Hani hiç bir şey yokken canınız sıkılır,içinizden yataktan kalkıp işe veya okula gitmek gelmez.Yorganı kafanıza çekip karanlıklar içinde kaybolmak, dış dünya ile irtibatınızı kesmek istersiniz. Sanki kalksanız dünya üstünüze yıkılacakmış gibi gelir.Yüreğinizi bir mengeneye yerleştirmişler de habire sıkıyorlarmış gibi gelir.Dün geceki kabusu aklınıza bile getirmek istemezsiniz.Gözlerinizi yumduğunuzda kabus gözünüzün önünde tekrar canlanıverir. Giyinip sokağa çıkmak delice bir fikir gibi gelir.Bütün insanlar dün
gecenin şahidiymiş te,seni hatırlayacak ve senle dalga geçecekler gibi gelir. Bir yandan için acır,öte yandan kabus dolu gece zihninden çıkmaz,ne yapacağını şaşırırsın. Alkolün tesiri yavaş yavaş kaybolmakta ve bazı hatırlanmayanlar, birer birer ortaya çıkmaktadır. Allahtan diğer oyuncular yoktu da halimi görmediler diye düşünürsünüz. Aslında kendinizden utanıyor olmanız,mahcubiyet duygusunu gittikçe arttırmaktadır.Korkunun ecele faydası yok diye düşündükten sonra,kaktı tiyatroya gitmek üzere giyinmeye başladı. Saat 14. de evden çıktı ve bir taksiye atladı.Yolda geceki yemeği anımsadı.
Dün gece uzun süredir tanıştığı, aynı tiyatroda oyuncusu olduğu genç kızla yemeğe çıkmıştı.
Aşağı yukarı altı aydır maaş aldıkça felekten bir gün çalarlardı. Mutad hale getirdikleri bu yemeklerde başka oyuncu arkadaşları da olur, gece neşeli bir şekilde biterdi. Bu ay ki yemeği arkadaşlarına duyurmadan yapmak elzem olmuştu. Gerekirse onlarla bir gece daha yaparız diye düşünmüşler ve ne olur ne olmaz diye de her zamankinden başka bir yere gitmişlerdi. Orta yaşın sonlarında, beyazlaşmış ve tepesi açık adam tiyatroda rejisör ve dramaturg olarak, yaşı henüz otuza bile ulaşmamış, uygun vucutlu,beyaz tenli ve kızıl saçlı bayan da aynı tiyatroda oyuncu idi. Loş ışıklı ve müzikli, tül perdelerin üzerinde ki kalın vişne çürüğü perdeler, açık renk temiz masaların her birindeki çiçekler ve yanan şamdanlardan tavanda titreşen gölgeler, salona ağır bir hava ve müşteriye de biraz pahalı hissini vermekteydi. Şef garson onları piyanonun biraz açığında,kuytu bir masa ayırmış ve oranın garsonuna teslim ederken, müşterilere ihtimam göstermesini hatırlatmayı da unutmamıştı. Garson içkileri ve ordövr tabağını getirdikten sonra,başka emirleri varsa çatalla tabağın kenarına dokunun deyip uzaklaşmıştı.
Sıcaklar geldiğinde ikinci şarap şişeside açılmıştı. Adam havadan sudan konuşuyor bir türlü esas konuya giremiyordu:Genç bayan adamı ne kadar cesaretlendirmek istese de bir türlü adamın terleyen kızarmış yüzü normalleşip, ses tonu çatlaklığını kaybtmiyordu.Rejisör kendisine normal bir rol biçemiyor,ezildikçe eziliyordu.Önündeki sıcak tabağına dokunmamasına karşın; ikinci şarabı nerdeyse tek başına bitirmişti. Genç bayan adamın gözlerinin içine bakıyor, gülerek tatlı sözler söylüyordu. Rejisör bunları kadının normal hareketleri gibi yorumluyor, cesaret edip konuyu açanıyordu. Kısa bir zaman önce duygularını frenleyemediğini farketmişti. Kadına karşı hissettikleri bir yandan onu mutlu ediyor, bir yandan utancından,mahcubiyetinden içi eziliyor,kahroluyordu.Aralarındaki yaş farkı adamın genş kadının yaşıtlarına layık olacağının bilincinde olmasını hissettiriyordu. Genç kadının mutlu bir izdivaç yapması için elinden geleni yapardı Sevgi,sevdiğinin muylulğunu görmek değilmiydi. Delikanlılk çağında yaşadığı heyacanları bu kısa sürede yaşamak,ne büyük mutluluktu.Platonik aşkının bir karşılığı olmamasının bilincinde olarak, muhatabına açıklamak da bir namus borcuydu. Açıklamamak, kendine karşı
bir saygısızlık ve kişiliğini yaralayacak bir olgu olduğundan başka, genç kadına da iki yüzlü davranmış olacaktı. Alkol cesaretini geri vermişti. Kadına en sonunda şunları söyleyebilmek cüretini gösterdi.” Bakınız
Ferda hanım size bunları anlatmazsam çat diye çatlıycam. Bir iki aydır konuşmalarınızdan, güzelliğinizden,parfümünüzden, davranışınızdan,giyiminizden ve kullandığınız kelimelerden etkilendiğim gibi gece gündüz sizi düşünmekten kendimi alamıyorum.Hayatımın en tatlı günleri sizinle tiyatroda geçiyor.Geciktiğinizde meraktan içim içimi yiyor, endişeleniyorum.”Geç kadın şefkatli bir tebessümle elini tutmak istedi. Rejisör elini çekerek “Yoo beni rüyalar alemine götürmenize izin veremem.Ben durumu kötüleştirmek değil düzeltmek için açıklama yapmak zorunluluğu hissettim. Bakın şunu iyi bilin platonik olarak sizi seviyorum ve hep seveceğim ancak sizin benle olmanızı da istemiyorum. İsterseniz hayatım boyunca sizin mutluluğunuz için elimden geleni yaparım. Sevmek içimde senelerdir unuttuğum duyguları
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...