Öykü: Sana Gönlümü Vermem

Ahmet Ünal Çam
698

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Öykü: Sana Gönlümü Vermem

(+13) Sana Gönlümü Vermem

Sert görünüşlü, iri yarı adam, yaralarını temizlerken bir an aynadaki görüntüsü gözüne takıldı. '-İhtiyarlıyorum galiba.' diye boğuk sesiyle mırıldandı. Kendine kızarak '-Nasıl yaralanırsın, nasıl dikkatsiz olursun.'

Üç gündür Ilgaz dağlarında, bu kulübede saklanıyordu. Ormanın içinde, insanlardan uzak, nerdeyse vahşi doğanın ortasında gibiydi. Ayılar, domuzlar bir kaç kez kulübeye kadar sokulmuştu. Kavgaya alışkın adam, hiç telaşlanmamış, tabancasını doldurup kilitli ama zayıf kapının ardında beklemişti. Özellikle o boz ayı, içerdeki insan kokusunu almış gibi kulübenin çevresini dolanıp durmuştu. Sonunda o da usanıp gitmişti. “-İnsan olsaydın çoktan kurşunu yemiştin” diye fısıldamıştı dev ayının ardından.

İnsanlara göstermediği şefkati, insafı hayvanlara gösteriyordu. Burda geçirdiği üç günlük kısa zamanda, doğaya alışmaya başlamıştı bile. Sabah kuş sesleriyle kalkmış, dışarda biraz dolaşmış, sonra şehirden çıkarken bir marketten yaptığı alışverişle, arabasının bagajına doldurduklarından kendisine kahvaltı hazırlamıştı. İsterse avlanabilirdi, keskin nişancıydı. Hem hayvanları sevdiğinden, hem de ‘duman görülebilir’ endişesiyle ateş yakmak istemediğinden soğuk yiyeceklerle idare ediyordu. ‘Bacaklarım uyuşmasın’ diye uzun yürüyüşlere çıkmış, bu yürüyüşlerden birinde, dağ başı ıssızlığında bir camız çobanıyla sohbet etmiş. Kurt uluyuşlarına karışan baykuş sesleri arasında, ormanın üzerine karanlığın çöküşünü seyretmişti.

Yıllarca para için adam kaçırma, öldürme gibi işlere girmişti. Her olay sanki alnında bir derin çizgi bırakmış gibiydi. Fakat son işinde Ankara'nın mafyasından olduğunu bildiği akbaba Kazım lakaplı serseri parasını vermeyip, onu öldürmeye kalkmıştı. O sıska mafya babasının yüzü gözünde canlanınca hırsla dişlerini sıktı; 'Namussuz, silahlıymış.' Aynı günü tekrar yaşar gibiydi, mafya Akbaba Kazım, '-Görevini yaptın, sana ödül olarak para vermek yerine hayatını bağışlıyorum.' dediğinde kan beynine sıçramıştı. Çalıştığı onca adamdan sonra, adı gibi biliyordu, kendisine iş yaptıran bir adam sözünden döndüyse, onu sağ bırakmak ta istemeyecekti. Sırtını döndüğü anda kurşunları yiyecekti.

Saniye kaybetmeden üç korumaya saldırmıştı. Ortalık bir anda cehenneme dönmüş ama kendisine takılan, başta kara kedi, kara panter, kara yılan gibi bütün o vahşi lakapları hak ettiğini göstermişti. Onun, iri yarı vücuduna rağmen 'kedi' lakabının niçin takıldığını anlamayanlar, kavga esnasında ne kadar seri olduğunu görseler hak verirlerdi. Ne zaman çekti avcı bıçağını, ne zaman atıldı, silahlarını doğrultmaya çalışan korumaların üstüne ne çabuk atıldı gözle görmek imkansız gibiydi. Mafya babası, gözlerini fal taşı gibi açmış, kısa sürede yere serilen üç korumasının cesetlerine inanmaz gözlerle bakakalmıştı. Kanlı bıçağını cesetlerden birine silen iri yarı adama, genelde siyah giysiler giydiğinden 'kara' lakabı mutlaka ekleniyordu. O en çok 'kara panter' denmesinden hoşlanıyordu ama onu tanıyan çoğu kişi sadece ‘Kara’ diyordu.

Üç korumayı öldürdükten sonra büyük bir hata yapmış, tehlike bitmiş gibi ağırdan almıştı. Mafya babasının masasına yöneldiğinde -her ne kadar hata yaptıysa da- yine de bir panter gibi atılarak ölmekten son anda kurtulmuştu. Sakin sakin üzerine yürüdüğü Kazım'ın korku ile can çekişmesini, yalvarmasını beklerken, aşağıda tuttuğu elini birden kaldırdığını fark etmiş ve o anda bir tabanca olacağını anlayıp, atılmıştı. Bir yumrukta Kazım'ı öldürmüş ama öncesinde karnını sıyıran kurşuna engel olamamıştı.

