Düğümlenmiş hıçkırıksın boğazımda
Haykıramadığım adın geldikçe aklıma
Kalp atışlarımda hayat olsan da….
Yokluğun acı veren,en söylenmez hecem..
Başkentte yaşayan bir Ankaralı olarak bazen bu şehir neden bu kadar gri diye düşünürüm. Ülkemin başkentinde yaşamanın avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı olduğunu da.
Büyük şehirlerde yaşamak insanı doğadan uzaklaştırıp, robotlaştırıyor. Her sabah kalkıp rutine bağlanmış gününüzü sırasıyla yaşamak zorundasınız.Trafik, koşturmaca,insan kalabalığı.
Bu görüntülere o kadar alışmışsınızdır ki ne olduğunu, nedenini düşünmeden, akıntının içinde sürüklenen ağaç dalları gibi kapılıp gidersiniz.
Her sabah kalktığımda güneşi görmek, derin bir soluk almak için penceremi açarım. Aldığım o solukla birlikte temiz hava çektiğimi düşünmeyin. Sadece kendimi kandırıyorum. Ağaçsızlıktan, egzoz gazlarından nasibini almış kentimiz, şu sıralarda doğal gaza yapılan zamlarla birlikte, seçmenlerin bol miktarda bulunca yaktığı kalitesiz kömürlerle iyice kirlenmiş durumda. Durum böyle olunca da haliyle “güne merhaba” demek için aldığım soluk, nefes borumu sızlatıyor. Daha iyisi olmadığından alışkanlığımdan vazgeçemiyorum. Birde temiz havanın ne olduğunu bilmediğimiz için biz başkentliler ancak, mesire yerlerine, tatil kasabalarına veya ağacı, ormanı olan bir yerlere gidince farkına varıyoruz.
Son zamanlarda zaten gri olan şehrimiz, siyaha çalan bir gri oldu. Bürokrasi, memur, öğrenci kenti diye bilinen Ankara’mız maalesef bu rengin en iç karartan tonunu giymiş, üzerine birde sis perdesi eklemiş. Binaların büyük çoğunluğu nedenini anlayamadığım bir renge boyanmış, GRİ’ye… Asfaltından tutunda kaldırımlardaki bordür taşları bile gri olunca maksat uyum sağlamak herhalde diye düşünüyorum.
Ağaçsızlıktan da nasibini alan şehirlerimizden benim güzel Ankara’m. Zavallı hemşerilerim, yazın piknik yapabilmek uğruna Dörtyol ortalarındaki göbeklere yayılıp mangal bile yakıyor. Bu konuda en meşhur yer ise Konya yolunda Ahlatlıbel’e dönüş kavşağı. Karşı da halka açılmadan seyirlik bırakılan ODTÜ ormanının manzarasına bakarak piknik yapmak keyifli olmalı ki bazen onlarca aile yayılıp mangal yakıyor. Malum bu ara kentimizin her yanı dozerle, kepçeyle didik didik kazılıp krater görüntüsü aldığı için, bunu da bulamayacaklar bu baharda.
Hayatın her alanını etkileyen bir sistem bu defa kafamı karıştıran. Eğitim sistemimiz. Yeterince eğitimli miyiz? Ya da Türk milleti olarak neler yaşıyor nereye götürülüyoruz.
Çocukluk ve gençlik dönemlerimiz okumak, bir meslek sahibi olabilmek için koşturmakla geçti. Bizden öncekiler bizlere göre daha şanslıydı, bizlerse şimdiki çocuklara ve gençlere göre çok daha şanslıydık.
Her gün etrafımızda sırtında kaldırabileceğinden ağır, gözlerinin ışıltısı kaybolmuş onlarca öğrenci görmüyor muyuz? Daha etrafına ne olduğunu anlayamadan anne baba sevgisini yaşaması gereken minicik bedenler, yarı uykulu gözlerle kreşe götürülüyor.
.Bir fısıltıydı sevgin
Sessizce yüreğime dokunan.
İçimdeki fırtınaya inat,
Isıtıp beni yaşatan.
Sevda dediğin bir pınarsa
Nedir insan olabilmek? İnsanca yaşayabilmek nedir? Herkesin insan olduğunu ve bu sıfatı hak ettiğini sandığı bir Dünyada gerçek anlamına layık olabiliyor muyuz?
Her geçen gün çirkinleşen, çirkefleşen, inançların, değerlerin kaybolmasını seyretmek acı veriyor. Sevginin yerini, menfaatlerin aldığı,hoşgörünün yerini tahammülsüzlüğe bıraktığı biz zamanda geleceği göremeden ve geçmişin özlemiyle yaşamak.
Yolda yürürken, arabada kırmızı ışıkta beklerken dahi etrafımdaki insan yüzlerine bakarım ben. Bir hengamenin içinde, yaşam denilen yarışın en hızlı koşucusu olmak üzere tüm enerjisiyle koşturan, ama yarışın nedenini ve bitişini bilemeyen insan portreleri görürüm. Nedir bu telaşımız, neye yetişiyoruz?
En gencinden en ihtiyarına yüzlerinde umutsuz, mutsuz bir ifadeyle, yaşamın kendisine çizdiği rolü oynamaya çalışan bir sürü oyuncuyuz hepimiz. Rolünden memnun olup senaristine kızmayan ne kadar az oyuncu var etrafımızda…
Oysa bir yüreğe umut olmak, sevgisini karşılıksız sunabilmek sevilmeyi hak edene… Sevilmeyi hak eden olabilmek belki de sevmeyi özlemiş bir yüreğe…
Nedir insan olmak? İnsan olmak, yürekli olmaktır, inandığı değerlerin peşinden korkusuzca gitmek, başkalarının gururunu incitmeden, ben buyum diyebilmektir. Kavga etmeden tartışmayı, menfaat beklemeden paylaşmayı, özlediğinde ulaşmayı, kötülüğü iyilikle karşılamayı bilmektir. Kazandığınla yetinmek, yardıma ihtiyacı olana yetişmek, kendisi için yaşarken yanındakini de düşünmek, soluduğu havaya dahi şükretmek demektir.
Yazımın başlığını görünce, içeriğini de az çok tahmin ettiğinizi sanıyorum. Son günlerde
bu filmin ismini duymayan kalmadı. Gişe rekorları kıran “Recep İvedik” o kadar ilgi gördü ki, yapımcısından oyuncusuna, senaristinden yönetmenine hep beraber kolları sıvayıp ikinci bölümünü çekmeye karar verdiler.
.Hiçbir sanat değeri olmayan, küfür ve seviyesizlikle dolu bir filme yatırım yapanları da para verip izleyenleri de kınıyorum. Tamamen argo, seviyesiz esprilerle doldurulmuş, belirli bir konusu dahi olmayan bir film.
O kadar kaliteli ve eğitici filme finansman bulunamazken, böyle filmleri çeken ve koltuklara kurulup izleyenlere de yazıklar olsun! ..
Turkcell gibi Türkiye’nin önde gelen en büyük operatörü reklam filmlerinde bu tipleme tipsizliğini kullanılıyor. Filmden yeterince etkilenmeyenler olduğu düşünülmüş sanırım reklamlarla da gözümüze gözümüze sokmaya çalışıyorlar bu tipsizliği.
Komedi tarzı diyerek yapılan ancak içinde espri adına anlamsız ve seviyesiz cümleler, hareketler bulunan bu filmi izleyenlerin büyük bölümü gençlerimiz ve çocuklarımız.
Yazılarınızı Arif Eren Hocamızın tavsiyesi ile okudum. Başarılarınız devamını dilerim.
Aysun Akseki