Gözlerime uzaklardaki hayalin düşüp yapışıyor...
Bir bilsen ne kadar canımı acıtıyor...
Öylesine ıraklar ki öylesine uzaklar ki nefessiz kalıp koşu bitiyor sana ulaşma çabasından...
Öyle ıraklardasın yağmur gibi omuzlarıma düşüyorsun, yalvarıyorum nefesler için bir nefeslik can istiyorum sana bir koşabilmek için...
Görgüsüz düşlerde dolanıyorum sensiz, nefessiz, umutsuz ve de kıvrandığım acılarla...
O kadar ıraktasın ki bana, gözlerime düşen çehren kayboluşum oluyor boşlukta...
Bir hediye bıraktın bana ki hınzırca, masumca, intikam alırcasına, bıraktığın sessizlikti en çok korktuğum...
Şimdi o sessizlikte yaşıyorum, umutsuz ama korkusuzca...
Oysa sen benim cesaretimdin yaşama dair...
O kadar sert yaşadım ki hayatı belki artık bir fazlası bana çok fazla...
Belki artık taşıyamaz bu can bu kadar acıtanları...
Oysa kanasıya bakmak isterdim sevgim diyebileceğimin göz diplerine, oysa tüm geçmişimden kurtulup dalmak isterdim severim diyeceğimin gözlerine bir kez daha, oysa unutmak isterdim tüm karanlıklardan çıkarak gün ışığındaki saçlarını avuçlamak isterdim sevdim diyebileceğimin... Şimdilerde tüm cümleler masum bir sevginin pişmanlığını anlatma çabasında, bense bir hayale dalıp dağıtmak isterdim tüm kara bulut düşüncelerimi...
Olmadı, belki de olamayacak ama beklenti en masum bir rüyaya çıkardı belki de...
Aşkın aldıkları sana kalmaz...
Bir resminin ardına bağladım yılların ardına sığan düşüncelerimi, sana baktığımı farz ederek, olmadı sonu hüsrana çıktı ve acılar bastırdı senli tüm düşüncelerimi...
Öteki kadın, öteki ben, kendimizi öteleyerek sadece yalnızlaşabildik...
Sadece hırslarımızı, kinlerimizi öteledik bir zaman ki bu zaman uzayıp durdu, gün geldi kendimizden, gün geldi yaşamdan bezdik, satın alabileceğimiz bir ruhlarımız kalmıştı ki ona da gücümüz yetmedi, herkes kendi kulvarına döndü, her kes dediğim biz kendimizi yalnızlaştırdık ve ne bulduksa acıya, hasrete, susuzluğa dair aldık alabildiğimizce koyduk iç dünyamızın içine, gün geldi inledik, taşıyamadık, gün geldi gereksiz güldük, gün geldi, aklı bali değil dediler, gün geldi sadece kendimize acılanmayı öğrendik ve gün geldi neyimiz varsa hepsiyle beraber sokak ortasına attık kendimizi ve unutulmaya dair ne varsa hepsinin içine saklandık...
Ve öteki olduk ve de öteki oldun, sonuç yalnızlığa açılan kapının zilini çaldık...
Ve
öğrendik ki aşk tutsak edilemezdi...
Geçmişle vedalaşmak artık imkânsız hâle gelmişti. Hele sevgili dediğinle vedalaşmak sonsuza kalan bir istekti belki de ama hayat tüm hızıyla dünleri bırakıp yarınlara doğru savruluyordu. Artık tutunmak bile, bir yere sabitlenmek ve oralarda duraksamak kolay değildi, tüm hızıyla savruluşa doğru koşmak belki de kaçınılmazdı. Sadece yüreğe hükmetmek gerekirdi veya söz geçirmek gerekliydi...
Yaşadığım hayat benimkiydi, bir başkasının yaşamını yaşayamazdım, yaşadığım acılar sadece bana aitti ve arkasıyla önüyle her şeye ben dahildim, kimseye kızma hakkım olamazdı, kimseyi yanımda suçlu göremezdim, ölemez ve de ölüme atamazdım kendimi, sadece sabretmekti acıların tortularıyla...
Şanstı bu yaşam olabildiği kadar, fazlasıyla, eksiğiyle, doğruları, yanlışlarıyla belki yeterli olmayan bir şanstı ama bir başkasının şansına giremiyor ve başka bir yaşamı, yaşama hakkı yoktu, beklendiği zaman gelmiyordu, geldiği zamansa beklenen çok geç kalmıştı, yetinmek kalıyordu ardında ve elde olan kadarıyla yaşanıyordu yettiği kadar...
Belki de ardından koştuğumuz şans, istediğimiz şeyi almak içindi, ne kadar da istediğini elde etsen de acılar hayata dahil ve sevmeye dair acılar sona ermiyordu, kaderi ve şansı ne kadar zorlasak da çok şey değişmiyordu aslında, gerçek olan yaşanacaktı yaşamda hepsi buydu, ben sevmiştim belki de benim sevgimden fazla sevilmiştim, belki de bu yaşamdaki iyilerle kötülerin savaşıydı...