Karnından akıp, zemindeki parkede biriken kanına baktı, zor bulunan bir kan grubu olduğunu hatırladı; “Böyle bir kan boşa akmamalı”. Yarasının acısına, kendi esprisine gülmeye çalışmasının burukluğu karıştı.

Koşarak arka kapıdan çıkmış, içeri girerken sohbet ettiği arka kapıdaki iki koruma bir an duralayınca, fırsatı değerlendirip birer yumrukta bayıltmıştı. Hemen ordaki arabaya atlamış, peşi sıra atılan başka bir korumayı bir eli direksiyondayken, diğer eliyle bir hamlede yere çalmıştı.


Dikkat çekmemek için iki sokak ilerde, çaldığı arabayı terk edip, ara sokaklara park ettiği kendi arabasına kadar yürümüştü. Seri adımlarla yürürken, paltosunun cebine soktuğu elini karnına bastırmasına rağmen bir kaç kez kanının damlamasına engel olamamıştı. Hızla şehir dışına çıkmış, arabasından eksik etmediği ilaçlarla, sargılarla yarasına bakım yapmıştı. Yaralanmalara alışmıştı ama bu kadar kanama olması canını sıkmıştı.

***** ***** ***** ***** ***** ***** ***** *****

Ilgaz dağlarında geçirdiği üç günde kalbinde yumuşama olduğunu hissetmişti. “Senin meslekte insaf olmaz, kendine gel” diye kendini uyarmak ister gibi sert sert konuştu. “Bu tür işlerden uzaklaşmalı mı artık! ” diye bir düşünce zihninden geldi geçti. “Ne iş yapacaksın ki, kahvehanede mi pinekleyeceksin.” Hızlıca kulübeye döndü, ceketini alıp çıktı. Ilgaz’a bir inelim bakalım.

Kulübeden epey uzaklaştı, dağlardan düzlere indiğinde üzerine örttüğü bitkileri, dalları atıp, arabasını sakladığı yerden çıkardı. Ilgaz’a vardığında hemen bir telefon bulup numaraları çevirdi. Telefon çalarken, kasaba gibi görünen ilçe meydanına doğru baktı, telefon kulübesinin hemen çevresindeki dükkanlara, kahveye doğru baktı. İnsanların meraklı gözlerle kendisine baktığını yeni fark ediyordu. Ilgaz’ı daha büyük zannediyordu. Küçük bir kasaba ahalisi gibi, gelen yabancı kolayca dikkat çekiyordu. O kendisine bakanları incelerken, telefonun diğer ucundan ince bir erkek sesi öksürüklere karışarak konuştu; “-Alo”. İri yarı adam, bir an cevap vermeden, sağına soluna baktı. Konuştuklarını duyacak kadar yakında kimse olmadığına hükmedince konuştu;

-Alo Berber…

Karşıdakinden cevap beklemediği halde kısa bir ara verdi, nefes aldı;

- Benim Berber, tanımadın mı? ... yeni iş var mı?

Karşıdaki sesini alçaltarak konuştu;

-Tanıdım Kara, tanıdım.

-İsmimi sakın kullanma.

Bu uyarıya kızdığını belli eden bir tonla cevapladı;

-Kullanmam…sen iyi misin, yaralandığını okudum. Kanından örnek almışlar, çok az bulunan bir kanmış, 0Rh-. Polis, kan grubunu kullanarak seni bulacaklarını iddia ediyormuş.

Kara panter gülümsedi;

-Merak etme Berber, her yere kendi kanımı bırakan biri değilim. Çocukluğumdan beri hiçbir resmi yerde kan tahlilim yoktur, bulamazlar.

Kara, sağlığına ne kadar dikkat ettiğini düşünürken, karşıdaki adam bir oh çekti;

-İyi iyi, seni bulurlarsa, bana da ulaşırlar. Neyse, yaran nasıl?

-İyi iyi, bunları geçelim.

-İş var. Bu gün geldi birisi. Bunlar telefonla anlatılmaz. Gerçi işin acele olduğunu söylediler ama sağlığını tehlikeye atma, biraz istirahat et de gel.

Kara panter, “-Şimdi geliyorum” deyip telefonu kapattı. Arkasından bakan meraklı gözlere aldırmadan arabasına bindi. Dikiz aynasında uzaklaşan kavaklar ‘Ilgaz’ fotoğrafı olarak kaldı. Sakin bir hayat özleminin içini yaladığını hissetti. Bu histen hemen kurtulmak için başka şeyler düşünmeye çalıştı, bir şarkı mırıldanmaya başladı.

***** ***** ***** ***** ***** ***** ***** *****

Ankara’ya vardığında hava kararmıştı. Arabasını bir köşede bırakıp, Ulus meydanından, Çankırı caddesine doğru yürümeye başladı. Mafya babasının intikamını almak isteyenler olabileceğini düşünürken, kendi cesaretini de şaşkınlıktan çok gururla düşünüyordu. Onun intikamını almak isteyecek birileri varsa da, benim üç gün sonra yine her zamanki yollarımda, Çankırı caddesinde dolaşabileceğimi düşünmez.

