Dilinizden Fuzulî çaldı mestâneliğinizi, neşenizi Nedim, ateşinizi Şeyh Galip, Bakî kalacak bir hoş sadâ idiniz onu da kaptırdınız. Nef’îce olmak isteseniz de bağladı elinizi Yunus, yaratılanı hoş gör diyerek. Size kala kala bir gülgûn piyale kaldı Haşim’den. Hep önsöz oldunuz, son sözleri başkası söyledi. Anonimdiniz, hiç kalem tutmamış, hiç saray gözdesi olmamıştınız. Bir dağ başında çoban çeşmesi sıfatında başınızı taşla perçinlediniz, taşlara su verdiniz. Vardı bir garip yanınız rakı şişesindeki balık gibi ve üçüncü şahıslarda sınandınız. Ruhunu İstanbul’da eritenlerden biriydiniz sadece ve varıp dağlara yaslananlardan. En deli köşenizde Mona gülleri açardı mum saatlerinde. Rüzgârların en ferahlatıcısını Markiz Pastanesi’nde vurdunuz. Han duvarlarına yazan kadar yazamadınız yüzünüzü hastane önündeki incir ağacına. Sadığınız kara topraktı, onu da Makber aldı. Bir şikayetname yazacaktınız ki ney yaktı nağmelerinizi. Gönül kuşunun yuvasını yapacaktınız, boğazın en güzel tepesine, Fikret kuruldu. Güvercinin kursağındaki gidip Bursa’nın zamanına saplandı, siz adam aldırma da geç gitlerde kaldınız. Uğru nakışlılarla müjgân bakışlıları barıştıramadınız. Ne prangalarınız eskidi ne yerin çektiği kadar ağırdınız. İstanbul’a bir tepeden bakıyordunuz gözleriniz kapalı, oysa serin servileriniz karlı kayın ormanlarında üşüdü. Ne halden anlayanınız oldu, ne tarih düşüreniniz. Siz nihayet, şükür ki, Hak şerleri hayreylere kaldınız.
Bu halk içinde bize gülen var.
Ko gülen gülsün, Hak bizim olsun,
Gaafil ne bilsin,Hakk'ı seven var.