Özlem ve Ötesi Şiiri - Turan Orak

Turan Orak
1

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Özlem ve Ötesi

Dostun dosta hisleri azgın sel suları gibidir, önü kesilemez. Ne zaman hislerimize doğaçlama dalarsak, hem avuçlarımızda açan renk renk dostluk güllerinin mis kokularına kaptırırız kendimizi, hem de kâlp ceplerinde biriktirdiğimiz dostluk sohbetlerinin hazzını hissederiz... hissederiz.

Zamansız cümlelerin mutluluklarını damarlarımızda taşırız. Büyüyen özlemlerimizi sabrın ötesine geçeririz. Hislerimiz, sevgiyi kuşanıp o büyüyen özlemleri törpüler... törpüler.

Kimi zaman dost ile, kimi zaman kader ile, kimi zaman yaşanan an ile ve kimi zaman da en sevgili ile hesaplaşmadır aslında yaşanan bekleyişler ve ardı sıra törpülenen özlemler. Ama hep de, bütün bunlarla hesaplaşmadır... hesaplaşmadır.

Bir aşktır bizdeki hisler. Bekleyişlerin alın terleridir büyüttüğümüz hesaplaşmalar. Ne bulunulan mekânın egzotizmi, ne dönüşü olmayan rüzgârın saçlarımızı okşayışı ve ne de kıvrılarak akan Dicle'nin sessiz yürüyüşüdür ruhlarımızı besleyen. Gözlerimizde parıldayan sevgidir... sevgidir.

Tutmaya zorladıkça hislerimizi, mutluluklar daha da sıklaşır nabız atışlarımızda. Tutamayız daha fazla ve doğurur cümleleri dillerimiz bir kalenin burçlarında. Ve sonrası çok sesli bir şiirin içinde, yeni hislere hamil olunur, doğururuz...doğururuz.

Her ayrılıkta bu devran böylece devinir durur. Dost özlemleri bulutlanır kendi içinde kibarca. Yeniden yağdırır yağmurları gözlerimizden. Narin bir çocuk gibi küseriz en sevdiğimize, dostumuza, kadere, zamana, hayata ve hatta kendimize. Yeniden, yeniden...

Korunaklı bir yalnızlık isteriz. Kendimize ait dört duvar. O dört duvarın içinde hem makûm, hem gardiyanızdır. Kendi görüş günümüze de kendimiz gideriz. Tek başına... tek başına.

Görüşme günleri hep yürekten olur, sonu hüzünlü bile olsa. Biliriz ki; bu görüşmelerde yeni yeni vuslatlar olacak en sevgiliye, dostumuza, kadere, zamana, hayata ve hatta kendimize. Ama yürekten yaşanır bütün vuslatlar. Özlem ile beklenir... beklenir.

Turan ORAK
(18.01.2010 BATMAN)

Turan Orak
Kayıt Tarihi : 18.1.2010 20:12:00
ÖNCEKİ ŞİİR
SONRAKİ ŞİİR
Hikayesi:


