Nikahta Keramet Vardır
Yattığı yerde hafif kıpırdadıkça; yayları gevşemiş karyola, iniltili sesler
çıkarıyordu sanki.“Ne var baba! ”,diye, seslendi oğlu yan odadan. Ses
çıkmayınca kalktı, içeri, babasının yatağına geldi. İçinden babasının
mahsus yaptığını düşünerek, suratını ifadesizleştirdi. Fısıltılı bir sesin
içine birkaç da öksürük katarak, biraz su istedi yaşlı adam. Boğazı
kurumuştu vücudunun ateşinden. Bir düşündü ki; nerdeyse bir aydır
kalkmamak üzere yatıyordu. Kalksa da zaten tekerlekli sandalye ile
geziyordu evin içinde de, dışında da. Çaresiz bir hastalığa yakalanma-
sından sanki başkaları sorumluymuş gibi davranıyordu. Sinirli ve hırçın
davranması; psikologların dediğine göre, depresyonda olmasındandı.
İhtiyar durumun farkında olmasına rağmen çoğunlukla kendini engelle-
yemiyordu. Bu durumu atlatmak da istiyordu ama elinden gelen bu kadar
dı. Hatta doktorlar yalnız yaşamasının da depresyonu tetiklediğini
söylemişlerdi. Hanımı öleli on dört yıl olmuştu. Dolu, dolu on dört yıl.
Oğlanda o yıllarda yurt dışında sürtüyordu. Hoş burada da olsa elinden
pek bir iş gelmezdi ya. Hep te çıktığı işlerden, işveren sorumluydu. On
yılda on beş işyeri ile rekorunu kimseye kaptırmıyordu. “Buyur baba suyunu”
dedi, oğlan. Babasının ne düşündüğünü sezmiş gibi, suratını buruşturmuştu.
İhtiyar sormadan duramadı yine “ne o suratın turşu satıyor. Yine işten mi
ayrıldın? ” derken yeni bir öksürük nöbetine yakalandı. Böğürmekten içi
dışına çıkıyordu sanki. Bir yanda da, on yedi sene önce bıraktığı sigaraya
lanet okuyordu.”Baba böyle olmaz bir bakıcı tutalım. Hem yemeklerini yapar,
hem saatinde ilaçlarını içirir,” dedi oğlan. İhtiyar hayretten gözleri açılmış bir
şekilde oğlunun gözünün içine bakarak, sordu “Hangi parayla? Üç kuruşluk
emekli maaşı ile mi? Karnımızı doyurduğumuza şükret. Ama bulduğun
işlerde adam gibi çalışıp, kendini patronlarla bir tutmazsan, bir gün o da
olur.” Aldığı cevap oğlanın biraz canını sıkmıştı. Patronların hepsi aynı
idi, emekçinin sırtından kazanır, ona yedirmezlerdi. Yurt dışında da
kapitalist patronlar, işçiyi sömürüyordu ama sosyal güvenceleri tamdı.
