Öykü (sonbahar ve bir olay)

Dede Efendi
70

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Öykü (sonbahar ve bir olay)

Sonbahar ve bir olay
O akşam yemekten sonra kalkmış, televizyonu açmış, biraz önce ısıttığım bulaşık suyunu, bulaşık sepetinde dünden beri bekleyen yemek bulaşıklarının üzerine yavaş yavaş döktüm. Bir gözümle mutfak masasının duvarına monte ettiğim seyyar rafın üzerindeki
televizyon da ki kalabalığın üzerindeyken; kulaklarımda anten gibi çıkacak sesleri almaya hazır hale gelmişti. Kameralar polis müdürünün üzerinde odaklanmıştı. Bir yandan bulaşıkları yıkadım, bir yandan müdürün söylediklerinin bir kelimesini bile kaçırmamaya çalıştım. Kim ne derse desin, toplum içinde korku yaratan anarşik olaylar hep ilgimi çekmiştir. Beklide meslek icabı böyledir. Orta halli mahalli bir gazetenin polis muhabiriyim. Görevimiz sabahtan akşama kadar emniyette bekleyip haber yakalamaktır. Haberleri diğer gazetenin muhabirini atlatıp verirsek maaşımıza küçük bir zam da gelebilir. Atlatma haber yapmak, erken haber almak için emniyette kilere sabahtan akşama kadar çay, kahve ısmarlarız. Müdürlere hele, yapmadığımız yağcılık kalmaz. Bazen fazla sıkıcı olup azar işittiğimizde çok başımıza gelir. Bir ay öncesi bir gün şehrin büyük bir bankası soyulmuş ve hiçbir iz bulunamamıştı. Yüklü sayılacak bir meblağ kayıplara karışmıştı. Emniyet görevlisi dışarıda baygın bulunmuştu. Daha sonra görevlinin anlattığı şöyleydi:
O cumartesi akşamı içerde otururken birden bire bankanın camları kırılmaya başlamış. Görevli camları kıranı yakalamak için silahını çekip, kapıdan çıkışıyla kafasında sert bir darbe hissetmesi bir olmuş. Kasanın açılmasında çelik matkap kullanıldığı, kasaların üzerindeki matkap deliklerinden anlaşılmıştı. Bu işin o kalın kasaya birkaç delik açabilmek için, en az 5-6 saat aldığı polis tarafından iddia edilmektedir. Daha sonra görevlinin uyan-maması için de kloroform kullanıldığı, bırakılan pamuğun tahlilinden anlaşılmıştı. Polisin yaptığı bütün araştırmalara göre. Suçluların en az iki kişi olduğu tahmin edilmekte idi. Camı kıran ve görevliyi bayıltan kişilerin ayrı şahıslar olması gerekiyordu. Şehre gelen yabacılar otellerin poli kayıt defterleri taranarak bir şüpheli gözaltına alınmıştı. Otelde kaldığı ilk günlerde yemeği otelde değil de ucuz olsun diye çorbacıda yiyen bu şahıs, otelcinin polisteki ifadesine göre yarı ekmeğe bana mısın demediği gibi, garsonlara da hiç bahşiş bırakmamış. Ancak son günlerde hem otelin lokantasında kuzu kızartmanın yanın da hindi dolması yemiş. Birkaç defa da at yarışlarında görülmüş. Görenlerin polisteki ifadesine göre yüklü de para kaybetmiş. Polisin ifadesine göre, şüpheli üzerinde son teknoloji teknikleri uygulanınca dili çözülmüş. Her ne kadar çığlık sesleri duyulsa da polisin bunda hiçbir katkısı olmamış. Yine suçlunun ifadesine göre pejmürde kılıklı elli yaşlarda görünen bir berduşa, belli bir para karşılığı camları kırdırmış ve görevli dışarı çıkınca, arkadan kafasına vurmuş. Gerisi anlattığım gibi. Polis şehirdeki bütün evsiz barksızları, bütün berduşları tek tek taradığı halde suçlunun eşkaline uyan suç ortağı berduş bulunamadı. Televizyonda emniyet müdürü onu bulmak üzereyiz, çember daralıyor. Bir yere kaçamaz diyordu. Bildiğiniz gibi suç dosyasının kapanması için bütün suç aletlerinin ve suçluların bulunup yargı önüne çıkarılması gerekir. Bulaşıkları bitirip kendime bir kahve yapıp koltuğuma yaslandım. Kitabımı okuyup yatmayı düşünüyordum. Ertesi gün pazardı ve ben Pazar günleri açık havada, parklarda gezmeyi çok severim. Saat 23.00 e gelirken göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı. Kaldığım yere ayraç koyarak kitabı kapattım. Yatak beşik gibi gelmişti gerisini hatırlamıyorum.

