Dünya'nın en büyük Savaşı- Birinci Bölüm:'Olası Bir savaşta en çok insanlık ölür...!
Dünyanın değil benim günlüğüm:
' Bugün çok yanlızım. Evleneceğim kadını tam bilmiyorum bile. Bana dayatılan evliliğe neden razı oluyorum ki... Bu zamanda görücü usülü evlilik mi olurmuş. Türkiye ilerleyeceğine her geçen gün geriliyor mu ne! Yanlızım... Yarın yatağımda yabancı bir kadınla uyanacak olmak beni rahatsız ediyor. Daha bir sinemaya gidemedik... Doğru dürüst yüzüne bakamadım. Çok sürmez bu evlilik. Kız benden 10 yaş küçük. O 23 yaşında ben 33... Benim gibi biriyle evlenecek. Ona da acıyorum. Babam yatsı namazı kılıyor, ben şarap içiyorum... Türkiye'de dünyada umrumda değil. S... anasını. Bir savaş olsada hepimiz ölsek, ya da Kıyamet kopsun. Ülkemde 'genelkurmay'da olmak en b.ktan meseleymiş. Hayatımın hiç bir anlamı yok. Bu akşam intiharı bile düşündüm. Bunları neden yazıyorum ki. Doğan Rıza Türk- 26 Nisan 2023 Ankara'
***
***
2023 Yılı: Türkiye dünyanın üçüncü aktörü! Türkiye petrolün ana vatanı oldu...!
2031 Yılı: Türk Halkı seçimlerde Sol'u iktidar yaptı. Yeni kurulan 'Sol' parti olağanüstü yapılan seçimlerden zaferle çıktı. Sağ yıkıldı.
2032 Yılı: Türkiye 2031 seçimlerinin şaibeli olması sebebiyle sandığa gitti. Yapılan seçimlerde 'sol' meclise bile giremedi...
2040 Yılı: Türkiye'de Dindar kesim artık Mehdi'yi bekliyor... Türkiye 'Şeriat' ülkesi mi oldu?
2043:Türkiye Eyaletlere ayrıldı... Artık ülke Ankara Eyaletinden yönetiliyor.
2050 Yılı: İnternet'in süresiz olarak yasaklanmasından sonra ülkede olaylar çıktı. Taksimde binlerce kişi öldü! Özgürlük isteyen kalabalığa polis çok sert müdahele etti.
2051 Yılı: Türkiye dünyanın en büyük devleti mi?
2052 Yılı: Türkiye nereye gidiyor...!
' Siz acıların en büyüğünü yaşadınız mı, ben yaşadım... 17 yaşındaki oğlum bugün trafik kazasında öldü... Şu ülkede bu trafiği bir çözemediler. Yollar araç dolu. Diğer ülkeler yuzatya gider biz hala Mersin'e... Son kurban oğlum Berk Demir oldu. Eşimle ben hala ayrı dünyaların insanlarıyız. O namaz kılar, ben şarap içerim. Ama o bana karışmaz, ben ona karışmam. Bizi bağlayan ortak payda da öldü. Hala eşimi az tanıyorum. Bana dayatılan bu evlilik sadece iki insanın dünyasını yıkmaktan öteye geçmedi... Boşanmayı ciddi ciddi düşünüyorum. O kadar güzel olmasa ve bana bunca zaman sabretmese çoktan boşanmıştım. Oğlumun yanına gitmeyi, ölmeyi o kadar çok istiyorum ki. Biraz cesaretim olsa kafama sıkmıştım. Oğlum sen bana o kadının verdiği en güzel şeydin. O kadından kurtulacağım artık. Senin için katlandım bu evliliğe. Örümcek kafalı kadın. İlk o türbanı atacağım kafandan. Senin saçlarını alem görecek! Benim görmemle ne değişti. Bak o kadar çok sevdiğin yaratıcın oğlumu elimden aldı. hadi ben içiyorum. Sen! Doğan Rıza Türk. Eylül- 2052'
Ve 2053...
***
5 ay sonra. Şubat Ayı- 2053 Yılı
Gönül Hanım'ın eline boşanma tebligatı geçmişti bugün. Ve buna şaşırmamıştı. Bunca zaman aynı yastığa baş bile koymayı başaramamışlardı. Zorunlu bir birliktelikti onların ki. Ama neden? Bilmediği bir şey vardı Doğan Bey'in. 3 Aylık hamileydi. Hem de bir gece sarhoş sarhoş zorla sahip olmuştu bedenine. Ne yapmalı bilmiyordu? Bildiği artık her gece içen eşini artık sevmiyordu.
***
Tarih 21 Şubat 2053: Yer Amerika. Beyaz Saray...
Masadakiler: İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa, İspanya, İsrail...
- Türkiye elimizden çıktı beyler...
- Türkiye elimizde hiç bir zaman olmadı ki... Olağanüstü toplanmamızın sebebini anlamış değilim. Amerika çağırıyor tıpış tıpış geliyoruz. Keşke biz de Türkiye gibi dik olabilseydik...
- Buraya tarihi bir kararın altına imza atmak için toplandınız dediğinde Amerika başkanı masaya bir Türkiye pastası getirildi. Evet Türkiye pastası!
- Şimdi geldiğimize değmiş diyebilirim dedi gülerek İngiltere başkanı!
- Ne o ağzın sulandı...
- Hangimizin sulanmadı ki!
- Nihayet diye söze girdi İsrail... Zamanı gelmişte geçiyordu... Pastanın en güzel yeri kimin peki...
- Bu da soru mu? O pasta hepimizin... En güzel yeri ise (İstanbul'dan bir parça keserek)
- Yunanların mı? dedi Fransa?
- Hah hah haaaa!
- Şampanyalarımızı İstanbul'a kaldırıyorum diyerek ayağa kalktı Amerika başkanı! Tarihten ilelebed silinmesine!
...
Türkiye Başkan'ı Beyaz sarayda kadeh kaldıranları izliyordu! Konuşmalardan tüyleri diken diken olmuştu...
- İstanbul bir an önce tahliye edilmeliydi! Üstelik sessiz sedasız yapmalılardı bu işi! Ama nasıl?
İstanbul dünyanın ve insanlığın son kalesi olmalıydı! Bugün de bundan sonrada!
