüz içli duyguları...
Ağlama,
Sonrası tufandır,
Gün yitirir tatlı gülümseyişleri
Çağlamaz umut yaşam aşkıyla
Yeşermez geleceğe gürbüz bebeler
Yürekler yara, gönüller zindandır...
14/7/2011
Melbourne
SABAH VARDİYASI
Sabahın o kör karanlıklarında
rüzgarda çırpınan kuru dalların
çırılçıplak soğukluklarında uykulu
günleri aylara, ayları yıllara sürükleyen
yaşam koşusunda insanlar vardır,
Ayakları zincirlidir otobüs duraklarına
tramvay yollarına, tren istasyonlarına,
Ne arabaları ne de bir bisikletleri
belki yeni göçüp gelmişlerdir
birinden uzak diyarların
engin denizlerin ötelerinden,
Belki de yoktur memlekette kimsecikleri,
Tümü de yaşamın zikzaklı akışında sızlayan
hülyalı şarkılarda çalınan sazlardır,
Tümü de çiçekleri burnunda oğlanlar kızlardır.
Seyirtirler aceleyle canavar açlığındaki
kandan servet üreten çarklarla boğuşmaya,
Umutları bulutlu göklere benzer hep
hapsedilmiştir gelecekleri
bir ev ile banka taksitlerine,
Koşarlar sabah karanlığından akşam karanlığına
hiç yitirmeden inançlarını gelecek güzel günlere…
4/12/2010
Melbourne
YANAR TENİ
DAĞLAYARAK
Yürek dediğin bu yara
Kanar dipten ağlayarak
Tutuşup aşkın oduyla
Yanar teni dağlayarak
Halk sevgisinin bedeli
Zindanlarda yanar eli
Gözlerinde sevgi seli
Donar kabuk bağlayarak
Esaretin karasında
Yanar aşkın çırasında
Özgürlük fırtınasında
Konar kalkar çağlayarak
26 Haziran ‘07
Melbourne
GÖZLERİM YOLLARDA KALIRDI
Ejderha gibi kükrerdi
tepemizde günün 24 saati
karı ve boranıyla Ararat dağı,
Yollarda kar kütükleri,
8 ay geceli-gündüzlü ayrılmazdı
aç kurt sürüleri köy çıkışlarından,
Yaşam tecritti gri bir boşlukta,
Bir kıyamet günü sonrasının
cansızlık ve ıssızlığı altındaydı zaman...
Toprak altı yapay mağaralarda
koyunkoyunaaydı insanlarla koyunlar,
Yaşam da tek başınaydı ölüm gibi,
Hayal-meyal belleğimde kalan
eş-dost, insanlar ve tüm varlıklar
bir başka gezeğenin sakinleriydi sanki...
Donmuş bir dünya
ve sızlanışı yaşamın
cansız ortamında buzun, karın,
Hiç yeşermeden kuruyup dökülen
fosilleşmiş umutlar,
Mecelsiz beklenişi baharın,
Ve renkli düşler hasreti yarınlar
umutsuz sancılarıyla debreşip duran…
Ten unuturdu gün ışığını,
Yalnızlık imparatorluğunun tahtı
ayrılmazdı hiç günün bağrından,
Avuçlarda buz yanıkları
yürekte kavruluşu sevda filizinin
yollar beller kapanırdı kardan,
Gözlerim yollarda kalırdı
hiç bir haber gelmezdi yardan...
6 Mart ‘09
Melbourne
UZAR GİDER GECE
Her günüm bir yıldır gittin gideli
Bulunmaz devası gönlüm zedeli
Ayrılık zulmünün budur bedeli
Gözüm yaşı kızıl sel olmadan gel
Uzar gider gece çekilmez günler
Gönlüm dara düşmüş yüreğim inler
Zalimin sözünü muhannet dinler
Son sevda akçesi pul olmadan gel
Yokluktur, çaresi umuda kalmış
Gönlüm bir nafile hülyaya dalmış
Gözümün şavkını karanlık almış
Ağzımda dilim lal olmadan gel
Özlemin köz olup düştü bağrıma
Umar bulunmuyor gönül ağrıma
Ne olur umut sun yürek çağrıma
Mehmed ateşinlen kül olmadan gel
4/6/2011
Melbourne
İŞE GİDİŞ
Yağmur yağardı Blyth sokağında
keskin esen yellerle birlikte,
Yoğun yapraklı ağaçların
altlarına sığınarak giderdi işe
sabahın köründe
gövdesi yorgun
gözleri uykulu,
Sokak boyu sıralanmış evlerin
ışıklı pencerelerinin
ardındaki odalarda
sıcacık bir yatakta
ve cama vuran yağmur melodileriyle
mışıl mışıl uyumanın özlemi
yakıp göğündürürdü içini
gömülerek kuytu kucağına
selvi boylu bir sevgilinin...
