Öykü: YEMEĞE GEÇ KALMADIM YA?

Ahmet Ünal Çam
698

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Öykü: YEMEĞE GEÇ KALMADIM YA?

YEMEĞE GEÇ KALMADIM YA?

Ünlü Rus milyarder Andrei Mogileviç, karşısındaki şirket temsilcisine çeşitli sorular soruyor, bilgi alıyordu.
Şık giyimli adam, sıra sıra hücrelerin içinde uyutulmuş insanları göstererek;
—Kesinlikle içiniz rahat olsun efendim, şirketimizde en son teknolojiler kullanılmaktadır.
—Diğer firmadan da bilgi aldım, onlar da en son teknolojileri kullanıyoruz diyor.
—Efendim, inanın ki bizdeki kadar teferruatlı olamaz. Niçin! Çünkü biz bu işi ciddiye alıyoruz. Niçin! Çünkü bizim için en değerli olan, siz müşterilerimizin sağlığı. Niçin! Çünkü biz işi şansa bırakmıyoruz, soğutucu sistemlerimize yedek enerji teknolojisi olarak güneşi seçiyoruz.
—Pekâlâ, uzayda dondurulmuş insan saklamayı kaç yıldır yapıyorsunuz?
—İki senedir yapıyoruz ama bu sizi yanıltmasın. Onun öncesinde yıllarca da hayvanlarla denemeler yapmış bir şirketiz. ‘Last Füzyon’ şirketi olarak her türlü denemeyi yapmadan sizleri programa dâhil etmedik.
— Ben yine de önceki sonuçlardan bilgi sahibi olmak isterim. Denemeleriniz nasıldı,. Mesela dondurulup, sonra da uyandırılanlar da ne gözlemlediniz.
—Bazı hayvanlar, sanki hiç uyutulmamış gibi davrandı. Bazıları erken uyanmış da, biraz uyumak ister gibi…
Müşteri gülerek;
—O kadar rahat yani. Peki, iyi sonuçlanmayan oldu mu?
—Aslında oldu. Söylemeye bile değmez ama gazetelerde aleyhimize çok kullanıldığı için duymuşsunuzdur.
—Şu dilenci diktatör olayı mı?
—Evet, efendim ama takdir edersiniz ki, biz hayır kuruluşu değiliz.
—Hiç mi parası kalmamış.
—Evet, maalesef ödemeler durdurulmuştu. Ülkemizdeki bir bankada yatırımı olsaydı belki bir yolunu bulur, 50 yıllık ücreti mahkeme kararıyla çekerdik.
—Parası kalmayınca, donmuş adamı çözündürüp kapı önüne koydunuz ha… Durumu öğrenince adam donmuş kalmıştır ha! ... Hah… Hah… Ha…
—Hemen hemen öyle oldu. Bağırdı çağırdı. Ülkesine dönüp ihtilal yapacağını, iktidarı ele geçirenleri öldürüp, oğlunun intikamını alacağını filan söyleyip durdu.
—Ama yapamadı ha…
—Sonrasını biz de gazetelerden öğrendik, ülkesine dönecek parayı bile bulamamış. Kimse yeni hükümetle kötü olmamak için eski diktatöre destek olmamış. Ülkesine dönüp, ihtişamlı iktidarına yeniden kavuşacağını düşünen diktatör, 3—5 kuruş bulup da karnımı doyurayım diye dilenci olmuştu.
—Çok acımasızsınız.
—Lütfen efendim, söylediğim gibi biz ciddi, güvenilir ticari bir firmayız. Fakat takdir edersiniz ki masraflarımız var, eski diktatör de olsa bedava kimseye hizmet etmemiz beklenmemeli.
—Yani taksitle ödeme istemiyorsunuz.
—Biz kapıları tamamen kapatmadık ama ilk masrafları aldıktan sonra bir yıllık dondurulmuş bekletmenin de tahmini masrafını çıkarıp, peşin alıyoruz. Yani ödemelerinizde aksilik çıkarsa bile o bir yıllık sürede durum düzelirse, dondurulmuş müşteriyi süresinden önce uyandırmıyoruz.
—O diktatör, ihtilal olur olmaz uyandırmadınız diye size kızmış diye duydum.