Işıklı caddelerde, aklının bir köşesinde Ilgaz’ın hayali, manzaralar çizerken, diğer yanda Ankara’ya bu karanlık sokaklara niye bu kadar bağlı olduğunu düşünüyordu.

Cadde boyunca, parlak ayakkabılı, öfkeli bakmaya ve olduğundan sert, olduğundan cesur görünmeye çalışan, ya bıçak ya tabanca taşıdığını göstermeye çalışan adamlar Kara’yı görünce kenara çekiliyordu. Yıllardır yaşadığı bir sahneydi bu, Kara ne yolda gördüğü adamlara, ne girdiği gazinonun kapısında, onu görünce saygıyla -belki de korkuyla- kenara çekilen adamlara baktı.

Gazinoya girince doğru aşağı inen merdivenlere yöneldi, Berber dediği adam onu bekliyordu. El sıkışırken “-Berber’in ismini hiç duymadım mı, unuttum mu? ” diye düşündü. Berber;

-Ben seni daha kötü durumda sanıyordum.

-Merak etme, senin eline düşmedikçe bana bir şey olmaz.


Berber, işkence yaptığı, kafa derisi yüzdüğü, kulak kestiği zamanlardan kalan ‘Berber’ kelimesine alışmıştı ama ayrıntılarını hatırlamak hoşuna gitmedi. Suratını düşürdü;

-Bunu sana daha önce de söyledim, hatırlatma, bahsetme. Her ne kadar hala kirli işlerin içinde olsam da bir gün intikam için kulaksız ya da kafa derisi yüzülmüş biri karşıma çıkacak diye kabuslar görüyorum.

Berber böyle konuşurken, Kara kendisini düşündü,

-Ben daha şanslıyım, intikam için peşimde dolaşacak fazla kimse yok. Geçtiğim yerde fazla iz bırakmam.

Berber manalı manalı baktı yüzüne;

-İz mi bırakmazsın, yoksa arkanda canlı mı?

Bu işlerden uzaklaşmayı ciddi ciddi düşünmeye başlayan Kara’nın canı sıkıldı. Köşedeki tozlu koltuklardan birine oturdu.

-Ne o Kara, sen sağlığına çok dikkat ederdin, sigara nerden çıktı.

-Kurşun da sağlığıma zararlı ama o da yıllardır yakınımda dolaşıyor.

Kara sigarayı öfkeyle söndürüp, ‘Hadi anlat’ der gibi gözlerini Berber’e dikti. Berber, karşısındaki koltuğa oturdu.


-Sana teslim edilecek bir adamı istenilen yere götürmen gerekecek.

-Teslim edilen mi! Genelde böyle olmazdı, bana bir adamın bulunacağı yerler söylenirdi, ben de korumlarının arasına dalarak, dövüşerek alırdım istenileni.

-Bu kez böyle değil.

-Ne o son işte tökezledim diye bana kolay işler mi bulmaya çalışıyorsun.

-Hayır, önce dinle…

-Devam et.

-Bizden bunu isteyen adam, ki yüzünü ben de görmedim, bana adamları vasıtasıyla ulaştı. Bu götürülecek gencin babasıyla düşmanmış.

-Genç mi, Kaç yaşında?


-Sanırım 35 filandır, bana fotoğrafını gösterdiler. Neyse, bize parayı ödeyen adam yıllar önce sakat kalmış ve bu gencin babasının suçu olduğunu söylüyormuş.

-Nasıl olmuş bu olay?

-Adamlar bu konuda detaya girmedi. Israr edince “Patron bize sadece bu kadarını söyledi, biz de başka bir şey bilmiyoruz” dediler. Ha sadece bu gencin babasının bir doktor olduğundan laf arasında bahsettiler. Sanırım yanlış yapılmış bir ameliyatın intikamı olabilir.

Kara omuz silkti;

-Ben alacağım paraya bakarım.

-Sen yoldayken görevi kabul ettiğini ilettim.

-Beni ismimle mi istediler özellikle, tanıyorlar mıymış yoksa?

-Anladığım kadarıyla adamın karanlık işlere bulaşan çok tanıdığı var. Sana ulaşmanın yolunun benden geçtiğini önceden biliyor gibiydiler.

-Peki ama beni nasıl öğrendiler?

-Son olayda çok gürültü kopardın, Kazım’ın öldürülüşü ses getirdi. Öldürdüğün, yaraladığın korumalar televizyonlarda gösterilip durdu. Hiç mi seyretmedin? Sen nerdeydin kuzum?

Kara, kendisine kedi, panter, yılan denmesine şaşırmıyordu ama ilk defa duyduğu ‘kuzum’ sözüne şaşırmıştı. Berberin yüzüne kısa bir an baktı. Ilgaz’da Kızlar çayırı yaylasının yukarısındaki kulübeden, yıllardır hiç kimseye bahsetmemişti. Sıkıştırıldığında söyleyeceğini bildiğinde Berber’e de bahsetmedi. Cevap alamayacağını anlayınca Berber devam etti;

-Götüreceğin genç şu kağıttaki adresteymiş. En kısa zamanda genci Edirne'ye, sınırda bir köye götüreceksin. Güvenlik için gideceğin köyün adı filan genci aldığında teslim edilecek bir zarfla bildirilecekmiş.

