(+13) Sana Gönlümü Vermem
Sert görünüşlü, iri yarı adam, yaralarını temizlerken bir an aynadaki görüntüsü gözüne takıldı. '-İhtiyarlıyorum galiba.' diye boğuk sesiyle mırıldandı. Kendine kızarak '-Nasıl yaralanırsın, nasıl dikkatsiz olursun.'
Üç gündür Ilgaz dağlarında, bu kulübede saklanıyordu. Ormanın içinde, insanlardan uzak, nerdeyse vahşi doğanın ortasında gibiydi. Ayılar, domuzlar bir kaç kez kulübeye kadar sokulmuştu. Kavgaya alışkın adam, hiç telaşlanmamış, tabancasını doldurup kilitli ama zayıf kapının ardında beklemişti. Özellikle o boz ayı, içerdeki insan kokusunu almış gibi kulübenin çevresini dolanıp durmuştu. Sonunda o da usanıp gitmişti. “-İnsan olsaydın çoktan kurşunu yemiştin” diye fısıldamıştı dev ayının ardından.
İnsanlara göstermediği şefkati, insafı hayvanlara gösteriyordu. Burda geçirdiği üç günlük kısa zamanda, doğaya alışmaya başlamıştı bile. Sabah kuş sesleriyle kalkmış, dışarda biraz dolaşmış, sonra şehirden çıkarken bir marketten yaptığı alışverişle, arabasının bagajına doldurduklarından kendisine kahvaltı hazırlamıştı. İsterse avlanabilirdi, keskin nişancıydı. Hem hayvanları sevdiğinden, hem de ‘duman görülebilir’ endişesiyle ateş yakmak istemediğinden soğuk yiyeceklerle idare ediyordu. ‘Bacaklarım uyuşmasın’ diye uzun yürüyüşlere çıkmış, bu yürüyüşlerden birinde, dağ başı ıssızlığında bir camız çobanıyla sohbet etmiş. Kurt uluyuşlarına karışan baykuş sesleri arasında, ormanın üzerine karanlığın çöküşünü seyretmişti.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta