......
......
Ne güzel yağmur yağıyordu öyle. Yağmur neyse de rüzgarda her esişin de deli bir ayaz getiriyordu. Oysa dün ilk maaşımı almış, bugünde annemi ve kardeşimi gezmeye götürmeye niyetlenmiştim.
Nasip değilmiş deyip odama geçtim. Vakit geçmek bilmiyordu. Evde kalışımı değerlendireyim diye kitaplığımı boşaltıp temizledikten sonra yeniden dizmiş ve ortalığı toparladıktan sonra bilgisayarın başına geçip bir şeylerle uğraşmaya başlamıştım. Yağmur ve şimşeğin azametine dayanamayan elektrikler gidince öylece kalakaldım. Dün ne güzel hava vardı diye içerledim, günlük güneşlik... Fakat yağmurun ardı sıra bir gökkuşağı ve sonra; ... ilkbahar bu olsa gerekti. Üzerimi değiştirip çıkmaya hazırlanırken telefonum çaldı. Arayan sözlümün iş arkadaşı Tuğbaydı. “Yasemin rahatsızlandı, acil hastaneye getirdik” dedi nefes nefese. Elim ayağım birbirine dolanmıştı. Hangi hastane bile olduğunu sormadan kapattım telefonu, apar topar evden ayrılıp hastanenin yolunu tuttum.
Doktor kesinlikle görüşmeme müsaade etmiyordu, çıldıracak gibiydim. Rahatsızlığı neydi, neden görmeme müsaade edilmiyordu. Koridorda bir o yana bir bu yana dolanırken Tuba ile göz göze geldik. Bir şeyler gizlemeye çalışıyor gibiydi ve tedirgin... Kolundan sertçe tutarak gözüme ilişen ilk koltuğa oturttum.
_ Allah aşkına söyle Tuba, ne oldu nedir bu olan?
Tuba gözlerime manalı manalı bakıyor ve sanki ben söyleyemem ne olur bakışlarımdan anla diyordu.
yumuşakbaşlı rüzgarların kanatlarında bir yer bul bana
suyun ışıltılı sesleri aksın bir yanımızdan,
bir yanımızı defneler sarsın...
demir kollarının yumuşaklığında uyanayım sabahları
zeytin ağacının gözlerinde büyürken bir çekirdek