***
Dünya'nın en büyük Savaşı- İkinci Bölüm:'Dünya'nın Ölmesi yakın mıydı...!
Yaşamak zordur. Zordur nefes alması. Her canlının öleceğini bile bile zordur dünyaya tutunması. Her canlı öldüğü gibi günü gelir her şehir de ölür. Dünya'nın ölmesi ise yakındı... Dünya bunamış bir ihtiyara benziyordu her geçen gün. Ve dünya kokuşmuştu. 'Gökten İsa ne zaman inecek Allah'ım' demeye başlamıştı bazıları... Sanki dünyayı 'Sodom- Gomore' halkı istila etmişti yeniden. Ama Türkiye başkaydı. Türkiye hep başkaydı... Ve üzerinde hep başka başka gözler vardı.
***
İstanbul... Büyük depremden 10 gün önce:
Elinde bir elma fidanı vardı... Ağustos ayı çok sıcaktı. İklimler ne hızla değişiyor diye düşündü... İstanbul'un en büyük camisine yakındı evi. Yürüyordu yürümeyenlerin aksine.
Cuma ezanına da yarım saatten az vardı. Bir an önce dikmeliydi şu fidanı bahçesine... Sanki Kıyamet kopacakmış gibi bir sıkıntı vardı içinde... Caminin önünden geçerken olağanüstü bir kalabalık gördü, ama aldırış etmedi. O elindeki fidanı toprağa kavuşturmayı düşünüyordu. Herhalde devlet Cuma namazına geldi yine diye düşündü...
Bismillah. Toprağa ilk kazmayı vurmuştu... Yüzünden ter akmaya başlamıştı... İşi bitince bir an önce elini yüzünü yıkamak ihtiyacı duydu. Bu evde kızıyla birlikte kalıyordu. Kızı ve torunuyla… Kızım diye seslendi. Ses yoktu. Bebeğin odasına geçti… Nasılda güzel uyuyordu Mustafa’cık… Sonra tekrar kızım diye seslendi… Yine ses yoktu. ‘Allah Allah’ dedi içinden. Nerede ki bu kız. Odasının kapısını tıklattı… Kızım ordamısın. Yine ses gelmeyince kalbinin ritmi arttı…
Aklına kötü şeyler geldi… Kızının yanına taşınması yaklaşık 5 ayı bulmuştu. Bu boşanma işine doğrusu çok morali bozulmuştu. Hiç hamile biri terk edilir mi? Ama içinden içinden seviniyordu. Allah’ın bir bildiği vardı şüphesiz. Ev eşinin hatıralarıyla doluydu. Tam şu hayatta kimsem yok derken kızı çıkıp gelmişti. Hemde dünyalar tatlısı torunuyla. Hiç evlendirmemeliydi, ama etmişti bir hata işte. Reşat bey aile dostuydu. Namazında, niyazında biriydi. Ama oğlu öyle mi? Her gece içen biri olup çıkmıştı, bilhassa oğlu ölünce. Ama bak Allah bir evlat daha nasip etmişti. Ama o bunu bilmiyordu bile. Bilseydi acaba yine tek celsede boşanır mıydı? Biri ona oğlunun olduğunu söylemeliydi. Ama bu kendisi olamazdı, kızına söz vermişti…
Kızıım! Kapısını tekrar tıklattı. Ve ses gelmeyince kapı kolunu çevirdi.
Kızı uyuyordu.
***
İstanbul Boşaltılıyor…
Odada devletin en büyükleri toplanmıştı. Olağanüstü toplantı ile toplanmışlardı.
- İzlediğiniz kayıt bizi önemli kararlar vermeye mecbur bıraktı. 2 gecedir uykuyu unuttu. Yapılacaklar hakkında mütalaa ediyorum kaç gecedir.
- Kayıtlar vahim. Peki, izlenecek yol hakkında fikriniz nedir…
- İstanbul’u boşaltmak.
- Milyonlarca insanımızı nereye koyacağız Başkan!
- Onları öldüreceğiz.
Salondan uğultular yükselmişti bir anda!
***
17 Ağustos 2053.
İstanbul'da depremlerin en büyüğü oldu...
Ölü sayısı 10. 857. 953 Kişi... Bu neredeyse İstanbul nüfusunun yarısıydı. Yerle bir olmuştu İstanbul. Ülkede yasların en büyüğü vardı... Sonraki günlerde yağan aralıksız yağmurlarla Karadeniz kabarmış bir şehir sular altında kalmıştı. İki doğal afet tarih sayfasından yok etmişti İstanbul'u.
Türkiye süper güç olmanın eşiğinden dönmüştü...
Bütün dünya ajansları bu haberi veriyorlardı.
Deprem üstelik 1999 yılındaki büyük depremle aynı tarihte olmuştu…
Ülkede genel yas ilan edilmişti.
***
Dünya'nın en büyük Savaşı: Üçüncü Bölüm: Mustafa Türk Kimdir?
2060 Yılı: Türkiye Başkan'ı suikast sonucu öldü!
2065 Yılı: Amerika' da Tarihinin en büyük doğal felaketleri yaşandı. Ölü sayısı tam bilinmiyor!
2071 Yılı: Kapatılan AKP yeniden kuruldu. Ve Ankara'da sol kesim ayaklandı... Ülkede iç savaş yaşanıyor...
2075 Yılı: Dünya petrolden sonra su ihtiyacını da Türkiye'den karşılıyor... Su fiyatları benzin fiyatlarını ikiye katladı... Diğer devletler Türkiye'ye bağımlı.
2076 Yılı: Nasa Dünyanın sonunun yakın olduğunu açıkladı!
2077 Yılı: MEHDİ İstanbul' da ortaya çıkacak diyen din adamı öldürüldü!
2078 Yılı: Türkiye- Amerika ilişkileri normalleşiyor...!
2079 Yılı: Amerika'nın en büyük ihalesini Türkler kazandı! AKP seçimlerde iktidar oldu! Sol sandıktan çıkamadı.
2080 Yılı: Amerika Türkiye'ye ültimatom verdi. Sular ısınıyor.
2081 Yılı: Dolar devri resmen bitti. Artık Dünyada Türkiye nin TL' Sİ kullanılıyor...
...
