Ferhat Dede, kuşçunun öğütlediği kadar bekleyemedi ve haftasının üstüne kafesin üst kapısını dışarıya ve yandaki alt kapısını da geriye açtı.
- Bu bir dünya kuralıdır. Diyordu. Giden gelir, gelen döner, içerideki dışarı çıkmak ve dışarıdaki içeri girmek ister. Bu da çıkmak isteyecek, çıkabildikten sonra dönecektir.
Boşuna beklediler: Parmak Çocuk çıkmadı, fakat çıkabilmek için kendisine bir kapı-pencere arayıp durdu.
Perişan Nine umutsuzdu:
- Kafes teller içinde ve tellerin tümü birbirinin tıpkısı. Telsiz kapıları nasıl bulabilir ki?
Ferhat Dede işi kolaylaştırabilmek için:
- Parmak Çocuk, bak, buralar kapı, buralar açık, buralardan çıkabilirsin. Diyerek telsiz açıklıklardan içeri birkaç kere parmak sokup çıkardıysa da sonuç alamadı.
Gözleri Parmak Çocuk ‘larının üstündeydi ve kuş sürekli olarak kafesini incelemekte, çıkış yolu aramakta, ancak bulup çıkamamaktaydı.
Bulamadığını, göremediğini, sezemediğini sandıkları bir anda, Parmak Çocuk ‘un öce kapı teline gagasıyla tutunup çıktığını ve çıkar çıkmaz sert bir kanat çırpışıyla dışarı fırladığını gördüler.
Oda bir anda alkışlara ve sevinç çığlıklarına boğuluverdi.
- Aferin Parmak Çocuuuuk… Afferiiin… Sana bin maşallah…
Beyaz çiçeklerle süslü mavi kuş yönünü-yerini bulamamıştı. Şaşkın bir biçimde odanın orasına-burasına uçuyor, pervazlanıyor, ivedi kanatlar çırpıyor, dur-durak bilmiyordu. İlk atılışı pencerelere oldu. Sert bir pıtlama sesiyle kafasını camlara vurunca uçup kapının üst pervazına kondu, hızlı hızlı soluklanmaya başladı. Karı-koca yerlerinden deprenmediler, seslenmediler ve üstüne girmediler. Kuş, ikinci atılışta koltuk penceresinin içine kondu. Üçüncü atılışında başka konakları denedi, sonuç alamadı ve kafesin üstüne indi. Küçücük başını aşağı eğip yan tutarak, büyüteçle bakan bir insan gibi yuvasını dıştan incelemeye girişti. Gagasıyla tutuna-yoklaya kafesin sarı tellerini tek tek indi, tek tek tırmandı, tam bir yumuşak iniş yapıp kafesinin yanına indi. Suluğunu camın dışından yokladı. İçmeye çalıştı, başaramadı. Yemliklerini araştırdı, yemek istedi, yiyemedi. Araya araya kafesinin çevresini minicik fakat hızlı adımlarla iki kere dolaştı, yan kapıyı ve birkaç kere sıçradığı halde üst kapıyı bulamadı. Ama yılmadı, aradı, usanmadı yokladı. Sonunda yan kapının alt teline sıçradı ama içeri girmedi. Sadece bakındı ve koşup koltuk penceresinin içine kondu. Anlamaya çalışırcasına, soru sorarcasına üç kere cikledi. Ötmüyor, sözcük söylemiyor, cikliyordu. Zamanı, o gün geceye kadar odayı incelemekle geçti. Masaya, pencere içlerine, çay tabakları içerisinde yemler-sular koydular, aldırmadı, yem yemedi, su içmedi ve geceleyin oda kapısının üst pervazında uyudu.
Ertesi sabah merakla odaya girdiklerinde Parmak Çocuk ‘u kafesinde su içerken buldular.
- Günaydın Parmak Çocuk… İyi uyudun mu kuşum? .. Sen becerdin mi yerine girmesini? .. Sularını mı içiyorsun cicik? .. Cacik, cicik,cicik… Bacik, bicik bicik…
Suyunu içerken, yudum alıp tavuklar gibi başını yukarı kaldırmamakta, gagasını suya batırıp ileri doğru sürmekteydi. Ferhat Dede, kabukları üflemek amacıyla yemliğin birini kafesten almak için elini içeri uzatınca; bundan hoşlanmadığını belirten tepkiler gösterdi ve girişimi sert cikciklerle önledi. El dışarı çekildi, Parmak Çocuk sakinleşti.