-Oldukça çekiniyorlar gibi.

-Sanırım götüreceğin gencin akrabaları da güçlü. Bu sıradan bir adam kaçırma olmayacak gibi.

-Gence ne yapacaklarını bilmek istemem.

-Ölümsüz bir intikam planladıklarını sanmıyorum. Bu nedenle genci teslim eder etmez ordan uzaklaş ve gençle beraberken ne kadar az kişiye görünürsen o kadar iyi.

-Sağlam istiyorlar ha…

Kara, berberin elindeki kağıdı aldı, okuyup cebine koyduktan sonra ayağa kalktı;

-Ne kadar zor olursa, o kadar heyecanlı olur.

Berber şifreli kasadan bir tomar para çıkarıp uzattı;

-Genci teslim ettiğinde bunun beş misli daha verecekler, ben kendi payımı aldım.

Kara paraları saymadan cebine koydu. Berber’e hiçbir zaman para sormaz, ona güvenirdi. Berber de bilirdi ki, Kara kendisine yapılan yanlışların cevabını mutlaka verirdi.

***** ***** ***** ***** ***** ***** ***** *****

Kara, vakit kaybetmek istememiş, kağıttaki adrese hemen gelmişti. Ankara kalesinin karşısında yükselen tepelerde arabasıyla döne döne çıkmıştı, adresteki evin karşısına gelmişti. Ev yıkıntı gibiydi. Onun yaklaştığını gören bir adam hızla yanına gelip sordu;

-Birini mi arıyorsun?

Kara sorguya çekilmekten nefret ederdi ama sakin davrandı, Berber’in söylediği paraloyı söyledi;

-Paket hazırsa, emaneti almaya geldim.

Adam bir şey söylemeden eve girdi çıktı, yanında haber verdiği başka bir adam da gelmişti;

-Paket hazır.

Adam bir zarf dolusu para verdi. Kara, paraları ceplerine yerleştirirken, adam ikinci zarfı da uzattı;

-Götüreceğiniz adres burda yazılı..

Kara, kendisi kadar iriyarı ve güçlü görünen adama baktı;

-Zor bir görev görünmüyor, siz neden yapmadınız.

-Ayhan’ın sülalesi çok güçlü ve patronla arasında daha önce de mücadeleler olduğundan bizleri gözleyecektir. Mutlaka yoldayken bir tuzak kuracaktır. Fakat şimdi siz tanımadığı birisiniz. Onlar bizleri izlerken, sen genci patrona götürmüş olacaksın.

Gencin adının Ayhan olduğunu öğrenmişti. Adam adresin yazılı olduğu bir kağıt uzattı;

Kara, adrese baktığında Azerbaycan-Ermenistan sınırının birleştiği noktada Kurtbeli adlı bir köye gitmesi gerektiğini farketti. ‘Batıya gideceğiz sanıyordum’ diye düşündü. Kağıtta bir isim de yoktu.

-Adres var ama kime teslim edeceğim yazılı değil.

-O adreste sadece bizimkiler var, yabancı kimse giremez.

-Ben nasıl gireceğim.

-Kapıda sadece 'Ankara'dan emaneti getirdim' diyeceksin, seni bekliyor olacaklar..

Kara görevi dışında soru sormamaya özen gösterirdi ama bunu sormazsa yeterince tedbir alamayacağını düşündü;

-Düşmanım kim?

Adam cevaplarken tereddüt etmedi;

-Doktor diye biliniyor, sürekli gülümsediği için 'kibar doktor' da deniyor. Sanırım (sanki biri duyacakmış gibi çevresine baktı) sanırım bizim patronun tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına o neden olmuş.

İntikam sebebi aydınlanmaya başlamıştı. Yine de kibar doktor'dan bu kadar korkmalarının sebebini tam anlayamıyordu;

-Kibar doktorun gücü nedir ki, çok mu adamı var?

-Güç nedir biliyor musun, güç yaptıkların değil, yapabileceklerindir.

Kara, karşısındaki adamın filozofça konuşmaya başlamasına şaşırdı. Adam devam etti;

-O hem karanlık işlerde güçlüdür, hem de devlette. Çok iyi bağlantıları var. Bazı düşmanlarının üzerine devletin güçlerini yönlendirdiği, parmağını kımıldatmadan işini bitirdiği söyleniyor.

Ayhan adlı genç, iki adamın kollarında yarı bitkin getirildi. Arabaya doğru sürüklenirken, yardım ister gibi baktığı Kara ile gözgöze geldi.

Konuşacak bir şey kalmadı diye düşünen Kara arabasına bindi. Yanındaki Ayhan'a döndü;

-Benim görevim seni başka bir şehre götürmek.

-Bana ne yapacaksınız?