Yıl 2081... Ankara eyaletinde yağmur vardı... Burası Büyük Türkiye'nin en büyük eyaletiydi bugün. Ankara daha da genişlemiş ve dünya buradan yönetilir olmuştu. İstanbul tarih sayfasından silindikten sonra!
Mustafa yağmurdan ıslanmak istedi. Bulutları görüyor, yağmur damlalarını seyredebiliyor ama üstü kapalı şehir o yağmur katresi ile yüzünün buluşmasını engelliyordu. Nasıldı yağmurda ıslanmak! Ve sonra kalabalığa karıştı. Bu kalabalık şehirden nefret ediyordu... İki adımda biten bir şehir olmuştu son zamanlarda Ankara. Bir yerden bir yere gitmek bu kadar kısa olmamalıydı...
Mustafa devlet görevlisiydi. Devlet imkanlarıyla ve terbiyesiyle büyümüştü. Devletin en önemli merkezinde çalışmanın sorumluluğu ve sıkıntısı vardı üzerinde. Kendisine verilen işi, emri kısa zamanda halletmek zorunluluğu vardı. Türkiye'de halen yazılı işliyordu sistem. Her ne kadar teknoloji sonuna kadar kullanılsa da. İşte Mustafa Türk devletin bu en önemli binasının arşivinden sorumlu bölümün müdürüydü. Yorulmuştu. Güzel bir tatile ihtiyacı vardı. Yıllık iznini kullanmalı doyasıya yürümeliydi. Neresi olursa olsun gitmeliydi bu şehirden. İşte geldik kuruma!
Büyük bina nasıl da kurumluydu ve kurumlu kurumlu bakıyordu ona... Sanki bağlamışlardı onu bu kurumlu binaya. Her sabah 8'de tatlı uykudan uyan ve işe git. Yemişim müdürlüğü be dedi içinden. Keşke sokak satıcısı olsaydım diye düşündü. Ve en genç müdür olmanın güzel tarafları da yok değildi. Ama yine de tipik bir Türk devlet anlayışı hâkimdi.
Bugün babalar günüydü... Ama bir baba diyecek kimsesi yoktu. Dedesi Rıza vardı yanında hep babası yerine. Babası İstanbul depreminde ölmüştü. Annesi de kanserden ölmüştü yedi yaşına basmadan. 14 yaşına geldiğinde acıların en büyüğünü yaşadı. Dedesi de bırakmıştı onu. Hayatta kimsesi yoktu. Devlet elini uzattı. Mustafa’yı yetiştirdi, okuttu. Dedesini kabrinde ziyaret etmeliydi bugün. Babasıydı ne dedesi. Gözlerinden yaş akıyordu. Kimsesizliğin acı şerbetini yudumluyordu. Bu düşüncelerle oturdu koltuğuna. Her düşünceyi kafasından sildi. Şu koltuğun üzerinde uyumak istedi. Gözlerini kapatıp tüm sorumluluklardan arınmak istedi...
- Naber mavi gözlüm.
Herşeyden uyandı. Demek birisi kapıyı tıklamış ve haberi bile olmamıştı. Yoksa bu kız kapıyı tıklamayı mı unutmuştu...
- Filiz bana senden başka mavi gözlü diyen biri daha yok, sende demesen...
- Olur yakışıklım...
- Bana senden başka yakışıklım diyen de yok. Bak stajyer kız aramızda yaş farkını biliyorsun değil mi? Bana asılmayı bırak. Ben nişanlıyım...
- Ama bir senedir nişanlıymışsın mavi gözlüm, hatta yüzükleri atmışsınız diye duydum... Hem hoşuma gidiyorsun, rüyalarıma giriyorsun. İstersen rüyalarıma söz geçir, ona da karış... Ne yani müdürümüze layık biri değil miyim? Hem benim babam milletvekili unutmayın ki!
Babasızlığı geldi aklına ister istemez. Sahi Onun babası neciydi, neydi, hiç bunu düşünmemişti bu zamana kadar.
- Ha evet öyle. Bugün babalar günü ne alacaksın milletvekili babana.
- Ne alsam karar veremedim. Gönlüm Eifel Kulesi al diyor ama…
- Bulursan alırsın çocuk! Pardon Genç kız demek istemiştim... (Aslında bilerek çocuk demişti, onu kızdırmak hoşuna gidiyordu)
- Pardonmuş, bilerek dedin işte… Çocukmuş ben sana bunak diyor muyum? Hoş değilsin zaten de ama evde kaldın ve belin kamburlaşıyor.
- Tamam. Konumuza dönelim.Ne vardı bakalım, niye gelmiştin sen. Hem çok yakınımda durma. Casus karıncalar çıkıyor biliyorsun... Burası ciddi bir kurum. Bu kadar laubalilik yeter küçük hanım, pardon güzel kız, genç bayan.
- Olsun. Casus karıncalar filan vız gelir, eskiden böcekler varmış. Karıncalardan önce! Yok öyle hemen konuyu değiştirmek filan. Pardon deyince kalbimin kırıklığı geçmiyor. Bu akşam yemek ısmarlayacağım sana. Hemde kendi ellerimle yapacağım… Babam yurt dışına çıkacak.
- Bu mevzuları sonra konuşalım. İşimize dönelim artık. Burasını babanın çiftliğine çevirdin. Kapıyı bile tıklamadın Allah bilir. Unutma burası kamunun. İşimize- gücümüze bakalım...
- Eeh be yine huysuzluğun üzerinde. Herkes sen gibi çalışmıyor burada. Müdür oldun herkesten fazla çalışıyorsun. Yemeğe gelmezsen babama seni kovdururum.
- Sahiden yapar mısın bunu*
-Yaparım!
- Mecburen geleceğim öyleyse. Daha büyük müdür olurum da bakarsın…
- Bak daha büyük müdür olmak istersen şu yanağıma bir öpücük vermen yeterli. Benim babam…
- Sus. Tamam. Senin babana da yeter. Benim babam da depremde öldü.
- Mustafa özür dilerim. Özür dilerim…
- Aman boş ver. Ölen öldü. Mustafa’mı? Bu ne ya? Ben müdürüm kızım.
- Aman dilim dönmüyor işte müdürüm demeye. Mustafa daha güzel…
-Niçin gelmiştin sen.
