Zindan duvarından yankılanır çanlar,
Maziden çırpınır keşkidedir anlar…
Yaşlı yüreğinde takıntıdır zanlar,
Ne ten nede fistan baki, özgür yürek!
Ertelenir niyet saklanır kıvılcım,
Ödenmezse diyet parçalar yıldırım…
Yürümeye sabret süslenir kaldırım,
Ne beden nede ruh baki, özgür yürek!
Yolcuları sayısız ölümdür nihayet,
Olsak da kaygısız elemdir saadet…
Kaçmakta faydasız zalimdir şikâyet,
Ne beden nede ruh baki, özgür yürek!
Nedir düşündüren kaygıya alamet?
Kendinde bulmaktır arzuysa selamet…
Yaşar bulmadıkça arama keramet,
Ne beden nede ruh baki, özgür yürek!
Her kula biner yük derde köle yürek,
Sahiplenmek acı bırakır hep ezik…
Tatlı dil, güler yüz sağlam ruha direk,
Ne beden nede ruh baki, özgür yürek!
________________________________________
Doğumla başlayan sevinç ve umut, yaşamın her anını sarıyor... Dertlerle karşılaştığımızda, sığınacak bir yer ararken, gitmemiz gereken doğru adrese hiçbir zaman gidemiyoruz. Sanki dertlerimize çare olacak ve çözüm bulacak yalnızca insanlarmış gibi onları arıyoruz çevremizde. Yalnızlığımızı hissederiz o zamanlarda ve fırtınaya yakalanmış bir geminin güvenilecek bir liman araması gibi güvenilebilecek bir insanı, dostu ararız. Oysaki her insan aynı şeylere yönelmekte ve çevresinde yeni bir dert veya bununla bağlantılı paylaşımı istememektedir... Neden hastaneye gitsin ki... Neden mezarlığa varsın ki... Neden içinde bir burukluk kalsın ve gülmek varken, eğlenmek dururken acıları paylaşsın ki...
İnsan doğumla başlayan yaşamında ne zaman öleceğini bilmeden dünya hapishanesine girer ve bütün istek ve çözümlerini burada bulmaya çalışır. Oysaki düşünebildiği ve aldığı eğitim ölçüsünde yaşadığı yeri, adı ve sayısı belirsiz dünyalarda bulunmaktadır. Fakat tüm bunları bedeniyle ölçeklenmiş çok küçük bir fiziksel zırh içinde ruhunda saklamaktadır. Bu ölçeklenemez basınç ve içinde sakladığı benlik dışarıya taşmadıkça hiçbir an huzur bulamaz insan. Kendisine benzer insanlarla konuşmak, aynı paralellik içinde paylaşımlarını genişletmek ve en azından güvene gerek duymadığı kendine has yaşam döngüsünü şekillendirmek zorundadır. Aslında dinsel öğütler bunu bütünüyle çözmektedir. İnsana rehber olacak her şey yaratıcı tarafından insana bir define niteliğinde verilmektedir. Elbette define herkesin göreceği yere gömülmez. Onu görmek ve bulmak için insanda bir gayret gerekir.
Zaman öğretilerin içinde, her anı süsleyen ilim ışığında renklendikçe renklenir rahmani tatla. İnsan fakirliği seçer, seçer ki hiç bir şeyi kalmaz bu dünya yâda benim diyecek...(düşünsenize tarla için, varlık için övünenleri ve olmazsa eğer dert edinenleri...) emanet edilen candan başka! O da öyle bir hazla Allah'a kul olur ki, fakirliği zenginliğe değişmeyecek gerçek mutluluğu keşfeder. Yürek özgür, beden sadece dışarıdan görüldüğünü yansıtan bir araç olur! Hani herkes der ya, mutlu olayım... İşte bu o deryada, sonsuz tatile çıkar. Mevlana'nın ölürken dediği gibi, 'öyle bir yere gidiyorum ki, arkamdan ağlamayın... Ne bulursanız çalın, eğlenin benim adıma... '
İnsanlar bu gayret yerine, anlık çözümler ve yanlış felsefeler peşinde, daha karizmatik görünebilmek adına sınırlı ömrüne yazık etmekte, esas yoldan hedefe gitmek yerine tali yollara saparak yaşamını sürekli karmaşık hale getirmektedir. Oysa yaşam çok basittir. Tek yapılması gereken; insan kendi yerçekimini keşfedecek, kul olması gereken yaratıcıyı öğrenecek ve kısa emellerle her an öleceğini düşünerek, bu dünyanın maddesel varlığına sahiplenmeden sıyrılmasını bilecektir!
İnsan, nefsinin bitmek tükenmez isteklerini ve uzun emellerini, hedeflerini yok edip; yaratıcıya bağlandığında ancak özgür olabilecektir. Bu dünyayı amaç edinmek ve sahiplenmek yerine, esas gideceği yere, karıncanın yaz geldiğinde kışın azığını hazırladığı gibi güzel amelini hazırlayacak ve emanet aldığı her şeyini ölümle bırakırken, içindeki dünyayı da, derdini de korku yerine sevinçle, Mevlana'nın düğün gecesi gibi sevimli hale getirecektir.
Şu fakir yüreğim, tüm insanlara böyle bir ruh, nefsine yönetici, aczine Allah'ı dost bilerek yaşamayı nasip etsin... Diyerek coşkuya karışıyor... Lütfen Allah'ı her yerde görmeye çalışın, çünkü eğer onu görmeye çalışmazsanız ona gereği gibi ibadet etmez, namaz, zekât, sadaka, oruç gibi ibadetler zor gelir... Allah gördüğünüz çiçekte, olmuş buğday başağında, baharın yeşeren ağacın yapraklarında, çocuğunuzun mucizevî görünümünde… Kısacası her canlının suretinde bize yansımaktadır. o yansımaları görmezsek, bizi kim görüp değer verecek ki...
Saygıyla, değerli kardeşlerim!
Saffet Kuramaz
Safet KuramazKayıt Tarihi : 6.2.2009 10:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
özgür yürek isminde bir roman yazdım...önsözünde düşünmüştüm ama romanda önsöz olmazmış...sizinle paylaşıyorum...
namık cem
Tebrikler Safet bey, güzel ve anlamlı şiirinizi kutluyorum.
TÜM YORUMLAR (4)