Kara duymazlıktan geldi;


-Böyle dikkat çekeriz, iplerini çözeceğim ve uslu duracaksın. Sen beni tanımazsın ama şunu söyleyim, güvenimi sarsarsan, kaçmaya çalışırsan mutlaka cezanı görürsün.

Ayhan sustu. Kara, ağzında hala kurumuş kanlar olan avcı bıçağıyla ipleri kesti. Korumaların cılız itirazlarına aldırmadı. Zaten onlar da fazla cesaretle yaklaşamamışlardı. Az önce konuştuğu adam kızdırmamaya çalışarak seslendi;

-Senin ününü duyduk ama yine de dikkatli ol. Onu elinden kaçırırsan hepimiz zorda kalırız.

Kontağı çevirdi, yokuş aşağı inmeye başlamıştı ki arkada gelen silah seslerini duydu. Geriye bakan Ayhan'ın sevindiğini fark etmişti. Köşeyi dönmeden aynadan gördüğü son görüntüde, az önce konuştuğu adam yere yıkıldı. Kurşun sesleri devam ederken, o duraklamadı bile. Ölümlere çoktan alışmıştı.

Gaz pedalına daha sıkı basarken, Sakince bir sigara yaktı. Arkalarından gelen bir araba göremeyen Ayhan umudunu kesip önüne dönmüştü bile. Kara, yan gözle onu inceledi, yapısı normal göründüğü halde yüzündeki sağlıksız, soluk görüntü dikkat çekiciydi. Dudaklarının kenarında az önce sildiği kanın izi duruyordu. Yine de 'fazla işkence görmemiş' diye düşündü.

Ayhan, Kar'ın elindeki sigaraya tiksintiyle bakarak;

-İçmesen olmaz mı?

Kar aldırmadan içmeye devam ederken sordu;

-Kokusu mu rahatsız ediyor?

-Sana zararlı.

Onun kendi sağlığı hakkında konuşması Kar'ı şaşırttı. Ayhan'a doğru alaycı bir bakışla;

-Ciddi misin? ..... ölür müyüm yakında, ya ciğerlerim?

Ayhan, alaycılığı fark etmesine rağmen cevapladı;

-Sadece ciğerlere değil, kalbe de zararlı.

-Merak etme, temiz havada çok dolaşırım, yiyeceklerime dikkat ederim, kalbim sağlamdır.

Konuşmanın gidişatı Kara'yı güldürdü, daha çok korkutucu gelen bir kahkaha attı;

-Bence asıl senin sağlığına dikkat etmeliyiz.

Ayhan, Kara'yı kızdırmaktan korkar gibi gülümsemeye çalıştı.


Yol çok uzundu ama Kara pek konuşmuyor, Ayhan’da onu kızdırmaya çekindiğinden susuyordu.

Bir benzin istasyonuna yaklaşırlarken, Kara tabancasını Ayhan’a gösterip, ‘ –En ufak hareketinde ölürsün. Ben bir kişi için iki kurşun kullanmam, sakın kaçmaya çalışma’ demişti. Kara, Ayhan’ın korkuyla büzüştüğünü görünce bir daha ikaza bile gerek duymamıştı. Daha sonraki istasyonlarda da, yiyecek aldıkları marketlerde de Ayhan aynı boyun eğmişlikle davranmıştı. Her zaman zorlu kavgalara alışkın Kara, hep bir hareket beklemiş, sonunda Ayhan’ın çok korkak olduğuna ve böyle kaçma hareketinde bile bulunmayacağına ikna olmuştu. Önce ilk defa bu kadar hareketsiz, olaysız, kavgasız para kazanmak sıkıntı vermişti, sonra da her sigara içişinde içmemesini söyleyen, hatta rica eden bu gence şefkat duymaya başlamıştı.

İçindeki ‘Bir masumu ölüme götürüyorum’ düşüncesiyle beraber, Ilgaz dağlarındaki yaşlı, sıska camız çobanıyla konuştukları zihninde canlandı;

Çoban; “-Evlat, senin ne işin var bu dağlarda? ”

Az konuşan Kara, bu ihtiyarla konuşmakta bir mahzur görmemişti;

-Amca, diyelim ki, kan davasından kaçıyorum.

-Adam mı öldürdün?

-Diyelim ki, öldürdüm.

-Bak evlat, her günah pişmanlıkla, tövbeyle affedilebilir de, adam öldürmek öyle ucuz değil. Tövbeden sonra belki…

-Evet, belki?

-Belki bir masumun canını kurtarır da onun duasını alırsan

-Ya da bir zalimi öldürürsem …

Gülümseyerek sormuştu. İhtiyar çobanın cevap verirken korkusuzluğu, pervasızlığı, geldiğinde ölümü gülerek karşılayacakmış gibi tavırları etkilemişti Kara’yı;

-Bana kadar çok zalim var evlat. Keşke dünyada benden zalimi olmasa, keşke ölürken de birine hayrım olsa.

-Amca, sen ‘ölürken bile hayrım olsa’ dedikten sonra, sen nasıl zalim olacaksın ki?