İnsan hakları tam uygulanıyordu. Hem babası ölünce, bankadaki paraları
götüremeyecekti ya. Bakıcı tutup kendine iyi bir bakım sağlasaydı; Oda
babasının dırdırından kurtulup, istediği işte çalışmaz mıydı yani. İhtiyar
oğlunun düşüncelerini sezmiş gibi, yüzünü asarak konuştu “sen şimdi
bankada ki, cenaze parama göz diktin değil mi? Eğer o para olmazsa
cenazemi belediye ye kaldırtırsın. Beni gömmek için bir kuruş bile
harcamazsın. Yiyeceğim küfürler de cabası. Hadi ölmekten vazgeçtim,
bari evlen de – tabii işten kovulmazsan- doğacak torunuma masraf edeyim,
diyeceğim de; nerde sende o cesaret, o g öz.” Oğlan biraz buruk cevap
verdi.“Sana kız mı beğendirebiliyorum ki baba? Ya bacaklarına çırpı
diyorsun ya göğüsleri büyük, ya boyu kısa diyorsun. Olmadı eğitimini
beğenmiyorsun. Sanki ben değil de sen evleneceksin”
“Kısa kes “diye bağırdıysa da fazla sesi çıkmıyordu yaşlı
adamın, hafif, hafif öksürüp boğazını temizledikten sonra, kurşun gibi
gözlerle oğluna baktı. Sesine biraz sertlik tonu yükleyerek “bana bak,
ya evlenirsin, bakıcı parasından kurtulur, rahat yaşarız, ya o paralar
cenazeme kalır. Tabi, bir işte tutunmayı başarırsan.” Oğlu kendisini
suçladığı için, ihtiyara kızıyor ama sesini çıkaramıyordu. Bu evde yaşa-
maya mecburdu. Kazancıyla kira veremezdi ama çalışan bir kız alır ise;
o başkaydı. Babasına da acıyordu. Onu bırakmayı da düşünmemiş değildi
ama bir türlü becerememişti. İyi bir maaşı olmadığından mı, çalışan bir
kız bulmadığından mı, yoksa içinde yaşayan sevgiden mi? Hiç düşünme-
mişti nedenini, ya da düşünmek bile istememişti. İçini sıkan bir şeyler,
sanki bu düşünceleri kafasına sokmuyor, varsa dışarı atıyordu. İhtiyar
adam “e” dedi oğluna,“hiç cevap vermedin! ” Genç adam düşünceleri kov-
mak istercesine, kafasını iki yana salladı Sonra,“Baba”,dedi,” Önce devamlı
bir iş bulacağım. Sonra evleneceğim kızı ben seçeceğim. Bana gelinini hor
görmemeye, dırdır etmemeye söz verirsen; bu eve gelin getirmeye de ben
söz veririm.” “Düşünmem lazım.”dedi, ihtiyar. “yoruldum ben biraz uyuya-
cağım. Sonra yine konuşuruz.” Oğlan babasını üstüne yorganı çekti ve
odadan çıktı.
Aradan geçen zaman içinde-iki ay kadar olmuştu- oğlan kendine orta
halli bir otelde iş bulmuş, çalışıyordu. Bu sefer işinden değil ama ücretinden
şikayetçi idi. Otel dolup, dolup boşalmasına rağmen, ne ücretlerde bir artma
söz konusu idi, ne de müşterilerin bıraktığı bahşişlerde.Tip bölüşülürken de
yeni ve rütbesi düşük olduğundan, en az bahşişi o alıyordu. Gerçi bu işleri
İyi bildiğinden bazen bahşişleri tip kutusuna değil, kendi cebine atıyordu.
Gören ya da fark eden olursa utancından yerin dibine geçecek kadar onur-
luydu da. Hele kat sorumlusu Züleyha duyacak olsa herhalde işi bırakıp,
kaçardı. Nedense onu görünce yüreğinde bir kıpırtı başlıyor hatta gözlerinin
içine bakamıyordu. Mahcup bir tavırla gözlerini kaçırarak konuşuyordu. Kat
sorumlusu onun üstü değildi. Odaların temizliğini ve düzenini yaptırtmaktan,
oda temizlikçilerinin kontrolünden sorumluydu. Kumral, kısa kesilmiş dalgalı
saçlarıyla çoktan oğlanın kalbinde taht kurmuştu. Hele öğle yemeklerinde yer
kalmamış gibi, tepsisini alıp karşına oturması ve afiyet olsun derken yüzüne
yayılan o sımsıcacık tebessüm, damarlarından girip, Ilık, ılık içine akıyordu.
Züleyha anlattıkça oğlan sadece başıyla, onu tasdik etmekten başka bir şey
yapmıyordu. Sanki konuşsa tılsım bozulacak ve ortadan kaybolacak gibi geli-
yordu. Züleyha da annesiyle yaşıyordu. Babası o küçükken ölmüş ve annesi,
orada burada temizlikçilik yaparak kızını büyütmüştü. Kız da Turizm ve Otel-
cilik okulunu bitirmişti. Şimdi üç sene var ki; eve o bakıyor, annesini çalıştır-
mıyordu. O da oğlana yavaş, yavaş ısınmış, mahcup tavırları –ona ilgi duydu-
ğunun bir göstergesiydi- çok hoşuna gider olmuştu.