MUZAFFER’İN
TABLOSUNDA
NED KELLY
Bizim Köroğlu
gerçek bir kişi miydi
yoksa bir efsane mi?
Ama yaşatıp getirdi onu
günümüze dek
ülkenin ezilenleri,
Yüz yıllar boyu güzelleştirip çoğaltarak,
kendi umudu ve özlemini ona katarak.
Avustralyalı Ned Kelly daha dünkü çocuk,
Ne efsane, ne düş
yani sapa sağlam gerçek kişi
ve yiğit bir döğüşçü.
Çapulcu beylerin bağrında
keskin bir hançer gibi,
Şerif eşkiyasının korkulu düşü...
Ned Kelly isyan demektir
Ned Kelly Avustralya yoksullarının direnci,
Ned Kelly koca bir orman
Ned Kelly tek bir kahraman...
Muzafferin tablosunda dinledim ben bu ezgiyi
Ned Keli ormanlarin eşi,
Ned Kelly bir değil binlerce kişi,
Ned Kelly bir isyan ateşi
'ala çamın, mor meşenin altında
silah çatıp yatmağa'
tıpkı bizim Köroğlu gibi...
Haksızlığa uğrayan mazlumun
onurudur Ned Kelly,
Geleceği karartılan yoksulun
umududur Ned Kelly.
Okaliptüs ormanlarınca derin,
Okaliptüs ağaçlarınca güçlü
Her ağacın altında bir Ned Kelly yatar
Her ağacın gövdesinde bir Ned Kelly,
Bakışları devlet eşkiyasının üstünde
Çapulcu beylerin göğsünde saplı hançeri...
Eylül 2001
Mc KENZİE ŞELALESİNDE
Koalalar
yarı baygın yarı sarhoş uyukluyorlar
okaliptus ağaçlarının dallarında,
Erkek kangurular
sevgilileri uğruna
duello yapıyorlar karşı kıyıda,
Kara taşların suratına çarpan sular
köpürmüş kandan damlalar gibi
kırılıp dökülüyorlar aşağılara…
İnsanlar gidip geliyorlar
karınca katarları gibi
her biri tık nefes
ve ter içinde yağlı bedenleri.
Mc Kenzie şelalesinde
güneş bir alev yumağı tepemde
kurşundan külçe gibi
yığılıp kalmış gövdem
bir gözetleme kayasının üzerinde.
Ne zaman gelmiştim buralara ilkin
yanımda cıvıl cıvıl birileri vardı
kangurulara binmeye can atan,
Onlar yok şimdi yanımda,
O günden bu yana
on yıldan fazla
zaman geçmiş aradan…
Yaralı bir Kaplan gibi bakıyor gözlerim
dipsiz bir derinlikle karşı kızıl kayalara,
Doğduğum köyde de böyle
yalçın kızıl kayalar vardı
ve uçurumlu vadilerinden
coşkun ırmaklar akardı.
Kim bilir şimdi yine o kayalarda
kızıl kanatlı kartallar yaşıyor mu,
Hırçın ırmaklarından öyle
boz bulanık sular çağlayıp taşıyor mu? ..
