Ozan oğul
Dar yollarda tozan oğul
Doğurt temelindeki sevgiyi.
Silahını çabuk kuşan
Karanlığı çek vur alnından,
Yok et-ülkende-
gittikçe uzayan geceyi
Çöz artık şu bilinen bilmeceyi
Demir ve tavını sezen oğul
Bir benim mi sanırsın batan günleri
Ver gecikmeden yürek hesabını
Şu dünyada kimler kalmış
Say hele bir
gerçek gönül erbabını
Kımıl kımılken yürekler
Söyle şarkını
Döndür gecikme
Ozanlara özgü
sevdaların çarkını
Sellere taş ol oğul!
Çok beden, çok baş ol oğul
Kucakla hayalleri
Güç varken kollarında
Beklemeden itilmeyi
şu dağları bir aş oğul
Anasına yoldaş oğul
Cana candaş
Kana kandaş oğul
Sendeki ışıltı
Ahh
bende olsaydı
Beyninde tutsaktır ateş
Durma biraz uğraş oğul
Eş beynini
eş
Çok derinlerde sandığın,
şu güneşe ulaş oğul
Mehmet Kara
03 Ocak 2003
6
7
SENİN
Bu güzel vatan senin.
Dağın, ovan, tek bedenin.
Geçmişin al kan senin;
Ondandır ki, al yanaklı,
Gelindir elman senin...
30 Ocak 2003
8
BİR ÇİZGİ ÇİZ, YETER
Bir çizgi çiz sen, yeter...
Çizen ele kurban olayım!
Beden çıksın bir ortaya,
Çıplak bedenine urban olayım!
Düşünmeye başlasınlar
hele bir insanlar...
Düşünen beyne hayran olayım!
Düşüne düşüne yürüsün günler;
Düşler bile, düşler içine yürüsünler...
Bir çizgi çiz sen, o yeter...
Ötesini getirir düş kurabilenler.
Düş kurabilene kurban olayım...
30 Ocak 2003
9
YÜREĞİNDE BİR ATEŞ
YAK DA GÖR BENİ
Bak da gör beni
Önce, bir erken kalk da gör:
Çöpe umutla bakanları
Ve çöpe ekmek atanları.
Vatanı sevgi bellemiş,
-toprak yerine-
yüreklerde yatanları...
Bak da gör beni,
Önce erken kalk da gör!
Seni bu güne getirenleri:
Şafak vakti bağlarını bellemiş,
Sevda közünü siperlerde yellemiş,
Ve kalkıp mezarından
çiçekleri ellemiş,
Hiç uykusuz, kalpağını takanları;
Canıyla 'SEN' denen ateşi yakanları;
Dağlarında serpili, var edici kanları...
Bak da gör beni
Ama, güneşten bile önce kalk da gör:
Sen uyurken
katar katar kaçırılan trenleri,
Dedenin kanını
ellere götürenleri,
Efendiler(!) i, beyler(!) i
Bak da gör beni
Ama, biraz kafana tak da gör:
Çalıp, oynayıp, geç yatmış,
Kan dolu trenlere bakmamışları...
Kalk da gör beni
Sabah güneşinde bak da gör! !
Dağın yamacında ölen dedeni,
-için karanlıksa hala senin-
Yüreğine bir çakmak çak da gör:
Sen aydınlığa kolay mı geldin! ?
Önce, sen de ateş yak içinde,
Yan biraz yan! ! !
Sence vatan, sadece taş toprak,
sadece ağaç, yaprak...
Kıç açmak,
-ya da- baş kapatmak
Vatan’ı kurtarır mı belledin...
Kalk artık,
Çakmağı çak artık!
Ateşi yak artık!
Son tren kalkmadan,
-son hırsız kaçmadan ülkenden-
Erkenden haa! ! !
erkenden...
Gaziantep 28 Kasım 2002
10
BİZ MİLLETİZ
Karagözler hikayemiz,
En ateşli,
en güzel dizelerimiz.
Bir demet goncayız biz
Işıklı dünler içinden gelir,
karanlık günler içinden geçeriz.
Biz, parıltılı başaktan deniz:
Canlısı bol, en bitek tarlalarda
bizi süren, karasabanlara
şükrederiz.