-Sen önce, affedilmeyi öldürmekte aramaktan vazgeç evlat.

İhtiyar çobanın şefkatli bakışları kalbini biraz yumuşattı. Yanındaki gence yeniden baktı, Ayhan yorgunluktan uyumaya başlamıştı. Kara, bu düşüncelerden tekrar sıyrılmayı denedi; “-Bir görev için anlaştın, bunu teslim edip, parayı alana kadar sözünden dönemezsin. Racon böyle. ” Yeni bir buluş yapmış gibi mutlu gülümsedi; “-Teslimattan sonra ise tüm anlaşman bitmiş olacak.” tekrar yaşlı çoban gözünde canlandı, onunla konuşur gibi söylendi; “…Tüm anlaşmam bitmiş olacak amca! ”

Uzun yolculuk olmuştu. Sadece 1 saat kadar uyuklamıştı. Uyurken sol eline tabancayı almış, sağ elini de kaçmasın diye Ayhan’ın bileğine kitlemişti. Akşama doğru Kars’a gelmiş ama şehre girmemişti. Yol boyu birkaç kez peşlerinde araba görmüş, fazla yanaşmaya cesaret edemeyen arabadan, çatışmaya girmeden küçük yol değiştirmelerle kurtulmuştu. Şehirde yine peşindekilerle karşılaşırsa belki de çatışma çıkacaktı. Çatışmadan çok işe polis karışırsa görevini başaramayacağı ihtimalinden çekiniyordu. Karanlık çökerken arabasını şehre sürdü, dar sokakları dikkat çekmemeye çalışarak katetti. Şehriden sonra Akçay ve Çıldır gölünün arasından zor yolları da usta şoförlüğüyle geride bıraktı. Artık son nokta olan varacağı Kurtbeli köyü yoluna sapmıştı.

Yanındaki kurban Ayhan’ın yol boyu sakinliği içini yaralamış, artık kararını verdirtmişti. Onu teslim edip, parasını aldıktan, anlaşma bittikten sonra dönüp kurtaracaktı. Bir an hiç teslim etmemeyi düşündü sonra “-Öncelikle, başta berber olmak üzere bana ulaşmada vasıta olan adamları temizlerler, sonra da beni. Kötülerin de bir kanunu var, birine ihanet edersem, başkalarına örnek olsun diye beni temizlemek için mafya birleşir” Yıllardır içindeydi bu karanlık dünyanın, beş dakka önce kadeh kaldırdığı adam, şartlar değişirse beş dakka sonra sırtından vurabilirdi. “-En iyisi kendim kurtarmam” diye kesin kararını verdi. Yanında masumca oturan Ayhan’a baktı, “-Söylemeli miyim? “diye düşündü. Ama güvenemedi, “Heyacanlanır, açık verir, olmaz”. Dayanamadı sordu;

-Sana ne yapacaklarını düşünüyorsun;

Ayhan, bir lafı toparlamaya çalışır gibi durakladı;

-Ne yapacaklar canım, babamdan yüklü bir para koparır sonra bırakırlar beni.

Kara’nın dudaklarında acı bir tebessüm dolaştı.

Köye girdiler, Kara, tarifteki gibi tepedeki eve sürdü arabayı. Tepeye çıktıkça etkisini artıran sert rüzgar, köydeki köpek seslerini bile bastırmıştı. Eve yaklaştıklarında belindeki silahı kontrol etti. Yıllardır alıştığı silahının, şarjörüne bakmadan, ağırlığını yoklayarak doluluğunu tekrar kontrol etti. Evin kapısında üç kişi vardı. Çok yaklaşmadan durdu, üç adamdan biri silahını acemice saklamaya çalışarak yanlarına yaklaştı. Kara fazla uzatmadı; “-Ankara’dan emaneti getirdim! ” diye seslendi.

Adam beklediklerini belli eder şekilde, hemen dönüp diğer iki adama kapıyı açmalarını işaret etti. Kara yavaş bir hızla sürdü arabayı, yüksek duvarlı bahçe içine girdiler. Arabayı bir kenarda durdurdu, Ayhan’ı kolundan tutup yanı boyunca yürümeye zorladı. Adamlardan biri alışkın olmadığını belli eden bir kibarlık sergileyerek seslendi;

-Patron sizi bekliyor.

Köy evinden çok konak görüntüsündeki büyük eve girdiler. Adamların gösterdiği odaya geçtiler. Odada tek kişi vardı. Kara odadaki, tekerlekli sandalyeye mahkum kişinin intikam peşindeki adam olduğunu düşündü. Adam ağzı kulaklarında karşıladı Kara’yı, elini sıkarak;

-Hoş geldin, hoş geldin. Beni öyle mutlu ettin ki.

Kara adamın sevinçten Ayhan’a da sarılacağını sandı bir an. Adam sevin içinde, Ayhan’ı da inceledikten sonra;

-Yorgunsuzuzdur, oturun, size bir şeyler ikram edeyim.

