Dağ düdeni dizeli ve bin gözeli, pınar akışlı… Sevi yazmanlığına kalem koşturulamayan Ozan;
Harmanladığın acılarından ezgiler, sayrılar, saklılar gönderiyorsun sevecenlere… İpek dilen öfkeler konduruyorsun deyişlerinin arasına… Sözcük sözcük… Dize dize ve dilim dilim…
Kimileyin yıkık kaşla geliyorsun… Kızgın, kırılgan, üzgün ve incinmiş.. Beklentileri boşa giden sevdalılar gibi… Anlatılarında baharının boranları dizeleşiyor ezik mi ezik, umutsuz mu umutsuz… Sonra da, gün ortalarında dört mevsimi yaşatıyorsun sevenlere… Kar yağdırıyorsun… Fırtınalar estiriyorsun… Buzullara sürgün ediyorsun kimileyin de. Ve bir küçücük gülüşünle de, çiçekler açtırıyorsun, baharları taşıyorsun… Temmuz alazını ekleyerek , apansız gidiyorsun…Ardın sıra baka kalan gözlerde özlemi dinmemiş yaşlar, teskine muhtaç bir yürek bırakıp, göynük umutları peşine takarak…
Enlemi- boylamı karışmış bir sevecen sana nasıl uzanmalı Ozan? Donarak mı, yanarak mı...? Hangi güneş yanığı çiçeklerce ve hangi kırağı vurgunu ezik çimlerce…
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,