Kar aklığında dökülüyor su
çarpa çarpa kara taşların suratından,
Yüreğim daralıyor durmaksızın
koca kalabalığın içindeki
dipsiz yalnızlığımdan…
Ekim 2002
GÜZ
Sızım sızım dalda rüzgar
Yerde yaprak sapsarı hüzün,
Sisli uçurumlar saklar geceye yollar
Dökülür dipsiz bir kuyuya elin-yüzün,
Bastırırcasına bir dilim ekmekle açlığını
Okşarcasına çıplaklığını güneş ana
evsiz çocukların ölgün ışınlarıyla,
Bir acı duygulanımdır sarar dört yanı
Depreşir dertler tel tel yürekte,
İşler derinlemesine, savrula, saçıla
ve kanata kanata,
yalnızlık duygusu güzün...
5/ 6/ 2011
Melbourne
BİR YIL SONRA
-tsunami kurbanlarının anısına
Uzatmışım gövdemi sırtüstü
sıcak ve terli kumların üstüne,
Atmışım yaşamın ağır yükünü
bir anlığına omuzlarımdan..
Dalgalar dövüyor kumsalları
başı- sonu bilinmeyen bir hengamede,
Dökülüyor dalgalar
kırılıp köpürerek ayaklarımdan...
Yıldızlar sönük ve seyrek dolanıyorlar gökte,
Ötelerde gemilerin ölgün ışıkları,
Yaşam uzaklaşıp gidiyor dünyadan...
Ve yüzüyor sularda
insanları
hayvanları
derme- çatma barakalarıyla
çeyrek milyonluk koca bir ceset
talan edilmiş emeklerden arta kalan...
Akbabalar dönüyorlar havada,
Washingtonlu
Avrupalı
Tokyolu,
Akbabalar seyir halinde sürekli
kanlı gagalarıyla
kanlı karanlık sularda...
Gece sessiz ve derin
Yok dallarda en ufak bir kıpırtı,
Yalnızca duyduğumuz
koç boynozlu dalgaların uğultusu.
Alıp başını gitmiş toprak
alıp başını dağlar, ormanlar...
Gecenin nabzı yalnızca su...
Dayamışım tabanlarımı suya
Hint okyanusunun kuytu bir kıyısında,
Kollarımda Siamlı bir mor karanfilli,
Saklıyor gözlerini denizden,
Bakamıyor kabarıp gelen dalgalara,
Suları sürekli bulanık görüyor,
Gömemiyor ayaklarını kumlara...
Belli ki
yüreğinde
acılar kabarıyordur sürekli,
Yasını tutuyordur belli
bir yıl önceki
zalim afetin
telef ettiği
onbinlerce kardeşinin...
Kolları uzanmıyor maviye,
Sular süzülmuyor saçlarından,
Elleri kelepçeli boynumda
Kararıyor badem gözleri
baktıkça dalgalardan...
Yapraklar oynamıyor
Etrafta in- cin yok,
Okyanusun homurtusudur
canavar iniltisi gibi derinden duyulan.
Kollarımda
Siamlı bir mor karanfili,
Sular köpürüp dökülüyor ayaklarımdan...
26/12/2005
Bangkok
DOĞA, EMEK VE SEVGİ
Dışındayım bütün kuralların;
Kim
kimin için
ve kimin adına
neyi yasaklarsa yasaklasın,
Kim esenlik sunarsa sunsun
toprağın altında
yaşamı gerçek dünyada
irinli ıstırap koşusuyla sonlananlara...
Takmıyorum beynimi
olur- olmaz boş şeylere,
Özgür kuşlarla birlikteyim
altında mavi göğün
yeşil yazının üstünde.
Çıkartıp kalbimi kanata kanata
yalımlanan bir bayrak gibi
çekiyorum göndere,
Ve yıldırımlı bir ok gibi
fırlatıyorum uzayın derinliklerine...
Dışındayım bütün yasakların
Tükürüp geçiyorum karanlıklara,
Ellerim gönül türküsü doğanın
Gözlerim renkli bir büyüteç
güzelliklerden öte yarınlara,
Sevda kasırgaları patlar kalbimde
Meydan okur sesim kutsallıklara...
Söküp attım her şeyi beynimden
doğa
emek
ve sevgiden başka,
Ayıbını- ahlakını tüm zamanların
yasasını- töresini tüm düzenlerin
ateşledim fitilini bilim fenerinin
geceden kurtulup, ermek için sabaha...