- Öpücük için. Ağzından bir anda çıkmıştı. Ama sonra devam etti. Benden kurtulmak istiyorsan hadi verde gideyim…
- Var ya daha büyük müdür olmak için seni öpebilirim. Hatta öpeyim gel… Bunun yolu bundan geçiyorsa seni öperim yani dudağıma yapışmaz ya!
- Tamam uzatma da öp. Yanağını uzattı.
-Gözlerini de kapa madem. Bu öpücüğü unutamayacaksın. Ayağa kalktı tam karşısında durdu. Ve yanaklarından değil dudaklarından öpmeye başladı kızı…
Kız kıpkırmızı olmuştu. Hiç bunu beklemiyordu. Kalbi nasılda çarpıyordu şimdi…
- Mustafa gülmeye başladı. Oh be sabır da bir yere kadar. Bir daha öpücük istemezsin umarım bu sana aylarca yeter.
Filiz apar topar odadan çıktı.
- Babana da selam söyle!
(Sen sahiden bu kıza âşıksın değil mi. Hem de sırılsıklam Mustafa âşıksın işte! Şu yağan yağmurda ıslanmışta sırılsıklam olmuş kadar âşıksın. Ama Filiz ben senden çok büyüğüm. Nasıl olacak bu, 2053 doğumluyum sen 2064. Yani ben 28 sen 17... 28 ve 17! Sende bana âşıksın biliyorum.
-Sende hiç akıl yok. Ben âşık olunacak şu Ankara'daki en son erkeğim... Diyordu kendi kendisine. Kapı çalınmıştı gelen yine Filiz’di.
- Akşam yemeğe bekliyorum. Bu öpücüğün hesabını orada vereceksin! Demiş ve yine çıkmıştı…
Saat:11.00 olmuştu bile. Biraz da çalışmalıydı. Hatırlatıcıya. (Hatırlatıcı:2025 yılından beri kullanılan bir tür robot. Küçük ve masa aksesuarı olarak çok yaygın kullanılır. Konuşma ve verilen komutları yerine getirme özelliği vardır. Ayrıca çeviri de yapar. Ve konuşmanızı karşı tarafa istediğiniz dilde çevirir. Kayıt etme özelliği de vardır)
- Notum var mı?
- Bugün babalar günü.
- Onu geç! Başka var mı?
- Harry Campell sesli mesaj bıraktı...
HARRY? Hatırladı. Hem arkadaştı. Hem Türkiye'nin Amerikada'ki en üst düzey adamları. Muhakkak önemli bir mevzu vardı. Amerika'da okurken onunla çok sıkı arkadaş olması bilhassa istenmişti! Onu bu kuruma getiren bağlı olduğu Türk İstihbarat Birim’i tarafından.
- Oku!
- Mustafa bu mesajı aldıktan sonra bir daha benimle iletişime geçme. Benim seninle iletişime geçmemi bekle. Dostum Amerika- Türkiye arasında soğuk günler yaşanıyor. Olası bir savaş kapıda. Benden istediğiniz bilgi/ belgeleri mesajın devamında dinleyebilirsin. Ama okuduktan sonra lütfen sil. Burada TİB ajanı olabileceğimi ciddi ciddi düşünenler var. Görevimi yapamadan ele geçmekten korkuyorum. Mustafa birde ilginç bir gerçeği öğrendim. Senin hayatınla ilgili bir gerçek. Babalar gününü kutlayabileceğin bir baban var. Bir daha ki mesajımı bekle. Nasıl gol attım! Bu da mı gol değil…
- Bir anda allak bullak oldu. Arkadaşı şaka mı ediyordu. Eşek şakası deseniz o böyle bir şeye niye kalkışsın. Ne demek istemişti babası yaşıyor muydu? Yaşıyorsa kimdi?
....
Dünya'nın en büyük Savaşı: Dördüncü Bölüm:Dünya'nın 'Türkiye' ile Savaşı başlıyor muydu?
115. kattaydı… 200 katlı binanın… Neredeyse devlet bu binada konuşlanmıştı. Ankara’ya bakıyordu kuş bakışı. 3 Yıllık bir binaydı henüz bu bina… Devlet bu binayı dev bir bütçeyle yapmıştı. Dünyanın en büyük adliyesi bu binadaydı. Aynı bina içinde herkesin birbirine yabancı olduğu belki başka bir bina yoktur. Şimdi 115. kattan yere çakılmış gibi hissediyordu kendisini. Babası yaşıyordu demek. Ama nedeni ne idi babasız büyümesinin bunca zaman… Kafası dağılmıyordu ne yapsa. Binada sigara içilmesi kesinlikle yasaktı. Bu yüzden çok kişi işsiz kalmıştı. Hem de kendi imzası da vardı bunda. Ama o yakmıştı şimdi. Masasına tekrar kuruldu… Hatırlatıcıya gelen mesajı tekrar okumasını direktif etti. Belki yanlış duymuştu… Duydukları gerçekti ve arkadaşı en büyük golü atmıştı.
Dünya'nın en büyük Savaşı: Dördüncü Bölüm:Dünya'nın 'Türkiye' ile Savaşı başlıyor muydu?
Arşiv odasına geçti… İyi de bildiği kadarıyla arşiv 2054 Yılından itibaren başlıyordu. Birde girmesine kendi izninin bile olmadığı bölüm vardı… Depremle birlikte ‘Devletin eski arşivi’ yok olmuştu. Söylentilere göre de devlet kendi eliyle yok etmişti.
‘ Babam demek o depremde ölmedi’ dedi içinden. Dedem bu gerçeği neden saklasın. Kimsesizliğin hesabını soracağım birileri yaşıyor demek…
- Arşivde durma süreniz dolmuştur. Lütfen bilgilerinizi Teyit edin ve Çıkış’a geçin. 25 dakika nasılda geçmişti. Kırmızı tuşa bastı, bu önemli demekti. Zaman ayarına 20 dk süre girdi… Bu sefer büyük makinenin önüne geçti… Şifresini girdi… Bu arada bir görevli güvenlik için içeriyi kolaçan etti. Kırmızı düğme ayrıca ‘güvenliğin gelmesi’ demekti. Marinaya ne diyecekti… Makine deyip geçmemeliydi gerçi… 1000 insan aklıyla donatılmıştı. Üstelik bu insanlar dünyaya yön vermiş kimselerdi…
- 1999’daki Türkiye depreminde kaç kişi öldü?
