Parmak Çocuk(8) Şiiri - İsmet Barlıoğlu

İsmet Barlıoğlu
1529

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Parmak Çocuk(8)

Makineyle yazı yazdığı bir sırada atlayıp masasına konması Ferhat Dede ‘ye dünyaları bağışladı. Kuşu, bir kuş olarak değil, bir küçük çocuk olarak pekilenmiş gibiydi. Onunla muhatap olabilmek için sanki çocuklaşması gerektiğini sanmaktaydı.
- Cacik cacik cacik… Diyordu. Bacik bacik bacik. Sen benim masama mı geldin Parmak Çocuk? .. Küçük çocuk… Mavi çocuk… Kuş yavrusu… Yavrunun kuşu…
Yakınlaşmıştı, yanaşmıştı, makinenin önüne önüne gelebilmişti. Metalik gövdeden yana çıkmış olan şaryodaki kağıtla ilgilenmekteydi. İki ayağının üstüne dikilmekte ve kaçmaya-uçmaya bile gerek görmeden gagasıyla kağıdın yanlarından yanlarından küçük küçük koparmaktaydı.
Ferhat Dede başını öne eğip sesini yalancıktan sertleştirerek:
- Hey ne yapıyorsun sen? Koparma kağıdımın yanlarını…
Diye seslendi. Parmak Çocuk kağıdı bırakıp bir koşu makinenin arkasına kaçtı ve merdaneye sarılı olup bir kesimi yukarı kalkık duran kağıdın arkasında görünmez oldu. Fakat bu saklanış birkaç saniye bile sürmedi. Yeniden yürüdü, yeniden ortaya çıktı. Alttan yukarı dikildi ve Ferhat Dede ‘ye meydan okurcasına üst üste birkaç kere cik çekti. Sonra, merdaneye sarılı kağıdın yanlarını gagasıyla çekip çekip koparmak hakkıymış gibi yeniden işe koyuldu.
Parmak Çocuk ‘un bu kafa tutuşu ve kağıdı koparmaktaki inadı yaşlı adamı kahkahalara boğdu ve Ferhat Dede odadan sofaya doğru seslenmeye başladı:
- Heeey Hanııım… Gel biraaaz… Çabuk geeeel…
Odanın açık kapısında görünen Perişan Nine heyecan içindeydi:
- Hayrola bey? .. Ne var? .. Ne oldu? ..
- Korkma korkma. Yok bir şey. Ne yaptı Parmak Çocuk, biliyor musun? Önce makinemle ilgilendi. Sağını-solunu özenle inceledi Sonra kağıdın şu yanını gagasıyla küçük küçük koparmaya başladı. Engellemek için kızar gibi davrandım. Kaçtı, makinenin arkasına saklandı. Hemen sonra dışarı çıktı. Aman nasıl bir diklendi, aman nasıl bir meydan okudu, şaşarsın. Bayağı kafa tuttu bana ve yine kağıdını koparmaya girişti.
Ferhat Dede, merdaneden çekip aldığı kağıdı karısına gösterdi. Kağıdın bir yanı boydan boya minik minik kırpılıp kopartılmıştı ve gaganın koparıp aldığı yerler yukarıdan aşağı bir dantelayı andırmaktaydı. Dede, parmağının ucunu bu kırpıntıların bir kesimine doğru uzatarak:
- Şuraya bak, Allah aşkına. Dedi. Şurası benim profilimi andırıyor mu?
Perişan Nine güldü:
- Yanı-yöresi kırpılmış kağıtlar, yel üstündeki bulutlar gibidir. Neyi dilersen ona benzerler.
- Yok yok, gerçekten bana benziyor, görmüyor musun?
- Sen o sayfayı çıkar ve anı olarak sakla. Eğlenceyi buldun nasıl olsa.
Ferhat Dede dayanamayıp yerinden kalktı. Ruhunun derinliklerinden fırlayan sevinçli, şaşkın, kıvançlı bir çocuk odaya atlamıştı ve sofaya doğru koşmaktaydı. Nine ‘yi mutfakta bir şeyler yıkamaya çalışırken buldu.
- Perişan… Diye haykırdı. Buldum buldum…
- Neyi buldun Allah aşlına? Hamam tasının su dolu kurnada yüzdüğünü görüp suyun kaldırma gücünü bulan ve hamamdan “Buldum… Buldum…” diye fırlayan Arşimed gibi?
- Evet evet, tıpkı Arşimed gibi. Ama ben suyun kaldırma gücünü değil, kilim üstündeki sigara izmaritinin nedenini buldum.