Nisan 2003
Melbourne
BEN ONUN GEÇMİŞİYİM
O BENİM GELECEĞİM
Başı
göklerde kızıl gagalı
bir toros kartalı
benim yiğidim.
Yakalayıp kavganın
kan köpüren ateşten nabzın
söyler sevdasınca destanını,
Gözleri tan kızıltısıdır
yüreği yenilmez tufan bombası
vurur emek düşmanlarını ta can evinden
yırtar perdesini kölece korkaklıkların,
Elleri ellerimdir onun yüreği yüreğim..
Çırpınır serinde bir meltemli deniz
Mekanı yuvası kavga meydanı
Gönlü yarınlara çağlar
yarınlara yanar gözleri,
Ben kanayan geçmişiyim onun
alaca karanlığında kutsal kavgamızın
o benim ışıklı geleceğim...
9/10/2011
Melbourne
GÜL AYDINLIĞI
Bir gonca gül ürpertisi
sabahın alaca karanlığında
bir sızlanışın ritimlerini
çağrıştırır geçmiş günlerden,
Kor bir yangıdır yokluğu sinede
kanayan avuçlarda sızlarcasına
ateşi düşer yüreğin tenine
başlayıp bitmeyen gecelerden…
Bir tomurcuk gül uyanışı
yarının başlangıç noktasında
daha kurşun sığınağıyken zaman,
Geceyle gün arası
bir kavgadır bizi yarınlara taşıyan,
Karasında gözlerin ışıldar
gül açımı güzelliğinde,
Gün vurmasa da henüz ufuklara
gülümser bir kızıl gül aydınlığı
Işıl ışıl, karanlıklar ortasından...
10/6/2007
Melbourne
YOKLUĞUN KARARTMASIN
DÜŞLERİMLE BÜYÜTTÜĞÜM
AL AYDINLIK SABAHLARIMI
Senden uzak günlerimde
yol almaz gemilerim sevda koylarına
sıcak sularında yakomozlu tropical denizlerin,
Keskin güney yelleriyle
kanatılır karanfil dokunuşları
esrik ve sıcak, yabanıl ve ürkek duygularımın.
Bilmemki nasıl anlatmalı
bu on yeri on açmazlık yumağı olan
ve on yerinden on hançer yarası tomuran,
derin ve içli
ve de hesapsız-kitapsız çırpınışlarını
sonu gelmez,
deva bulmaz
ve yelken indirmez yürek atışlarımın.
Döküleydi günler önümüze
esrik bir romans görünümünde
yanıp tutuşarak,
Ay dolanaydı loş bir rüya gibi
bir uçtan ötekine gecelerimizi tül ışınlarla
bir yaz akşamındaki
sevgililer gibi
sessizce sarılarak…
Ya da yalnız ve hüzünlü bir bozkır atlısınca
çatal yürek tatlı yorgunluk altında
uyurken biz serin bir güz gecesinde,
Sabahın cıvıltılarıyla karışmalıydı
lirik bir şarkı gibi düşlerimiz,
Doğa uyanırken yeni bir hareket mahşerine
karanlıklardan uzak
kollarımızda yükselmeliydi
şafağın gül yüzlü seherinde
mutluluk abidesi gökdelenler gibi
sonu gelmez sevinişlerimiz…
Senden uzak günlerimde
göğermez çimenler şehrimin bahçelerinde
Ve sararır bozkır hüzünlenişleriyle
ovalar, tepeler, bayırlar
Zıplamaz kangurular,
koala böğürtüleri sensiz gecelerimin bir yerlerinde
ve kukubara kahkahaları
bölmez serin akşamlarımızı kızarırken ufuklar
ağır bir günün bitişinin kutlanışı gibi
sıcak Şubat günlerinde.