Kara, yılların verdiği tecrübeyle tuzağa düşmemek için ortamı inceliyor ve buranın patronu olduğu anlaşılan adam yanıbaşında olduğu için bir nebze rahatlıyordu.

-Hayır, sadece işimize bakalım. Emanet burda.

-Bravo, böyle işine bağlı insanlara her zaman hayran olmuşumdur. ‘Emaneti getirdim, şimdi de para’ diyorsun değil mi?

Kara’nın oyalanmaya hiç niyeti yoktu;

-Aynen öyle.

-Merak etme, paran burda.

Tekerlekli sandalyedeki adam, odanın en köşesine giderken, birden odanın kapısı kapandı. Kara, tabancasını çekerken öfkeyle sordu;

-Bu ne demek oluyor şimdi?

Adam, korkuyla bağırdı;

-Bilmiyorum, bu gencin babasının ‘her yerde adamı var’ diyorlardı. İnanmıyordum ama demek ki doğruymuş.

Kara, kapanan kapıya doğru ateş ettiğinde, dışardaki adamlar da kapının dibine ateş ederek yaklaşmalarına izin vermedi. Kara hem tekerlekli sandalyedeki adamı da, Ayhan’ı da odanın dibine doğru itekledi;

-Dışardakiler hanginizin adamıysa, bilin ki önce siz ölürsünüz.

Kara sözünü yeni tamamlamıştı ki, küçük bir camdan odaya birkaç gaz bombası atıldı. Kara cama doğru rasgele ateş etti. Gaz boğazını yakmaya başladığında, “-Bu gaz zehirli olamaz, iki tarafın da önemli adamı yanımda” diye düşündü. Silahını onlara çevirdiğinde önce korkuyla kaçıştılar, birkaç saniye sonra ikisi de gazın etkisiyle bayıldılar. Onlardan daha çok dayansa da, zihninde dolaşan sorularla sonunda Kara da yere baygın yığıldı.

***** ***** ***** ***** ***** ***** ***** ****

Kara kendine geldiğinde, bir yatakta sıkıca bağlı olduğunu fark etti. Çevresine baktığında, hemen yanı başında başka bir yatakta Ayhan’ı gördü. Aklına ilk gelen işkenceydi. Ayhan’a işkence yaparak intikam alacak, demek ki. Burnu sızladı, acıyla düşündü; “-Onu öyle zayıf görüyorlar ki, bağlamamışlar bile”. Sonra kendini düşündü, beni de görgü şahidi diye mi öldürecekler acaba.

O böyle düşünceler içindeyken, uyanırken çıkardığı iniltilerden tekerlekli sandalyedeki adamı fark etti. Düşmemesi için iki adamı kolundan tutuyordu. “-Demek tuzaktan kuşkulanmamam için kendisi odadayken bayıltıcı gaz attırdı” Öfkeyle dudaklarını ısırdı, kanayan dudaklarından kanın boynuna doğru süzüldüğünü hissetti.

Tekerlekli sandalyedeki adam kendine gelmiş, akan kanı görmüştü;

-O kıymetli kanını israf etme. Çok aradım ben seni çok.

-Ne demek istiyorsun, kimsin sen?

-Bana herkes ‘Doktor’ der.

-Düşmanınla, Ayhan’ın babasıyla aynı isim ha.

-Düşmanım mı! hah hah ha! ... Tabi tabi, insan en çok kendisine düşmandır.

Kara gözlerini fal taşı gibi açtı;

-Bu ne biçim oyundur, neler oluyor? Sen Ayhan’ın düşmanı değilsen, ondan ne istiyorsun?

Doktor, yeni bir kahkaha atarak devam etti;

-Onun kalbini söktüreceğim. Benim uzmanlığım işkence konusunda, kalp sökmeyi Ermenistan’dan getirdiğim bu iki doktor yapacak.

Kapıdan girmekte olan beyaz önlüklü iki kişiyi gösterdi. Kara bulunduğu durumdan çok nedenleri düşünmeye başladı.

-Anlamıyorum, anlamıyorum.

Ayhan inleyerek kendine gelmeye başlamıştı. Doktor, sıkıca yatağa bağlanmış Kara’ya yaklaştı;

-Pekala bunu bilmek senin hakkın anlatacağım. Anlamayacak bir şey yok. Oğlum kalbinden rahatsız, Ankara’da tedavi görüyordu. Doktorlar kalbinin iflas üzere olduğunu ve en kısa zamanda kalp nakli yapılması gerektiğini söylediler. Birinin ölmesi ve oğlum ölmeden kalbinin gönderilmesini bekledim. Bu nasıl bir duygudur bilir misin! .. Tek oğlum o. Ölenler, organlarını bağışlamayanlar veya gelen kalplerde daha doku uyuşmazlığından önce kan uyuşmazlığı. Evet, en başta kan uyuşmazlığı.