- Bulmana ne gerek vardı? Ben biliyorum: Dalgınlığına gelmiş ve izmariti yere atmışsın. Neredeyse ahşap evi yakıp kül edecek ve bizi evsiz-barksız bırakacaktın.
- Öyle şey yaptığım olmuş muydu hiç? Ben özenli insanım. İzmaritimi söndürmeden bırakmam. Çok gerekirse küllüğümü yanımda taşırım.
- Peki ama ne diyeceksin bakalım?
- Bulduğum da oydu. Sönmüş izmariti küllükten alıp masadan aşağı atan Parmak Çocuk ‘muş.
- Neden yapsın ki?
- Anlayamadın mı? Kuşta yuvasını temizleme içgüdüsü var. Sen bir kadın olarak evini nasıl temizliyor, fazlalıkları nasıl çöpe atıyorsan, o da bir dişi kuş olarak aynısını yapıyor. Fazlalık saydığı şeyleri yere atıyor.
- Deneyelim öyleyse, atsın izmaritleri görelim.
Denediler, gördüler. Parmak Çocuk, küllükte izmarit bulunmasını hazmedemiyor, gagasıyla yakaladığını sürüp götürüp masadan aşağı atıyor, attıktan sonra da arkasından bakıp yerini bulup bulmadığını kontrol ediyordu. Onun bu davranışı, Ferhat Dede ‘yi küllükte izmarit bırakmamaya yöneltti. Gözlemledikçe yeni ve güzel tutumlarını sezmeye, bulmaya başladı. Küçük kuş, davranışları yönünden sineklere benziyordu. Kovuldukça geliyordu. Ferhat Dede, onun bir ara perdenin saçaklarını gagasıyla çekip koparmaya çalıştığı bir sırada, “Yapma, etme” anlamında uzun bir “Hiiiişt…” çekti ve çekince de bu sözcüğün Parmak Çocuk yönünden “Gel” anlamında pekilendiğini gördü, öğrendi. Kuş bununla da kalmıyor, “Gel gel gel…” i, “Git git git…” anlıyordu. Yaşlı adam o yaşında bunları öğrendi ve bunları kullanmaya başladı.
Makineyi masadan kaldırmıştı. Başını eğiyor, çenesini bomboş masaya yaslıyor, sağ elinin işaret parmağını masaya vurarak “Gel gel gel…” yapıyor, Parmak Çocuk ‘un minicik adımlarla kayarcasına koşarak kendisine doğru geldiğini, gagasını dudaklarına değdirdiğini görüyor, parmağının ucunu masaya vura vura ona doğru yürütüp “Git git git…” diyor, kuşun geri geri kaçtığını gözlemliyor, bunu yineledikçe yineliyordu. İletişimden kendisi de Parmak Çocuk da hoşlanmışlar ve bunu bir oyun haline sokmuşlardı.
Ferhat Dede ‘nin sözlüğü yeni yeni sözcüklerle dolmaktaydı:
- Hiiiş… Parmak Çocuk… Nerdesin, hiiişt…
- Gel kuşum, gel gel kuşum…
- Parmak Çocuk, cicik çocuk… Cacik cacik cacik, cicik cicik cicik…
- Sen Parmak Çocuk, ben Ferhat… Ferhat… Ferhat… Haydi kuşum “Ferhat” de…
- Bak cicik, cacik, bu “Su”… Bu “Mama”… “Su, mama…”
Ele gelmiyor, parmağa konmuyor ama el-mel değdirmeden masaya çene yaslanıp ağızla çiğnenmiş ekmek verildiğinde büyük bir güvenle yanaşıp yiyordu. Daha sonra Perişan Nine ‘nin ağzından da yem yemeğe başladı. Omuzlara konmakta, kola konup dudaklara yanaştırıldığında yem yemekte, oyun oynamak istediğinde; masaya rastgele bırakılmış bir elin parmaklarını ısırıp afacan afacan kaçmakta, oyunu anında “Gel gel gel…”, “Git git git…”, “Gıdı gıdı gıdı…” ya bağlamakta, her gelişinde gagasını öptürmekteydi. Yokluğunda Perişan Nine ‘yi aradığı ve bulamayınca huzursuzlandığı halde, tüm sevgisini, tüm ilgisini Ferhat Dede ‘ye bağlamıştı.
Ferhat Dede dolaptan bir şeyler almaya çalışırken onun çıplak topuğunu hafifçe ısırdığını, yürüdükçe arkasından yürüdüğünü, koştukça kanat çırpmaksızın arkasından koştuğunu fark ettiği gün, Karun ‘un hazinelerini bulmuş kadar sevindi. Sonraki günlerde, işini-gücünü bıraktı, salt arkasından yürütmek için evin her yanında gezinmeye koyuldu.
