) Virgülsüz metinler gibi hayatlarımız, dur duraksız, soluksuz, bir çırpıda tükettiğimiz... Ne kadar uzun olursa olsun ve ne kadar yoğun ya da kıymetli şeyler yaşanırsa yaşansın, hiçbir şey anlamadan geçirdiğimiz yıllar, hiçbir şey anlatamayan kelime yığınlarına dönüşmüştür, fark etmeyiz. Kafiyesiz, uyaksız, hecesiz, vezinsiz şiirler olur kimimizin hayatı… Ölçüsüz ve hoyratça alt alta sıralanmış dizeler vardır -ki her mısra rüzgâra kapılmış yelkenliler gibi savrulup yitmiştir sanki açık denizlerde, ne bir rota ne de dümen vardır kaptanın elinde… Doğduğumuz an kulağımıza fısıldanmaya başlanmış türküleri kâh mırıldanıp kâh haykırarak yol alırız açık denizlerde, kalabalık yalnızlığımızla… istesek de istemesek de, sevsek de sevmesek de, yansak da donsak da, farkında olsak da olmasak da..!
Bir şeyler olur bazen ve yarım nefeslik, bilemedin bir nefeslik bir mola vermek zorunda kalırız, elimizde olmadan ya da olarak, ne fark eder ki? Önemli olan nefes almak! Öyle değil mi? :) Şansı olanlarımız işte bu kısacık an-lar da fark ederler an(lam) sızlığın akıntısında an-lam aramakta olduğunu… Derin bir sessizliğin içinde duydum sandığı seslerin, gördüm dediği kalabalıkların bir hayal olduğunu ve “benim” dediği her şeyin avuçlarından nasılda kayıp gittiğini... Şöyle bir silkinip çeki düzen vermek, hayatında noktalama işaretlerine de yer vermek ve anlamlı cümleler oluşturmak için derin derin nefesler alır, ama sonra yeni bir farkındalık fakat eski alışkanlıklarla, aynı nesirleri yazmaya devam eder çoğunlukla… En içler acısı farkındalıklar ise genelde, hikâyenin bittiğini gösteren o son noktayı koymak üzereyken gerçekleşir, ana fikri olmayan hayatlarımızda...ve uykuda geçen bir ömür için üç nokta bırakırız arkamızda...Üç nokta! “dün”, “bu gün” ve “yarınların” anısına…
Bir dönüş yapsak şimdi tamda bu noktada, örneğin şöyle cümlelerle alsak virajı: “Nedir hayat? ”,” Anlamı nedir? ”...soru işareti giriverir hikâyemize ve o üç noktanın birini takar kuyruğuna, böylece “dün” kalır oracıkta. Sonra kalan iki noktayı üst üste koyup kurduğumuz cümlelerle anlam katarız “bu gün” ve “ yarın’lara”. Gökkuşağının renklerine, gecenin karanlığı ve gündüzün aydınlığını da katarak boyamaya başlarız zamanı… “Bu gün” parmaklarımızın ucunda duran alttaki, “yarın” sa gözümüzün ucunda olan üstteki nokta. Diğer tüm renkler bu ikisinin arasında..!
“Neredeyim ben? ”, “ Kimim? ”, “ Ne yapıyorum? ”, “ Evren nedir? ”,” Yaşam nedir? ” gibi sorularla irdelemeye devam ettiğin de ayrılır kalan iki nokta da birbirinden ve “bu gün” serilir ayaklarının altına, boylu boyunca. İlk kez kendini aynada görmenin şaşkınlığını atmaya başladığında, içinde bulunduğun evreni fark etmenin şaşkınlığı ile dolarsın bu kez… ve an-ı hissetmek; hem mutluluğun hem de hazzın, huzurun hem de heyecanın, dinginliğin hem de coşkunun doruklarında, varlık ve yokluk arasında dolaştırırken ruhunu, sonsuz bir ufka bakmakta olduğunun farkındalığı işler iliklerine. Son nokta hükmünü yitirmiştir artık, ne gam! ”yarın”, “dün” olmaktadır, şu an..!
Üç nokta ile ahenk içinde dans eder yaşarken insan. Kimi bir sanatkârdır; coşkuyla, tutkuyla, aşkla dans eder, kimi dansözdür; görsünler, sevsinler, versinler diye… Kimi korkaktır atlayamaz bir noktadan diğerine; bir o, bir bu noktaya bakarken müzik biter. Kimi açgözlüdür; o nokta senin bu nokta benim diye zıplarken tüm noktaları kaybeder…
Kelimeler, kelimeler, kelimeler… Anlama ve anlatma yolculuğunun yükü ağır, müebbet kürek mahkûmları. Kifayetsiz kalır bazen sırtındaki yükü taşımaya gücü, diğer kıyıda bırakır görülenin, söylenenin, hissedilenin bir kısmını. Bu kıyıdakiler bilmez, bilemez geride kalanları, zaten çoğu zaman, söyleyen bile fark etmez kelimelere yüklediği anlamların ne kadarının karşı kıyılara ulaştığını… Yarım yamalak yap-bozlar gibi sırıtıp durur eksik parçaları bütünün, ancak bir gönül adamı bakmadan da görür eksikliğini bu yükün. İşte o zaman bir parantez açılır ve başka kelimeler koşar yardıma. (Genellikle en içten, en sade, en açık ve anlamlı (ve! ve! ve! en can alıcı) cümleler burada, parantez içinde söylenir. Yazık ki her parantez, kapatılmak zorundadır) . Öylesine gerçek ve net, ve duru, ve samimi, ve sımsıcaktır ki parantez içleri, tadı damağında kalır insanın, bir nokta koymak istemez. Şartsa eğer, illaki lazımsa bir nokta, kesinlikle parantezin dışında kalır… “ Bak, gör, anla, derinden hisset. Şimdi muhitimize geldik, reca ederim kapatalım bu mevzuyu, sende yoluna devam et! ” der gibidir biraz, bu yüzden pek azımız parantez içini dikkate alır, farkında mısınız? ...kim bilir belki bundan sonra daha çok dikkate alırsınız :)
Herkese, hem kaptanı hem tayfası, hem yelkeni, hem direği, hem burnu hem kıçı (hem her şeyi işte daha fazla uzatmayayım) olduğunuz gemiyle iyi yolculuklar; içten, sade, dupduru, ışıl ışıl, sımsıcak, mutluluk ve coşku dolu, bütüne birbirinden güzel renkler ve anlamlar katan, etrafına ışık saçan uzun bir parantez içi diliyorum… Rota sizin rotanız, rehberleriniz aşk ve sevgi (- ki o sizsiniz) , yolunuz aydınlık olsun..!
Şimdi artık yukarda kapattığım parantezi açıyorum, tüm yazdıklarım parantezin dışındaydı :) İşte, kendi cümlelerimizi yazacağımız parantez içi..! (
Songül UçarKayıt Tarihi : 29.3.2011 12:26:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!