Pastane, evle otelin neredeyse tam ortasında bir yerlerdeydi. Züleyha
okuluna yakın olduğu için, öğrenci iken arkadaşlarıyla sık, sık gelirdi buraya.
Arkadaşları onun mali durumunu bildiklerinden, ne yapar eder, o na para ödet-
mezlerdi. Onun gururunu zedeleyecek şeyletden hep kaçınmışlardı. Yoksa bu
arkadaşlık bağları çoktan kopmuş olurdu. Bu gün ufak bir değişiklikle, arkadaş-
larının yerini bir delikanlı almıştı. Garsonların samimi, tanıdık bakışları arasında
şöyle gözlerden uzak, camdan da görülmeyecek, iç taraflarda, boş bir masaya
oturdular. Söze ilk başlayan Züleyha olmasa; belki de oğlan hiç ağzını bile açma-
yacaktı. “anlat bakalım korkut, görüşmek istediğin, hayati önem taşıyan konuyu.
Hadi ama seni dinliyorum” diyerek oğlana cesaret verici bir ses tonuyla konuştu
Korkut bir iki hafif öksürüp boğazını temizledi. Ah bir de heyecandan titreyen
bacaklarına söz geçirebilse, çatlayan sesini normalleştirebilseydi, o kadar do-
luydu ki; sevgisini günlerce anlatabilirdi. Sonunda kurtuluşu buldu ve pat diye
kıza:
“Benimle evlenir misin no’lur? “ diyebildi.
Züleyha şaşırmıştı, ağlamak mı, gülmek mi gerektiğine bir zaman karar vere-
medi. Daha sonra kendini toplayıp:
“ Olmaz diyemem ama etraflıca konuşmamız gerekmiyor mu? ” dedi.
“İşte bunun için buradayız ya.” Dedi. Sevinçle oğlan.
Bir saat içinde Züleyha’nın ev durumu ve anasının dul olduğu, ihtiyarın ve
Korkut’un durumları, ayan beyan iki tarafça da anlaşılmıştı. İhtiyar’ın kızı ve
anasını, görmek isteyeceğini adı gibi biliyordu oğlan. “ Kız neyse ama anasını
nasıl götürürüm” diye düşünmekten kendini alamadı. İçini bir endişe kapla-
mıştı. Hatta sıkıntısı buruşmuş yüzünden belli oluyordu. Kaşları alnını
kırışıtıracak kadar birbirine yaklaşmış ve avurtları atların derileri gibi
seyiriyordu.
Zeliha “ne var, ne düşünüyorsun “ dedi. Oğlan sonunda canını sıkan
şeyin babası olduğunu, o nu ne şekilde ikna edip, istemeye götüreceğinin bir
yolunu bulmanın, zaman alacağını, halbuki biran önce evlenip, yuvalarını kur-
maları gerektiğini, kendisinin bırakamayacağı bir babası, onun da bir annesi
olduğunu ve nasıl yapmaları gereltiği hakkında, bir fikri olmadığını söyledi.
Züleyha “haklısın”,dedi.”bir çare bulmalıyız”.
Bu konuşmanın üzerinden silindir gibi geçen üç ay içinde, kadının
Fendi her zamanki gibi erkeği yenme planları yapmıştı. İşte o zafer günü, ha-
vanın açıklığı ve yakıcı sıcaklığı, yaz ortalarından bir gün olduğunu anım-
satıyordu. Yazlık giysileri içinde genç, yaşlı, kadın, erkek herkes her
zaman, böyle bir nikaha rastlamanın mümkün olmadığında hem fikirdiler.
Peşpeşe iki nikaha davetli idiler ve nikah masasında, memurun karşısında
tekerlekli sandalyede, saçları kırlaşmış, altmışlı yaşların sonlarında gösteren
bir beyle, ellili yaşlarda olduğu zor belli olan bir bayan vardı. Şahitler de
yanlarında oturan çocukları idi, ama ikinci nikahta roller değişecekti.
Kayıt Tarihi : 7.3.2010 19:25:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!