Atılan bir tohumun
tılsımlı hedefleriyle dolu içimiz,
Dişimiz, erkeğimiz...
Sevda kemerleriyle sıkılı
sevdalı bellerimiz;
Büyür ellerimiz gittikçe,
Işır geleceğe gözlerimiz;
Sımsıkıdır yüreğimiz,
Filizlerimize el sürdürmeyiz;
-Soldurmaya hakkı yok kimsenin-
Kemeri belimizden çözdürmeyiz...
Dağılmanın adıdır-yaşarken-
kem gözlere hedef gösterilmemiz.
Andımız:
Yapraklarımız dökülmeden solmalıyız.
Bedenden kopmadan başlarımız,
-kurusak da- kendi vazomuzda
sağlam çiçekler olmalıyız.
Kültürüz biz!
Derin, denizlerimiz,
Kunt, gemilerimiz;
Yüzmeyi bellemeliyiz önce,
Yüzdürmeyi bellemeliyiz...
Ölsek de,
belimizde sıkıca kemerlerimiz.
Uçuş ha uçuş!
Çiçeğe durmuş dallarımız
asıl güzelliklerimiz.
Sevda yellerine kurban,
Fırtınalara setiz;
Biz milletiz!
İllete illetiz;
Sağ yatan iskeletler,
'Türkiye' adındaki etiz!
11
İNSAN İÇİNDE İNSAN
Ben bir ufak dişliyim
bir Heybetli Makro’dan
Hiç kimse bilmese de beni
Motoru yapan biliyor...
Motor tekledikçe
öfkelerim büyüyor.
Sen, dur desen de durmuyor,
içimdeki askerler
yürüyor...
Ne gelir ki elimden...
Motoru bozan bozmuş,
Çark dönüyor
tersime tersime durmadan,
Beni kerte kerte öldürüyor,
Çünkü, Makro yanımda hala
derin savaşlar sürüyor...
12
BAĞDATLI MURTAZA
İnsan dediğin önce kendini sever
Boşuna yaratılmadı şu eller
Hele şu beyin
Önünde sıralı sonsuz bilmeceler
Önce garip bakar meraklı gözler
atar oltasını kainat denizine
Tek bir göz için bu sıradan bir ezber
Sonra süzgeçten
-bir başka gözden-geçer gözleriniz
Artar bakışlar
Gözler gözler içinden geçerler
Büyülü bir dünyaya açılır birden perdeler
Birlikle bakınca farkedersiniz
Tümüyle sevgidir kainat denilen deniz.
Bir kez severek bakmaya görsün gözleriniz
Kainat siz
yüreğiniz beyniniz
Önce en yakınları yeniden görürsünüz
En öndeki çekirdek kendiniz
-ve siz-
sevginin çekirdeğisiniz
Çiçeği kırları dağı düz ovayı
-sonra-
Ayşe’yi Fatma’yı, Murtaza’yı
Gökte
yıldızı ayı
kendinizmiş gibi seversiniz
Bir kez severek bakmaya görsün gözleriniz
Artık hiçbir şeyi öldüremezsiniz
Çiçeği yaprağı karıncayı
Çünkü
çiçek siz
yaprak siz
karınca siz...
Hiçbirşeyi koparamazsınız kendinizden
Zenciyi
Eskimoyu
Abarcini
Abazayı...
Ama biraz fazla sevin
bu günlerde Bağdatlı Murtaza’yı
Hele
sevgiyi öğretmeye çabaladığı
-kesin öleceğini bilip-
ardından ağladığı
büyük oğlu Mustafa’yı...
Mehmet Kara
Gaziantep 25 Ocak 2003
13
GETİR
Git, evlat,
Kaf Dağı’nın arkasından,
Bir tüy getir
bana Anka’dan.
Savaş meydanlarından
arta kalan,
İnsanca kırıntılardan
Bir DNA getir
en barışçısından...
Gökte biriken çığlıkları toparla,
İnsanca bir ses getir bana.
Yarın,
çok geç olur insanlık için...
Tüm bunları, bu gün duy yüreğinde,
Tüm bunları,
karanlık çökmeden,
testiyi kırmadan,
suyu dökmeden getir.