—Evet, “Hemen ülkeme dönseydim, kendime bağlı adamlarla para bulmam da, iktidarı geri almam da, yerime bıraktığım oğlumun intikamını almam da çok kolay olacaktı. Şimdi daha çok uğraşmam gerekecek” diye bizi mahkemeye vermekle filan tehdit etmişti. Sonra bundan bir şey çıkmayacağını anladı, çünkü imzaladığı kâğıtlarda her şey açıtı. Ödemelerde sorun çıkması ihtimaline karşı bir yıllık peşin ödeme yapılacağı ve bu sürede uyandırılmayacağı maddesini gösterdik kendisine.
—Beni de uyandırırsınız sanırım acımadan.
—Sizin de mi ödemeniz taksitli olacak.
—Yok, hah hah ha. Ben erken uyandırılmayı sevmeyenlerdenim, hepsini peşin ödeyeceğim. Neyse, daha fazla bilgi almalıyım, ne de olsa servet yatıracağım.
—Sanırım bu sizin için sorun olmayacaktır, Rusya’nın petrol zenginleri arasında olduğunuzu bilmeyen yok efendim.
—O paraları Rusya’dan çıkarana kadar neler çektiğimi biliyor musunuz?
—Okumuştuk efendim, hatta devlet başkanınız, servetlerini Rusya’dan Avrupa’ya kaçıranların peşine ajanlar takmış diye duymuştuk.
—Ne ajanları, doğrudan katiller. Kurtulmak için ne kadar çaba harcadık. Servetimin önemli bir kısmını Rusya’ya geri vermek, bir tür anlaşma yapmak zorunda kaldım. Neyse, siz bilgilere devam edin. Mesela meşhur Fransız sanayicilerinden Henry Renaud’un dondurulma sebebini, durumumu öğrenebilir miyim?
—Bildiğiniz gibi kendisi şartlı dondurulmuştu.
—Fakat siz parayı şartsız almışsınızıdır. Hah hah ha..
—Evet, bize 20 yıllık dondurulma ücretini peşin ödedi. Fakat kendisi hastalığının tedavisi bulunduktan ve tedavi şekli resmen onay gördükten 2 yıl sonra uyandırılmayı talep etmişti.
—Adam benden de garanticiymiş.
—Bildiğim kadar sizin önemli bir rahatsızlığınız yoktu.
—Hayır hayır. Benim garanticiliğim para konusunda. Bir yere ödeme yapacaksam, paramın boşa gitmeyeceğine emin olmam gerek.
—Bu en tabi hakkınız efendim.
—Elektrikler kesilirse ne olacak.
—Efendim, bizim teknolojimiz bu kadar basit değil. Füzyon sistemi ile bir enerji sorunu yaşayacağımızı sanmıyorum ama her şeye rağmen garantiyi de göz önünde tuttuk, en önemli yedek enerji sistemimiz güneş enerjisi.
—Denediniz mi, çalışıyor mu bari.
—Dünyadaki her hangi bir yerden güneşe daha yakın olduğundan ve konum olarak güneş ışınlarını alma süresi oldukça fazla olduğundan, tahminlerimizin de üstünde bir enerji kazancımız oldu. Mühendislerimiz, uzmanlarımız tamamen bu enerjiye geçmenin faydalı olacağını düşünüyor ve yönetim kurulumuzda görüşülmek üzere projeler hazırlıyor.
—Dondurulmuş bedenim ne kadar zaman sonra uzaydaki uydunuza aktarılacak.
—Dünyada çok uzun süre tutmayacağız. Dondurulma işlemleriniz başlamadan önce ve dondurulduktan sonra tabi tutulacağınız testler, gözlemler, tetkikler olacak. Sağlık sorununuz çıkmazsa…
— … ve ödeme sorununuz çıkmazsa, değil mi?
—Evet efendim. Bir sorun çıkmazsa uydu dondurulmuş müşteri depomuza aktarılacaksınız.
—Sadece dünyada tutulanlar var mı?
—Denemek için veya sırf merakından dondurulmak istenenler oluyor. Biz müşterilerimizi dünyada en az bir yıl deneme yapmadan uzay depomuza aktarmıyoruz. Kısa süreli gelenlerin hepsi burada tutuluyor.
—Sürekli burada tutsanız, güneş enerjisini mi kullanmayız diye düşünüyorsunuz.
—Hayır efendim. Her ne kadar ülkemiz güvenilir, modern, güçlü bir ülke olsa da, müşterilerimizle yaptığımız görüşmeler sonunda karar verilmiş bir güvenlik tedbiridir bu. Eski müşterilerimizden Jack COSBY’nin önerisiydi bu. “Bazı ülkelerin başkanları çılgın oluyor. Rusya’dan, ABD’den, İngiltere’den veya Fransa’dan bir çılgın Alaska’daki dondurulmuş insan deponuza bir füze gönderse ne yaparsınız? ” diye sorduğunda gündeme gelmişti.