Saygıdeğer ağabeyim Ahmet TAHSİN'in Batman'ımıza ve Hasankeyf'imize yapmış olduğu bir günlük gezinin ardından kaleme aldığı harika yazının bende uyandırdığı duyguların yansımasıdır... HASAN KEYF VE İKİ DEĞERLİ ŞAİR Sabah erkenden kalkarak banyo yapıp tıraş oluyorum. Güneydoğu Anadolu'da kırk altıncı gün ve her geçen gün daha bir seviyorum her şeyi. Yyirmi beş sene önce memurken de gelmiştim Diyarbakır'a. O zaman da çok hoşlanmıştım; buralar henüz bozulmamış büyük şehirler gibi diye düşünmüştüm. Şimdi yirmi beş yıl sonra çok şükür yine adetiyle, insanlığıyla ve insana saygısıyla bozulmamış bir coğrafya buluyorum. Bu gün Batman'a gideceğim ve orada iki kıymetli şairle buluşacağım; Turan Orak ve Behçet Yani. Her ikisini de Behçet Yani'nin Ankara’da Hayal Şair Kafe de imza gününde tanımıştım. Aralığın dokuzu ve soğuk bir kış günüydü, Sevil Nizamoğulları, Nazlıhan Hasköylü, Zeynep Nilgün, Reşide Sarıkavak, Filiz Kılınç, Ramazan Topoğlu, İsmail Doğan, Cumhur Karaca ve şu an anımsayamadığım pek çok şair arkadaş da gelmişti. Turan Orak'ı zaman zaman Ankara etkinliklerinde görüyorum ama Behcet Yani'yi üç yıldır görmemiştim. Yanımda bir kaç koli kitap var Van'a, yine bir başka sevgili şair dostumuz Orhan Demirtaş'a ulaştırılacak; okul aile birliği başkanı olduğu okulun kütüphanesine konulmak üzere. Bu ulaştırma işini de Turan Orak üstlendi. Dayanışma içinde olmak nasıl güzel bir şey, herkes kendine düşeni yüksünmeden yapıyor, umut dolup yola koyuluyorum. Sabahın erken saatlerinde buluşuyoruz, herkesin yüzünde gülücükler. Turan mayıs ayındaki Gölbaşı etkinliğinden bu yana hiç değişmemiş, Behçet Yani evlenip çocuklanmış ama yüzü değişmemiş, öpüşüp iltifatlar yağdırıyoruz birbirimize. “Bir kahvehanede oturalım.” diyorum “Olmaz.”diyorlar ve otomobilin yönünü Hasan Keyf'e döndürüyoruz. Hasan Keyf Batman'a yirmi beş otuz km mesafede. Sağ kolumuzda Dicle bir görünüp bir kayboluyor, tarlalar buğday ekilmiş, dört parmak kadar da büyümüş; cennet gibi uzanıyor sıradağların sınırına kadar. İnsanın içini ürperten dar vadilerden geçiyoruz, burada yıllardır çekilen özgürlük çilesini ve umut eylemlerinin izlerini hatırlıyoruz. Köklü bir toprak reformu olmadan özgürlük zor diye düşünüyorum, yetmişli yıllardan kalma bir alışkanlıkla. Haklı mıyım, haksız mıyım, düşünmeye vakit bırakmıyor konuşmalar, Köprüyü geçip Hasan Keyf’e girerken ağzım bir karış açık kalıyor. Sanki Kapadokya'dayım, bir peri bacaları eksik; hemen yanında gümüş ışıklar saçarak akan Dicle fazla. Acıkmışız, dostlar da sabah kahvaltısını yapamadılar sayemde. Köprünün bitiminde hemen sağda bir tarafı Dicle’ye bakan lokantanın balkonuna oturuyoruz; içimden yöresel yemekleri var mı ki acep diye geçiriyorum. Ortaya karışık bir büyük tepsi getiriyorlar; pidenin, kebabın yanında birkaç parça da kızartılmış balık. Balık olması beni şaşırtıyor; önce tadını sonra da adını merak ediyorum. Şabot diye bir balıkmış ve Türkçe adı yok; tabi ki olmaz, çünkü bu balıktan Türkiye’nin başka bir yöresinde de yok. Tadı derseniz böyle güzel bir balık yemedim, bu yazımı okuyan şanslı kişilere tavsiye ederim, yolunuz Hasan Keyf'e düşerse, yemek vakti olmasa bile bu balıktan tatmadan geçmeyin. Kaleye doğru yürüyoruz, otoparkın dışında hiç bir şeyden para almıyorlar, yani bir müze parası ödemiyorsunuz. Kültür Bakanlığı en küçük bir ören yerini bile paralı yaparken burayı nasıl yapmamış hayrette kalıyorum; aşağı yukarı beş kilometre kare ören sahası ve tadına doyulmaz Dicle manzaraları. Behçet Yani yörenin tarihi geçmişinden bahsediyor, bu konuda her yerde pek çok döküman bulmak mümkün ama Behçet'in anlattıklarını her yerde bulmak mümkün değil. Kaleye girerken yol üzerindeki güzel minareli caminin hikâyesini anlatıyor: Minare yapan bir usta ve bir kalfa varmış. Kalfa bir gün ustasına “Artık bana ustalık vermelisin ben de kendi minarelerimi yapmalıyım.” demiş. Ustası da “Daha sen usta olamadın, şu karşı mahalleye bir minare de sen başla, eğer benden evvel bitirirsen sana ustalık veririm, eğer ben senden evvel bitirirsem gelir seni minareden atarım.” demiş. Her ikisi de minarelerini yapmaya başlamışlar; usta minaresini bitirip kalfanın bulunduğu yere geldiğinde daha minarenin bitmemiş olduğunu görmüş ve kalfaya seslenmiş: “İn aşağıya seni öldüreceğim, eğer inmezsen ben gelir seni oradan aşağıya atarım.” Kalfa “ Gel at o zaman.” diye minareden seslenmiş. Usta minareye tırmanmış tam şerefeye çıkmış ki, kalfa aşağıda. Hemen öfkeyle aşağıya inmiş ama ne görsün, kalfa bu kez minarenin tepesinde. Meğer ki kalfa minareye iki çıkış merdivenli yapmış. Ustası birinden çıkarken o öbüründen inmiş; o ustası aşağıya inerken de o diğerinden yukarıya çıkmış. Bu duruma şaşıran ustası da kalfanın ustalığını onaylamış. Biz de kalfayı takdir