Üç adım ötede deniz
Fakat ben kıyıda boğuluyorum
Kendimi sana ulaştırmanın en kısa yoluydu sular
Bu yüzden severdim vapurları
Artık önemi yok..
Keşke bir fotoğrafımız olsaydı diye düşündü,
Avunabileceği bir sabahı,
Ya da bir taşra kasabası olsa ismi,
Pazartesi kadar yalnız ve kimsesiz olurdu,
Uyanmak istemezdi kimse bir pazartesi sabahına,
Ama pazarları kadar da kasvetli gelmezdi güneşin vuruşu.
Bir şiir yazmak istiyorum Ragıp abi
Güneşli bir Karşıyaka öğleden öncesinde
Biraz içki içmek ve ağlamak bir bankta
Sonra unutmak, sonsuza dek
Düşünmemek bastığı kaldırımları
Böyle bir şiir mümkün olabilir mi Ragıp abi
Güneşi batırıyorum Ragıp abi
Perdelerim yaz kış kapalı
Camım ardına kadar açık
Oturma odaları doluyor içime, terkedilmiş
Bir enkaza eşdeğer yalnızlıklar barındırıyorum
Günün herhangi bir saatinde
Merhaba Ragıp Abi. Bugün günlerden 8 Ocak 2023 Pazar. Saat 16 suları. Seni aksattığımı biliyorum ama sen beni anlayan tek kişisin ve bana darılmazsın biliyorum. Hava güneşli fakat pazar gününün ayrı bir kasveti var bilirsin, güneş ışığını saçıyor, soğuğu kırıyor fakat bu pazar güneşlerinde hep bir kasvet söz konusu, doğduğum günden beri bu hep böyledir bilirsin. Ragıp Abi evden çıkıyorum ve yürüyorum, otobüslere biniyorum, trenlerden iniyorum kendimi vapurlarda buluyorum. Güneş herkesi aynı oranda aydınlatmıyor gibi bir düşünceye kapılıyorum ya da gün herkese aynı şekilde doğmuyor ve yürümeye devam ediyorum. Kapüşonumu hayatıma çekiyorum ve yürüyorum, kalabalıklar arasındaki yalnızlığı en ince ayrıntısına kadar hissediyorum. Bir yaz gününü düşünecek gibi oluyorum fakat vazgeçiyorum, yazları ve sıcağı hiç sevmem, biliyorsun Ragıp Abi. Onun yerine şu balkonları izliyorum, bu balkonlar bana yine yaz günlerini hatırlatıyor. Çiçekler sarkıyor ve bu balkonlar beni yaz günlerinin o dayanılmaz sıcağına iliştiriyor, bir ölünün fotoğrafını yakama iliştirmek gibi yaz günlerine ilişiyorum. Henüz son olduğu bilinmeyen bir ilk buluşmanın yazı. Nereden baksan bir bıçak darbesi göğsüme. Beni hiçbir şey üzmüyor da Ragıp abi şu anlaşılamamak zırvası, duygularım incindi Ragıp Abi sen anlarsın, biliyorsun Ragıp Abi nasıl bu kadar merhametsiz olunabilir? Bir insanı bile isteye kırmak kötülüklerin en kötüsü değil midir? Peki bu insanlar nasıl iyilik meleği rolünde hayatlarına devam edebilir. Acılarımı bir bir masaya yatırdım, annemin el işleri gibi ilmek ilmek işledim zihnime. Sırıtımı aynalara döndüm, yaralarımı uzun uzun inceledim. Sonra hayata döndüm sırtımı, kapılarımı kapattım Ragıp Abi camlarım kırıktı oysa. Gün herkese eşit doğmuyor diyorum. Kim inanacak buna? Herkesin birbirine çıkarı için yakın olduğu yılışık bir çağ bu Ragıp Abi. Evden çıkıyorum, otobüslere biniyorum, trenlerden iniyorum, yürüyorum ve kendimi vapurlarda buluyorum. Balkonlar, yaz günleri, iyileşiyor mu diye merak ettiğim yaralarım, aynalarım, sırtımı döndüğüm bu insanlık, bütün bu anlaşılmayan kırgınlıklarımla kapüşonumu hayata çekiyorum. Kalbimi bir köpeğe fırlatıyorum, biraz donmuş, afedersiniz, buzdaydı kalbim. Kapıların ardında, camı kırık soğuk odalarda çok ısıtmaya çalıştım, sigaralar işe yaramadı. Perdelerden çile damlıyor ve katran. Üstüme çektiğim yorganlar benden daha yorgun Ragıp Abi. Biliyorsun. Hiç bir güneş bizi aydınlatmıyor, bu deniz bunca alabildiğine geniş, uzun uzadıya gidiyor ve ben ufukta kendimi göremiyorum. Zor zamanlar anlayacağın Ragıp Abi ama sen bunları zaten bilirsin. Dar sokakları geçiyorum, kalabalıklar bana göre değil. Böyle hayal etmemiştim oysa.
Nihayetinde gülüşlerim de silindi delik deşik yüzümden
Oysa mutlu zamanları olmuştu
Mesela gerçek sevgiyi bulmuş gibi gülümsemişti
Şimdilerde gerçek diye bir şeyin varlığına inanmıyor
Alaya alınıyor içten duygular
Söylenecek çok vakit varmış gibi
Bir bir anımsıyorum acılarımı
Gece bölünen uykumun ortasında
Bir şezlongta sabahlarken
Yahut dalgaların kıyıya vuruşunda
Uğultularla uyanıyorum acılarımdan
Bu ağır adımların ve telaşsız benliğin eninde sonunda beni nereye götüreceğini çok iyi biliyorum. Her şeyi tekrar gözden geçirmek için çıkıyorum. Dar sokakları tercih ediyorum, alışkanlık. Söylenmemiş bir söz kaldı mı diye düşünüyorum anlaşılmak için.