Oysa çisil çisil ıslatmalıydı
silik düşler yaddigarı dağınık saçlarımızı
tan yeri ağarırken başlayan
sıcak yaz ağlayışları sevdalı bulutların,
Yeşil göğe ağmalıydı,
sular ayna gibi duru ve serin,
Yaşamın coşmasıdır bu kızıl karanfillim,
önü hiç alınamayan
ve sevdayla yoğrulup taşmasıdır
doğanın bütün güzelliklerinin…
Fakat kesildi akıntısı suların
esmedi yürekte sevgi meltemleri bir daha,
Kim bilir hangi öfke durağında takılıp kaldı
mutluluğu döşeyecek olan yolun düşleri
nasıl bir hiddetle koparılıp atıldı
gönülde açılmayı bekleyen güllerin
altın başlı bebeklerce gülüşleri
bir kara yüzlü gecenin köründe,
Sen hangi renk
tohumu ekersen ek
sevgi tapınağı göğüslerine,
Ben hep bahar sabahları gibi doğacağım
ayrılık ve ölüme inat, ışık saçan gözlerinde.
29/5/’09
TOPLUMSAL EŞKİYA UZLAŞMAZLIĞI
Yüreğimde
kocaman ve kaskatı
bir eşkiya uzlaşmazlığı büyüyor durmadan,
iki yüzlü ve namert yasaların
kanlı egemenliği altında inlemekte yaşam
ve gözbebeklerimiz kanıyor hergün hergün
zulmün küstahlığına tanık olmaktan...
Dil karanlıkta tutsak
beyinler mistik masalların kıskacında
bahçeler unuttu rengini çocuk şarkılarının
rehin verildi ekmek soyguncuya
kuzu kurda emanet,
Zafer zırıltısıyla kesiyor nefesimizi
Yavuz artığı yeni yetme halife bozuntuları
milliyetçi pezevenkler servet biriktirmekte
çocuklarımızın ölümleri üzerinden.
Düşüncesi beyinde kanser yarası
sancısı yürekte paslı hançer kanaması
talancı haydutluğuna başkaldırı ürkekliğinin
ve kanıyor sokaklarımız polis zulmünden...
Yaşamın suyunu kurutuyor gergedanlar
Uçan kuşa
esen yele
ve düşünen beyne
tuzak kuruyorlar,
Sultan diye salıyorlar
insanlığın içine keneleri bitleri,
Bin yıllık karanlık inlerinden
çıkartarak örümcekli kafalarını
banka sermayesi ve üfürük felsefesinin
hokkabaz temsilcileri...
Yüreğimde kaskatı ve kocaman
bir eşkiya uzlaşmazlığı büyüyor durmadan,
Ayağa kalkın isyankar duygularım
yakın asalakları kızıl alazında
kutsal özgürlük kavgasının,
Tufan kalabalıklarınca dökülün sokağa
bir kocaman yumruk gibi sıkılsın öfkeniz
yepyeni bir gün doğsun şafağınızdan...
14/7/2013
YAR YOLUNDA
YÜREK KANATTIM
Boşuna dolaştım ben bu dünyada
Saraylar yükseltip hasırda yattım
Ektiğim sele gitti
Biçtiğim yele gitti
Sevdiğim ele gitti
Elem gerçek oldu mutluluk yalan,
Yıkılıp kaldım karasında dünyanın
virane bekçilerince geceyi sayan...
Yatağım taştı benim
Yemeğim aştı benim
Tüm işim yaştı benim
Şansım düşman olup kesti yolumu
Belalı başımın mahkumu oldum
Dostlar kırdı kanadımı, kolumu...
Sevdayla uyanıp mor sabahlara
Yar yolunda her gün yürek kanattım
30/5/2013
GELECEK DÜŞÜ
Sevgiyle başlamakta günümüz
Umut doluyor yüreklerimize
Kahırlı yüzlere dönüştü dünümüz
Muştularla gelecek yarınlar bize
Banka domuzları tarihte kalacak
Nesli tükenecek leş kargalarının
Sabahımızdan silinip yok olacak
Karanlık yüzleri borsa çakallarının
Ak ve pak anaların sütü kadar
Yeni bir yaşamda ışır alnımız
Çıkıp karanlıktan gürbüz çocuklar
Aydınlanır tümden ufuklarımız
9/7/2013
DOSTLUK
Dostun gönlü dostlar için okuldur,
Okursun okursun bitiremezsin
Dostluk anlayana bitmeyen yoldur
Yürüyüp de sonun getiremezsin
Dostluk bir sevdadır anlayan için
Dostlukla bağrını dağlayan için
Gün gelip durulmaz çağlayan için
Dosta yüreğini yetiremezsin
Dostluk bir denizdir derin mi derin
Dostun sinesinde çarpar yüreğin
Dost için tutuşup yanar ellerin
Gövdeni sürüyüp götüremezsin
8/5/2013
BİNLERCE HANÇER
ÜŞÜREREK YÜREĞİME
- M.Suphi, E. Nejat ve Deniz’e
Sizleri bırakmak zorunda kalırdım
yaşam yolunun
barikatlı noktalarının birinde
acınız yüreğimi kezzap gibi dağlardı,
Tırpanlardım duygularımı
yeşil yoncalarca
uzatıp güneşin altına
gözlerim kendi içine döner ağlardı...