Tam yanında bulunduğu anlarda bile, yan kapıyı bulamıyor, kafesin çevresinde bir tam tur yaptıktan sonra bulup kapıya sıçrıyor, her keresinde bunu öyle yapıyor ve dışarıya açıldığında taraça oluşturan üst kapıyı kullanmıyordu. Kafes tavanına asılı ballı yemden hoşlanmıştı. Soru sorulduğunda, söz söylendiğinde, anlamak istercesine iri iri gözlerle bakıyor ve “Cik” diyordu.
Ev bayram havaları içindeydi. İki yaşlının yüzlerinde gül pembesi körpelikler geziniyor, gülümsemelerinde delifişek gençlikler soluk alıp veriyordu. Her ikisi de “Nir isteği olsa da yerine getirsek.” lere soyunmuşlardı. Çaylarında-çorbalarında tad, ekmeklerinde-peynirlerinde lezzetler vardı. Yaşlılığın karlı zirvelerinden inip çocukluğun pembeliklerine sığınmış, sonbaharlardan yeni yeni ilkbaharlara girmişlerdi. Geçmişi soluyan bayat odada rengarenk çiçekler açmış, yemyeşil, körpe çimenler boy atmış, körpe baharların arı-duru suları çiçeklerle süslü kemer köprülerin üstlerinden üstlerinden aşmaya, gökkuşaklarının toz tozakları arasından sıçramaya başlamıştı. Açılan hiçbir çukur kendi toprağıyla bir daha kendini örtemezken, bir küçücük kuş bir büyük boşluğu örtmüş, kapatmış, süslemişti.
- Hani azaltacaktın sigarayı?
- Değme keyfime, Perişan. Bu anda, iki keçisi bulunduğu için burnundan kıl aldırmayan çalımlı köylüler gibiyim.
- O eskidendi akıllım. Şimdi ağıllarının kapılarında otomobiller var.
- Keşke olmasaydı.
- Fena mı?
- Değil mi? Yabancılar bol keseden verdikleri borçla hayvancılığımızı çökertiyorlar.
- Kapısı otomobilli ağılla hayvancılığın çökmesinin ne ilgisi var?
- Yok mudur sanıyorsun? Yabancı bir büyük banka, yerli bir takım aracılar eliyle hayvancılık yapacak insanlarımıza yüz yıl vadeli krediler veriyor.
- Kötülük bunun neresinde?
- Şurasında: Krediyi alabilecek insanın en az yasal rüşt çağında yani en az 18 yaşında bulunması gerekiyor.
- Normal değil mi?
- Düşünsene Perişan: En az 18 yaşında olan bir insanın alacağı kredinin vadesi 118 yaşında bitecek.
- Eee?
- “Eee” si ne canım? Sen hiç 118 ve daha yukarı yaşlara kadar yaşamış insan gördün mü? Yaşı dillere destan belki bir nine veya dede, tümü o kadar işte. Krediyi alabilecek insan yüz yıl sonrasını nasıl olsa yaşayamayacağını bildiğine göre, ne yapacaktır? Hayvancılığı-mayvancılığı bırakıp aldığı parayı keyfine göre tüketecektir ve buna kaştın, kaldırılıp bir yana atılmış olan hayvancılık kalkınmış görünecektir.
- Aaa…
- Yaaa…
- Peki, ya öylesine kredileri almadan yapılan hayvancılık?
- Ciddi bir hayvancılığımız olduğunu sanmıyorum. Zira; bizde, yerleşik bir hayvancılık yani bir ahır hayvancılığı yoktur. Hayvancılığımız gezgin bir hayvancılıktır. Hayvanlarımız otu olan mer ‘alarda, yaylalarda, otlaklarda, bayırlarda, çayırlarda, dağlarda bulabildiklerince otlarlar. Buralarda kontrolsüz çiftleşirler. Bu yüzden et, süt, yağ, yün verimleri bozulur ve azalır, kendileri soysuzlaşırlar. Yabancıların salt domuzların yedirilmesine, semirtilmesine ayırdıkları geniş mısır kuşakları vardır. Ahır hayvancılıklarında ev artıklarını bile hayvansal ürünlere çevirirler ama bizde; ört ki ölem.