Menekşelerle dolu bir balkonun altından geçiyorum, bir kedi yalanıyor arabanın üzerinde. Kelime dağarcığım anlaşılmak için yeterli değildir belki. Oysa her şey söylendi, her şey yazıldı. Çatal bıçak sesleri arasında yürüyorum. Bir veya birden fazla adam muhtemelen şu cümleyi kuruyor. “Açlık değil de susuzluk beni zorluyor.” Bu yıkık evler neden bana benziyor? Bir zamanlar içinde yaşanmış binlerce anının, hayatın içi boş ve birilerinin oturma odasıydı oysa. Şimdiyse bir duvar yazısı sadece odanın duvarında; “Sen affetsen ben affetmem.”
Ne zırvalıyordum ben, şey, söylenmemiş bir cümlem kaldı mı diye çıktım evden. Anlaşılmak için. Oysa anlaşılmak nedir ki? “Anlaşılmak kendini satmaktır” demiş Pessoa, bunu anlayamadım yıllardır. Oysa ben anlaşılmak için sarf edilmemiş bir cümlem kaldı mı diye çıktım evden. Kendimi satıyorum bir defa olsun anlaşılmak için. Goethe; “Zaten bu dünyada kim kimi anlamış ki?” demiş. Nedense ben hep hatası olanların dönüp hatasını telafi etmesini istedim, bunu hep bekledim. Bir maç başlıyor ve kumarbaz tarafım dikkatimi dağıtıyor ama hayır. Söylenmemiş bir cümlem kaldı mı diye çıktım evden. Beni üzen, hatasını bilen ve kabul eden insanların halâ mağdur edebiyatı oynuyor olması. Bu beni çileden çıkartıyor. Bütün bu kalabalığın ve karmaşanın içinde ağır adımlarla yürüyorum. Yetişecek hiçbir yerim yok. Alelade adımlarla bir sigara içmem gerektiğini seziyorum. Adalet duygusu her yanımı sarmış durumda. Herkes yaptığı her şeyin bedelini ödemeli. Hasan Ali abi şöyle diyordu; “Ben kötülük edenle kötülüğe maruz kalana aynı yüzle bakamam, her ikisine de gülümseyemem diyorum size. Bunu yaparsam o zaman da kendi yüzüme bakamam diyorum.” İnsanlar böylemiydi? Çıkarı varsa her şeyi görmezden gelmeyi bilirdi sadece. Haksızlığa susmak, yanlışı görmezden gelmek, en yakınlarımın bile bunu yapması bu hayatı benim için dayanılmaz kılıyor. Haksızlığa uğrayanla, haksızlığı ve yanlışı yapan kişiye aynı yüzle bakabilen kimseleri hayatımdan çıkartmaktan başka çarem kalmıyor. Söylenmemiş bir sözüm var mı diye çıktım evden. Yemekler tıka basa yendi ve insanlar çaylarını içiyor. Bir açı doyurmayı akıl edemeyen birisi muhtemelen “Allah kabul etsin” diyor şuan. Çayları getiren çocuk aç giriyor yatağa oysa. Senede bir ay açın halinden anlıyor zavallı. Cahile anlaşılmak zor oluyor galiba, bu birikimsiz ahmaklar yine kabul ettikleri hatalarıyla mağdur rolünü oynayıp insanlara yaşattıkları bütün mağduriyeti ve saygısızlığı kendileri yaşamış gibi hayatlarına devam edecekler. Yaşattıkları şeyleri beğenecekler. Onca şeyi yaşattıktan sonra “nasibin seni bulur” saçmalığını beğenecekler mesela. Söyleyecek şeylerim artıyor her dakika. Söz verip tutamayacağını haber verme gereği bile duymayan kişi; “Her şeyi anlarım ama istenmediğin yerde durmayı anlamam” beğenileri yapıyor. Hava serin, bir beklentim yok. Attığım zilyarlarca adım beni içinden çıkılmaz sorunlara gebe bırakmaktan başka bir işe yaramadı. Hayatta olmak ve böyle çelişkili insanlarla karşılaşmak benim için bu hayatı dayanılmaz kılan ilk sebeplerden biridir. Evden çıktım ve eksik kalmış cümlelerimi tamamlıyorum. Bir defa olsun anlaşılabilmek adına. Oysa birikimsiz insanların sadece kendileri gibi birikimsiz olanları anlayacağını bu kaldırım taşı kadar iyi biliyorum. Fakat artık beklemekten vazgeçtim ve önemi yok. Bütün bu yanlışlara karşı tepki gösterilmemesi, insanları doğru bir şey yaptığına inandırıyor sanırım. Bu kadar rahat hareket edebilmeleri bundan. Yanlışa göz yuman herkesin karşısındayım. Kapıyı çekiyorum usulca. Bütün kapıları aralık bırakmışken ardımda. Bir anda Ataol abi geliyor aklıma;
“Keder sokulgan adımlarıyla
Gelip kıvrılıyor yüreğime
Hayat sakin
Her adımda sana üşüyorum,
Yarım kalmış sigaramın dumanında.
Oysa küçük bir ışık olsaydı,
Üşütmezdi soğuklar beni bu kadar.
Cuma günü bir çocuğun,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!