ederek kaleye doğru yürüyoruz. Bir suskunluk oluyor ve Turan Orak'ın: “zordur “alev alev yanan yüreklerdeki yangınları söndürmek “bir cehennem sıcaklığında şiirler yazmak “bir idama cellat olmak kadar zor “kim bilir kaç defa ölümün soğuk yüzüne baktım “kaç defa terkettim kendimi “kaç defa intiharlara aktım “kaç defa kefenledim bedenimi “ dizelerini hatırlıyor ve bu satırların şairine bakıyorum. Sevgisi uzun, saygısı uzun, kendisi uzun bir adam Turan Orak. Bende uyandırdığı yankılardan habersiz yanımız sıra yürüyor. Yarısı düzlenmiş yüksekliği elli metreden fazla dik bir kayanın önüne geliyoruz. Behçet Yani yeniden anlatmaya başlıyor. Burada taş ustası iki kardeş yaşıyorlarmış vakti zamanında. Kimseler tırmanmasın diye taşları düzleştiriyorlarmış. İşin yarısında kardeşlerden birin düşüp ölmüş ve kalan kardeş büyük bir bunalıma girmiş. Mademki ölüm her yerde var, bu kadar tedbire ne gerek var diye düşünmüş ve işi yarım bırakmış. Ben de eşim öldüğünde; işte tüm gördükleri, bildikleri ve öğrendikleri ile gitti; ne gerek var okumaya ve yeni yerleri görmeye diye düşünmüştüm. Demek ki binlerce yıl evvel de ölüm aynı şekilde etkiliyor insanı. Ama bir gün bile yaşayacaksan, tüm bildiklerine ve öğrendiklerine ihtiyaç vardır, diyerek yeniden sarıldım okumaya. Yeniden hayat doldum ve yeni yerlerin keşfine çıktım. Dicle solumuzda böyle devinip akarken; yüzümüzü yalayan rüzgârın bir daha geri dönmesi mümkün değilken, yaşamaktan cayılması nasıl mümkün olur, bunu anlamak zor. Turan Orak yanım sıra yürüyor. Her iki şair de önüme geçmemekte çok dikkatli davranıyorlar. Merdivende, kapıda ve manzaraya bakmakta ilk sıra benim. Tekrar duygu sağanaklarına yakalanıyorum ve Turan'ın bir şiiri daha geliyor aklıma: “hüznün “dökülsün kaygısı nöbetlerin yalnızlıklarından “sigara dumanlarına boğulmasın hayâller “ürkekliği ruhumdaki tutuklu serçe “sıyrılsın korkuların girdaplarından “öksürüklü uykular ölsün artık istiyorum “katil bir gece olsun veremsi sensizliklere “bir yanımda ölü umutları bekletiyorum “bir yanımda “isyân büyütüyorum sessizliklere “ Kapılarda ve merdivenlerde gösterdikleri tevazuyu şiirde göstermiyorlar diye düşünüyorum. Yüzüme sessiz bir gülme yayılıyor. Bu kez uzakta bir noktayı gösteriyor Behcet Yani. Ben üç tarafını görüyorum bulunduğum yerden ve üç yanı da uçurum. Buralarda bir Bey varmış eskiden diye devam ediyor, güzel bir de kızı varmış. Bir de fakir çoban tabii ki. Gönül bu ya, çobana kapılmış Bey'in kızı. Bey köpürmüş. Bir ev yaptırıp kızı buraya hapsetmiş. Çaresiz kalan çoban işte o kayalıklardan kendini atıp ölmüş. Bir an Ferhat’la Şirin'e gidiyorum. Kerem ile Aslı hikâyesini hatırlıyorum, Leyla ile Mecnun’ da da böyle, sevdalı erkekler hikâyenin sonunda ya yanıp ya paralanıyorlar. Bunda bir haksızlık var diye düşünüyorum. Şirin, Ferhat’ın ölümünü hazırlayacak kadar aptal mı? Aslı fistanının düğmelerini kendisi çözseydi Kerem kahredip yanmazdı diye düşünürken; çağdaş yazarlarımızdan dizeler hatırlıyorum Kerem'i aratmayacak; hatta Behçet Yani'nin şiirlerinde bile var: “Bakınca cennet gözlerine “Yıldızların içinde en yıldız “Yeşilin içinde en yeşil “Gülüş gülüş güzelleşen… “Nehirlerin içinde en nehir “Aşkların içinde en aşk “Hasret hasret kabaran! “Bir kuş ki kanat kanat… “Bir çocuk doğuracak gibi oluyorum “Bakınca gözlerine Allah’a yaklaşıyorum “Yoksulluk azalıyor yeryüzünde yüzünün “Bulutlar dağılıyor gülümsemene bak “Cennet gözlerinden sürgün etme beni “ Aklıma Kerem'in, Mecnun 'un, Ferhat'ın da şair olduğu geliyor. Ancak bir şair ölür sevdiğinin uğruna diye düşünüp, şapkamın güneşi gölgelemesine güvenip rahatça kızarıyorum. Batman'a dönerken yol boyu şiirden ve edebiyattan söz ediyoruz. İkinci Yeni'nin Türk okuruna bir şey katmadığında birleşip yok sayıyoruz. Bir süre sonra Hasan Keyf'de yapılacak olan barajın suları yükselecek ve binlerce yıllık tarih sonsuza kadar sular altında kalacak. Böyle bir değerli hazineyi torunlarına taşımayacak olan siyasetçilerin mantığını anlamakta zorlanıyoruz. On bin yıllık bir geçmiş, otuz yıl ömrü olan bir baraj için nasıl feda edilebilir, elektrik enerjisi olarak ülkemize getirisi, turizm getirisinden daha mı büyük. Otuz yıl çalışacak bir elektrik fabrikası için binlerce yıl daha yaşayacak ve dünya mirası olacak nitelikteki tarihi kalıntılar sonsuza kadar nasıl yok edilebilir. Bu yok ediş mantığı Japonya'ya atılan atom bombasına emir veren mantıkla eş değerdedir. Batman'da Broka Sanat Kafe'de oturup çayları yudumlarken ortak dostumuz Reşide Sarıkavak'ın burada yapmış olduğu etkinliği konuşup kulaklarını çınlatıyoruz. Tekrar buluşmak için sözleştikten sonra ben Silvan’a dönmek için yola koyuluyorum; içim dışım, koynum ve gögüs cebim de dostluk dolu. Her iki şaire sevgim baki. Ahmet Tahsin