Yer demirdi tümden, gök bakır
Ensemde alev kusan kara namlular,
Sağırdı kulakları yedi alem dört ufkun
ve sabahın alnında kan gölekleri,
Kalkmazdı göklerimizden karanlıklar...
Keskin bıçak ağzıydı
evimizin sobetinde yıllar
dil susar, gönül yanardı,
Kemirirdi beynimizi kibrin öfkesi
gülücükler hapsolurdu içimizin karanlığına
iki ayrı dünya dönerdi başımızda
kin boyatar, sevda kanardı...
Geçmedi acıları
çekip giden onca yıllara karşın
ve ürpertileri o günleri anımsayışın
binlerce kara hançer üşürerek yüreğime,
Ve sizler şimdi bile
hep o günlerdeki gibi
pembe yanaklarınızdaki
gülücüklerle birlikte
minik minik bakarsınız gözlerime...
Artık gün dolandı yaşamın ufuklarını
Karakuşlar gibi çöküyor akşamlar
deva bulmaz acılarımızın üstüne,
Boy verdi o ilk tomurcuklar
türkü türkü yaşamın sinesinde...
Ama sen daha
Siamlı mor karanfilin tomurcuğu
badi badi yeni düştün yollara,
Badem gözlerinde yeni ışıyor gün
ve ben senin özlemini
hiç bir zaman köz gibi düşürmeyeceğim
ağlayan yüreğimin gözbebeklerine,
Destanlara dökmeyeceğim
gönlümün çığlıklarını,
ve bir daha
asla uzatmayacağım ellerimi
yeni çiçekler için gönül bahçelerine...
10/2/2013
Mehmed SarıKayıt Tarihi : 24.2.2005 14:23:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmed Sarı](https://www.antoloji.com/i/siir/2005/02/24/pasifik-gunesi-dosya.jpg)
Tebrik ediyor saygılarımı sunuyorum.
çığlık çığlığa
kanata kanata
turunç ve püren kokularıyla
sarhoş kıyılarına Akdenizin.
Yokluğun korlanır bağrımda
özlemin hançerler yüreğimi,
Ömrümde
iki güzele
ağladım yalnızca,
Ömrümde
iki sevgiliyi özledim hep,
Bir Akdenizi
Pasifik güneşi,
ve bir de seni...
Çok harika dostum.Şu final var ya mükemmel yansıtmış yüreğinizin sesini kutlarım.Saygı ile...
olmuş...
Kaleminiz susmasın. Tebrikler sayın Sarı.
belki de ayni anda
bir senlikte gordum seni.
Mavi atlas ustune islenmis
efsunlu bir resme benziyordun,
Sere serpe uzanmis sularin ustune
ask tanricasi Venuse benziyordun
....................kalemin daim olsun üsdat.selam ve dua ile.
ciglik cigliga
..........kanata kanata
Turunc ve puren kokulariyla
sarhos kiyilarina Akdenizin.
Hasretin oyar gozlerimi
gozlerin hancerler yuregimi,
Omrumde
.........iki guzele
................agladim yalnizca
Omrumde
iki sevgiliyi ozledim hep,
Bir Akdenizi
.........Pasifik gunesi,
.......................bir de seni...
Çok özel bir çalışma. Uzun ama sıkıcı değil. Kutluyorum kaleminizi ve yüreğinizi. Saygı ve sevgiler
TÜM YORUMLAR (13)