14
ZORUMA GİDİYOR
Zoruma gidiyor,
yatağımdan kalkmak,
oturup durmak
akşama kadar;
Zoruma gidiyor,
Kırk yıllık beyin işçiliğimde,
“Tek beyin” için boşuna didindiğim.
Zoruma gidiyor,
yaşıyormuş gibi yapmak
yaşamak yerine...
Ölen ölür...
Kalan sağlar bizim midir! ?
Sağ ve salimse, eş-dost; hısım- akraba
Çal oyna yaşıyor olduğuna...
Çalıp oynamak varken,
Ölenler niye öldüler acaba! ! ? ?
Zoruma gidiyor,
beynimde büyüyen mezarlıklar.
Bizim olan sağlar,
-zamansız, zeminsiz-çalıp oynuyorlar.
Zoruma gidiyor mirasçılar,
çalgılar, çalgıcılar...
15
DAĞILDIN FERHAT
Dağıldın Ferhat, dağıldın...
Oysa daha dün cağıl cağıldın.
Bir mutluluk yumağın vardı
sarmaş dolaş, kendi içinde.
El attılar, sosyal mikroplar,
İpin ucunu ele aldılar.
Kımıldadıkça gevşedi duygular,
Süyüm süyüm sağıldılar...
Sıkı dur Ferhat, sıkı dur!
Yüreğinin başına kuruldu,
Şah damarını buldular,
Yüreğini sağmaya koyuldular...
Ölmedin daha, ölmedin...
Toparlan Ferhat toparlan!
Ölmek, yürekteki ipin bitmesi;
Sevgilinin çekip gitmesi...
.
Dayan Ferhat dayan!
Yakındır, yeni bir ilaç keşfedilmesi;
-Sen kendini bırakmazsan-
Yakındır, dalla bedenin sevişmesi...
16
BİR İTE ÖĞÜTLER
Av avlamak kolaydır da,
“Hav hav” lamak pek zor iştir.
Tüfek patlar,
Av süzülür yere düşer,
Avcı avıyla şişerken
Av toplamak havhava düşer...
Ama, iyi “havhav” olmak için,
bir oturup, bin düşünmeli:
Bir seçkin kapı belirlemeli önce;
Bir yığın yaltaklanma,
Bir yığın hüner sergilemeli;
Sezdirmiyecek kadar akıl kullanıp,
Seçimi avcı yapıyor belletmeli.
Öyleki, dışardan seyredenlere
“ akılda avcıyı geçiyor” dedirtmeli.
Ki, avcı “havhav”ını seçsin,
“Kendim aradım da buldum” bellesin
Asil “havhav” kapısını bulunca,
O kapı yıkılmaz olmalı artık.
Çünkü, havlarsa bir yaratık,
Tek bir kapı için havlamalı.
O kapı yıkıldığında da,
-sahibiyle-
o kapının altında
birlikte kalmalı.
Çünkü,
İllaki “havhav” olmak gerekse,
Gelmiş- geçmiş en asil “havhav” olmalı...
Kendine,
Hergün üç kapı değiştiren
insanın rezilliğini
örnek almalı...
10 Şubat 2002
17
HERKES KENDİ YERİNE
Her zaman kahramanları
ölmez romanların.
Bazan da romancı ölür,
Yarım kalır hikayeler...
Eşkiyalar hep beklemez dağları.
Bazan da kendimiz oluruz
kendimizin eşkiyaları.
Ama, hep gitmez böyle bu dünya!
Gün gelir, dağlar,
bekler
eşkiyadan eşkıya eşkiyaları...
Eldeki demirler, beyindeki emirler
hak-hukuk, vicdan ateşinde erir,
terslikler düzelirler.
Bir gün,
herkes kendi ayarına yeniden gelir.
Ve oturur, herşeyi
-adalet çekiciyle-doğrulturuz.
Adam gibi adamları, adamlığına
-eşkiyaları dağına-
yeniden oturturuz...
10 Eylül 2001
18
KİM DEMİŞ ÖLDÜĞÜMÜ
Kim demiş, öldüğümü,
ya da öleceğimi!
Sesim, soluğum
kötüler korkusu.
İnsanlığa şah damarından
perçin olmuşum;
Bir ömür, öfkeyle
sayfalar dolusu,
Kaskatı yüreklerin
alnına konuşmuşum.