Perişan Nine, bulunduğu yerde kıpırdanmamaya ve ses çıkarmamaya özen göstererek hafif bir sesle:
- Hişşşt.. Dedi.
Ferhat Dede, karısının gözleriyle gösterdiği yere bakınca bakışları pırıldadı ve dudaklarına tatlı bir gülümseme oturdu: Parmak Çocuk yerdeydi ve şaşılacak bir yakınlıkla Perişan Nine ‘nin, ayağını içinden çıkarmış olduğu terliklerinden birinin içinde gezinmekteydi.
- Terliğimi inceliyor.
- Kıpırdanma incelesin.
İncelemekle kalmadı, yaşlı kadının ayağının dibine atladı ve çorabının üstünden gagasıyla başparmağını yokladı. Sonra pırpırlayıp kafesinin bulunduğu masaya kondu, yuvasının çevresini dolaşarak yan kapıdan yuvaya girdi ve gagasını yemliklerden birine daldırdı. Seve seve, isteye isteye, doymaya doymaya yem yedi. Yemli gagayı suluğa daldırdı. Suyunu içti, tüneğe sıçrayıp ıslak ağzını tellere sürte sürte temizledi.
Gece geç saatlere kadar oturdular, konuştular, görüştüler. O da onlarla birlikte oturdu, yem yedi, su içti, oynadı, arada bir cikledi ama uyumadı. Daha sonra başını yan yatırıp yatırıp tavandaki elektrik ampulünün ışığına baktı ve cikledi. Perişan Nine, etekleri işlemeli bir örtüyle kapıları açık kafesin üstünü yukarıdan aşağı örtünce sustu ve örtüyü kabullendi.
- Konuşmuyor, söylemiyor ama bakışlarıyla istediklerini pek de güzel anlatıyor.
- Bazen biz de öyle yapmıyor muyuz, hanım? Jestlerle mimikler beyinlerin birer sessiz konuşmasıdır. Beyin, tüm iyi ve kötü duygularını onlarla belirtiyor, dile her zaman el atmıyor. Ben kaşlarımı çatıyorum, sen neden çattığımı, ben gözlerimi belertiyorum, sen neden belerttiğimi, ben gülümsüyorum, sen neden gülümsediğimi, ben dudaklarımı ısırıyorum, sen neden ısırdığımı, ben çene kemiklerimi sıkıyorum, sen neden sıktığımı anlıyorsun.
- Tıpkı bir işitme engellinin bir sahne oyununu izlemesi gibi. Görme engellilerde ise bu böyle değil.
- Yanıldın. Bir görme engelli tanıdığım vardı, sinemaya giderdi.
- İnanamam.
- İnan.
- Onların banknotları, bozuk paraları birbirlerinden ayırabildiklerini, camsız bir saatle zamanı anlayabildiklerini görmüş ve duymuştum ama sinemaya gidebildiklerini görmemiştim, duymamıştım.
- Gidiyordu. Anadan doğma görme engelliydi. Türkan Şoray ‘ı, Belgin Doruk ‘u, Muhterem Nur ‘u, Hülya Koçyiğit ‘i aklında kusursuz güzelleştiriyor, sesinden hareketle Bilal İnci ‘yi, Önder Somer ‘i, Hayati Hamzaoğlu ‘yu çirkinleştiriyordu.
- Görme duyusu ortadan kalkınca hayal gücü gelişiyor olmalı.
- Tek kollu bir adamın iki kollu biri kadar güçlü olabildiğini gözlerimle görmüştüm. İki kolu bulunmayan bir başkasının, bedenindeki tüm gücünü çenelerinde ve dişlerinde topladığına tanık olduğumu unutamıyorum.
- Ben de, kolsuz bir adamın olmayan kolunun ağrıyıp sızlamasından yakındığını işitmiştim. Bedenimizin eksiksiz oluşuna sevinmeliyiz.
- Sevinmeliyiz. Gören gözün değeri zifiri karanlığa saklanmıştır.
- Vakit ilerledi yatsak mı?