Ayhan, yattığı yerde doğrulmuş, gülümsüyordu. Doktor, bir elini şefkatle oğluna dokundurarak devam etti;

- 0Rh- kan bulmak ne kadar zordur, bir bilsen. Her gün ümidimiz tükeniyordu. Sonunda sen bir hata yaptın. Son işinde kaçarken geride yere dökülmüş kanını bıraktın. Aradığım kanı bilen dostlarım vardı, soruşturmayı yürütenlerden biri bana senin hakkında bu bilgileri iletti. “-Biz onu bulamasak da, bize konuşmayan birileri sana konuşabilir” dedi. Mesajı almıştım, senin hakkında bilgi aradık ve kısa sürede birkaç isme ulaştık. Bunlardan Berber, beklememizi, senden haber beklediğini söyledi.

Kara’nın yüzü asılmıştı, tuzağa düşmesine deli oluyordu.

-Niçin beni kaçırmadınız?

-Bir, Seni kaçırmak, sonra da Ermeni doktorlarla bu sınır köyünde buluşturmak hiç de kolay değildi. Oysa kendi ayağınla gelmen daha kolaydı. İki, Ankara’da senden kalp alıp, oğluma takacak doktor bulmam imkansızdı.

Ermeni doktorlardan biri elindeki kağıtları Doktor’a uzatırken, Kara endişeyle bakıyordu, '-İstanbul'daki Ermeni arkadaşlarımı tanımamış olsaydım tüm Ermenilere karşı bir nefret duyabilirdim. Her milletten iyi de var kötü de..' diye düşündü. Doktor sevinçliydi;

-İşte bu kadar, biz uyurken doktorlar gerekli incelemeleri yapmışlar, uyuşmazlık yok, harika.

Kara, yüzünü buruşturdu, “Ben nasılsa öleceğim, kalbim bu canilere bari yaramasaydı.” diye ızdırapla mırıldandı.

-Oğlunu niçin benim yanımda tehlikeye attın?

-Devlette bazı adamlarım olsa da, oğlumu ve bazı adamlarımı takip eden polisler de olduğunu biliyordum. Kendi adamlarımla, artık çok az vakti kalmış oğlumu getirmek, yakalanıp vakit kaybettiğinde ölümüne yol açacaktı. Oysa, seni araştırdığımda bu işlerde çok usta olduğunu öğrendim.

Kara, Ayhan’ı alıp uzaklaşırken peşlerinden çıkan çatışmada vurulan adamın da numara olduğunu anladı. İçi kendisine olan öfkeyle yanarken, bir yandan da iplerini zorluyordu. Bu şartlarda kurtulamasa da son bir hamleyle Doktor’u öldürüp intikamını almak istiyordu. Ayhan ayağa kalkmış, yanına gelmişti;

-Seninle bu son görüşmemizde, sana teşekkür etmek istiyorum. Ne de olsa hayatımı sana borçluyum.

Şimdi anlamıştı, yolda Ayhan’ın sigara içmemesini neden istediğini, ‘Sağlığına zararlı’ demesini. “Ben buna mı acıdım, ben buna mı acıdım! ..” diye hırsla tekrar dudağını ısırdı.

Yeniden dudaklarından kan akınca, Doktor güldü;

-İyi ki sıkı bağlamışsınız. Yoksa öfkeden, hırstan ya bizi ya kendini öldürürdü.

Doktorun bu sözleri ve ağzındaki kan tadı, yıllar önce vücuduna yaptırdığı bir müdahaleyi hatırlattı.. Ayhan’a baktı sonra başını hızla omzuna çevirdi ve görenlerin yağ bezesi sandığı et parçasına dişlerini geçirdi. Deri altından gelen, Bir cam parçası kırılma sesini odadaki herkes duymuştu. Doktor ve Ayhan ne olduğunu anlamak için korkuyla bakışırken, Ermeni doktorlar incelemek için atıldılar. Isırdığı bölgede, iç kanamayı gösteren bir kızıllık yayılıyordu. Doktorlar, derinin altında ne olduğunu anlamak için neşterle hemen kestiler. Kara bağırırken, bir tanesi eldivenleriyle tutarak, misket büyüklüğünde ve içinden hala yeşil bir sıvı akan cam parçasını patronlarına doğru tuttular. Kara;

-Bir gün işkence görürsem kendimi öldürmek için koydurmuştum. Nasip işte.

Doktor, öfkeyle Kara’yı yumruklamaya başladı. Ermeni doktorlar, Kara’nın gittikçe moraran vücuduna ve kapanmaya başlayan göz kapaklarına baktıktan sonra, patronlarına döndüler;

-Zehir…

Kara, yaslandığı duvarda yavaş yavaş yere yığılan Ayhan’a baktı ve gözleri kapanmadan son sözlerini söyledi;

-Seni iyi biri sanmıştım, seni kurtarmak için savaşmayı düşünüyordum ama yanılmışım. Artık ölsem bile sana kalbimi vermem.

Ahmet Ünal ÇAM
(Kendince) Şair-Yazar
http://ahmetunalcam.googlepages.com/huzur.htm
[email protected]

Mutlu, huzurlu, sağlıklı günler dileklerimle

Ahmet Ünal Çam
Kayıt Tarihi : 26.12.2006 15:04:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ahmet Ünal Çam