Geliyordu ve minicik bir köpeği andırmaktaydı. Kendisi neredeyse o oradaydı. Özenli adım atmayı, bastığı yere dikkat etmeyi, yeri görüp belirlemeden ayak basmamayı yaşamında ilk kez bir kuştan öğrenmişti. Bunu unuttuğu, adımını yanlış attığı anda Parmak Çocuk ‘u ezebileceğinin bilincindeydi ve yine tüm yaşamında ilk kez attığı adıma, bastığı yere dikkat etmesi gerektiğini eşine söylemekte, rica etmekte, bu konuda onu uyarmaktaydı.
Bir minicik mavi kuş, iki yaşlı-başlı insana, rastgele kapı-pencere açmamayı, salt kendileri için yaşamamayı, salt kendilerini düşünmemeyi öğretmişti.
Kafesinin anahtarı Parmak Çocuk ‘un belindeydi. Ve; kafes, onun için bir yemlikten. bir pınardan, bir yatak odasından başka şey değildi. Günü masada ve yerlerde geçmekteydi.
Bir akşam yemeğinde kafesin üstünden atlayıp masaya indi ve Ferhat Dede ‘nin tabağından pirinç pilavı yemeğe başladı. Dağıtıcı, bozucu, dökücü, kirletici değildi, insana şaşkınlıklar verecek ölçüde kibardı. Porselen tabağın yanına konuyor, büyük bir oburlukla yağlı pirinç pilavını tane tane yiyor, doyduktan hemen sonra “Haydi size afiyet olsun” dercesine masadan ayrılıyordu. Kendisini masaya öylesine ortak etmişti ki; her pilav pişirildiğinde, kendi pilavının bir çay tabağı içinde önüne koyulması zorunda kalındı. Hakkının hak olduğuna inanıyor, verildiği kadarını pekileniyor, son pirinç tanesine kadar tüketiyor ve kafesine dönüp gagasını tellerde temizledikten sonra suluğundan suyunu içiyordu. Alışmıştı. Yemek masası hazırlanmasından hoşlanıyor, tabak-bardak, çatal-kaşık seslerini tanıyor ve onlarla birlikte masadaki yerini alıyordu.
Evde artık iki kişi değil, üç kişiydiler. Varlığı belliydi, soluğu belliydi, sevdikleri-sevmedikleri belliydi. Ferhat Dede ‘nin ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olmuştu. Kafesine dönmeden işemiyor, işemeden kafesinden çıkmıyordu. Kendisi uyanıkken kimsenin uyumasına katlanamıyordu. Ferhat Dede onun bu özelliğini, bir sabah yatak odasında ağzının bir gagayla öpülmesi üzerine uyandığında ve Parmak Çocuk ‘u yastığında bulduğunda anladı.
Tüyleri beyaz kar tanecikleriyle süslü parlak mavi kuş yanındaydı. Gagasıyla dudaklarını acıtmadan ısırmakta, bazen alt, bazen üst dudağını gagasının arasına almakta, uyandırmaya yetmeyince; gagasını ağzına sokmakta, sonuç alamayınca; gagasıyla burnunun bir kanadını acıtacak ölçüde ısırıp çekmekteydi. “Haydi gidelim” der gibiydi. Zira; uyandırır uyandırmaz yere atlıyor, minicik adımlarla kafesinin bulunduğu odaya doğru yürüyor, gelinip gelinmediğini anlamak istercesine arada bir dönüp geriye bakıyordu. Ferhat Dede, onun, kafesteki örtünün altından nasıl sıyrıldığını, kapalı oda kapısının, halı-kilim sürütmemesi için bir parmak enine kesilmiş altından nasıl çıktığını bilemiyor, ancak Parmak Çocuk ‘un yassıla yassıla çıktığına olasılık tanıyıp kendisine gelmek için gösterdiği o sevgiye, katlandığı o sıkıntıya hayranlık duymaktan kendini alamıyordu.
Her ne zaman tuvalete gereksindiği için banyoya girse; Parmak Çocuk kesinlikle yanında ve kesinlikle ayaklarının altındaydı. Kendisi içeri alınmadan kapı kapatıldığında; huysuzlanıyor, ciklemelerini değiştirip cak cak ötüyor, kapıyı gagalıyordu. İçeri her alındığında sakindi, uysaldı, sabırlıydı. Klozetteki Ferhat Dede ‘nin ayakları dibindeydi, yönünü onun yönüne uyduruyor, o işini bitirip kalkmadan yerinden ayrılmıyor, sesini çıkarmıyordu.
- Gel bakalım Parmak Çocuk, lavaboda bir de ellerimizi yıkayalım, sonra çıkalım.
