Yavru Flamingo ve Salih
İzmir’de soğuk ve fırtınalı bir gündü. Küçük Salih babası Ünal beyin elinden tutarak yürüyordu. Öğle saatlerinde fırtına bitince Melih bey, eşinin pek istememesine rağmen Salih’i alıp, Alsancak’a getirmişti.
Arabayı park ettikten sonra çocuğunun saçlarını okşayıp, “Kordon boyu biraz yürüyeceğiz Salih” demişti.
Böyle soğuk ve fırtınalı günde dışarı çıkmaya alışkın olmayan Salih önce şaşırmıştı ama deniz kenarına varıp, Kordon boyu yürümeye başlayınca büyülenmiş gibi bakakalmıştı; İzmir’de Kordon boyu dizilmiş flamingolar hayranlık verici bir görüntü sergiliyordu.
Bu güzel görüntüden çok mutlu olmuştu Salih. Babası elini bıraksa Flamingo’ların arasına doğru koşacaktı neredeyse. Melih bey, yakındaki satıcıdan birkaç simit alırken, bir yandan da Salih’e Flamingo’ları anlatıyordu.
-İzmir Kuş Cenneti Flamingoların göç ettiği yerlerden biridir. Fakat bu sene kış çok soğuk ve fırtınalı geçtiğinden, pek alışkın olmadıkları halde Kordon’a kadar gelmek zorunda kaldılar. Ben de radyodan duyunca bu güzel kuşları görmen için seninle buraya gelmek istedim. Nasıl beğendin mi?
-Çok güzel baba. Harika tüyleri var. Bak baba, kanadını açtı şuradaki.
Kanadını açınca rengi daha kırmızı oldu sanki.
-Flamingoların genellikle gagaları, ayakları ve kanatlarının çoğu kısmı kırmızıdır. Gövdeleri ise beyaz tüylerle kaplıdır. O kocaman kanatlarını açınca daha kırmızı görünürler.
-Kar yağınca mı buraya geldiler?
-Radyoda yiyecek bulmakta sıkıntı yaşadıkları için geldiklerini söylediler.
-Keşke evden çorba getirseydik. Annemin çorbasıyla karınları doyar, ısınırlardı.
-Güzel kalpli oğlum, bunlar çorba içemezler ki. Bunlar sudaki küçük canlıları yer. Fakat ben de onlara simit aldım.
-Simitleri kuşlara mı aldın?
-Evet. Küçük küçük bölersek yiyebilirler sanırım. İlk sen vermek ister misin?
-Tabi baba, ver. Ama çok uzaktalar, korkuyorlar bizden.
-İnsanlara pek alışkın sayılmazlar, kaçarlar. Hem kaçmaları daha iyidir.
-Yaklaşsalar onları ne güzel severdim.
-Herkes senin gibi değil ki, bazıları onlara zarar verir.
Salih güldü;
-Bu güzel kuşlara kim zarar verir ki.
Babasının yüzüne baktı, babası ciddi görünüyordu.
-Gerçekten zarar verenler olur mu?
-Kendini bilmez, canlılara sevgisi olmayan kişiler az da olsa çıkıyor oğlum.
Hadi bakalım sen simitleri at, onlar yiyecek olduğunu anlayınca gelirler.
-Tamam baba, atıyorum. Aaa… bak önce kaçar gibi yaptılar, şimdi geliyorlar. Bir daha atıyorum. Bak baba daha da yaklaştılar.
-Aferin oğlum. Kuşlar da diğer hayvanlar gibi doğayı güzelleştirir ve hala yaşanacak bir şehirde olduğumuzu gösterir. Çünkü doğal ortam kirlendikçe, göçmen kuşlar da buralara gelmez olur.
-Baba bak, şu yavru pelikana bak! Yanıma kadar geldi.
-Simitleri hep büyük pelikanlar kapınca ona bir şey kalmadı. Ne yapsın o da aç kalmamak için iyice yaklaştı.
-Ona doğru atıyorum bir tane. Tüh, yine başkası kaptı.
-O küçük ya, biraz torpil yapıver.
-Nasıl?
-Havadan atma, arkasındakiler kapıyor. Hemen önüne doğru çok yavaş at.
-Attııım! Bu da çok yakına düştü.
-Dur hiç kımıldama.
-Bu kadar yakına gelebilir mi?
-Sessiz ol.
Yavru pelikan, bir o yana bir yana kısa bir süre dolaştıktan sonra cesaretini topladı. Ani bir hamle ile Salih’in yakınındaki simit parçasını kapıp, geri kaçtı.
Salih sevinçle bağırdı;
-Baba gördün mü
-Gördüm gördüm. Elini değmeyeceksen yakına atabilirsin. Tamam mı?
-Tamam baba…
Salih her seferinde biraz daha yakına atınca, korkusunu yenen yavru pelikan ve onun gibi birkaç tanesi daha Salih’in ayaklarının dibine kadar gelmişti. Babası Ünal bey de biraz uzaklaşıp, yakındaki bir bankta oturmuştu. Mutlulukla içinde Salih ve Flamingoları seyrediyor, zaman zaman da fotoğraflarını çekiyordu.
Babasının fısıltıyla konuşması, farkında olmadan Salih’i de etkilemişti. O da babasına çok hafif sesle seslenmeye başlamıştı.