- Yatalım hanım, yatalım. İnsan bedeni, gün boyu enerji tüketen bir akümülatör gibidir. Onu; yatarak, dinlenerek şarj etmek gerekir.
- Bir elektrik prizine bağlanmadan şarj edilebilmek çok güzel bir şey.
- Parmak Çocuk da şarj ediyor kendisini bu anda.
- İyi geceler Parmak Çocuk.
- İyi geceler cacik, cicik.
Yataklarına çekildiler. İçecek birer bardak uyku sütü aramadılar. Uykulara konuşa konuşa, el ele, gönül gönüle daldılar ve kendilerini yarattığına inandıklarından sabaha sağ çıkarılmalarını gizli gizli dilediler.
Sabahleyin bir koşu odaya girip örtüyü açtığında Ferhat Dede Parmak Çocuk ‘u kafesinde bulamadı. Üstünden eliyle yoklaya yoklaya dibe serili gazete kağıdının altında mavi kuşu aradı ve açık oda kapısından sofaya doğru seslendi:
- Kız bu kuş yine yerinde yok.
Odaya sesinin yerine Perişan Nine ‘nin kendisi geldi:
- Kafesi baştan başa örtmemiş miydik?
- Örtü yerindeydi, kendi ellerimle açtım.
- Neredesin Parmak Çocuk?
Bir yerlerden uysal bir “Cik” geldi. Birlikte baktılar: Parmak Çocuk koltuk pencerelerinden birinin içindeydi. Sakindi, gözlemleyiciydi ve kendilerine bakmaktaydı.
Perişan Nine:
- Örtünün altından sıyrılıp çıkmış olmalı. Dedi.
Ferhat Dede güldü:
- Daha kim bilir ne hünerler gizli bu küçük ve güzel bedende? Şu kalbime bak, Allah aşkına. Bir yere gidemeyeceğini bile bile nasıl da telaşlandım.
- Telaşa ne gerek var bir kuş için?
- Kendisinden “Bir kuş” diye söz ederek onu küçümseme lütfen. O bir çocuk. O Parmak Çocuk.
- Ve bizim her şeyimiz.
- O bizim bekleyenimiz. Yokluğumuzda ocağımızı tüttürenimiz. Ondan başka bekleyenimiz var mı hanım?
- Ne yazık ki yok, kimsemiz yok.
- Ama ne mutlu ki Parmak Çocuk ‘umuz var.
- Biz sağ olalım ki o da olabilsin.
- Ve o da sağ olabilsin ki bizler olabilelim.
- Değil mi Parmak Çocuk?
Kuş sese canlı canlı baktı ve cikledi. Ferhat Dede:
- Yahu adını pekilendi. Dedi. Şuna bak Allah aşkına.
Küçük kuşun parlak mavi tüyleri,arasına özenli ve düzenli bir biçimde beyaz noktacıklar yağdırılmış mine çiçeklerini andırmaktaydı. Başının maviliğinde yeni yeni beyazlar soluk almaktaydı. Gagasının temizliğine çok düşkündü. Yeri dar geldiğinden olmalı ki; fazla uçmuyor, mini mini adımlarla fakat hızlı hızlı yürümeği yeğliyordu. Uçuşları, kanatlarını belli etmeyen sıçramalar, atlamalar halindeydi. Başı bedeninin her yanına uzanmakta, her noktasına yetişmekteydi. Boyuna tatlı ve süslü bir uzunluk veren kuyruğunun teleklerini gagasıyla başından ta sonuna dek tarıyor, temizliyordu.
Uçtuğunda görülen açılmış kanatlarının altı birbirinden güzel desenlerle süslenmişti. Yukarılardan aşağılara dalış yapmayı seviyordu. Davranışlarının, uçuşlarının ve dalışlarının alkışlanması hoşuna gitmişti. Bağrışmalardan, şaklabanlıklardan hoşlanmaktaydı. Gürültüden, ışıktan rahatsız olmuyordu. Pencereye hükmedebilen kuş seslerine anında yanıtlar veriyordu. Sadece adını değil, Ferhat Dede ile Perişan Nine ‘nin varlıklarını da pekilenmişti. Odada birisi eksik olduğunda onu aradığını ve bulduğunda rahatladığını açıkça belli ediyordu.
Kayıt Tarihi : 14.7.2005 14:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!