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Mustafa Yılmaz İsmailoğlu
    Mustafa Yılmaz İsmailoğlu

    Gönül dostum; Çok çok güzel.Gönlüne sağlık. Kutlarım. Selamlar...

    Cevap Yaz
  • Osman Erdoğmuş
    Osman Erdoğmuş

    Doğum gününüz münasebeti ile uğradığım sayfanızda,
    Bu güzel çalışma ile karşılaştım.
    Tebrik ederim

    Yaşayacaklarınız,
    Yaşadıklarınızdan daha renkli,
    Daha hareketli,
    daha bereketli
    Geçmesi temennisi ile Doğum gününüzü tebrik eder
    Sağlık
    Afiyet
    Başarı dolu bir ömür
    Yüce Rabbimden niyaz ederim

    Osman ERDOĞMUŞ
    SAKARYA

    Cevap Yaz
  • Nurettin Aksoylu
    Nurettin Aksoylu

    Yüreğin özündeki sınırları zorlayan duyguların kara kalem üzerinde beyaz yapraklar üzerine harikulade aksi ....anlam ve anlatım bakımından mükemmeliyet ......Kutlarım Şairini...

    Cevap Yaz
  • Alaaddin Uygun
    Alaaddin Uygun

    sağolasın dost yürek

    Cevap Yaz
  • Lemide Çakır
    Lemide Çakır

    çok hoş ve farklı bir şiir..çok beğendim..akıcı ,şiir tadında...Tebrik ediyorum
    +10 puan

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (12)

Turan Orak