- 17 Ağustos 1999 sabaha karşı 03.02’de gerçekleşen, Marmara depreminde resmi raporlara göre, 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi yaralandı.
- 2053 depreminde ölenlerin isimleri: Doğan Rıza Türk var mı?
- Var.
- Doğan Rıza Türk kim, daha fazla bilgi ver…
- 1990 doğumludur. Ordudan 1948’ te kendi isteği ile emekli oldu. Bir çocuk babasıdır. Oğlu Berk Demir Türk geçirdiği trafik kazasında 17 yaşında öldü. 2053 depreminde öldü. Bu konuda başka bilgi ister misiniz
-Evet.
- Başka bilgi yok…
- Kahrolası makine benimle kafa buluyor…
- Pekâlâ… İstanbul depreminde o günlerdeki görsel görüntüleri ve çekilen videoları göster…
- Tüm dünya ile paylaşılan görüntüler ‘açıklanmayan sebeblerden yok edildi’ Mevcut görüntüleri görmek için yetkiniz yok.
- Hay aksi…
- En yakın kütüphane ne tarafta?
- 500 metre ilerinizde ‘ Abdullah Gül Kütüphanesi’ 25. cadde üzerinde.
- Kaç yılında kuruldu?
- 1923 Yılında hizmete geçti… Türkiye’nin 2. büyük kütüphanesidir…
- (Güvenlik içeri girdi) . Mustafa Bey işiniz bittiyse 1 dakikanız var…
- Tamam, tamam çıkıyoruz! Bitti sayılır… Arşiv müdürüyüz doğru- dürüst arşiv çalışması yapamıyoruz. Türkiye değil mi? Her şey yokuşa!
- Ülkelerde 40’nda ne ise 70’nde O oluyor sanırımJ)
- Espri yeteneğin 10 numara… Seni kendime yakın tarafa aldıracağım. Maaşına da zam yapılmasını sağlayacağım. Ama 5 dakika daha görme beni!
- İsterse bir müdürlük verseler yapamam bunu. Bana verilen emirleri harfiyen uygulamalıyım…
- Zaten şaka yapmıştım. Aferin. Yaşın kaç, adın ne?
- 37 yaşındayım. Adım Şahin.
- Abim yaşındasın diyeceğim o da benden 17 yaş büyükmüş! Çıkmaz sokaktayım ve her tarafta ‘Çıkış’ yazıyor Şahin. Ve sonra bir bakmışsın ‘Çıkış’ olmuş ‘Giriş’…
- Exit diyorsunuz yani…
-Eskiden öyle dermişler! Close! Close!
***
Odasına geçtiğinde Filiz vardı odasında.
-İmza mı var… Yani –e imza denen şey ne b.ka yarıyor ki.
- Islak imza makbul, ıslak ıslak olanı. Senin çok canın sıkkın müdürüm?
- Bir türkü dinlemeliyim. Çok çok eski türkülerden! Haydi yemeğe çıkalım beraber. Bir günde 3 yıl yaşlanan şu dertliyi bir dinle bakalım!
O sırada binada alarm çaldı! Olağanüstü ne olmuştu ki…!
Filiz: Anlamıyorum, ne oluyor Mustafa...
Mustafa: Ben anlıyorum sanki...
Filiz: Savaş mı çıktı.
Mustafa: Savaş hiç bitmedi ki. Bu millet hep savaşıyor. Hem içerdeki düşmanla hem dışarıdaki...
Filiz: İçerideki...
Mustafa: Çıkacak çıkacak diyorlardı. Çıktı işte sanırım, gına yaksınlar…
Filiz: Ne kadar rahatsın ya.
Mustafa: Benim arkada düşünecek kimsem yok kızım. Hadi ‘Sığınak’ bulalım.
Filiz: Sen varken başka ‘Sığınak’ aramıyorum…
Mustafa: Deli olmasan sığınacak en son kişinin ben olduğumu anlardın!
Zemin kata indiklerinde Mustafa saatine baktı... Sığınaklar hep insan seli olmuştu. 10 Dakikadan fazla zaman geçmişti ve çıkış bile şimdi Ana- baba günüydü. Filiz’in elini tuttu... Çıkalım bu binadan bir an önce!
- Ya tatbikatsa…
- Sanmam ki… Sular çok ısındı son zamanda. Amerika savaş çıkarmayı oyun
Dışarı çıktıklarında gökyüzüne baktılar. Birçok füze binanın üzerinde ‘Şehrin kalkanına’ tosluyordu. Evet, bu savaştı.
Ama hiç beklemedikleri bir şey oldu. Binada büyük bir patlama olmuştu! 200 katlı binayı içeriden birileri mi patlatmıştı. Biraz önce çıktıkları ‘en güvenli yer’ dedikleri bina, bu bina patlamayla sarsılmıştı. Birçok insan binadan çıkmamış en büyük sığınak olarak bu binayı görüyordu… 2 DAKİKA sonra bir büyük patlama daha oldu! Ve 2 dakika sonra bir büyük patlama daha... 200 katlı bina yine de bu patlamalara bana mısın dememişti. Neredeyse etkilenmemişti bile.
Ve gökte Amerikan uçakları, İngiliz Uçakları, Fransız, Almanya, İsrail, İtalya uçakları vardı! Ve Mavi gözleri o uçakların üzerindeydi şimdi…
- Geldikleri gibi giderler mi? Dünyanın ‘Türkiye’ savaşı nihayet başladı demek!
- Haçlı savaşı.
- Haçlı Savaşı. Onlarda bizde gökten ‘İSA’ beklediğimiz şu günlerde!
- İşte tam zamanı, kıyamet kopacak nerede kaldın yetiş.
- Suratına bir Osmanlı patlatmak isterdim. O peygamber de Hazreti Mehdi’de Kıyamete yakın gelecekler, bundan şüphen olmasın. Çocuksun çocuk! Ne zaman büyüyeceksin bilmem ki!
- Neredeyse kıyamet kopacak, İsrafil sur’a üfürdü üfürecek be! Gelseler iyi olacak valla. Türkiye’ye inecekler değil mi? Hazır hava sahamız da çatladı çatlayacak…
- Gökten yağmur yağmıyor füze yağıyor kızım! Hadi gidelim bir füze düşmeden kafamıza! Bu gidişle tepemizde uçacaklar şu uçaklar.