Kim demiş öldüğümü,
ya da öleceğimi!
Ben, ölsem de
çiçeklerin tozunda yaşarım;
Her yıl
yeniden doğan baharda,
Akkuzunun uzayan tüyünde;
Mor kuzunun
gözünde yaşarım.
Yel okşamalarında,
-dağ başlarında-
Bir arının kanadında,
Altın damla balında yaşarım.
Sen sanır mısın,
Ekmek sadece ekmektir! ?
Ekmek, “Fikir Buğdayı”nın
beyinlerle yoğurulmuş unu;
Su, öldü sanılanı
tekrar insana içirecek kadar esnektir.
Kim demiş öldüğümü,
ya da öleceğimi!
Ben, bu dağların doruğunda,
Bağların ışkınında, koruğunda,
Ülkemin
buğdayında, ununda,
ekmeğinde, suyunda yaşarım.
Gaziantep 13 Mayıs 1993
19
(Oğullarıma)
TAZE YÜREĞİMSİN
Sen, terimsin,
tenim, emeğimsin;
Dokuduğum nakışım;
El sürmeye kıyamadığım
bebeğimsin;
Gözümün asırları yırtacak ışığı,
geleceğimsin...
Ben mezarıma yatsam,
-beni yok sansan da-
Mezar taşıma bakan,
benim ışıyan gözlerimsin...
Bana bakma,
ben öldükten sonra evlat!
Sözlerime,
Babaların bıraktığı,
ışıyan, milyonların
güzel gözlerine bak!
Aç bakan gözleri
görmeden edemezsin;
Yiyip, içip,
-çevirip yüzünü- gidemezsin!
Aç tan yana kalkmalı parmağın hep,
Ya da,
benzer bir şarkı söylemelisin.
Başka türlü düşünemezsin...
Çünkü sen benim,
-geleceğe gönderdiğim-
“Taze Yüreğim”sin.
Gaziantep-Babalar Günü-20003
20
BİR BAŞKA DÜNYAYA
GÖNDERMELER
Ağaçta açan çiçekler
ses verip de, dinlenseler:
Bir başka mevsime göndermeler
dolgun meyveler...
Ya bizler,
Ya beynimizdeki çiçekler! ?
Ağaç kurdunu bekler,
Gelin, at üstünde, yeni yurdunu:
-çoğu, kötülükler vurgunu-
Yitirirse umudunu,
Çiçekler, kaybedecekler...
Doldursa bile kurtlu elma avurdunu,
Sakın yitirme sen umudunu.
Düşünden çıkarma hiç
gelecek mevsimin dolgun armudunu;
Gelinin-bilinmez gelecekten-umudunu.
Yaratmıştır çünkü Tanrı
çiçek yiyen kurdun kurdunu.
Ama, kurtarsan bile kurttan armudunu,
Eğer gözetmemişsen ağacın toprağını,
yurdunu,
Yedirtmezler sana asla
kendi dolgun armudunu.
Bir çiçek ve iki kurtta gizli
en yüce şifreler;
Bir başka dünyaya göndermeler
şu basit dizeler:
Teraziyi kuramazsa yönetenler eğer,
Birer kurtlu meyvedir
gelecekte ülkeler...
30 Ocak 2003
21
SİSLER ve RENKLER
Sisler var, içimizde sisler...
Dağıtmaya hiç güç yetmez.
İtsek bile tüm renkleri,
Sis içinde renkler gitmez.
Nasıl kaldırmalı sisleri,
Renkleri nasıl yürütmeli?
İslam, sözlü duaya durmuş.
İslam’a
-sözlü-duanın yetmediğini
nasıl öğretmeli?
Bir düş kurup, hedef gütmeli;
Sözlü dua yerine-zahmet edip-
Bulut yutucu, bir alet üretmeli.
Kutsal emirleri yeniden okumalı,
Nafile ibadeti bırakıp,
Çalışma ibadetine koyulmalı;
Gidip, Çin’den emaneti alıp...
-rasathanelerimiz, canımız-
Bir daha canımızı topa tutmamalı.
Bulmalı devrin yeni icadını,
Tüm dünyadan kaldırmalı
Şu nükleer belasını...