—Eskiden Saddam için, İran için bu tür tehditlerden bahsederlerdi. İyi de siz bu araziyi ABD’den kiraladığınıza göre, ABD niye füze atsın.
—Aslında her ikisinin de cevabında aynı konu yer alıyor. Yani 11—Eylül.
—11—Eylül saldırısı mı?
—Evet. 11—Eylül saldırısının çözüme kavuşamaması, sonra da Moore’un belgeselinde olduğu gibi bu saldırının ülke içinde bazı güçlerin işi olabileceği söylemleri, iddiaları bu ülkelerden de bir çılgının tehdit oluşturabileceği endişesi oluşturdu. Biz de bu tartışmalardan sonra, uzay araştırmalarında uzman firmalarla anlaşma yolları aradık ve bu konuda lider bir şirketle ortak olduk. Bildiğinizi sanıyorum ki, beş yıldır da sorunsuzca uzay depomuz çalışmaktadır.
Andrei Mogileviç, son defa dondurulmuş insanlara baktı. Bazılarının yüzlerinde hafif bir gülümseme var gibiydi.
—Pekâlâ, sanırım kararımı verdim.
Elini uzattı, müşteri temsilcisinin elini sıkarken sordu;
—Dondurduklarınızdan bazılarının yüzünde gülümseme var gibi.
Temsilci rahatlamış bir halde gülümsedi;
—Müşteri memnuniyetindendir efendim.
*** *** *** *** *** ***
Andrei Mogileviç, açık kapıya doğru baktı. Yıllardır uyuklayan beyin hücreleri yeni yeni uyanır gibiydi. Biraz kendini zorlayınca bu kutu gibi hücreye girişini hatırladı. “Hım…” dedi, “Demek 50 yıl geçti ve beni uyandırdılar”.
Olduğu yerde doğrultu, loş bir karanlık vardı. Gözlerinin karanlığa alışması için bir süre öylece kaldı. Gözleri az da olsa bir şeyler seçmeye başlayınca çevresine bakındı. Bir tarafındaki kutuların tamamı açılmıştı ve içi boştu. Diğer tarafına döndüğünde ise hücre kapağı açılmamış tabuta benzer kutuları fark etti.
Ayağa kalkıp merakla bakmak istedi, bir an korktu “Ya başarısızlık varsa. Ya 50 yıldır kullanmadığım ayaklarım işe yaramazsa”. Bir anlık korkudan sonra kendine moral verdi; “Hadi canım, böyle bir sorun olsa, yerimden de doğrulamazdım” Kutudan yavaşça çıktı. Bir uyuşukluk dışında ciddi bir sorun yoktu. Merakla yanındaki kutuya baktı, dondurulmadan önce incelediği adamı, dünmüş gibi hatırladı. Gülümseyerek konuştu, “Hala sırıtıyorsun ha! ”
Gözleri 4–5 kutu ilerisini bile seçiyordu artık. O anda anons gibi sesler duymaya başladı. İngilizce, Türkçe, Fransızca derken dayanamadı bağırdı; “O kadar para verdik, hangi milletten olduğumu bile bilmiyorsunuz. Rusça konuşun benimle, Rusça. Sakın Rusça bilen tercümanımız yok demeyin, dava açarım size”. Anons sesi kısa bir süre durdu, sonra Rusça devam etti;
—Sol tarafınızdaki kapıya ilerleyin.
—Hah! Şöyle, birbirimizi anlayalım, değil mi?
Ses oldukça boğuk ve hırıltılıydı. Andrei, kapıya ilerlerken düşündü; “Teknolojileri geliştikçe yabanileştiler mi, yoksa adam gibi bir tercüman mı bulamadılar. Bu ne ses ya, sanki vahşi hayvan hırıldıyor”
Yürümeye devam ederken, birden utandı, “Yav elli yıl geçti, cep telefonu gibi bir sinyalle yoluyla filan zihin okuyacak teknolojiyi filan buldularsa rezil olduk”. Andrei, güzel şeyler düşünmeye çalışarak ilerlemeye başladı. Küçük bir megafondan gelir gibi olan ses, geçtiği koridorlarda da kendisini takip ediyor ve komutlar veriyordu. Köşe başlarındaki kameralara baktı “Anlaşılan görüntüyü aldıkları cihazlardan, bana da ses gönderiyorlar” Kameraya elini salladı. “Beni bu kadar yürüteceğinize, birkaç kişiyle, bir de sedye gönderseydiniz olmaz mıydı? . Hastalıklıyım diye merak ediyorsanız, korkmayın. Ben amansız bir hastalığa yakalanıp da kendini dondurtanlardan değilim.”