- Bizim ‘Solo Türkler, ayyıldız timimiz’ nerede ya!
- Merak etme sen damlarlar birazdan!
- Binadan da iyi ki çıkmışız… O kadar patlama oldu yine dimdik ayakta binamız bak. Türk gücü işte bu. En son teknoloji. Ve Mimar Sinan mimarisiyle yapılmış. O mimari teknolojiler üstü! Çok şükür Allah’ım. Şu savaştan da yüzümüzün akıyla çıkalım Allah’ım.
- Nihayet bizimkiler de yetişti… Kaçacak delik arasınlar şimdi.
- Nihayet…
18.07.2013
***
Dünyanın en büyük savaşı: Beşinci bölüm: Amerika yanıyor...!
Yerin 6 kat dibi- Ankara Eyaleti
Bugünleri yaşanmadan görebilen gözler vardı. Hele teknolojinin gözleri... Türkiye bu savaşa hazırlıklıydı ta en başından beri. İstiladan 3 gün geçmişti. Mustafa yaralıydı… Ülkeye düşman içeriden de saldırıya geçmişti. Savaş havada ve karada devam ediyordu. Yerin 6 kat dibinde ise güvende sayılırlardı. Burası en önemli üslerinden biriydi Türkiye’nin. Zira olası bir savaşta, savaş yerin dibinden yönetilecekti… Ve İstanbul’dan.
Dünyanın en büyük savaşı: Beşinci bölüm: Amerika yanıyor...!
Mustafa kendisine geldiğinde ayaklarını yokladı ilk…. Aklına ilk gelen Filiz'di sonra... Neden uyutmuşlardı ki onu bu kadar. Cevabı kendisi verdi. Ayakları için.
- Evladım Mustafa nasılsın. Artık uyan ya Türkiye elden gitmeden!
- Buna güçleri yeter mi... Güç bela konuşuyordu. Uyuşukluğu tüm bedeninde hissediyordu. Ayaklarım parçalanmıştı neredeyse. Bugün ayaklarım yerinde çok şükür…
- Ama yürümene daha var! Düşman dünyanın en güçlüsüyüm diyor evlat kendine. Arkasına da almış Almanya'yı. İngiltere'yi, Fransa'yı... Bu savaş yaman olacak...
- Desenize 2 günde düşürecekler Türkiye'yi.
- Burası Türkiye. Burası dünyanın en büyük kalesi. Binlerce yıldır düşmedi bu çapulcular da düşüremez. Ama sen ayağa bir kalk. Bunları sonra düşünürsün… Baksana adamlar ilk seni düşürdü.
- Efendim benimle birlikte daha neler düştü.
- Yani elini tuttuğun kızı soruyorsun. Bizde geçtik senin yolundan. Seviyor muydun?
- Hayır, yanlış anlıyorsunuz...
Bu arada odaya haberci girdi!
- Efendim 2. kapıyıda buldular...
- Hele 3. kapıyı da bulsunlar! Burasını infilak edeceğiz. Asker Başkana durumu ben bildiririm. Burayı onlara mezar bizzat kendisi yapacaktır...
-Emredersiniz efendim! Sözü Mustafa aldı…
- 3. kapıyı ne kadar sürede bulurlar efendim...
- Tahminen 24 saatte... Bizde o zamana İstanbul'da oluruz... Savaşı İstanbul'dan yöneteceğiz...
- Hiç gülesim yoktu... İstanbul yok olalı benim yaşım kadar oldu...
- Bilmediğin birşey var delikanlı. 2053' te İstanbul yokolmadı! Türkiye'nin derinine çekildi... Biz bu günleri görüyorduk... Tarih ne senin ne benim bildiğimden ibaret. Tarih aynı anda yazılıyor! Aynı anda yazan ellerde ölürken!
-Nasıl, anlamadım. İstanbul depremle yok olmadı mı?
- Buna herkesi dahil kendimizi bile kandırdık. Bu durumu o kadar güzel yönettik ki… Tek bir vatandaşımızın burnu bile kanamadı. Ama milyonlarca insanımız öldü dedik. Ve dünyaya 1999’ daki görüntüleri zamana uyarlayarak, en son teknolojiyi buraya dikkat et bizim en son teknolojimizi kullanarak yedirdik… Bizim teknolojimiz 2053 yılında Amerikan teknolojisinin 10 katıydı! Bizse görünürde onlardan 10 kat geriydik… Sessiz sessiz yol aldık… Ankara’nın 6 kat dibinde bir Ankara, bir İstanbul inşa ettiysek hep sessizliğimizden. Ama son zamanlarda adamlar bu bilmeceyi çözdü…
- O halde babam hiç ölmedi… Babamı tanıyor musunuz?
…
Bayıldı efendim
-Ve ayıldığında bu konuşulanları hiç hatırlamayacak… Belkide İstanbul’da uyanacağını hiç bilmeyecek!
…
Beşinci Bölüm: Amerika Yanıyor!
Amerika karıştı... Türkler Beyaz Sarayı Ele Geçirdi. Amerika başkanı saldırıdan kurtuldu... Amerika'da çok büyük bir yangın çıktı, Amerika' da her yerden yanıyor...
...
102 Saat sonra gelen bu haberle yüzler gülmüştü... Filiz’de aralarına katılmıştı sağ- salim.
Bu arada haberleşme bölgesine gelmişlerdi... Ve karanlık bitmiş, yerin altı son sistem aydınlanmıştı...
- Gökkuşağı Timi'nden yağmur Timi'ne. Son durum ne!
- 3. kapının direnci kırılmak üzere komutanım...
- Sizin moraller nasıl?
- Efendim son görevimizi yapmayı bekliyoruz. Düşmanla aynı toprakta yatmayı içime sindiremiyorum!
- Evladım yaptığınız hizmetlerin karşılığı bu değil. Bu düşman bu toprağı hak etmiyor. Haklarınızı milletimize helal edin!
- Helal ediyoruz komutanım. Vatanı sizlere emanet ediyoruz.
- Allah yardımcımız olsun.