Sonbaharın sesi, rüzgarların sarı yaprakları dallarda sallaması veya yerlerde hışırtıyla sürüklemesinden başka, âşıkların parklarda el ele gezerken, sararmış yapraklı ağaçların altındaki banklara oturup, aşklarının romantizmini kuvvetlendirirken de duyulur. Artık gelmiştir. Hüznünü ve romantizmini hissettirmeden kovalasanız da gitmez. Aşkların en büyüğü bu mevsimde yaşanır. Okuduğum romanlarda -ki sizde okumuşsunuzdur o tip aşk romanlarını.- aşk doğuşu genellikle doğanın uyanmaya başladığı, çiçeklerin açıp, havaların ısınmaya başladığı, dallara su yürüdüğü ilkyazda, insanların da kanları kaynamaya başladığı
Günler de olur. Adrenalin yüreği uyarır ve başta beyine olmak üzere bütün organlara kan yürüyünce, insanlar kendilerini daha diri ve aşka hazır hissederler. İlkyaz başlayan aşk yaz boyunca devam ederse de; olgunluk dönemi son bahardır ve genellikle kış başında nikâhla noktalanır.
Pürüzsüz, açık mavi bir çarşaf gibi görünen havanın, bir yerlerinden sırıtır gibi ışınlarını - Dünyadan uzaklaştığı için- yazdan daha az sıcak gönderen, pastırma yazı güneşi tepemde, günlerden Pazar ve ben parkta gönül avutmak için dolaşıyorum. Parkın içinden geçen suyun üzerine, doğaya uyum sağlasın diye kütüklerden asma köprüyü andırır, korku-lukları da fazla yüksek olmayan ağaç dallarından yapılmış yay şeklinde bir köprü. Suda yüzen ördeklere, kuğulara kimi kıyıdan, kimi köprü üzerinden yiyecek atıyorlar. Park bekçisi, hay-vanların özel olarak kümeslerinde beslendiğini, ayrıca onların dipte, çamur içinden solucan, böcek gibi şeyler yediğini, yiyeceklerin suyu kirlettiği için verilmemesini, suya atılmaması gerektiğini söylese de; kalplerindeki mazluma yardım duyguları, kuralları çiğneyecek kadar ağır basan insanlarımız, çaktırmadan işe devam ediyorlardı.
Daha çok el ele dolaşan âşıklar var etrafta. Kimi ağaçların altına serdiği örtünün üzerinde, kimisi ağaçların altındaki banklarda, belki de on bininci kere, aşklarını birbirlerine itiraf ederken, kimisi de su kenarında sararmaya yüz tutmuş çimenlerin üzerinde suya taş atıp, harelendirmekle meşgul. Bu açık havada çocuklarının ellerinden tutup parka gelen aileler de yok değil. Birkaç ikinci baharlarını yaşayan çiftlere de rastlamak mümkün. Salıncaklarda çocuklarını sallayan aileler, koşuşturan çocukların cıvıltısı, ördeklerin sesleri, birbirini tamamlayan bir orkestra gibi tatlı bir harmoni içinde. Bütün seyyar satıcılar kapıda olduğu için çocuklar büyüklerin nezaretinde kapıya gidiyorlar. Bazen ailesinden habersiz dışarı kaçan çocuklarda oluyor. Bekçilerin aileleri uyarmasına rağmen ağaca tırmanmaya çalışan, hatta tırmanan haylazlar da var. Saatler geçiyor ve ben mutluluk duygusu içindeyim etraf sonba-harın bütün renkleriyle donanmış W.Van Gogh’un tablolarından çıkmış güneşli, sarının hakim olduğu şahane bir sonbahar günü, bende şairane duygular uyandırıyor. Birden bir feryat ve koşuşturmalar başladı.
Suyun kenarında ki kalabalık bir kadının etrafında kümelenmişti. Kadıncağız hıçkıra hıçkıra ağlıyor, oğlum da oğlum diyordu. Kocası da perişan olmuş, sağa sola koşturuyor oğlunu soruyor, bekçilere gözlerini açmadıkları için veryansın ediyordu. Zavallı bekçiler, daha önce böyle bir olayla karşılaşmadıkları için boyunlarını bükmüş, suçluluk duygusu içinde ne yapacaklarını bilemez bir haldeler di. Acılı babaya kimse içinden geçse bile “kendi çocuğuna sen niye sahip olamadın” demeyi düşünmüyordu. Suya düştüyse denize bile gitmiş olacağını söyleyenler mi, babasından para koparmak için kaçırıldığını söyleyenler mi, dondurma alınmadığı için kaçtığını söyleyenler mi? Ararsınız. Her kafadan bir ses çıkıyordu Malum, halkımızın böyle durumlarda felaket senaryoları yazmakta üstüne yoktur. Bunun da sebebi devlet T.V. den çok T.V.li hayata geçtiğimiz yıllarda ki; ardı arkası