Anons onun seslenmelerine cevap vermemişti, sadece yol tarifi yapmayı tercih etmişti. Sonunda istenilen odaya ulaştı. Burada ki ışıklarda kırmızı hakimdi. Loş ışıklardan sonra geldiği bu büyük ve kırmızı ışıklı oda gözlerini rahatsız etti. Üstelik odanın diğer ucundaki en büyük kırmızı lamba, direk kapıya yönelmiş, gözlerini rahatsız etmişti. Ortada dev bir masa vardı ve çevresinde dizilmiş karaltılar. Yüzlerini seçmeye çalışması başarısız oldu. Bir tanesinin ağzına bir cihazı tutarak kendisine komutlar verdiğini fark etti. Şeklini tam seçemedi ama gözüne dev gibi geldi. “Teknoloji ilerledikçe zayıf insan kalmamış galiba” diye düşündü. Mikrofonlu gibi görünen karaltıya baktı, “Hım… Sanırım Rusça bile bilmiyor, elindeki teknolojik alet, konuştuklarını benim için Rusçaya çeviriyor.”
Mikrofon gibi cihazı tutan karaltıya doğru seslendi, “Yahu hiçbir şey göremiyorum. Şu kırmızı lambayı başka tarafa doğru çevirin de yakışıklı yüzünüzü göreyim.” Anons sesi yine cevap vermeden devam etti.
—Masaya çıkıp, uzanın.
—Hemen burada mı muayene edeceksiniz. O kadar gelişti mi teknoloji.
Masaya doğru çıkarken ellerine yapış yapış bir şeyler geldi.
—Bu ne ya, masa mı pis, yoksa benden hastalık gelmesin diye bir tür arınık maddesi mi bu? Yani masa pis ise elimden çekeceğiniz var. Şey… Hepiniz mi doktorsunuz?
Anons sesindeki o sürekli emredici tavır, sinirini bozuyordu ama şimdi bir şey yapmak niyetinde değildi. Boğuk hırıltılı ses yine emretti; “Uzan! ”
—Rezalet, yapış yapış… Bu kafama değen sert şey ne ya?
Eline aldığı maddeye merakla baktı, “Demirde de benziyor, kemiğe de”
Kendisine hitap eden karaltının mikrofonu ağzından uzaklaştırırken, son sözlerini duydu;
—Yemek vakti, konserve…
Tercüme eden mikrofon bir kenara atıldığı için gerisini anlayamadı. Öfkeyle seslendi;
—Şimdi yemek arası filan olmaz. Ben de 50 yıldır bir şey yemedim ama hiç bekleyemem. Hop ne çekiştiriyorsun, kolumu acıttın. Hey bir dakika bu kafamı acıtan şey kemiğe benziyor.”
Parlak ışığa sırtını dönüp, geldiği yöne doğru masaya baktı, masadaki kırmızılıktan korktu “Bu… Bu… Ne kadar da kana benziyor”. Kuşkuyla etrafına bakındı. Masanın etrafındaki karaltıların insan olmadığını anladığında korkuyla ayağa fırlamak istedi. Karaltılardan birisi uzanıp kafasını hızla bastırınca, dengesini kaybetti. Masanın kenarına tutundu. Yere doğru bakınca, masanın etrafı boyunca dağılmış insan kafataslarını gördü. Olanca gücüyle “İmdat! ” diye bağırmaya başladı ama uzaylı yaratıklar, onun çığlığına aldırmadan yemeklerine uzanmaya başladı.

-SON-

Ahmet Ünal ÇAM
Hikayelerimi telif ödeyerek yayınlamak isteyen her türlü medya organı (Dergi, Tv vs. dahil) bana aşağıdaki email adresimden ulaşabilir;

[email protected]

Ahmet Ünal Çam
Kayıt Tarihi : 6.11.2008 16:29:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Bilim Kurgu Öyküsü

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Ünal Çam