- Atilla bugünü hiç unutamayacağım. Ama yapmalıyım biliyorum... İstanbul için vatan için. Düşmanı bu topraklardan ilelebet def etmek için... Hem de bir an önce yapmalıyım...
- Sonra ki sözü 'Demek ki insanlar bir kere ölmüyormuş' oldu...
- Çok doğru. Keşke kimsecikler ölmese. Bu savaş çok kanlı olacak dedi Atilla.
Bu son konuşmalar gözyaşlarına sınır tanımadı. Parmakları butona basmakta tereddüt ediyordu...Ve butona bastı... Bir çok vatan evladını kendi elleriyle mi gömecekti toprağa öylemi...
- Bu gece gün yüzüne çıkacağız. İstanbul'da bizle beraber gün yüzüne çıkacak... Geceye ise 10 saat var! Ama kendi evlatlarımızdan şehit vere vere! Biz gördük onlar göremeyecek!
***
Komutan konuşma yapıyordu. Onu dinleyen binlerce kimse vardı. Ankara güneşi unutmuştu.
Komutan:- İstanbul'u o kadar çok görmek istiyorum ki anlatamam...Yıllardır ayak bile değmedi kutsal beldeye... Kendi ayaklarımızdan bile kıskandık onu... Orada abdestliler ordusu gece gündüz çalıştı. Herşey aslı gibi olsun diye! Mamafih hiç birşey aslı gibi olmuyor. Suyun altında bir şehir inşa ettik yeniden... Onu kendi ellerimizle tarih sahnesinden sildik. Ayasofya’yı yok etmek zorunda kaldık. O günlerde bunu yapmak için çok tereddütler ettik. Ama biz yapmasak düşman çiğneyecekti vatanımızı. İnanın çok az zararla bugüne geldik. Bugünden daha karanlık olacaktı Türkiye’miz. Karadan nasıl gemileri yürütmüşsek İstanbul için. Sular altında, yerin dibinde de o samimiyetle yeniden bu şehri feth ettik. İstanbul bizim olmayacaksa kimsenin olamazdı. Bu uğurda kendi insanımıza bile yalan söyledik. Gece uyumak yok… Sabah doğan güneşle İstanbul’da uyanacağız…Ben Türk doğduğum için Allah’ıma şükrediyorum…
Konuşmayı binlerce insan dinliyordu. Ve gözlerinden gözyaşı dökenler vardı şimdi… Bölük bölük ilerliyordu Ankara İstanbul’a doğru. Birinci bölükte yer bulmuştu kendisine Mustafa. Zira O devletin çocuğuydu. Önemli görevler onu bekliyordu.
- Efendim!
- Bu savaş dünyanın gördüğü en büyük savaş olacak! Bütün dünyaya unutamayacağı bir Osmanlı tokadı vuracağız inşallah!
Arif komutan Mustafa’ya baktı.
‘ Osmanlı Türkiye’si ne adım adım gidiyoruz…
- Osmanlı Türkiye’si mi?
- Bu kavramı daha çok duyacaksın evlat. Bu da bizim ve Başkan’ın ‘B’ Planı… Recep Tayyip Erdoğan’ın 60 yıl önce attığı tohum nihayet çatladı.
-Bunu bana niye bu güne kadar söylemediniz…
- Niye karşı mısın yoksa? Seni bugünler için yetiştirdik… TİB içinde yerin çok önemli.
- Ben şimdi ülkemi düşünüyorum... Atatürk 'Cumhuriyet' için ne mücadele vermiş. Gelinen nokta kazanılan cumhuriyetin artık öksüz kalacağı noktasıdır.
- Bugün Atatürk devri kapandı. Gerekirse tüm Atatürk'çüleri yakacağız. Hazır Amerika'da yanıyorken. Zaten sayıları çok az kaldı!
Mustafa ken ter içinde uyanmıştı... Ne kötü ve ne gerçekçi bir rüyaydı, dedi kendi kendisine. Rüya değil karabasan!
- Arif komutan nerde...
- Halka konuşma yaptı. Ve istirahate çekildi.
Demek ki rüyasında duyduğu komutanın konuşması hakikatti...
- Ne zaman yürüyeceğim bende. Artık yürümek istiyorum. Ayaklanmak istiyorum...
- Biz de yürümek İstiyoruz. Bilhassa İstanbul'umuzda yürümek istiyoruz... Sabret sabaha az kaldı... Sabah namazını İstanbul'da kılacağız.
İstanbul diye bir şehir var mıydı, yok muydu Mustafa şaşırmıştı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Rüyada mıydı yoksa hala!
29.07.2013
***
Dünyanın en büyük Savaşı, Altıncı Bölüm: İstanbul'a açılan Kapı
20 Nisan 2053 Yılı. İstanbul
Doğan Paşa söz almıştı…
- Milyonlarca insanımızı nereye koyacağız Başkan?
Başkan kafasında tasarladığı tarihi cevabını vermişti.
- Onları öldüreceğiz…
Salondan uğultular yükselmişti. Bilhassa askeri cenahtan… Başı Doğan Rıza Paşa çekiyordu.
- Kıyamet mi koparacağız demişti! Kendi insanımızı nasıl öldüreceğiz…
- ak kıyamet’te olur dedi Başkan. Bunu hiç düşünmemiştim. Zaten senin küçük kıyametin kopmuş Paşa
Odada soğuk Rüzgârlar esmeye devam ediyordu. 11 Tane komutan sesli sesli homurdanıyordu…
Kafanızdakileri tam olarak anlatın dedi biri:
Başkan:
- Beyler size önemli görevler düşüyor. Bu odadan çıkışta 11. Ergenekon kapsamında tutuklanacaksınız. Türkiye’de gündemi buraya çekeceğiz. Ve Ağustos’ta büyük bir deprem…
- Haha ha haaa...
Bi anda tüm bakışlar Doğan komutana çevrildi… Uluorta gülmesi böyle bir toplantıyı ciddiye almıyorum demekti…
- Senaryo hazırmış Başkan. Bizde 2 dakikada vatan haini olduk. Darbe yapmamızdan bu kadar korktuğunuzu bilseydik…
Başkan:
- Doğan! Ülkemiz elden gitti gidecek bu ne lakırdı… Toplantı bitmiştir! Haddinizi bilin, istersek cezaevlerinde çürür gidersiniz.
