Hep bir yerlerde, bir an gelir ki yolculuk duygusu ağır bir gülle gibi gelip oturur beyin kıvrımlarına…
İşte tam o anlarda kalkmak isteyip de çoğu zaman zoraki oturursun bir yerde bir şeylerin üstüne, beklersin ruhundaki titreyişlerin, sarsıntıların bitmesini, iki elini koltuk altlarına sıkıştırıp, yüzlerce terse sebep üretirsin bu yolculuğa çıkmamak için, yorgunluğunu, ağrılarından birkaçını, can sıkıntılarını bahane edersin, ama gene de bastıramazsın o gitme duygusunu…
Aslında “her gidiş kıvrılıştır, gidişten az sonra geriye” bunu bildiğin hâlde basarsın pedalın yumuşak tarafına düşersin yolların kıvrımlarına, ama hep düşüncelerin terk ettiğin yerdedir, hep düşlediğin bırakıp gittiğin yerdedir aslında, onunla el ele nefes aldığın yerler, çay içtiğin deniz kenarındaki o tahtadan sandelyeler ve arkada bıraktığın onunla olan yaşam boyu anılar.
Hep göz ardı ettiğin beyninin kuytusundadır onunla söyleştiğin sözler, cümleler ve de beraber iken içtiğin kahvelerin o kekremsi tadı…
Aslında düşmüşsündür yolların kıvrımlarına, güneşin batışına şehrinin en uç kısmına ve de en ıssız yamaçlarına, dağlara bakarsın, bayırlara ve o bayırlardaki çiçeklere bakarsın, arada bir öten kuşun sesi seni alır götürür uzak zamanların en nadir sandığın bir zamanına, işte tam o anda o günkü o anındaki gülümsemeni hatırlarsın, yine dudakların salınır, kısık ve iç burkan bir gülümsemeye, yine hazin ve kırık anlardan biri yaşamına girer ansızın, tıpkı gidişinde onun giydiği elbisesinin rengini hatırlar gibi sızlar yine kalbinde hissettiğin bir yerler, garip bir yalnızımsı saniyelerin gongu vurulur sanki kulak diplerine. Renkler uçuşur gözlerinde, içindeki burukluk peydahlanan öfkeni bastırır ve kıvrılırsın acının girintilerine…
O masal dağında ünleyen gazal
Güz ve hasret yüklü akşam bulutu
Güz ve güneş yüklü saman kağnısı
Babamdan duyduğum o mahzun gazel
Ahengiyle dalgalandığım harman