Görürlerse tüm İslam’ın
çalışmaya daldığını,
O zaman duyulur dualarımız
Ve esirgemez Evliyalar, Enbialar
yardımını...
30 Ocak 2003
22
EŞİTLİK
İpek kanat şu yüreğim.
Ben bir gezgin kelebeğim;
Geç geldim, tez gideceğim.
Yıkanalım, gel baharla,
Benzeşirken çiçek dağla.
İpekler örtülür karla,
Dağla, toprak, tohum kalır.
Bir eşitlik sevdasıdır:
Ben gülersem sen gül ama,
Ben ağlarken sen de ağla...
30 Ocak 2003
23
HAYAL İNSANCIKLAR
Benim “Hayal İnsancıklarım”
Nerelere kayboldunuz?
En istemediğim anlarımda,
-kafamda-
hep tepinip dururdunuz;
Bazan uysal, beni dinler,
Sakince uyanır,
Sakince uyurdunuz.
Benim “Hayal İnsancıklarım”
-sanki çanlıymış gibi-
neden küsüp, yok oldunuz?
Şef ölmeden, sazlar kaçar,
kaybolur mu hiç...
Biliyorum,
şaka yapıyorsunuz.
Ben kimim ki siz olmadan?
Ben, yaşamın suskunluğunu,
sizin taşkınlığınızla dengeledim;
Ben ölünce toprağı yarıp,
yerime geçmenizi bekledim...
24
BEN NEDEN DEĞİŞTİM
Ben eskiden
bir çocuk kadar heyecanlı,
bir o kadar sevecendim.
Neden tersime döndüm böyle,
neden değiştim! ?
Ben kendimi
dünyanın omuzunda bilirdim;
Dünyanın,
benim omuzumda olduğunu
gördüm de değiştim.
Nurlu yüzler vardı çevremde
ben yemek üretirken;
Güç bitince bende,
-nur yerine gözlerinde bazılarının-
sırıtan şeytanı gördüm de değiştim.
Melek bilirdim ben sizi
aziz dostlarım, canım kardeşim;
Ben sizin insan olduğunuzu
gördüm de değiştim.
Eziyetli bir ihtiyarım şimdi.
En büyük eziyet Nefs’e eziyet...
Ben, bunu Tanrı’ya
sordum da değiştim...
25
DOĞUMCUL KAZA
Kurtul, günlük kaygulardan,
Dön yüzünü sevgiliye.
Ürkek bakışlar çarpışır:
Suyla-Şimşek;
Göz ve Yürek.
Hayal-gerçek
birbirine karışır...
Doğumcul bir kaza olur:
Bir damla sudur yürek,
Gül üstünde oluşan
ilkbahar çiği gibi;
Dolaşır bedenlerde
candan cana geçerek,
Bülbülün, gül esnerken
çiği içtiği gibi...
26
YİTERKEN
Yok olurken en güzeldir
her zaman manzara.
Yeşillik, sisler içinde solarken
dokunur insana.
Silmek isteriz buğuyu hemen,
Çiçekler
cam arkasında kaybolurken;
Uyanırken dönmek ister
gönül, tatlı rüyaya...
Kim “evet” der
sevgiliye arkasından bakmaya?
Sevginin ne denli gerekli olduğu,
yiterkendir...
İnsan bir kez ölüm döşeğine yatmaya,
Yaşamanın güzelliğini anlamak,
-ancak ve ancak-
beyindeki son düşünce
biterkendir.
27
SEVGİLERİN CENAZE TÖRENİ
Bir ömür özenle beslediğimiz
o körpecik sevgilerimiz,
Son Bordro Harbi’nde
-Artan ekmek fiyatlarından-
-pazaryerlerinde-
öldüler...
Cenaze törenlerinde
Sevgilerimiz’in,
Canlanır gibi oldu
ölü yüreklerimiz tekrar,
Mezarlık çıkışına kadar...
İçimizden bazıları,
taşıyabilip son kırıntıları,
Solgun yanaklara,
öpücük bile kondurabildiler
mayalansın diye çocukları.
Gaziantep-25 Şubat 2002
Mehmet KaraKayıt Tarihi : 26.10.2004 23:44:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mehmet Kara](https://www.antoloji.com/i/siir/2004/10/26/ozan-ogul.jpg)
TÜM YORUMLAR (3)