Çıkışta onları Özel yetişmiş AyY Timi karşılıyordu… 11. Ergenekon tutuklularıydı 11 Asker. Ülkede bütün televizyonlar taakkuza geçmişti. Ülke çalkalanıyordu. Dünya ise keyifle seyrediyordu
…
Dünyanın en büyük Savaşı, Altıncı Bölüm: İstanbul'a açılan Kapı
2081 Kasım
Mustafa İstanbul'u göreceğim için o kadar heyecanlıyım ki... Ama geride Ankara gibi mezarlık bıraktık!
Evet bu Kapı İstanbul’a çıkacaktı şimdi. İstanbul’a sayılı adımlar kalmıştı.
Komutan sözlerine şöyle devam etti: ‘Artık son butona Başkan basacak... Düşman arkamızdan gelecektir. Daha fazla insanlar ölecek... Bu geçtiğimiz yerlerden bir daha geçemeyeceğiz... Bu günleri düşünerek alın teri ile harikalar yaptığımız bu övünç kaynağı yerlerimizi kendi ellerimizle yerle bir ediyoruz... Ve belkide savaşı bu yüzden kazanacağız... Ankara gibi bir eyaleti feda edeceğiz güzel Türkiye için... Ama biz bir taşımızdan bile kolay kolay vazgeçmeyiz... Savaşı kazanırsak bambaşka bir Ankara inşa edeceğiz.
Sözlerine son noktayı şu cümlelerle koydu
- Onlar Ankara mezarlığına gömülünce anlayacaklardır savaşın aslında yeni başladığını!
- Efendim haberler kesildi... İletişimimizi ele geçirdiler sanırım...
- Aman be oğlum... Tweeter, mivitırla savaş kazanılmaz. Bunlar bunu anlamadılar daha... Son haberler neydi..
- Beyaz sarayı ele geçirmiştik... Kimsenin burnunu bile kanatmamıştık ama
- Aması ne!
- Bizimkiler şehid olmuş efendim...
- Görevlerinin böyle biteceği belliydi... Bugün çok yüreğim kanadı... Amerikaya bedel askerlerimiz için gözyaşı dökmekten başka elimizden bir şey gelmiyor...
- Efendim askerlerimizi diri diri yakmışlar.
-Son cümleyi sanki duymamış gibiydi...
-Harry! Ya Harry ne durumda. Onuda öldürmüşler mi!
- Harry ellerinde bildiğimiz.
-Bilmediklerimiz de çok, her şeyi bilemiyoruz biz de aciz kalıyoruz. Her şeyi bilen bilir elbet bu milletin helak mı olacağını ‘Var’ mı olacağının
-Bismillah, Ya ALLAH…
İstanbul’un kapısını açmıştı… Kendilerini Güneş Timi karşılıyordu.
…
Türkiye- Ankara saat: 16:20
- Bu Türkler sandığımızdan çetin ceviz çıktılar...
- Size demiştim komutan Türkleri küçümsemeyin diye...
- Türkleri bu sefer hepsini toptan diri diri yakacağız... Ankara'yı başlarına nasıl yıktıksa! İstanbul'u yıllar önce nasıl yerle bir ettikse…
- Adamlar beyaz saraya neredeyse ellerini kollarını sallaya sallaya girmiş... Binlerce kişiye iyi davranmışlar, kimsenin burnu bile kanamamış.
- O Harry'yi kendi ellerimle yakacağım. Bugüne kadar o haini nasıl farketmedik... Yoksa savaş bitmişti bile!
- Hepimiz suçluyuz General!
- Adamlar binlerce kişiyi öldürdü, sen iyi davranmışlar diyorsun.
- Savaş bu General. Ve biz onların toprağındayız! Onlar toprakları için seve seve ölürler, öldürürlerde. Ve bu doğal. Ankara gibi eyaleti kolay kolay vermezlerdi.
Bu arada büyük meydanda hareketlilik vardı... Sivil tutsaklar meydanı doldurmuştu...
- Bunlar son Ankara'lılar General...
- Hah hah haaa! Yakacağım hepsini... Bu arada son durum ne? Yine patlama olmasın!
- Olursa biz de yanarız. Bunu yukarıya anlatamayız.... 75.000 Askerin içinde 3.000 de Amerikalı var...
- Bu Türkler Çok çetin ceviz çok! Kazandım sanıyorlar, sansınlar bakalım.
- Meydanda da 75.000 'e yakın kişi var! !
- Desene şimdi 2-1 öne geçtik... Yakın hepsini! Çoluk- çocuk hepsini yakın... Bakmayın gözü yaşlarına! Yakın, biran önce yakın, çığlık duymak istiyorum!
Aynı saatlerde Amerika’da başlayan yangın Ankara’ya sıçramıştı.
- Ne diyor Türkler: Emir Demiri keser! ! ! Diyerek emri uygulamaya koydular… Ankara’da 75.000 sivilin aynı anda çığlıkları, sesleri gökkubbeye kadar gitmişti herhalde. Saatler sonra yıllardan sonra ilk defa yağmur düşüyordu Ankara’ya. Yağmur söndürecekti yangını… Ankara bu yağmuru böyle beklememişti…
…
2081- Kasım: Bir İstanbul Sabahı… 2. Ayasofya’da sabah ezanı okunuyordu…
Güneş Timi’nin başında Doğan Rıza Türk komutan vardı!
Düşman ordusu yani Dünyanın her milletten olan Türkiye'ye savaş açan ordusu Ankara'da savaşı tam kazandık derken, kaybetmişlerdi. Yerin dibinde büyük bir patlama ile binlerce kişi öldü! Ve bu patlama ile resmen Ankara dünya haritasından silinmişti...! Artık savaşın ana merkezi Türkiye için İstanbul'du.
İstanbul savaşında, Türkiye'nin de yine en büyük kapısı ve kalesi olacak mıydı?
İşte o beklenen 'Dünyanın ve Türkiye'nin en büyük savaşı başlıyordu...
Şimdilik Burada - Son-
Belki yıllar sonra devamını yazarım.
İbrahim ArslanKayıt Tarihi : 18.3.2014 17:18:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İbrahim Arslan](https://www.antoloji.com/i/siir/2014/03/18/oykulerim-dunya-nin-en-buyuk-savasi-basliyor.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!