Derler ya iyiler hep kaybeden olur diye işte bu kadar acıyla belki de kaybeden bendim, kim olduğumu ve sevgiye bağlı kaldıkça doğruda olduğumu biliyordum... Bu bir güven ve özgüven savaşımıydı kazananın ve kaybedenin aslında belli olmadığı, bundan sonra bu yaşamın içine intikam ve öfke duygularını sokamazdım, sadece hak ettiğim sevgi, şansım olan veya şanssızlığım olan sevgi buydu ben de artık kaderime rıza gösteriyordum ki başka çarem zaten yoktu...
Sessizlik, karanlık ve öfke...
Uzaktı uzaklar ve kördü gece, sonsuza omuz atıyordu öfke, karanlıktı yüzüm, karanlıktaydı yüzün...
Yeni yarınlar, unutulmuş dünler olabilir miydi acaba?
Artık başkasının masallarını okumaktansa, kendi masalımızı yazmak istiyordum, artık başkasını dinlemektense kendi şarkımızı söylemek istiyorum...
Sana her bakışımda omuzların biraz daha düşüyor, biraz daha aşağı eğiliyordu başın...
Damıtılmış hayatımızın son kareleriydi belki de ruhlarımızın mutluluk dansları yaptığı, yaşamın tüm kesitlerini toplasan senli beraberliğe dair bir içimlik su kadar bir nefes tutması gibiydi...
Tüm varlığını tek düşünceye salsan, “ben seninle vardım” düşüncesi doğar...
Gitmek kolaydı, oysa gitmenin yanında götürmekti zor olan...
Zor olan dönmekti, zor olan unutmak, unutulmaktı, zor olan gidişten sonraki var oluştu, dağılmış beden ve de dağılmış ruhlarla...
Artık şimdilerde kendi şarkımızı söyleme zamanı...
Ve biz artık özgülüğümüzü yaşamak istiyoruz belki de...
Gözlerime yapışıp kalan gözlerinin yansımasıydı uzun zaman orada oyalanan...
Uzun zaman aynalara çift baktık, uzun zaman gölge oldu göz diplerin gözlerime, uzun zaman yummadım gözlerimi, gözlerinin karartısı kaybolmasın diye ve uzun zaman uyumadım senli gözlerimiz yapışık kalsın diye... İşte o anlardı seni gözlerimde yaşattığım... Hem de çok uzun zaman kaldığın gözlerimde... Ve artık bir sonun başıydı senlilik dönemini uğurlamaya çalışmam...
Kayboldular bu hayatın dar çerçevelerinde...
Titreyen ellerimiz, titreyen avuçlarımız savrulan bedenimiz, bir şey gizlenir sanki karartılarla, dağılan düşlerimizdi sanki, belki bakışlarımız bulandı o evin, o evimiz dediğimiz evin camlarına yapıştı belki de bakışlarımızın ardında kalan ruhlarımız, ki onlar dağıldılar, ki onlar başı boş kaldılar, ki onlar artık hep karanlık gördüler yazı kışı, günleri, ki onlar hep yalnızlığı yaşadılar, yalnız doğmayıp yalnız kaldılar, kayboldular bu hayatın dar çerçevelerinde, güldüler, sonra sustular, ağlayanları gördüler, ağladılar, sonra sonu gördüler, son adımın arkada bıraktığı izlere baktılar, dağıldılar gittiler özgürlüğe doğru kayboldular...
Onlar sevmeye adanmışlardı, onlar sevilmeye adanmışlardı sonra acıyı yaşadılar, ayrılığın kör bakışında kaldılar, gülmeyi unuttular... Bir köşeye bir bucağa bir köprü altına sindiler, kendilerine karartı dediler, kaybolacak karartılar dediler ama kaybolamadılar, belki de kaybolmak istemediler, hep sevginin kollarına attılar kendilerini, işte orada unuttular bakışmayı...
Gün geldi unutuldular, gün geldi ağlayarak uyandılar bu kayıplık âleminden, gün geldi unuttukları gülmeleri yakaladılar, gün geldi baş eğdiler bir avuç toprağa gömülmeye...
Daha okumadın sana duyduklarımı belki de okuyamayacaksın ve öğrenemeyeceksin sana hissettiklerimi, bazen kızıp, bazen baş eğip kendime döndüklerimin sebebini bilemeyeceksin, bazen seni unuttum sanacaksın, bazen de hep aklımda olduğunu düşüneceksin ama yanılacaksın...
Sen yerine dünyaya kafa salladığımı, sen yerine kastettiğim nelerin var olduğunu asla bilemeyeceksin, en kötüsü çekip gitmemden seni unuttuğumu sana söylenecek sözüm kalmadığını bileceksin ama unutma sevmek ölmekse yaşamak da bazen gömülmekten beter bunu da öğreneceksin...
Sen kimdin, kimsin ki sen bu kadar çok kendini sevdiren kimdin sen...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 24.4.2012 11:59:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)