kesilmeyen reality showlardır. Çağrılan polis anne ve babanın ifadesini alırken, suya düştüğünden şüphe edilen çocuğun on yaşlarında, sarışın bir erkek çocuğu olduğu ve çocuğu tanıyan komşularının ifadesinden de biraz haşarı, hiperaktif birisi olduğu meydana çıkıyordu. İtfaiyeden kurtarma ekipleri çağrıldı. Onlar suyun dibini denize kadar taramanın, akşam geç saatleri bulacağını düşünerek, belediyeden kepçe getirttiler. Makinist kepçeyi suyun dibine daldırıp yavaşça sürüyerek yukarı kaldırırken, halk da önce yükselen sonra sukutu hayale uğramış gibi azalan tezahürat sesleri çıkarıyordu.
Halkımız, her olaydan bir toplumsal eğlence çıkarmayı iyi bilir. Nasrettin hocayı, incili çavuşu, Hacivat-karagözü yaratacak potansiyelde espri gücü içinde hep vardır. Halk kepçeyi su boyunca takip ediyor, bir yandan da kepçe sudan çıkarken hep bir ağızdan hoooopları uzatarak ritim tutuyordu. Zavallı ana baba bir ağaca dayanmış, birbirlerine sarılı sinir krizleri içinde ağlaşıyordu. Hava kararırken umutlar da gitgide azalıyordu. Kalabalığın bir kısmı dağılıp evlerinin yolunu tutmuş, neticeyi ertesi günün gazetelerinden okumayı tercih etmişti. Polis kepçe tezahuratcılarını susturmuş, kendisi kıyıdan kepçeyi takip ediyordu. Üstünden taşan çamurlu sularla, havaya kalkan kepçe çamurları kıyıya boşaltırken spotların ışığında, insan vücudunu andıran bir kütleyi de bıraktı. Polis elinde bir sopayla, kütlenin üzerini temizledi. Görünüşe göre: Bu elli, elli beş yaşlarında sakallı bir erkek cesediydi. Cesedin davul gibi şişmiş olduğundan, polis en az on gündür suda bulunduğunu tahmin ediyor ve bir yandan da başına toplanan meraklıları uzaklaştırıyordu. Ne garip bir paradoks ki, Acılı anne ve baba cesede seviniyorlardı. Çok şükür korktukları şimdilik başlarına gelmemişti.
Polis telsizle karakolu haberdar etti. Anlaşıldığına göre cinayet masasından bir memur ve karakoldan bir ekip araştırma yapmaya geliyordu. Polis karakoldan aldığı bilgileri insanlarla paylaşmayı, merakta bırakmaya tercih etti. Ölen adamın tarifi gecelerini parkta geçiren, sadakalarla yaşayan kimsesiz evsiz, barksız berduşlardan birine benziyordu. Cinayet olup olmadığı araştırılacaktı. Anne, babayı kınayan ben sevinçten yerim de duramıyordum. Nasıl sevinmem ki bir aydır emniyeti ayaklandıran suç ortağı bu olabilirdi ve ben bütün
Gazetelerden önce haber yapabilirdim. Bu ceset bana para bile kazandırabilir di. Siren sesleri uzaktan duyulmaya başlamış, araba kapının önüne gelince daha çoğalmış ve sonra da susmuştu. Biraz sonra başta emniyet müdürü olmak üzere bütün ekip göründü. Onlar yavaş yavaş kepçeye doğru ilerlerken polis amcalarının ellerinden kaçan bir çocuk hem ağlıyor hem anne, baba diye bağırıyordu. Çocuklarının sesini duyan anne ve baba sevinçten çılgına dönmüş, kolları açık ona doğru koşuyordu. Polisler çocuğu da bulmuştu demek. Çocuğun elini yüzünü öpme yarışına giren anne ve babanın gözlerinden artık sicim gibi sevinç gözyaşları boşalıyordu. Uykusu gelen çocuk babasının ağaçta asılı ceketinin cebinden anahtarı alıp kimseye haber vermeden park etmiş arabalarının arka koltuğunda uyumuş. Siren sesleriyle uykusundan korkuyla uyanıp, bağıra, bağıra ağlayan çocuğu polisler teskin edip, ailesine teslim etmek üzere içeri getirmişlerdi. Ekipteki adli doktor onlara yatıştırıcı haplar verdi. Siren sesiyle uykusundan korkarak uyanan küçüğü de muayene ettikten sonra geçmiş olsun korkacak bir şey yok dedi.
Evet, sudan çıkan ceset suçlu berduşa aitti. Takdir edersiniz ki pazar günü bile iş kovalamıştım ve tabii buda patronumun gözünden kaçmamıştı. Maaşıma zam yaptı. Öbür gazetelerin polis muhabirleri arasındaki havam da aşağı yukarı bir ay devam etti.

Dede Efendi
Kayıt Tarihi : 29.5.2009 18:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Dede Efendi