Anlar gibiydi. Ellerin yıkanıp kurulanmasını öylece beklemekte, birlikte girdiği banyodan Ferhat Dede ‘yle birlikte çıkmaktaydı.
Birbirlerine doyamayan iki sevgiliye benziyorlardı. Günleri, saatler, dakikaları, saniyeleri ayrı geçmiyordu. Kanatları olduğu ve uçabildiği halde, masaya her oturuşunda Ferhat Dede ‘nin ayağının üstüne atlıyor, onun, ayağıyla kendisini biraz yukarı kaldırmasından, sonra elinin üstüne almasından ve daha sonra masaya yavaşça atlatıp “Gel gel gel…”, “Git git git…” yapmasından, her “Gel gel gel…” sonunda dudak-gaga öpüşmekten, hiçbir şey yapmayacakmış gibi durup ansızın parmak ısırarak kaçmaktan hoşlanıyordu. Alıp vermeyenlerden, her şeyi başkalarından bekleyenlerden ve “Her şey için teşekkür…” edenlerden değildi. Aldığından fazlasını vermekteydi. Aldığından fazlasını vermekteydi. İçi sevgi doluydu ve sevgisi, dipten yüzeye fıkır fıkır kaynayan arı-duru gözeleri andırmaktaydı. Evin neresinde olursa olsun; Perişan Nine ‘nin yemek masası hazırladığını seziyor, anlıyordu. Çağırmaya gerek bırakmayacak ölçüde hazırdı, duyarlıydı, uysaldı, kibardı. Masanın her hazırlanışında, evin bir üçüncü bireyi olarak kendiliğinden yerini alıyor, kendi tabağından ve tabağa girmeden pilavını yiyor, kendi suyunu kendi tabağından içiyor, masa toplanıncaya kadar kafesinde oyalanıyor ve sonra “Gıdı… Gıdı…” için yine masadaki yerini alıyordu.
Ferhat Dede:
- Şuna bak Allah aşkına Perişan… Demekteydi. Günün hangi saatinde, hangi dakikasında sevgisine, ilgisine, varlığına gereksinsek; vermeye, göstermeye, kanıtlamaya öylece hazır. “Yahu, bugün olmaz; rahatsızım. Keyfim yok. Uykum var. Başka zaman bulamadın mı? ” dediği olmuyor. Canını, ruhunu, aklını-düşüncesini olduğu gibi bana bağlamış bu güzel çocuk, bu tatlı Parmak Çocuk, bu mavi kuş yavrusu.
Yaşlı adam, o yaşında birini, bir başkasını, bir varlığı salt kendi keyfi, salt kendi çıkarı, salt kendi yararı için kullanmaya kalkıştığını düşünüyor, bundan utanıyor ama yapmaktan da kendini alakoyamıyordu. Günün rastgele bir zamanında, rastgele bir dakikasında, kendisini sedire boylu boyunca bırakıyor, yalancıktan uykulara dalıyor, Parmak Çocuk ‘un uçarak yanına gelmesinden, gagasıyla dudaklarını öpmesinden, gagasını dudaklarının arasına sokmasından ve kendisini uykulardan uyandırmak amacıyla burun kanatlarını ısırmasından çok büyük bir zevk alıyordu. Böylesi anlarda, yalancı uykusu bitmek tükenmek bilmemekte ve yerinden ancak, Perişan Nine ‘nin “Yahu üzme Parmak Çocuk ‘u Allah Aşkına.” diye uyarmasından sonra kalkmaktaydı.
Çocuğu yoktu, torunu yoktu, eşinden öte kimi-kimsesi yoktu ama her şeye bedel bir Parmak Çocuk ‘u vardı. Aşırı zorlayıcı nedenler olmadan sokağa çıkmadığı için, taze ekmek olmadığı zamanlarda kahvaltı bile yapmayan yaşlı adam, bayat ekmekleri candan-yürekten pekilenir olmuştu. Evden ayrılacağı zamanlar, Parmak Çocuk huysuzlanıyor, huysuzlaşıyor, cak cak ötüyor, minicik fakat hızlı adımlarla arkasından merdiven başına kadar koşuyor, onun gideceğini, kendisini evde bırakacağını anlıyor, Perişan Nine ‘nin kendisini iki avucu arasına almasına ses çıkarmıyor, “Ferhat Gidiyor.” denerek uzatıldığında, gagasıyla yaşlı adamın dudaklarını öpüyor, o basamaklardan inerken avuç içinde çırpınıyordu.

İsmet Barlıoğlu
Kayıt Tarihi : 14.7.2005 14:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmet Barlıoğlu