-Baba, baba! Gördün mü? Neredeyse elimden alacaktı simidi.
-Gördüm gördüm. Biraz daha simit alayım mı?
-Al baba, daha doymadılar ki.
Babası hemen yakındaki simitçiden tekrar simit alıp geldi. Geri dönerken baktığında, Salih’de bir durgunluk olduğunu fark etmişti. Yanına gelince sordu;
-Bir şey mi oldu Salih?
-Baba, hani pelikanların kanat tüyleri kırmızı olurdu? Şuradaki, yeni gelen yavru pelikanın gövdesindeki tüyler de kırmızı.
Ünal bey, yavru pelikana bakınca durumu anladı, canı sıkıldı.
-Salih, biraz bekle, ben caddenin karşısına geçip, arabadan bir şey getireceğim.
-Ne oldu baba?
-Anlatacağım. Sen sadece bekle. Burada durursan seni görebilirim tamam mı?
-Tamam baba?
Ünal bey, karşıya geçti. Salih, babasının arabasının yanına vardığında cep telefonuyla da konuştuğunu gördü. Sonra arabadan ilk yardım çantası ile bir poşeti alıp Salih’in yanına döndü.
-Bu pelikan yaralanmış. Şimdi bir büyük gibi yardımcı olmanı istiyorum.
Salih babasından duyduklarından sonra dikkatlice baktı ve yavru pelikanın yarasını fark etti. Ağlamamak için kendini zor tuttu. Babası saçlarını okşadı.
-Hulusi adında veteriner bir arkadaşı aradım ve yavru pelikana yardım etmek için neler yapmamız gerektiğini öğrendim. Fakat senin de bana yardımcı olman gerekiyor. Bunu ancak iki kişi yapabilirmiş. Anlaştık mı?
Salih, nemlenen gözlerini elinin tersiyle sildi;
-Anlaştık baba.
-Öyleyse ilk iş, ben kımıldamadan oturacağım sen de simit parçaları ata ata onu bize yaklaştıracaksın.
-Onu kandıracak mıyız?
-Onun iyiliği için yakalayıp, tedavi etmek zorundayız.
Salih, babasının dediği gibi yaptı. Yaklaşınca pelikanı yakalayan Ünal bey, veteriner arkadaşından öğrendiği gibi pelikanın yarasını temizledi, sonra da bir krem sürdü.
Ünal bey istedikçe malzemeleri uzatan Salih, yardım etmekten mutlu olsa da pelikanın bağırmalarına üzülüyordu.
-Canı çok mu acıyor baba.
-Tabi biraz acıyordur ama daha çok yakalandığı için kızıyor gibi. Merak etme, şu sargıyı da yapıştırdıktan sonra bu yaramaz pelikanı bırakacağız.
-Baba şu pelikan bize bakıyor gibi, annesi mi yoksa?
-Çevremizde dolaşıp durduğuna göre annesi olabilir. Neyse, bu bant 2-3 güne kadar kendiliğinden düşer. O zamana kadar da yarası tamamen iyileşir. Hah! Tamaaamm... bitti. Bırakıyoruz, hazır mısın?
Yavru pelikan bırakılınca sevinçle anne pelikana doğru koştu.
-Bak nasıl da paytak paytak koştu. Uçmayı yeni öğrendiği nasıl belli.
-Kim yaralamıştır onu baba? Taş mı atmışlar?
-Yok, bu taş yarasına benzemiyor. Kuşlara taş atanlara herkes kızdığından kolay kolay taş atan olmuyor. Fakat yeni uçmayı öğrenen pelikanlar için elektrik telleri tehlikeli oluyor. Telleri göremiyor, çarpıyorlar. Sanırım bu da tellere çarpmış.
-Yazık değil mi? Niye kuşları düşünmüyorlar?
-Her geçen gün toplum duyarlığı artıyor. Elektrik tellerini de toprak altına alacaklarını duydum, o zaman kuşlar için de iyi olacak.
-Bak baba, uçuyorlar!
-Fırtına bitmişti ya, karnı da doyanlar Kuş Cennet’indeki yuvalarına dönüyorlar. Bak başka insanlar da yiyecek getiriyor kuşlara. Diğer kuşlar da karınları doyunca giderler.
Ünal beye doğruldu;
-Eee… bizim de gitme vaktimiz geldi artık.
Salih elindeki son simit parçalarını kuşlara attı.
Deniz kenarından ayrılıp arabayla eve doğru yola çıktılar. Sürekli havadaki kuşlara bakan Salih, babasının ara sıra aynadan neşeyle kendisine baktığını fark etmiyordu bile.
Onlar uzaklaşırken, gökte süzülen Flamingolar sanki onları uğurluyordu. Salih uçan Flamingolar arasında simit attıklarının olduğunu hayal edip el salladı.
Flamingoları beslemiş, bir tanesinin de yarasına bakım yapmışlardı. Bu gün annesine anlatacağı o kadar çok şey vardı ki.
Yazan: Ahmet Ünal ÇAM
Ahmet Ünal ÇamKayıt Tarihi : 13.5.2010 11:03:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
' İzmir Kuş Cenneti ' için yazılmıştır

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!